Sayın Yalçın Kaya’nın araştırma ve değerlendirme çalışmalarından bir aktarma yapınca hemen aklıma onun bu başlık altındaki henüz basılmamış kitabı geliyor.
Sayın Yalçın Kaya, Antik Yunan uygarlığındaki durumu şöyle bir gözden geçirdikten sonra, Anadolu’ya da değinme gereğini duymuş. Öyle ya, aslında Batı literatüründe Antik Yunan Uygarlığı diye değinilmiş olan birçok öğe aslında Anadolu uygarlığıdır ve denizin öte yanı ile beri yanı arasında benzerlikler kadar farklar vardır.
Dolayısıyla acaba işte o çağlarda Anadolu kadınının durumu nasıldı? Şimdi bir de ona bakalım
Antik Çağ’da Anadolu Kadını Özgürdü
- Anadolu kadınının günümüz sosyal yaşamındaki yeri halen tartışma konusu olurken Antik dönem Anadolu kadını, bugüne örnek olacak özellikleriyle dikkat çekiyor. Yer yer, günümüzdekinden daha geniş özgürlüklere sahip kadın, ataerkil toplum yapısına karşın belediye başkanı, ömür boyunca din görevlisi olabiliyor, eğitim için vakıflar kuruyor, kentleri neredeyse sil baştan yeniden imar edip sanatla uğraşabiliyordu.
- Akdeniz Üniversitesi Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölüm Başkanı Prof. Sencer Şahin, Anadolu kadınının, erkek egemen topluma karşın özgürlükleri olduğunu vurgulayarak:
- ''Eğer kadın çok ünlü bir aileden geliyorsa, çocukları, evlendiği erkeğin soyadının yanı sıra annelerinin soyadını da alabiliyordu. Likya'da, Pamfilya bölgesine göre daha geniş özgürlükler vardı. Kadın, kocasının yöneticilikten gelen sıfatını alabiliyordu. Ancak bunlar sosyal seviyenin en üst düzeyindeki kadınlardı. Para ve politik güçlerini kullanabiliyordu.'' dedi.
- Perge'de 3 kez belediye başkanlığı görevini yapan Plaukia Magna'nın antik dönemin en ilgi çekici kadınlarından biri olduğunu öne süren Şahin:
- ''Belediye başkanlığının yanı sıra kentin en önemli Tanrıça'sı Artemis'in rahibesi. Perge'nin tüm giderlerini üstlenen Magna, kentin girişindeki anıtsal kapıyı yaptırıyor, kulenin içindeki oval salonu heykellerle süsleyerek merasim salonu haline getiriyor, adeta kenti yeniden inşa ediyordu.'' dedi.
- Plaukia Magna'yla aynı dönemde yaşayan Lulia Sankta'nın da tarihteki önemli kadınlardan biri olduğunu belirten Prof. Şahin, bu kadının Roma İmparatoru'nun Antalya'yı ziyareti sırasında inşa edilen Hadrianus Kapısı ve kulenin tüm masraflarını üstlendiğini, bu nedenle üstüne kendi adını yazdır-dığını vurguladı.
- Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Öğretim Üyesi Doç. Mustafa Adak da antik dönemde yöneticilerin dışında, kadın doktor ve sanatçıların da önemli bir yer tuttuğunu söyledi. Doç. Mustafa Adak, Likya'da yaşayan doktor bir kadının tıp alanındaki başarıları nedeniyle heykelinin dikildiğini, Midillili Sappho'nun da genç kızların aristokrat olarak yetişmesi için bir yurt açtığını belirtti.
- Doç. Adak, tarihteki bir başka önemli kadının ise Korinthoslu Lunia Theodora olduğunu açıklıyor ve politik bir güce sahip olan Theodora'yla ilgili olarak şu bilgileri veriyor:
- ''Likya'da iç savaş döneminde, aristokratlar ülkeyi terk ediyor. Lunia Theodora bunları kendi evinde misafir ediyor. Roma'da yüksek yöneticilerle diyaloğa geçerek kendileriyle ilgilenilmesini istiyor. Elindeki güçle, politik suçluların affını ve korunmasını, hatta yeniden yönetime gelmelerini sağlıyor. Teşekkür için de Lunia'nın ölümünde kullanılmak üzere çok kıymetli olan safrandan kilogramlarca alınıp büyük paralar harcanıyor.''
- Antik Çağ’da Anadolu kadınının durumunu inceleyen bilimsel araştırmalara son yıllarda daha fazla rastlanır oldu.
- Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eski Çağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Rıfat Ergeç, İ.Ö. 2000’li yıllarda kadınların dinî, ticarî, devlet yönetimi gibi birçok etkinlikte yer aldıklarını, evlilik ve boşanmada erkekle eşit haklara sahip olduklarını, zinada ise koşullara göre kadına ceza verilmediğini söyledi.
- Tarih ve arkeoloji araştırmalarında ortaya çıkan kadın figürlerinin, erkeğin annesi, kız kardeşi, karısı, sevgilisi veya kızı olduğunu belirten Dr. Ergeç, “Prof. Dr. Muhibe Darga’nın bu konuda yıllarca süren araştırmaları da bunu ortaya koyuyor. Asur koloni çağında kadın erkeğe bağlı, onu şekillendiren veya tamamlayan yan figür niteliğinde tarih sahnesine yansıyor.” dedi.
- Esasen o dönemde bereket ile ilgisi nedeniyle doğurgan özelliği ön plana çıkarılan Ana Tanrıça inancına bağlı olarak ortaya çıkan anaerkil aile düzeninde, 2000 yıl Anadolu kadını hep ön planda yer almıştır.
- Doç. Dr. Rıfat Ergeç şu açıklamayı yapıyor:
- “O dönemde şehirleri idare eden erkeklere Rubaum adı veriliyordu. Rubaum’ların yanı sıra Rubatum denilen kadın yöneticiler de yer alıyordu. Kaçakçılık ve dolandırıcılık yapan Asurlu bir tüccarın, Kaneş (Kayseri yakınında bir Asur kenti) Rubatum’u tarafından yakalattırılıp hapse atıldığı biliniyor. Bu kadın yönetici, ayrıca bu tüccarın güvenilmezliğini çevre şehir beylerine de haber vererek onları uyaracak kadar ticarî konulara hakimdir. O dönemde bazı şehirler, doğrudan doğruya Rubatum’lar tarafından idare edilmektedir. Hatta bunlar cezaları affetme yetkisine de sahiptiler.”
- Orta Anadolu’da Asur ticaret kolonisi çağında hür kadınların yalnız ev kadını olmayıp, çeşitli alanlarda, özellikle ticaret işlerinde erkek gibi çalıştıklarını kaydeden Yrd. Doç. Dr. Ergeç, şöyle devam etti:
- “İ.Ö. 18. yüzyılda Anadolu’da yaşayan kadınlar kendi başlarına iş hayatına atılıyor, kendi adına ticari anlaşmalar tanzim ediyor, kendi namına borçla-nıyor veya ödünç para veriyor, her çeşit hukukî işlerde yer alıyordu. Böylece, mülkiyet hakkına sahip olan kadının mahkeme huzurunda tanık gösterildiği gibi dava edildiği de görülüyor. Alınan borç zamanında ödenmeyince, kadın-erkek ayrımı yapılmadan, ikisi de bir çeşit kölelik olan rehin tutulma cezası ile karşı karşıya kalıyordu. O dönemde, Asurlu tüccarlarla evlenmiş kadınların adeta ticaret ateşeliği gibi görevler yaptıkları da anlaşılıyor.
- Bunlar, bazı malların pahalı veya ucuz satıldığını haber vererek ona göre mal göndermelerini, hatta bazı ticarî hileleri de öneriyorlardı.”
- Bilimsel bulgular Anadolu’da, İ.Ö. 18. yüzyılda kadının, hiçbir zaman erkekten aşağı, ikinci bir sınıf yaratık olarak görülmediğini, erkeğin haklarına tam eşit sahip olmamakla beraber, bazı temel hak ve özgürlükleri de elinde tuttuğunu gösteriyor. Çağının toplumunda özgür kadının sadece ana ve ev kadını olmayıp, tek başına veya ortakları ile ticarete girişen ve özellikle soylu kadının krallığının başında memleketini yöneten, devlet otorite ve iktidarı yüklenmiş kişiliği ile erkeğe paralel bir yeri kapsadığını görüyoruz.
• çağda, Anadolu kadınının geniş yetkileriyle toplumda önemli, sosyal bir yerinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Eski Hitit devleti zamanında, kraliçenin ülke işlerinde, vakıf, bağış, yönetmelik yazdırmak, politika, dinî törenler gibi görevlerini zaman zaman bir başına da yerine getirme yetkisi vardı.
- Kraliçelerin şahıslarına ait Tavananna unvanlı mühürleri de kuvvetli ve bağımsız mevkilerinin açık bir kanıtıdır. Onlar bu mühürlerini kullanarak iradeleriyle milletlerarası antlaşma veya yazışmalar yapabiliyorlardı.
- Doç. Dr. Ergeç, evlilik müessesinde eşlerin tamamıyla eşit haklara sahip olduklarını, ayrılma halinde var olan ve kazanılan malların eşit bölüşüldüğüne dikkati çeker.
- Boşanma yetkisi kadına ve erkeğe eşit tanınıyordu. Erkeğe olduğu gibi kadına da boşanma veya boşama eşit bir hak olarak verilmişti. Çocukların vesayetini anne alabiliyor ve gerektiğinde onların bakımı için bir miktar gümüşün nafaka olarak kadına erkek tarafından ödenmesi şart koşuluyordu. Evlilikte yasal olarak tek eşlilik esastı, ancak, erkek isterse birçok cariye alabilirdi. Fakat yasal eşin tüm hakları kanunla garanti altındaydı.
- İ.Ö. 2000 yılının ilk çeyreğinde Anadolu’da var olan gelenek ve âdetlerin doğurduğu hukukî-sosyal düzene göre, kadın evlenirken erkeğe satılmaz, devredilmezdi. Kadına boşanma hakkı tanındığı gibi çocuklar da ona veriliyordu. Fakat boşanan çiftin nikâhsız olarak tekrar birleşmesi, zina sayıldığı için cezası ölümdü. Yakın akraba ile cinsel ilişkilerin cezası her zaman ölümdü.
- Bu cezalar, diri diri küpe gömmek veya tekerlek cezası gibi işkenceli ölüm cezalarıydı. Aynı şekilde hayvanlarla cinsel ilişki kurmanın cezası da ölümdü. Hitit kanunlarında zinaya karşı çok sert cezalar vardı. Fakat bu durum, suçun işlendiği ortama göre değişirdi. Eğer kadın dağda bir erkeğe yakalanır ve zina yapmak zorunda kalırsa bu, kadının değil, erkeğin suçu sayılırdı ve cezası ölümdü. Bu koşullarda kadının yalnız ve kendini savunmayacağı ıssız yerde, kimseyi yardımına çağıramayacağı öngörülerek ceza erkeğe yöneltilirdi.
Sayın Yalçın Kaya kitabından bundan sonra Antik Roma uygarlığına geçiyor. Eğer bu aktarım ilginizi çekiyorsa, devam ederiz.