Sayın ABCDEF diyor ki, " Sadakat, bir insanın bir başka insana ya da herhangi bir varlığa çıkarsız ve karşılıksız inanması, onun izinden gitmesi ya da söylediklerine itaat etmesidir."
Masonlukta öyle bir kişinin bir başkasının izinden gitmesi ve söylediklerine itaüatü etmesi gibi bir durum olmadığına göre, demek ki bu sadakat terimi Masonluk için geçerli değil.
Oysa Türkiye'de masonlar bu terimi kullanıyor ve bunun karşılığı bağlılık olarak veriliyor. TDK, sadakat sözcüğü için "içten bağlılık" diyor ama ben dıştan bağlılık nasıl olur; onu anlamakta zorlanıyorum.
Kişiler bir sözcüğün eski dilde geçerli olanı ile güncvel dilde kullanılanı arasında kendilerince böyle anlam farkı yaratabiliyor.
Ancak işin ilginç yanı şu ki, Masonluk'ta somut madeni zincir hiç de öyle bağlılık kavramıyla falan bağdaşık bir anlamda değerlendirilmiyor.
Madem bu noktada bir yere varamadık, gelen Ansiklopedik Mason Sözlüğü'nden Zincir başlığı altındaki ilk açıklamayı kopyalayıp buraya aktaralım:
1. Köleliğin ya da tutsaklığın simgesi.
Bu tür zincir, somut olarak madenden yapılmadır. Masonluğun çeşitli derecelerinde, birbirinden yer yer farklı örnekleri görülür. En belirgin örnek, simgesel derecelerde çalışan bir locanın oturumlarını yaptığı bir mabette, kapıdan girilir girilmez görülen İkiz Sütunlar’ın başlıklarının altına yedi sıra dolanarak asılmış olanlardır. Bu zincirlerin, mabede sadece tutsaklıktan kurtulmuş (köle olmayan) kişilerin girebile-
ceğini, burasının bir “özgürlük ortamı” olduğunu simgelediği benimsenir.
Süleyman Mabedi’nin yapımına ilişkin öykülerde anlatıldığına göre; Başmimar Hiram Abif, ana tapınak binasının girişinin her iki yanına diktiği tunçtan dökme görkemli süsleme sütunlarının üzerine, som altından yedi sıra zincir sarmıştı.
Simgesel derecelerde çalışmakta olan locaların mabetlerinin girişinde yer alan İkiz Sütunlar, tarih boyunca birçok yapının ana giriş kapısının her iki yanına herhangi bir yük taşımamak üzere dikilmesi gelenek edinilmiş süsleme sütunlarının karşılığıdır. Ancak, özellikle Süleyman Mabedi’nin sütunlarını temsil ettikleri benimsenir.
Masonlukta kölelik ve tutsaklık kavramları, 18. yüzyıl sonlarına kadar salt nesnel olarak ve doğrudan sözlük anlamları çerçevesinde değerlendirilerek kullanılırdı. O dönemde, Masonluğa girecek bir kimsenin “özgür doğmuş” olması, köle sayılan kişilerin çocuğu olmaması gerekli görülüyordu. Çünkü toplumların yapısı daha henüz feodal ve aristokratik etkilerden kurtulamamıştı; toplum düzeni hiçbir özgürlüğü olmayan geniş bir halk kitlesinin varlığına dayanıyordu.
Masonluğun geliştiği toplumlarda kölelik ortadan kalkıp, özgürlük halkı oluşturan tüm bireylerin temel haklarından biri olunca; Masonluğun yasa, tüzük ve ritüel-
lerindeki “özgür doğmuş” olma koşulu anlamsız ve çağ dışı kaldı. Çağdaş koşullara uygun düzeltmelerin yapılabilmesi ise, 19. yüzyıl sonlarını buldu.
Bu arada Masonluktaki “özgürlük” kavramı, sözlük anlamının dışına taştı. Bireyin düşünme, söz ve vicdan özgürlükleri, nesnel özgürlüklerine oranla öncelik taşır oldu. Böylece, çağımızda zincirin simgelediği kölelik ve tutsaklık da, bir başka insanın
ya da bir kurumun nesnel tutsağı olmaktan çok, “bir düşüncenin, belirli bir öğretinin, bir fanatik ülkünün kölesi olmak, akıl ve zekânın gereğince kullanılamaması” gibi anlamlarda değerlendirilir oldu.
Bir mason yapıtı konuyu böyle açıklamış.
Ancak elbette mason olmayanlar da kendi değerlendirmelerinde burada sözü edilen özgürlüğü korur.