Muhteşem Sansür
İtalya’nın Akdeniz kıyılarında, “Sperlonga” isimli küçük bir köy var...
Köy, hilal biçimindeki ince kumlu plajı, dik kayalara tünemiş Arap “Medine”si tarzındaki evleri, sokaklarıyla ve burada Türklere meydan okumuş olan dillere destan Giulia Gonzaga’sı ile meşhur…
Sperlonga’ya ayak basar basmaz bana hemen Gonzaga’nın öyküsünü anlatmışlar, bu korsanlık öyküsüyle özdeşleşen köydeki bir avluya götürmüşlerdi.
Bembeyaz, revaklı evlerle çevrelenen avlu içinde yalnız ufak bir kuyu bulunmaktaydı. Avlu etrafındaki mor begonvil salkımları arasından da resimli duvar yazıları okunmaktaydı…
16. yüzyıl İtalyancasıyla anlatılan olay duvarlarda şöyle naklediliyordu:
“Âşık burada size bu tatlı kıyılara, kana susamış vahşi bir hayvan gibi çıkan Türk’ün yol açtığı karanlık ve acı bir günü anlatacaktır!” (Messer favolatore è qui a narrare della giornata trista e tenebrosa che vide il turco, fera sanguinosa, sbarcar a questa ripa delitiosa.)
O anlatılacak gün nedir?
Barbaros Hayrettin’in Sperlonga kıyılarını yakıp yıktığı gün.
Neden?
Bir kadın için.
Giulia Gonzaga isimli bir dilberi padişaha sunup, aferin almak için...
Barbaros Hayrettin, tepelerin üzerindeki bu ücra köyü, Akdeniz’e güzelliği ile nam salan bu tek kadını ele geçirmek için kuşatmış.
Sperlonga halkı kadını köyün damlarından kaçırdığı için amacına ulaşamamış ve seferden eli boş dönmüş…
Dizideki öykü gerçek
Sperlonga badiresini, malum dizinin geçen haftaki son bölümünü izlerken hatırladım.
İbrahim’le Barbaros arasında dizide şöyle bir sohbet geçiyor:
Barbaros, Pargalı’ya, “Paşam bahsettiğim şu düşes Giulia Gonzaga”… diyor.
Pargalı: “Tiziano’nun resmettiği meşhur düşes mi” diye soruyor.
Barbaros; “Ta kendisi!” yanıtını veriyor: “Tunus seferine giderken onu almak için İtalya kıyılarını topa tuttum. Papa kendisi için geldiğimi zannedip, Roma’yı boşaltıp kaçmış.”
Karşılıklı gülüyorlar ve Barbaros devam ediyor:
“Giulia Gonzaga’yı kaçırdılar. İzini sürdük. Ama bulamadık. Hususi olarak bir ağaya vazife verdim… Elbet bir gün yakalar, hünkârımıza sunarız!”
Koltuktan düşüyordum. Konuşulanlar birebir vaki çünkü.
Başbakan “cenk” yerine “harem” öykülerine aşırı iltifat ettiği için diziyi gerçeklikten uzak buluyor ya…
Kendisine bir küçük Sperlonga turu öneririm…
Ecdadımızın bu sevimli Akdeniz köyünde bıraktığı, “unutulmaz anıları” yerinde görüp, teşhis ve tespit etmesi için…
Dizide tabii ki hayal unsuru çok sayıda öğe var. Öyle olmasa dizi olmaz, belgesel olurdu. Ama hayal unsurları yanına bu yaşanmış olaylar serpiştirilince, ortaya 150 milyonun seyrettiği başarılı bir dizi çıkıyor…
Neden şimdi?
Benim diziyle ilişkim, dostum Meral Okay’ın ölümüyle sona erdi. Onun ölümünden sonra pek izleyemedim. Ta ki Başbakan’ın “fetvasına” dek!
Başbakan’ın öfkesi ister istemez aklıma “Neden şimdi” sorusunu getirdi...
Gündem değiştirme iddiasına -olayın yaşadığımız her şeyi özetleyen boyutları nedeniyle-prim vermedim. 2. yılındaki diziye, Başbakan durup durup neden şimdi bindirmişti? Son bölümde özellikle keyfini kaçıran şeyler olabilir miydi?
Bir okurumdan; “İyi bir tarih okuru olarak dizinin son bölümünü izlerken, Ebussuud efendi ile Pargalı diyaloğunu izleyince ‘hah!’ dedim…” şeklinde bir mail de alınca; geçen haftanın bölümünü internetten indirip izledim.
“Yunus’u okumak küfürdür!” diyen, daha sonraki yıllarda şeyhülislam olacak İstanbul kadısı Ebussuud Efendi bu bölümde “zülfü yâre” dokunan çeşitli konulara giriyor.
Başbakan’ın hayran olduğu iddia edilen Ebussuud efendi, yüksek makamlardakilerin mağrurluğunu örneğin eleştiriyor.
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenmiş ve durmadan övünen kimseleri asla sevmez!” buyuruyor: “Makamlar geçicidir” diye ekliyor: “Dikkat etmek lazım. Cehenneme giden yollar, iyi niyet taşlarıyla döşelidir!”
Kapitülasyonlara ayrıca karşı çıkıyor. “Bugün devlet kuvvetli. Yarın bu imtiyazlar bela olur” diyor ama laf dinletemiyor.
İlaveten bu bölümde ilk kez “kardeş katli” gibi netameli konulara dalınıyor; kardeşler arasına taht gölgesi düşüyor.
Süleyman, Hürrem’den olma büyük oğluna misal; “Tahta çıkan kardeşin, diğerlerini katletmesinin mübah olduğunu” söylüyor; ulemanın onayını hatırlatıyor; “Atamız Sultan Mehmet Han, kanunnamelerimizde böyle buyurmuştur!” diyor.
Şimdiye dek izlediğim bu “en politik” bölümünün ardından “Başbakan sadece Firuze’den kıl kaptığı için Muhteşem Yüzyıl atağını yapmış olamaz!” diye düşündüm; “Asıl mesele ecdadın bu tabu yönleriyle ele güne tanıtılması olmasın?”
Bir de konjonktür var.
Toplumun “muhafazakârlaştırılması” son kerteye ulaşmış, laikler ötelenmişken; “ses getiren” popüler kültür ürünlerinin hâlâ laik kesimler tarafından üretiliyor olması, Başbakan’ı sinirlendiriyor olmalı…
Kütahya konuşmasında Erdoğan’ın muhteşem fetvasına, tam da muhalefete giydirirken girdiği; özetle “Ecdad dizisi yapmak bunlara mı kaldı?” dediği görülüyor.
Gettolaşan laikler bu iddialı projelerden de artık el ayak çekmeli ve ekranlar da yaşamın kendisi gibi dibine dek “muhafazakârlaştırılmalıdır” diyor kıssadan hisse Başbakan.
29 Kasım 2012 - Cumhuriyet (Nilgün Cerrahoğlu)