Geçenlerde Osho'nun bir kitabı vardı elimde. İnsanın prensipleri hakkında söyledikleri ilgimi çekti. Uzun zamandır da üzerinde kafa yorduğum bir konuydu. Osho, bu konuda 1.5 yıldır tooparlamaya çalıştığım düşüncelerimi özet geçti.
TDK'da şöyle yazıyor prensip için: "İlke"
Kısa bir tanım olmuş. Doğru olduğunu da söyleyebiliriz. Ama tabii ki bu sadece kelimenin tanımı. Benim bahsini
açmak istediğim şey biraz daha farklı.
Nedir prensip? Ya da ilke?
-Temel düşünce, temel inanç,
-Temel bilgi,
-Başka şeylerin kendisinden türediği madde,
-Davranış kuralı...
Bunlar internetteki farklı kaynakların "ilke" tanımları. Prensip kelimesini aratmadım çünkü genelde "ilke" olarak tanımlanmış.
Yukarıdaki tanımlardan en çok ilgimi çeken "Davranış Kuralı."
Sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim. Daha sonra üzerine bir şeyler yazıyım.
Osho prensip için şöyle söylüyor: "Bir insanın bir olay karşısında ne yapacağına önceden karar vermesi."
Bu görüşe kimi katılır, kimi katılmaz. Ben katılanların safındayım. Neden mi? Çünkü;
İlkeler insanı belli kalıpların içine sokuyor. İlkeler insanın hareketlerini kısıtlıyor. İlkeler insanın düşünce ufkunu daraltıyor. En önemlisi de ilkeler git gide körleşiyor.
Hadi bir insan ele alalım. Bu ele alacağımız insandan eminim ki hepimizin çevresinde en az 1 adet mevcuttur. Bir şeyler sormak istersiniz ona veya bazı görüşlerinizi paylaşmak. Ama sorun şudur ki ne cevap vereceğini biliyorsunuzdur. Sizin söylemek istedikleriniz farklı şeylerdir. Üzerinde düşünülmeye ihtiyaç olan soru veya görüşlerdir ama o düşünmez. Onun kendi kuralları vardır. Kestirip atar. Hatta sizi dinlemeye gerek bile duymaz. Çünkü kendi bildikleriyle sizinkileri kıyaslamaz.
Bir çoğunuz şu an benim insanın kör inançlarından veya dogmalarından bahsettiğimi düşünüyorsunuz. Hayır. Ben insanın ilkelerinden bahsediyorum.
İnsan öyle bir varlıktır ki... Düşünür. Evet, düşünür. Ama biraz daha fazla düşünen birileri şöyle demiş:
"Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış."
Harika bir atasözü. İnsan düşündükçe bir sonuca varır. Ve o sonucun doğru olduğuna inanır. Belki doğrudur belki yanlış. Ama o doğruluğunu önce düşünür, sonra inanır. Onu zihnine yerleştirir. Karşısına her çıktığında kullanır. Her çıktığında kullanır. Neden kullanmasın ki? Ona ulaşmıştır kendi çabalarıyla. Bir daha çabalamaya gerek yoktur. Ama bilmez ki en son düşündüğü anla şu anın ne şarları aynıdır ne de çevresi. Ortada bir konjonktür meselesi vardır.
Acaba gerçekten öyle mi? Bir daha çabalamaya gerek yok mudur? Belki bir müddet öyle olabilir. Ama zaman geçtikten sonra da mı gerek yoktur tekrar oturup düşünmeye?
Daha somut bir yaklaşım ele alacak olursak insanın bu durumunu bir olaya ve sonunda verdiği karara benzetebiliriz. İnsanın bu kararını kullanmasına da o olay sonucunda aldığı karar doğrultusunda sergilediği hareket diyebiliriz. İnsanın o zihnine yerleştirdiği "şeyi" tekrar tekrar kullanması da benzer olaylarda benzer tavırlar sergilemesidir. Bakın aynı olaylar demiyorum. "Benzer olaylar" diyorum.
Kimse bana insanlar olaylar karşısında düşünür demesin. Düşünenler elbette vardır. Ama birçoğu önceden karar vermiştir. Bir fikir öne sürersin. Dini veya siyasi bir fikir farketmez. Eğer o kişinin dini veya siyasi bir fikri yoksa söylediklerin üzerinde düşünür. Ama eğer varsa... O zaten çoktan karar vermiştir. Söylediklerinin bir önemi yoktur. Çünkü benzer bir olayda kararını vermiştir. Burada da aynı şeyi söyleyecektir.
Felsefe öğretmenime dedim ki: "Prensip, insanın olaylar hakkında önceden karar vermesidir."
"Dürüst olmak" dedi bana. Bu bir insan için ilkedir. Bir olay karşısında önceden karar vermek midir bu?
"Evet." dedim. "İyi de bu insan 'dürüst olmak' ilkesini benimsiyorsa, dürüst olmalı."
Dedim ki "Bence insanın böyle bir ilkesi olmamalı. Neden bir olay öncesi dürüst olup olmayacağına karar versin ki? Evet, dürüst olmak insani bir erdemdir ama bazen de aksi gereklidir."
Kimin haklı olduğuna siz karar verin. Ben tabii ki kendimi haklı gösteririm. E demişler ya "Akılları pazara çıkarmışlar..." diye.
Örneğin Atatürk ilkeleri. 6 tane. Arasından belki vazgeçilmeyecek olanlar var. Örneğin "Hürriyetçilik ve Halkçılık." Ama bir tanesi de var ki her şeyin değişebileceğini söylüyor. "İnkılapçılık."
6 tane ilke olması ve bunlardan birinin adının "İnkılapçılık" olması bir çelişki midir?
Bana kalırsa öyle. Yanlış anlamayın. M. Kemal'e falan saldırmıyorum. Zaten M. Kemal bu 4+2 ilkeyi zorunluluktan ortaya atmıştır. (2 tanesi sonradan) O da hep derdi hiç bir görüşe bağlı kalınamaz. Akıl yolu en güzel yoldur. Her zaman düşünmek düşünmek düşünmek... İşte o zaman bir düzlüğe çıkarız.
Tabi uygulama kısmını da unutmazsak iyi ederiz.
Saygılarımla...
MMT