Sosyal kavramlar tarihte içerik değiştirir. Zaman içinde değişir, yeni anlamlar kazanırlar. Bu nedenle de bir kavramın nasıl değerlendirildiğini görmek bakımından bir tarihsel kaynağa bakmak yanıltıcı olabilir. Efendim, Platon şöyle demiş, Aristoteles bunu şöyle tanımlamış, Konfüçyüs’ün şöyle bir deyişi var, Karl Marx bunun için der ki, Francis Bacon’a göre falan… Tamam, peki ama onların o dediklerini içindi bulundukları coğrafya ve o dönemde değerlendirmeli. Bakalım o deyişler bugünkü zamanın değer yargıları ve bizim kültürümüz ile uyumlu mu?...
İşte bu açıdan sanırım tolerans kavramı çok güzel bir örnek.
Fakat biz bu irdelemeyi Batı kültürü çerçevesinde yapmak durumundayız. Çaresi yok.
Çünkü bizim bulunduğumuz coğrafyada bu kavram, yakın geçmişimizi bir yana bırakırsak, iki bin yılı aşkın bir süreden beri gündeme alınmamış.
İşin ilginç yanı şu ki, Batıda toleransın zerresinin olmadığı dönemde bizim coğrafyamızda yazarlarımız, ozanlarımız, düşünürlerimiz, bilim adamlarımız gerek toleransın gerek hoşgörünün âlâsının örneklerini veriyordu ama demeye getirdiğim o ki, irdelenecek bir kavram olarak “tolerans” karşılığı bir konu yoktu ortalıkta. Kim bilir, belki de böyle bir kavramın ortaya atılıp irdelenmesinin gereği duyulmuyordu da ondan…
Ancak sonraları, o düşünü ve davranışların da unutulup gittiğini izleriz. Bunu bu hale getiren de, açıkça belirtmek gerekirse, ne yazık ki Sünni İslâm baskısıdır. Yavuz Sultan Selim halifeliği alıp da Osmanlı Devleti’nin teokratik bir devlet düzenine oturtma adımını atmasıydı, bu coğrafyada çok şey olduğundan çok farklı gelişirdi.
Gelişirdi.
Gelişmemiş bir ortamda toleransa yer yok zaten.
Biz şimdi şu Batı’ya bakalım. Bilelim ki Batı dünyası toleransa ancak teokratik düzeni elinin tersiyle itme becerisiyle ulaşabildi.
Batı’da tolerans, bir bakıma, başkalarının kişiliğini, özgürlüğünü tanıma olarak da tanımlanıyor. İnsan haklarının, özellikle de düşünce özgürlüğünün güvence altına alındığı uygar toplumlarda, salt töresel bir değer, bir erdem niteliği taşıyor.
Nitekim bu nedenle olsa gerek, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarının ateşli düşünce özgürlüğü savunucularından Fransız Gaston Bonet-Maury, tolerans ile özgürlüğü birbirinden ayırmak gerektiğini belirterek şöyle diyor: «Tolerans, özgür düşünceli ve inanç sahibi kişilerin birbirlerine karşı göstermek zorunda oldukları saygıdır... Böylece tolerans bir erdem, özgürlük ise bir hak olmaktadır.»
İşti bu belirleyiş pek önemli. Tekrar edelim: Özgürlük bir hak. Tolerans ise bir erdem.
Demek ki özgürlük alınıyor ya da ediniliyor. Tolerans ise veriliyor ya da uygulanıyor.
Her erdem gibi, tolerans da günümüzde toplumsal görgü ve eğitim alanına özgü, olumlu bir nitelik konumuna gelmiş durumdadır. Nasıl bir insana dürüst, iyi yürekli, nazik, ılımlı, dost canlısı, sevecen gibi sıfatlar veriyorsak, aynı tarzda bir kişi için toleranslı ya da toleranssız diyebiliyoruz.
Böylece tolerans kavramı öyle üstün bir konuma geliyor ki, bir ülktedeki yasalar vicdan ya da inanç özgürlüğünü, aynı anda düşünce özgürlüğünü güvenceye alınca, artı hoşgörü denilen uygulama neredeyse gülünç sayılabilecek bir kendini beğenmişlik olmaya dönüşüyor.
Ancak tolerans öyle değil. Zaten blki bir de bu nedenle tolerans ile hoşgörüyü aynı tutmamak gerekiyor.
Herkes yaradılışından hoşgörülü olabilir ama toleranslı olabilmesi için buna bir de eğitim ve kültür eklenmesi gerekiyor.
Hatta kimilerine göre tolerans bir aydınlanma sorunu.
Doğası gereği toleranslı davranmaya yatkın olan kişilerin yanı sıra, gördüğü eğitim ve edindiği kültür sonucunda öz buyrultusu ve kendi çabasıyla kendini geliştirerek, aydınlanarak toleranslı olma yoluna giren kimselere de rastlarız.
İşte kimi masonlar da onlardan… Her masonun doğuştan mason olduğunu sanmayın. Kimileri doğuştan hiç de mason olmasa bile mason olduktan sonra “mason” oluyor.
İnançlarından ve kanılarından ödün vermeksizin onları dile getirme, yayma ve savunma eylemini çekinmeden sürdüren, her türlü kaba gücü, şiddeti, haksızlığı ve yalanı yadsıyan bir anlayışı olan kişiye “toleranslı”, öyle bir kişinin karşıtına ise “bağnaz” diyoruz.
Demek ki toleransı anlamanın bir yolu da bağnazlığı anlamak olabilir. Öyle ya, her kavram karşıtı ile birlikte kazanır en olgun tanımını.
Bağnaz kişiler, aklına duvar ören, kendi dogmalarını paylaşmayanlara karşı baskı ve gerekirse kaba güç kullanan hatta kendinde onları ortadan kaldırmak hakkını bile görenlerdir.
Bağnazlık ile tolerans arasındaki çekişme konusunda 20. yüzyıl başlarının Hollandalı Tarihçi Düşünürü Hendrik Willem van Loon şöyle diyor: «Bağnazlık ile tolerans arasındaki çekişme, insan soyunun zorunlu evriminin bir parçasıdır. Unutmayalım ki bu ırk henüz gençtir; özgürlük ve zorunlu doğa serüvenine yalnızca birkaç bin yıldır başlamıştır. Doğanın bu özel memeli hayvanından yalnızca uzun, binlerce yılda ortaya çıkabilecek tüm erdemleri beklemek, ona haksızlık olur.»
Onu dinleyecek olursak, demek ki toleranssızlığa yani bağnazlığa karşı bile toleransla bakmak gerek.
Masonluk bağnazlığa olasıya karşı olduğuna hatta masonları bağnazlıkla savaşmak bakımından yükümlü tuttuğuna göre, acaba bu bağlamda noksanlı mı sayılır?