Masonlar.org - Harici Forumu

Masonluk Bilgidir. Bilimdir. Ilimdir. => Tarih => Milletler Tarihi => Konuyu başlatan: poyraz06 - Ağustos 18, 2008, 12:57:11 öö

Başlık: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: poyraz06 - Ağustos 18, 2008, 12:57:11 öö
Sözlükte “kuru ot” anlamına gelen haşiş kelimesi, sonraları müslümanlarca uyuşturucu özelliği bilinen Hint keneviri ve bundan elde edilen esrar için kullanılmıştır. Haşhaşiler, haşişi (esrar içen, esrarkeş) kelimesinden türetilmiş topluluk ismidir. Haşhaşi terimi ilk defa XI. yüzyılın ikinci yarısında kullanılmış olup daha sonra Nizari İsmaililerine ad olarak verilmiştir.

Haşhaşi hareketinin kurucusu Hasan Sabbah’tır. Hasan Sabbah’ın Selçuklu veziri Nizamülmülk ile Ömer Hayyam’ın arkadaşı rivayet edilmiştir. Bu zayıf bir rivayet olsa da o yıllar için söylenmiş şu söz oldukça yerindedir: “Binli yılların başlarında çağı etkilemiş üç İran’lı vardır. Dünyayı gözlemlemiş olan Ömer Hayyam, dünyaya hükmetmiş olan Nizamülmülk ve dünyayı terörize etmiş olan Hasan Sabbah.”

İsmaili harekete giren ve kısa sürede bu hareket içinde sivrilen Hasan Sabbah, Fatımilerin kontrolündeki Mısır’a gitti ve orada iki yıl eğitim aldı. Oradan bir anlaşmazlık sonucu ayrılmak zorunda kaldı. Daha sonra Alamut kalesini rivayete göre 3000 altına satın alan Hasan Sabbah, burada kendi yönetimini kurdu. Yaptırdığı yeni tahkimat ve yiyeceklerin uzun süre bozulmadan saklanabileceği depolarla kaleyi kuşatmalara dayanıklı ve ele geçirilemez hale getirdi.

Alamut’tan sonra çevredeki bazı sarp kaleleri de ele geçirmeye başladı. Bundan sonra İsmaililer hızla dailer yoluyla halkı kendi taraflarına çekmeye ve kendilerine muhalif olan din ve devlet adamlarını büyük bir ustalıkla öldürmeye başladılar. Şeyhül Cebel (Dağ Şeyhi) lakablı Hasan Sabah, bu cinayetler için haşhaşla kandırılmış genç fedailerini kullanıyordu. Zeki bir insan olan Hasan Sabbah, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ordusunun karşısında tutunamayacağını bildiği için böyle bir yol seçmişti. Devlet içinde terör estiriyor, düşmanlarını profesyonelce işlenmiş cinayetlerle yıpratmaya çalışıyordu.

Marco Polo’nun seyahatnamesinde anlattığına göre; Hasan Sabbah Alamut kalesinde gizli bahçeler inşa ettirmişti. Bu bahçeler cennet bahçeleri gibi olup içinde bal, şarap çeşmeleri, envai çeşit meyveler, sebzeler ve de iyi danseden güzel genç kızlar vardı. Haşhaş verilen kendinden geçmiş fedai adayları bu bahçelere götürülür ve her istekleri yerine getirildi. Daha sonra bahçeden çıkarılan delikanlılara girdikleri yerin cennet olduğu ve sonsuza dek orada kalmak istiyorlarsa bunun ancak bir sünninin öldürülmesiyle gerçekleşebileceğini telkin ediyorlardı.

Selçuklular, İsmaili tehdidine karşı tedbir almaya ilk kez 1092’de başladılar. Selçuklu Sultanı Melikşah, Emir Arslantaş komutasındaki bir orduyu Alamut’a gönderdi. Bu sırada vezir Nizamülmülk ve kısa bir süre sonra Sultan Melikşah’ın ölüm haberinin de gelmesiyle sefer başarısızlıkla sonuçlandı.

Fakat terör devam etti. Bir Arap vakanüvisinin anlattığına göre; “Hiçbir kumandan veya subay evinden korumasız olarak ayrılmaya cesaret edemiyordu. Hepsi elbiselerin altında birer zırh taşıyordu.” Bu yüzden Haşhaşilerden bir tanesinin bile öldürülmesi yetmiş imansız Rum’un öldürülmesinden daha hayırlı görülüyordu.

Melikşah’ın ölümünden sonra Selçuklu Devletinin içine düştüğü karışıklıklar Haşhaşilerle ciddi bir mücadeleye girişilmesini önlemiştir. Hatta Sultan Sencer onlarla uzlaşma yoluna gitmeyi tercih etmiştir.

Nihayet 1124 Mayıs ayında Hasan Sabbah hastalanarak öldü. Fakat onun ölmesiyle hareket sona ermedi. Ondan sonra gelen Alamut hakimleri İslam’dan tamamen koptular. 2. Hasan İslam şeriatını tamamen ortadan kaldırdığını ilan etti. 1256 yılına gelindiğinde ise doğudan gelen Hülagu önderliğindeki Moğollar önlerine çıkan her şeyi silip süpürdükleri gibi Alamut kalesini de zapt ederek Haşhaşiler’e son verdiler.

Haşhaşiler iki yüzyıl boyunca İslam dünyasında terör havası estirmişlerdir. Selçuklu Devleti bir yandan Haçlılarla uğraşırken bir yandan da onlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Ülkenin değerli insanları öldürülmüş, bu da İslam dünyasındaki gelişmeyi frenlemiştir.

Ayrıca İslam dünyasındaki mezhep ayrılıkları had safhaya ulaşmış, Şii-Sünni ayrımı kuvvetlenmiş ve Sünni akide büyük bir tehlike altına girmiştir. Batınilik propagandasına karşı koymak, Sünni akideyi korumak üzere Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdad’da ortaçağın en iyi eğitim kurumları olan Nizamiye Medreseleri kurulmuştur.

Haşhaşi kelimesi, haçlılar vasıtasıyla Avrupa’ya Assassin şeklinde taşınmış ve Haçlı literatürü ile Yunan-Yahudi metinlerine bu şekilde girmiştir. Bu kelime suikastçı, katil anlamını da taşımaktadır.
Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: semsin - Ağustos 18, 2008, 10:02:11 öö
girdikleri yerin cennet olduğu ve sonsuza dek orada kalmak istiyorlarsa bunun ancak bir sünninin öldürülmesiyle gerçekleşebileceğini telkin ediyorlardı.

 :D :D :D
Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: aramis - Ağustos 18, 2008, 10:09:48 öö
Sayın poyraz06 ;

Anlatmış oldunuz konuya bir katkıda bulunmak isterim. Haşhaşi adı , mensuplarının korkusuzluğu, acımasızlığı ve cinayet işlemekten çekinmemeleri nedeniyle değişerek, günümüz batı dillerinde yerini 'assasin' ( katil, cani) kelimesi ile almıştır.

Syg.
Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: poyraz06 - Ağustos 18, 2008, 10:16:54 öö
Tesekkurler Sayin aramis



Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: semsin - Ağustos 18, 2008, 11:47:47 öö
HASAN SABBAH ÖYKÜLERİ11. yüzyılın sonlarında Elbruz dağlarının en sarp zirvelerinden birinde yükselen Alamut kalesinin ve kalenin komutanı Hasan Sabbah’ın öyküsünü anlatacağım size. Baştan söyleyeyim yazı boyunca başka herhangi bir şey anlatacağım yok. Öte yandan,  başka bir şey anlatmama da gerek yok sanırım mülkiyet ilişkileri ve uyuşturucular arasındaki bağı anlatmak için.Hikâyemiz Alamut kalesinin efsanevi güzellikteki bahçesine açılan uzun koridorda başlıyor. Sıkı bir kuran eğitiminden geçirilmiş ve eğitimi başarıyla tamamlamış mürit cennete bir ziyaretle ödüllendirilmiş,  koridorda yürümektedir. Koridor boyunca sağlı sollu haşhaş tütsüleri vardır ve mürit her adımda bir miktar daha kendinden geçmektedir. Kalp ritmi değişir,  beyni hiç olmadığı gibi işlemeye başlar,  bilinci iyiden iyiye bulanıklaşır. Renkler ve zaman her zamankinden farklıdır,  yaşadığı his daha önce yaşadığı hiçbir hisse benzememektedir ve mürit garip bir şekilde kaygısız,  bir o kadar da mutludur. Mutluluk koridorda atılan her adımda biraz daha artar ve cennetin kapısına ulaşıldığında artık doruktadır. Kapı aralandığında yeryüzünde gördüğü her yerden daha güzel bir bahçe çıkar müridin karşısına ve onu daha önce hiç görmediği kadar güzel kadınlar karşılar burada. Her şey tam da kuranda anlatıldığı gibidir,  cennet harikadır ve bu kısa ziyaretin tadı müridin damağında kalır. Artık yaşadığı bu kusurlu dünya onun umurunda değildir,  tek istediği kısa bir ziyaret yaptığı cennete ebediyen kavuşmaktır. Bunun ise tek yolu vardır,  kusursuz iman ve itaat. Mürit tanrının bu dünyadaki temsilcisi olan ve ona cenneti gösteren Hasan Sabbah’a sorgusuz ve kusursuz itaat etmeli,  gerektiğinde canını vermelidir. Zaten yaşadığı hayatın ne önemi vardır ki,  ölüm onun için çile dolu yaşamından kurtuluş ve zevk dolu yeni hayatına başlamak demektir. İşte Hasan Sabbah bu şekilde tarihin ilk ve belki de en korkunç terör örgütünü yarattı. Müritleri gözlerini bile kırpmadan öldü veya öldürdü. Selçuklu veziri dahil,  Hasan Sabbah’ın canını sıkan kim varsa onun suikastçılarının hedefi oldu ve fedaileri ölümüne savaşıp Alamut kalesinin fethedilmesini engellediler. Hasan Sabbah ise 1124 yılındaki ölümüne dek kalesinde saltanat sürdü.

Öte yandan sanırım madalyonun diğer yüzüne bakmadan hikâye eksik kalır ve ancak anlatmak istediğimin yarısını anlatmama yarar.

 Sünni olmayan Müslümanların gözünden baktığımızda olanlara,  Hasan Sabbah aslında terörist değil,  kahramandır. Hassan Sabbah’ın müritleri ise uyuşturucu müptelası filan değil,  inançları uğruna ölümü göze alabilen yiğit askerlerdir. Haşhaş hikâyesi ise tamamen Selçuklu devletinin yalanıdır. Selçuklular bu yalanı Alamut kalesinin fethi konusundaki başarısızlıklarını örtmek için anlatmışlar,  Hasan Sabbah’ı bir sahtekâr gibi göstermeye çalışmışlardır. Tek bir sözüyle binlerce kişinin ölümüne yol açan hükümdarlar dururken sadece birkaç kodamanı öldüren Hasan Sabbah ve fedailerininse terörist ilan edilmesi saçmalıktan başka bir şey değildir.
Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: semsin - Ağustos 18, 2008, 11:49:52 öö
Hasan Sabbah

 

Hasan Sabbah, tarihte ve günümüzde eşi benzeri olmayan bir Alevi önderidir. Hasan Sabbah, kurduğu örgüt ile yıllarca zalimlerin, saltanat sahiplerinin korkulu rüyası olmuştur.

Hasan Sabbah, İran’ın Kum kentinde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hasan Sabbah, 17 yaşına kadar Oniki İmam’cı Şii eğitimi almıştır. 17 yaşından sonra İsmailliliği benimsemiş ve bölgenin İsmaili önderlerinden eğitim görmüştür. Hasan Sabbah buradaki eğitimini tamamlayınca, İsmaillilerin merkezi olan Fatımi Devleti’nin başkentine uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra 1078’de vardı. Hasan Sabbah üç yıl Mısır’da kaldı. Kahire ve İskenderiye’de dönemin ünlü bilginlerinden dersler aldı. Hasan Sabbah, 1081 yılında İsfahan’a dönerek, yetkinleşmiş bir şekilde mücadeleye başladı. Hasan Sabbah, yaklaşık 9 yıl çeşitli kentleri gezerek, İsmailliliği yaymaya çalıştı. Bu çalışmaları sonucu var olan İsmaili tabanını daha da genişletti. 1090 yılında Alamut kalesinde eğitim ve örgütlenme mücadelesine yeni bir boyut kazandırarak, Alamut kalesini kendisine merkezi üs olarak seçti. Alamut kalesi, Elbruz sıradağlarının en doruğunda olup, çok korunaklı bir konumdadır. Nitekim yıllarca ordular Alamut’u kuşatmalarına rağmen fethedememişlerdir. Hasan Sabbah burayı bilinçli seçmiştir. Hasan Sabbah, Alamut’un bütün eksiklerini tamamladı. Su kanalları açıp, ambarlar kurdu. Çevredeki küçük kaleleri alıp onlara kuleler yaptı. Çevrede bulunan yerleşim alanlarının çoğu İsmaili oldu. Bu arada bazı kurallar getirip, sosyal reformlar yaptı. İsmailileri kardeşlik bağlarıyla birleştirdi. Böylece her birey kendisini topluluğun sorumlu bir üyesi ve onun ayrılmaz bir parçası olarak hissetmeye başlamıştır.

Alamut kalesinin Hasan Sabbah tarafından ele geçirildiğini öğrenen Selçuklu veziri, Nizamülmülk, dört ay boyunca Alamut’u kuşatmasına rağmen sonuç alamadı. Bu dönemde Selçuklu Devleti’nde taht kavgası vardı. Bu durumu en iyi şekilde değerlendiren Hasan Sabbah, örgütlenme alanını günden güne genişletti. Örgütlenme ağı o kadar boyutlanmıştı ki, Selçuklu Devleti’nin üst düzey memurları dahi İsmaili olmuştu.

Hasan Sabbah, bütün yaşamı boyunca İsmaili inancının özgürce yaşanması için çalıştı. Bu noktada başarılı oldu. Bugün dahi onlarca kişi Hasan Sabbah’ın yaptıklarını hayranlık, şaşkınlık ve gıpta ile değerlendirmekteler. Hasan Sabbah’a olmadık iftiralar, hakaretler ve yakıştırmalar yapıldı. Öyle ki, Hasan Sabbah taraftarlarına afyon içenler anlamında haşhaşiler denildi. Oysaki onlara “Assasin” deniliyordu. Assasin kavramının türkçe karşılığı “bekçiler, sır bekçileri”dir. Onlar hiç bir zaman dünya malına olan düşkünlüklerinden, insanın inandığı değerler için yapmayacağı şey olmadığını bilmediler. Onlar için, değerleri için, inancı için yaşamını dahi feda etmek, insanın yapacağı bir iş değildi. Günümüzde dahi, Hasan Sabbah ve taraftarları için en ahlâk dışı iftiralar yapılmaktadır. Onlara göre Hasan Sabbah, fedailerini sahte cennet vaadiyle kandırıp, onları uyuşturucuya alıştırıp, eylemlere gönderiyormuş. Ne yazık ki, bir çok Alevi insan dahi bu yalanlara inanmaktadır. Oysaki gerçekler çok daha farklıdır. Gerçekte Hasan Sabbah, kötülüklere, haksızlıklara karşı gelmiş ve öğrencilerini de bu doğrultuda eğitmiştir. Onlara asla ve asla haksızlığa boyun eğmemelerini öğütlemiştir. Bu uğurda gerekirse yaşamlarını ortaya koymalarını öğütlemiştir. Hasan Sabbah’ı izleyen öğrencileri, yer yer fedai eylemler geliştirip, haksızlıkların üzerine gitmişlerdir. Doğal olarak haksız olanlar bunun karşıt propagandasını yapmışlardır. Ama bilinmelidir ki, bir kişiye ne kadarda uyuşturucu verilirse verilsin, o kişi asla böyle eylemler yapamaz. Aksine uyuşturucu alan kişi hantallaşır.

Hasan Sabbah’ın Alamut kalesini koruması, bu kaleye en güçlü ordunun dahi girememesi günümüzde dahi gıpta ile bakılan, hayranlık duyulan bir olaydır. Nasıl olurda bir fedai gözünü kırpmadan eylem gerçekleştirmiştir? O fedai nasıl bir eğitimden geçmiştir? Hasan Sabbah nasıl taktikler geliştirip, stratejisini uygulayıp, kaleyi güçlü ordu karşısında korumuştur? Bütün bunlardan yola çıkarak, Hasan Sabbah’ın etkileme gücü, bilinci, askeri dehası, örgütlenme stratejisi günümüzde hayranlık uyandırıyor. Böyle bir büyük şahsiyet görevini başarıyla tamamlamış 1124 yılında hakka yürümüştür.

 

                                                                                                                                        Alevikonseyi sitesinden alıntı 
Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: aramis - Ağustos 18, 2008, 12:02:10 ös
Sayın semsin ;

İzin verirseniz bir detay eklemesi de size yapmak istiyorum. Hayat beraber başlayan üç yakın dost, Hasan Sabbah ve iki çok yakın arkadaşı, zaman içerisinde kaderin kendilerine biçtiği rolleri oynamak üzere farklı farklı yollara yürümüşlerdir. Bu üç gençlik arkadaşı, tarihin farklı boyutlarında önemli görevler üstlenmişlerdir. Birisinin adı herkesin rubaileriyle tanıdığı Ömer Hayyam, diğeri ise tarihte bilinen ismiyle Nizam'ül mülkdür. (Bilinenin aksine Nizamülmülk bir özel isim değildir, o dönemde vezirlere verilen sıfattır. Mülkün nizamı, yöneticisi anlamına gelir. Burada bahsi geçen Nizam'ül mülk, meşhur Siyasetname'nin yazarıdır. Bu arada siyaset at yönetme, eğitme sanatı anlamına gelir)

Syg.
Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: semsin - Ağustos 18, 2008, 01:32:21 ös
Teşekkür ederim Sayın aramis

Ama  herşeye  Ebu Ali el-Hasan et-Tusi Nizamülmülk (1018-1092)  Hasan Sabbah tan (1034 - 1124) 16 sene kadar erken başlamış.

Ömer Hayyam ve Nizmülmülk ile sınıf arkadaşlığı
Sanılanın aksine Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizam-ül Mülk sınıf arkadaşı değillerdir. Bunun doğru olabilmesi için üçünün de Nişapur 'da okuması gerekmektedir. Nizam-ül Mülk , Hasan Sabbah'dan on altı yaş büyüktür. Hasan Sabbah da öğrenimini doğduğu şehir Kum'da ve Rey şehrinde yapmıştır.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Hasan_Sabbah


Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: aramis - Ağustos 18, 2008, 01:52:19 ös
Sayın semsin;

Bu konuda rivayet muhtelif;

'Gıyaseddin Eb'ul Feth Ömer İbni İbrahim'el Hayyam veya Ömer Hayyam (18 Haziran 1048 - 4 Aralık 1131), Fars şair, filozof, matematikçi ve astronom.

Hayyam Nişabur'ludur. Yaşadığı dönemin ünlü veziri Nizamül-Mülk ve Hasan Sabbah ile aynı medresede zamanın ünlü alimi Muvaffakeddin Abdüllatif ibn el Lübad'tan eğitim görmüş ve hayatı boyunca her ikisi ile de ilişkisini koparmamıştır. Bazı kaynaklar; Hasan Sabbah'ın Rey kentinden olduğu Nizamül-Mülk'ünde yaşca Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'tan büyük olduğunu ve buna dayanarak aynı medresede eğitim görmediklerini belirtmektedir . Ama yine de Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizamül-Mülk'ün ilişki içinde olduklarını inkar etmemektedir. '

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96mer_Hayyam (http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96mer_Hayyam)

'Reşidüddin'in "Cami-ül-Tevarih" adlı eserinde anlattığına göre Nizamülmülk Hasan Sabbah, Ömer Hayyam okul arkadaşıydılar.'

http://www.geocities.com/sipahior/omarhayyam.html (http://www.geocities.com/sipahior/omarhayyam.html)


Ancak genel kanıya göre bu üç tarihsel kişilik, bağlarının menşei tartışılabilir olsa da bir bağa sahiptiler ve daima ilişki içerisinde kaldılar.

Syg
Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: semsin - Ağustos 18, 2008, 02:55:55 ös
Sayın aramis

Teşekkür ederim ve son cümleniz çok hoşuma gitti aynen aşağıya kopyalıyorum.

Ancak genel kanıya göre bu üç tarihsel kişilik, bağlarının menşei tartışılabilir olsa da bir bağa sahiptiler ve daima ilişki içerisinde kaldılar.
 :) :) :)
Başlık: Ynt: Haşhaşiler (Haşişiye)
Gönderen: Waldow - Ocak 22, 2009, 03:18:44 ös
Feda savaşçıları, canlı bombalar, intihar saldırıları... Ölmeye ve öldürmeye koşullanmış insanların yarattığı terör fırtınası... Haşhaşi fedailerinin keşfettiği dehşet damarı, Amerika'da sivil uçaklarla gerçekleştirilen "intihar saldırısıyla" doruk noktasına ulaştı.

Bu kez derviş kılığındaydı fedailer. Musul Ulucamii'nde kimsenin kuşkusunu uyandırmadan, bir köşede cuma namazını kılıyorlardı. Musul ve Halep'in Türk Emiri El Porsuki de namaz kılanlar arasındaydı. Etrafı tepeden tırnağa silahlı adamlarla çevriliydi. Ne bir kılıcın, ne de bıçağın delebileceği örme bir zırh giyiyordu. Ama bunlar işe yaramadı. Derviş kılığındaki fedailer, zehirli bir bıçak ile emirin boğazını kestiler. İsteseler camideki panikten yararlanıp kaçabilirlerdi ama buna yeltenmediler bile. Sanki namazdan kalkmış gibi sakin, mutlu ve sevinç içinde ölümü karşıladılar. Emirin muhafızları onları oracıkta parçaladı.

Haşhaşilerin dehşet uyandıran bu cinayeti ne ilk, ne de sondu. Örgütün İslam dünyasını altüst eden ilk eylemi 1092'de gerçekleşmişti. Hedef, adıyla bile Selçuklu İmparatorluğu'nu simgeleyen 75 yaşındaki vezirdi: Nizamülmülk, yani"devletin düzeni". Yıllardır fedailerin hedef aldığı hiç kimse, onların elinden kurtulmayı başaramamıştı. Sultanlar, halifeler, vezirler, emirler, komutanlar bıçak darbeleri altında can vermişti. Fedailerin en zor cinayetleri işlemekle kalmayıp, soğukkanlılıkla ölümü beklemeleri, o çağ insanlarının kanını donduruyor, cinayetin yarattığı dehşet duygusunu katbekat artırıyordu.

Ancak "haşhaş" içenler bunu yapabilir diye düşünülüyordu. Onlara Haşhaşi denmesinin nedeni buydu. Yapılan bir tür intihar eylemiydi çünkü. Bu eylemlerden dolayı da "bütün zamanların en korkunç tarikatı" olarak bilindi. Bu örgütün kurucusu ve büyük üstadı Hasan Sabbah'tı: Hem halifeliğe, hem de o sıralar İran'ın yanı sıra tüm İslam dünyasının hâkimi ve Sünni İslam'ın koruyucusu Selçuklu Türklerine karşı savaş açan bir Şii önderi...

Onun düşmanları üzerinde dehşet yaratmak üzere tercih ettiği silah suikasttı. Ama suikastı o icat etmemişti. Dünyanın tanıdığı, bildiği bir şeydi. Eski Mısır'dan Roma'ya, Çin'den Bizans'a pek çok örneği vardı. Taht kavgalarının, iktidar çekişmelerinin olduğu her yerde, suikasta da yer vardı.

Ne var ki, Hasan'ın kullandığı suikast tarzı, hazırlık, hedef, yöntem ve yarattığı etki bakımından farklıydı. Tarihte belki de ilk kez, bir merkezden yönlendirilen bir örgüt, terörü bir dehşet makinesi olarak kullanıyordu. Etkinliği, hiyerarşisi ve disiplin anlayışı bakımından, bir tarikattan çok dinsel/siyasal bir örgüttü bu.

Müritler de derviş ya da derviş adayları değil, profesyonel suikastçı idi ve onlara fedailer (dai: davetçi, misyoner) deniliyordu.

Eğitim düzeylerine, güvenirliklerine ve cesaretlerine göre çıraktan "üstadı azama" kadar derecelere ayrılmışlardı. Her biri, büyük üstat Hasan Sabbah'ın bizzat belirlediği tekniklerle yoğun bir ruhsal ve bedensel eğitimden geçiyordu.

Gerçekleştirilecek cinayet, hem düşmanları, hem de halk üzerinde dehşet, korku ve hatta hayranlık uyandıracak nitelikte olmalıydı. Darbe öldürülecek kişiyle birlikte, onun temsil ettiği değerlere ve halkın duygularına yönelmeliydi.

O yüzden, hedef belirlenirken, intikam duygusundan daha çok, mitsel tarafı ele alınıyordu.

Ama bu amaç sadece hedefin niteliğiyle sağlanamazdı, buna uygun yöntem de geliştirilmeliydi. Buna göre, fedailer tek tek ya da ikili üçlü gruplar halinde görevlendiriliyor; tüccar, derviş, dilenci kılığına giren bu kişiler cinayetin işleneceği kente gönderiliyordu. Eylem gününe kadar, kentte herhangi bir olaya karışmamaya ve kuşku çekmemeye büyük özen gösteren fedailer, kurbanlarını izliyor, yaşadıkları yerleri, alışkanlıklarını belliyor ve büyük bir sabırla eylem anını bekliyorlardı.

Tüm bu hazırlıklar inanılmaz bir gizlilik içinde yürütülüyordu. Ancak, icraatın, hazırlıktaki gizliliğin tersine açıkta, halkın gözü önünde gerçekleştirilmesi gerekiyordu.

Cinayet yeri genellikle kentin en büyük camisi, tercih edilen gün de cumaydı. Sanki suikast yapmıyor, cuma namazı için toplanan kalabalığa asla unutamayacakları bir gösteri sunuyorlardı. Hedefteki kişi ne denli korunursa korunsun, bir yolunu bulup üzerine çullanıyor ve bıçak darbeleriyle öldürüyorlardı. Bazıları bıçağı bırakıp kalabalığa söylev çekiyor, bazıları da, soğukkanlılıkla muhafızların gelip kendisini parçalamasını bekliyordu.

Neden? Çünkü Hasan Sabbah, nasıl keşfetti bilinmez, etkili bir eylemin sadece can almak, bir hasımdan kurtulmak değil korku ve dehşet yaratmak olduğunu biliyordu. O yüzden de onun fedaileri sadece cinayet işlemiyor, aynı zamanda kendilerini de feda ediyorlardı.

Amerikalı yönetmen Coppola'nın ünlü filmi "Baba"da bir feda sahnesi vardı. ********* işletmek üzere Küba'ya giden Amerikalı mafya önderi, bir militanın kendisini polislerle birlikte havaya uçurmasına tanık oluyor ve derhal "yatırım" yapmaktan vazgeçiyordu.

Ona göre, eğer insanlar davaları uğruna kendilerini parçalayabiliyorsa, orada tutunma şansı yok demekti. Hasan Sabbah'tan bu yana bin yıl geçmişti ve insanlar inançları ya da politik mücadeleleri uğruna kendilerini feda etmeye devam ediyorlardı.

Bütün halkların tarihi, kendisini ülkesi, vatanı, inançları uğruna feda eden ve pek çoğu kahramanlar listesinde yer alan insanlarla doludur. Bu yönüyle feda, dehşet verici bir eylem değil, onur duyulan bir davranış olarak algılanıyordu. Düşmana yakalanmaktansa intihar edenler, teslim olmaktansa ölmeyi göze alanlar; örneğin 2. Dünya Savaşı'nın Japon kamikazeleri övgü ve hayranlıkla anılıyordu.

Ancak modern zamanların terör örgütleri, aynen Hasan Sabbah'ın yaptığı gibi, "kendini feda etme"nin ardında yatan dehşet damarını keşfetmekte gecikmedi ve militanlarına "feda savaşçılarını" örnek göstermeye başladı. Bu çılgınlığın bir kez denenmesi yeterliydi ve hangi ülkede yapılırsa yapılsın tüm dünyaya yayılması kaçınılmazdı.

Nitekim öyle oldu; silahlı baskınlara, uçak kaçırmalara, suikastlara, barikat savaşlarına, bombalamalara tanık olan 20. yüzyıl insanlığı, her intihar saldırısında daha çok sarsıldı.

Tüm dünyada 270 intihar saldırısında (bunun 18'i Türkiye'de gerçekleşti) binlerce kişi can verdi.