Türk Masonluğu’nun tarihçesinde 1935-1948 yılları arası, masonik yazında “uyku dönemi” olarak anılır hatta bu terim masonik olmayan yazında da aynen kullanılmıştır. Bunun anlamı bu dönem içinde herhangi bir masonik etkinlik yapılmadığıdır.
Bunun neden ve nasıl olduğu konumuzun dışında. Ancak bu dönemin aslında öyle çok derin bir uykuyla geçmediği, daha 1939 yılından başlayarak kimi masonların aralarında toplanıp localar kurduğu, evlerde gizlice çalıştığı da bilinmeyen bir şey değildir. Bu açıdan bakıldığında ulusal nitelikli mason localarının “gizli” çalıştığı tek dönem olduğu da söylenebilir o 9-10 yılın.
1948 yılında artık uyanılması öngörülür ama sözünü ettiğimiz o üç locanın hemencecik bir araya getirilip yeni bir obediyans kurulması ya da uykuya yatmış obediyansın yeniden etkinliğe geçirilmesi öyle pek kolay bir iş de değildir.
1935 yılında Türk Masonluğu hiç olmayacak bir şekilde uykuya sokulurken, bir türlü açığa kavuşturulamamış bir konu, şöyle bir soruyla dile getirilebilir: Türkiye Büyük Maşrıkı adını taşıyan ulusal obediyansın uykuya girmesini ve buna bağlı olarak resmi derneğin de kapanıp tasfiye edilmesini diyelim ki anladık… Bununla birlikte Yüksek Şûra niçin kapanmış ki?
Bu mantıksız gibi görünün durum üzerine belki şöyle bir açıklama yapılabilir: “Her ne kadar 1935 yılında Türkiye’de Masonluk o tarihteki ileri gelenlerinin kararıyla uykuya girmişse de, bunun durup dururken olmadığı, bu kararın bir dış etkenle verildiği yadsınamaz. Dışarıdan bakıldığında öyle obediyanstı, yüksek şûraydı, bunlar ayrı ayrı kuruluşlardı diye bir durum yoktur. Bir tek Masonluk hatta Farmasonluk vardır. Bu nedenle hepsinin birden uykuya girmesi gerekmiştir.”
Bu bir yorum… Doğruluk ölçüsünü bilemem. Türk masonik yazınında bu bağlamda esaslı bir açıklama verildiğini de görmedim bugüne dek.
Bizim için burada ilgi konusu olan 1935 yılındaki uykuya giriş değil, 1948 yılındaki uyanış.
Dediğim gibi, bir obediyans kurmak öyle kolay bir iş değildi. Bugün de değildir. Her şeye sıfırdan başlamak gerekirdi. Fakat uyku dönemine karşın Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin evrensel ölçekte geçerli anayasasına göre, yeterli sayıda 33. derecede mason varsa yüksek şûra (süprem konsey) varlığını sürdürmekteydi ve hemen çalışmalarına başlayabilirdi.
Öyle de oldu. Yüksek Şûra eksiklerini kendi yöntemi uyarınca gidererek yeniden çalışmaya başladı. Yüksek derecelerde çalışacak yeni atölyeleri oluşturmaya girişmeden önce hazır kurulmuş durumda bulunan üç locayı hemen kantları altına aldı. Hızla eski masonlardan bulunabilenlerin çağrılmasına, yeni üyeler alınmasına, simgesel derecelerde yeni localar kurulmasına girişildi. Bütün bunlar Yüksek Şûra’nın yönetimi altında yapılıyordu.
Masonlukta bu yöntem geçerli midir? Bu şekilde kurulan localar, bu locaların üyeleri ve Masonluğa alınanlar düzenli (muntazam) sayılır mı?
Buna yanıt vermeden, hemen sonraki aşamayı da şöyle bir özetleyivereyim:
Simgesel derecelerde çalışan localara şimdi eskiden olduğu gibi “mahfil” değil, “loj” deniyordu. Doğrudan Yüksek Şûra’ya bağlı olarak çalışmakta olan bu lojlar, her biri ünite olarak anılan İstanbul, Ankara ve İzmir’de ayrı ayrı bir araya getirildi. Bunların her birine “ünite granloju” dendi. Lojlar Yüksek Şûra’nın doğrudan yönetimi altından çıkıp kendilerine en yakın ünite granlojuna bağlandı. Elbette ünite granlojları da diğer yüksek derece kargâhları (atölyeleri) gibi doğrudan Yüksek Şûra’ya…
İşte 1950’li yılların başlarında Türkiye’deki Masonluğun örgütlenme üst çatısı böyleydi.
Şimdi az önceki soruyu kısaltarak yineleyelim:
Bu durum Masonluğun genel kuralları ve yöntemleri bakımından düzenli sayılır mı?
Benim yanıtım: Hem hayır, hem evet!
Bu nasıl olabilir?... Niçin hem hayır hem evet?
Bunun yanıtını forum üyelerinden birçoğunun verebileceğine güveniyorum.
Buyurun.