Masonluğun özelliği
28 Ağustos 1972'de Büyük
Üstad Hayrullah Örs'ün
Milliyet'te yayınlanmış,
Abdi İpekçi ile "Sohbet"i
İPEKÇİ - Masonluk öteden beri üzerinde çok tartışılan, dedikodulara yol açan bir konu... Herkes bu hususta değişik bilgilere sahip. Masonluk konusunu bize açıklar mısınız?
ÖRS - Abdi Bey, bu dedikodular deyimini Türkiye için kullanabiliriz. Bugün meselâ Amerika, Almanya'da, İsveç'te böyle bir dedikodu mevzuubahis değil. İsveç'te zaten bir anane olarak Kral, İsveç Büyük Locasının büyük üstadıdır. İsveçliler aristokrasiye meraklı oldukları için daima Kralı büyük üstad seçerler.
İPEKÇİ - Büyük üstad dediniz, bu başkan mı oluyor?
ÖRS - Efendim, bizde başkana, büyük üstad denir. Bu aslında "usta"dır. Mason'luk ortaçağda kurulmuş olan yapı işçilerinin, bugünün deyimiyle sendikasıdır. Lonca'ların zamanla şekil değiştirmesinden doğmuştur.
İPEKÇİ - Nerede başlamıştır?
ÖRS - Başlangıç olarak, bizim operatif Masonlar dediğimiz, yapı işçilerini alırsak, Şark'ta başlamıştır. Bunlar evvelâ esnafı çırak -kalfa- usta diye üç zümreye ayırırlar ve geçişler bir imtihan şeklinde biraz dinî, biraz mistik törenlerle yapılırdı.
İPEKÇİ - Şark derken hangi ülkeleri kastediyorsunuz?
ÖRS - Bilhassa Irak. Sonra bizim Ahî teşkilâtının da ondan doğduğu ve Avrupa'ya da Haçlı Seferlerinden geçtiği anlaşılıyor. Çünkü o kadar benzerlikleri var ki, bu tesadüfi olmaz. Avrupa'daki bütün Mason deyimlerinde bir yapı şantiyesi özelliği var. Bizimki o şekilde gelişmemiş, onun için Avrupa'dan tekrar bize intikal etmiştir. Meselâ bir Gotik Katedral kuruluyor. Bilhassa Gotikler zamanında faaliyete başlamış Loncalar. Bu Katedral için birçok yerden işçi gelecektir. Çünkü bir yerin işçisi, Katedral yapmaya yetmez. Halbuki eski devirlerde Loncalar, sadece bir şehre bağlıydı. Meselâ, kuyumcular başka yerde kuyumculuk yapamazdı. Bu konuda bir tek sanat müstesna idi: Yapıcılar. Bunlar taş yontucuları, kalfaları ve sürveyanları ile bir Lonca teşkil ediyorlardı. Bunun adı "Loca"dır. O devirlerde birbirlerini tanımak için bugünkü gibi ellerinde diploma yahut herhangi bir vesika, fotoğraflı belge, mahalle muhtarı kağıdı olmadığı için, birbirlerini birtakım işaretlerle tanırdı. Bir yerin kalfası başka yere gittiği zaman kendisini kolayca tanıtabilirdi. Bu gelenek Almanya'da son zamana kadar sürmüştü. 17. asırın ikinci yarısında sanırım İngilizler kulüp hayatını çok severlerdi. Duvarcı vesaire olmadıkları halde bu localara şimdiki deyimle fahri üye, yahut şeref üyesi olarak girmişler ve toplanmaya başlamışlardı. Buralarda pek üstün meseleleri konuştuklarını sanmam, vakit geçirmek için olsa gerek... Ama seremonileri devam etmiştir. Bunlara centilmen Masonlar diyorlar, hakiki duvarcılar, yapıcılar değildirler. Bunların adedi çoğalıyor.
İPEKÇİ - Bu safhasında mahiyetini, karakterini değiştirmiş oluyor mu?
ÖRS - Karakterini şöyle değiştiriyor: O zamana kadar maddi olan şeyler sembolik anlam alıyor. Meselâ Gönye doğruluğun sembolü oluyor. Bütün kullanılan deyimler ve aletler Masonlukta sembolik anlamlar aldığı için, buna "sembolik Masonluk" da deniyor.
İPEKÇİ - Değişiklik yalnız sembolik anlamda mı?
ÖRS - Zihniyette de oluyor. İngiliz düşünürleri, meselâ Kralî Cemiyet üyelerinin bir kısmı bu localara giriyorlar ve insanlık ideallerinin prensiplerini koyuyorlar. Bu arada 14. Lui, Protestanlara gösterilen toleransı kaldırıyor ve Katolikliği hâkim kılıyor. Protestanların bir kısmı İngiltere'ye gidiyor. Bunlar içinde meselâ meşhur bir alim var: Desagulier. O da Mason oluyor. Bunların basit duvarcı sembolizması içinde o devre göre, üstün fikirleri tartışıyorlar. Diyorlar ki, insan hürdür. İkincisi, insan herhangi bir dine, bir millete mensup olmakla insanlık camiasından çıkmaz. İnsanlar bu farklarını muhafaza etmekle beraber, pekâlâ dost olabilirler. Üçüncüsü şu: bir devlet lâzımdır. Binaenaleyh Masonluk, devletin kanunlarına itaat etmeye mecburdur. Ne doğrudan doğruya, ne de kendi teşkilâtını vasıta ederek, herhangi bir hükümet aleyhine harekete girmeyecektir. Bunun bir kanunnamesi var; o devirde yapılmış. Bu mecburî bir şey değil. Fakat bunu tatbik etmeyen, bunu kabul etmeyen Mason localarına düzensiz Masonluk denir. Bu yasa 1723'de neşredilmiştir.
İPEKÇİ - Gizli değildir yani?
ÖRS - Hayır. Bunların hiçbiri gizli değil. Bu bir gizli dernek değildir. Sadece kapalı bir dernektir. Bütün bu söylediklerimi ansiklopedilerde bulabilirsiniz. Bizim ansiklopediler maalesef kendiliklerinden mutlaka bir şey katıyorlar -Larus'da bulabilirsiniz Bu kanuna biz eski mükellefiyetler, yahut eski yükümlülükler diyoruz. Bunun başında Mason, Allah'a inanır, kaidesi konuyor. Allah'a hıristiyanların inandığı gibi teslisle üçlüyle inananılabilir, Müslümanların inandığı gibi tek, eşi ve benzeri olmayan Allah olarak inanılabilir. Budistler gibi inanılabilir. Bunun şekli üzerinde Masonluk ne münakaşa eder, ne de şu şekilde düşüneceksin, der. Tam münkir olanları almayacaksınız, diyor. Buna da sebep, böyle insanların topluma lâzım olan şeyleri de inkâr etmesi endişesidir. Doğru veya yanlış. Kardeşler kurdukları birtakım müesseselerle toplumun faydasına çalışır. Meselâ Kızılhaç -ki ilk defa bunu ortaya atan adam Dunant, Masondu- bu, Kızılhaç'ı Masonluk kurdu, demek değildir. Ama bir Mason yaptı. Meselâ Dunant gibi, Türkiye'de Kızılay'ın kurulması işinde üyelerin kısmı azamisi Masondur. İlk kuruluşunda, uzun zaman onun başında bulunanlardan Besim Ömer Paşa, Türkiye Masonlarının büyük üstadı idi. Bu şekilde faydaları çok büyük olmuştur Masonluğun. Görünür fayda olarak daha ne yaptılar? Birçok şeyleri de sayabilirim. Ama sayamadığım birçok şeyler de vardır. Bir misalini söyleyeyim size. Churchill ile Attlee'nin aynı locada, aynı sırada oturmaları, belki İngilizlerin birbirleri ile öldüresiye mücadele etmelerine engel olan şeylerden biridir, diyebiliriz.
İPEKÇİ - İkisi de Mason muydu?
ÖRS - İkisi de Mason'du.
İPEKÇİ - Efendim, tarihi gelişmesini anlatıyordunuz. İngiltere'den çıkıp Kıt'a Avrupası'na geçtiğinden söz etmiştiniz. Türkiye'ye nasıl ve ne zaman gelmiştir?
ÖRS - Ben vesikaya dayanmayı seven adamım. Hikâyeler çok. Bir tanesine göre, Ahmet III. zamanında sefaretle giden Yirmisekiz Çelebi'nin Mason olarak döndüğü söylenir. Bunun hakkında birşey bilmiyoruz. İkinci bir rivayet var: Kont de Boneval'in -Kumbaracı Ahmet Paşa- Mason olduğu. Fakat o devirde Fransa'da Masonluk pek parlak değil. Fransa'ya Masonluk geçtikten sonra herkes aklına göre bir sistem kurdu. Hattâ bunlar için de büyük dolandırıcılar vardı. Meşhur Kazanova da Masondur. Hattâ hatıralarında geçer, kadın locaları bile açmışlar. Birşey daha söyleyeyim; muntazam Masonlukta kadın locaları yasaktır.
İPEKÇİ - Neden?
ÖRS - Bunu hanımlar da sorar herkese. Şu cevabı veriyorum; bir dülger loncasında marangoz loncasında eskiden kadın bulunmazdı.
İPEKÇİ - Ama bu devirde kadınlar çalışıyor.
ÖRS - Masonluk bir taraftan kendini ileriye tamamen açmıştır. Meselâ Masonluk XVIII. yüzyıldan beri tamamen lâiktir. Masonluk bütün dinlere kapısını açmıştır ve kimsenin dinine taarruz etmez. Masonluk demokratiktir. Herşey seçimledir. Bir veya iki sene için seçilenin yerine ertesi sene başka birisi seçilebilir. Bütün localarda da böyledir. Falan şu soydandır, bu soydandır yahut şu zengindir, bu zengindir gibi şeylere bakılmaz. Bütün bunlara rağmen, bir muhafazakâr tarafı olduğunu da kabul edelim. Belki yaşaması bunun sayesinde.
İPEKÇİ - Yalnız burada üstüste oturmayan bir durum var Hayrullah Bey. Bir yanda ne din, ne siyasi, ne düşünce, ne de insanların durumu bakımından hiçbir ayırım yapmıyor. Ama cinsiyet konusunda kesin ve katı bir ayırım yapıyor. Bu, başlangıçta işte erkekler marangozdu, dülgerdi. Kadınlar değildi...
ÖRS - Hayır, yalnız o izahlarla da değil. O devrin münevver hanımları da bugünkü hanımlar değildi. Onlar meselâ Molière'in meşhur "Bilgiç Kadınlar"ı gibi idiler. Birkaç tane var meşhur o devrin şair hanımları ama. O devrin kadın seviyesi neydi, yakın zamana kadar neydi?
İPEKÇİ - Evet, şimdi Türkiye'deki gelişmeye gelelim Hayrullah Bey.
ÖRS - Elimizdeki vesikaya göre; 1760-70'lere doğru İstanbul'da bir Loca açılmış. Rivayete göre 1738'de de açılmış olduğu söylenen bir Loca var, fakat döküman yok. 18. asrın ikinci yarısında ise, İstanbul'da, İzmir'de, Halep'te, İskenderun'da kesin olarak bilinen Localar var. Loca açmak için bir büyük Locadan müsaade almak lâzımdır. Kendisinin Büyük Locası yoksa, yabancı memleketten patent almaları lâzımdır. Fransa'ya bağlı olanlardan "Terakki" diyeceğimiz bir "Progrès" Locası vardır. Oraya 1873 senesinin sonbaharında Namık Kemal'in girmiş olduğunu okuyoruz, vesikası var. Zaten fotokopileriyle bunları neşretmek istiyoruz. Bir müddet sonra da, Sultan Murat aynı Locaya giriyor. Bu konuda türlü rivayetler var. Hikâyenin aslı şu: Sultan Murat Mason olmak istemiş. Kethüdası Seyit Bey Mason. Çok ileri fikirli bir adam. Çok zor durumda kalmış. Reddetse bir türlü, kabul etse Sultan Aziz'in hışmına uğramak ihtimali var. Onun için Kadıköy'de bir evde tamamen entim, 12 kişilik bir grup tarafından merasim yapılmış. Ertesi sene onun da bulunduğu bir toplantıda kardeşi Nurettin efendi, sonra Kemalettin efendi de Mason olmuştur. O devirde yani Sultan Aziz devrinde Masonluğa girenler çok. Paşalar var. O devirdeki matriküller elimizde. Böylece Abdülhamid'e kadar geliyor. Abdülhamid, Masonlukla uğraşmıyor, Masonlarla uğraşıyor. Bunun da saiki, Sultan Murad'ın tekrar tahta geçirilmesidir. Çünkü akıllı olduğu tevsik edilecek olursa, iş bozulacak. Masonlar aleyhine Türkiye'de ilk defa yaygın neşriyat yapılması bu devirdedir. Dinsizlik masalını nerden ele aldılar? İşin enteresanı o. Başka şeyler bulabilirlerdi. Meselâ, zatı şahaneye suikast yapacaklar, falan filan derlerdi. Halbuki Mason münkir değildir, dinlere hürmetlidir. Yalnız müessese olarak dinle meşgul olmaz. Bir ahlâk cemiyetidir. Bizim içimizde mü'minler, bugün de var, dün de vardı. Mü'min olan kardeşlerimiz çok. Şunu söyleyeyim, iki tane Şeyhülislâm hiç tereddütsüz Mason olmuştur. Musa Kâzım Efendi ile Hayri Efendi. Bunların kayıtları var. Üçüncü büyük ve gerçekten üstadlarımızdan biri, Müderris Mahmut Esat efendidir. Defteri Hakani Nazırı. Ben 1926'da Mason oldum. O devirde bizim aramızda ilmiye sınıfı dediğimiz, yani din adamları, yahut din ulemasından birçok insanlar vardı. Sultan Murat'ın girmiş olduğu ve Progrés Locasında, iki tane de kadı var. Bir tanesi Rodos'tadır. İsimleri ile künyeleri kayıtlı. Sultan Hamid devrinde yine birçok Masonlar var. Meselâ Emrullah efendi. Bizde dalgınlığı ile tanınır. Emrullah efendi gerçekten büyük bir adam. Kendi başına, Muhit ül- Maarif adında bir ansiklopedi yazmak istemiş. Fakat bir tek fasikülünü çıkarabilmiş, ama o da bugün iftihar edilecek kadar güzeldir. Sonra Sadrazam Hakkı Paşa, Müşir Deli Fuat Paşa, hattâ hattâ Plevne Müdafii Osman Paşa... Bütün Avrupa ansiklopedilerinde onun adı geçer. Hürriyetin ilânına kadar bu böyle geliyor. Hürriyetin ilânında eskiden kurulmuş, yabancı localara bağlı olan üç loca, bir milli büyük loca kurmak istiyor. Hakikaten bir memleketin kendi büyük locası olması lâzımdır. Yabancı kuruluşların gelip de bir memlekete loca açmaları hoş bir şey değildir. Böylece Sadrazam Talât Paşa, "Maşrık-ı Azam-ı Osmanî" adıyla kurulan büyük locanın başına geçmişti Sonra Süleyman Faik Paşa üstad olmuştur. Faik Paşa daha sonra birinci savaşta şehit düşmüştür. Bu loca 1935'e kadar muntazam Masonlukça tanınmayan bir büyük loca olarak
"Maşrık-ı Azâm-ı Osmanî" olarak devam etmiştir. Tanınmamış olmasının sebebi, kuruluşunun kendi başına buyruk oluşudur. Üç muntazam locanın bir büyük loca kurması lâzımdır. Bunlar ise tepeden inme, aşağı yukarı Sadrazam emriyle kurulduğu için tanınmıyordu. 1935'deki kapanışı hakkında birçok hikâyeler vardır. O zaman bütün derneklerin kapandığını hatırlamak lâzımdır. O devrin gerekli görülen prensibi bu idi. O devirde, bütün dernekler kapanmıştır Türkiye'de. Halkevleri, Halk Partisi var, hepsi buraya girsin, denmiştir. Bakın, Ana Çizgileri ile Türkiye'de Masonluk Tarihi diye bir kitap var. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya bu mesele üzerinde o zaman, "Türk Masonları kendi ideallerinin hükümetin esas programında dahil olduğunu görerek kendi teşkilâtlarını kendileri feshetmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiçbir teşebbüs ve alâkası yoktur" demiştir. Bu iş, o sırada Avrupa'ya aksediyor. Masonlar da "Biz kendimiz kapattık" diye ilân ediyorlar. Kapatma, haddizatında devlet tarafından bir kapatma değil; elbette ki tavsiye ile; siz bunu kapatın. Zaten bütün hepsi kapanıyor, diyerek; 1948 senesinde yeniden açıldı. Zaten devletin bir emri ne de bir mahkeme kararı vardı.
İPEKÇİ - 1935 ile 1948 arasında hiçbir faaliyet olmadı mı?
ÖRS - Hiçbir faaliyet olmadı.
İPEKÇİ - Atatürk'ün bu konudaki görüşleri bilinir mi?
ÖRS - Müsbettir. Atatürk'ün Mason prensipleriyle bağdaşmayacak tarafı yok. En yakınları bunların içerisinde. Meselâ Şükrü Kaya, meselâ Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras. Daha birçoklarını sayabiliriz. Bazılarının aileleri açıklanmasını istemez. Yani öyle bir hale geldik ki, iftihar edilecek bir müessesenin başkanı olduğum halde, bakın ne olur ne olmaz diye isim vermekten kaçınıyorum. Masonluk nerde vardır, nerde yoktur? Evvelâ Mason'luk demirperde gerisindeki memleketlerde yoktur.
İPEKÇİ - Neden yoktur orada?
ÖRS - Masonluk diktatörlükle aynı zamanda yaşayamaz. Bir diktatör rejim, hür fikre, kendinin kontrol edemediği birşeyin yaşamasına tahammül edemez. Demirperde gerisindeki durum daha ayrı. Onlar bizi nedense burjuva enternasyonali olarak telâkki ediyorlar. Lenin'in de sözleri var: "Masonlukla mücadele edilmelidir" diye. Meselâ Tito: Bir Yugoslav işçisi Masonluğun sembolü olan iki sütunu yıkıyor şeklinde pul çıkarmıştır. İspanya'da Masonluk yoktur. Çünkü İspanya hem diktatörlük, hem de Katolik diktatörlüktür. Portekizde de yoktur. Portekiz ve İspanya'da Masonlar 19. yüzyılın sonlarında işkenceye uğramışlardır. Arap memleketlerinde Nâsır kendisinin büyük üstad yapılmasını emir buyurmuş ve yaptırmış. Sonra da kapamıştır. Bizim bildiğimiz Mısır'da çok eski bir Mason geleneği vardır. Geri kalan memleketlerin hepsinde vardır Mason teşkilatı.
İPEKÇİ - Uluslararası bir burjuva teşkilâtı olduğu iddiası ne derece doğru?
ÖRS - Uluslararası bir irtibatı yok ki, burjuva teşkilâtı olsun. Masonluk, üyelerini mutlaka belirli bir kültür seviyesine çıkmış olan insanlardan alır. Servet seviyesi demiyorum, kültür seviyesi diyorum. Niçin işçi almıyorsunuz diyorlar. İşçinin de kendi teşkilâtı var. Onun da sendikası var, şu var bu var. Oraya da girebilir. Bunun kuruluşu bu.
İPEKÇİ- İşçilere kapalı mı yani, prensip olarak?
ÖRS - Kapalı değil. Ama gelmez. Kültür seviyesi o çizgiye gelmiş olan bir işçi, pekalâ girer. Amerika'da gayet çok işçi de var. Bizde işçi adından korkuyor, yoksa istese gelir. Bize kim gelemez? Biz tahkikat yapıyoruz. Evvelâ biri talip oluyor. İstiyor girmeyi. Ona Masonluğun ne olduğu anlatılıyor. Ondan sonra hakkında locada gizli bir oylama yapılıyor.
İPEKÇİ - Oylama...
ÖRS - Evet. Ondan sonra 3 kişi tahkik ediyor. Bu üç kişinin tahkikatının sonunda loca binalarında da resmi asılıyor, tahkikatından sonra bu tahkikat evrakı okunuyor, yeniden bir gizli oylamaya gidiliyor. Eğer gizli oylamada belirli bir sayıdan çok siyah oy çıkarsa red ediliyor. Yani ben istesem de herhangi bir insana vaad edemem "Seni buraya alırım" diye.
İPEKÇİ - Bu tahkikatta nelere...
ÖRS - Ahlâki durumu nedir? Muhitinde tanınış şekli. Mahkûm olmuş mudur, müflis midir, şu mudur, bu mudur? Evet, bir insanı, insan olarak ölçerler. Başka bir şey değil.
İPEKÇİ - Efendim, bir de girişte gizil yapılan merasimler var.
ÖRS - Gizli değil.
İPEKÇİ - Bu nedir ve neye lüzum duyulur?
ÖRS - Bu tarihi bir şeydir. Belki 14. asırdan kalma. O da değişmiştir. Bundan bile mâna çıkartıyorlar. Girdiği zaman üzerinde para ve kıymetli şey, maden diyoruz, bizde bunlar bulundurulmaz. Onları kendisi bir torbaya koyar. Bunun manası şudur: Aslında insanı insan yapan üzerindeki o paralar ve kıymetli şeyler değildir. İnsan çıplak ve eşit olarak doğar. Bazı tarikatlar tam soyarak sokuyorlarmış. Onlar gibi yaptığımız sanılmasın. Yoksullara yardım isteriz biz o sırada. Yardım kesesi dolaşır, çünkü bizim her toplantımızın sonunda bir kese dolaşır, herkes elini sokar o keseye. O keseye para atar.
İPEKÇİ - Alan olmaz mı?
ÖRS - Olur. Olabilir. Alabilir, çünkü onun hakkıdır. Eğer o gün ihtiyacı varsa o keseden kendi ihtiyacı kadarını alır. En sonunda o kese üstada verilir. Para ile bazı localar çocuk okuturlar, bazı locaların bir hastanede yatakları vardır, kimi vakit o anda bir kardeşin herhangi bir kimse için yardım isteği yerine getirilir. Bu doğrudan doğruya yardımdır.
İPEKÇİ - Yalnız kendi üyelerine değil mi?
ÖRS - Hayır, hayır, hayır. Bu yardım kendi üyelerine değildir. Zaten umumiyet itibarıyla kendi üyeleri bu yardıma muhtaç değildirler. Fakat bizim içimizden de eğer birisi düşkün olursa ki, ben geçende bir anket yaptım, bugün hiç kimsemiz yok. Böyle bizim tarafımızdan bakılmaya muhtaç. Hani kendi kendilerine yardım ederler, filan bu değil. Öyle locamız var ki, bir okulu himaye etmiştir. Zaman zaman ben İstanbul Maarif Müdürlüğüm zamanında bir loca en fakir okullardan birini göster, dediler bana. O okulun senelerce bütün ihtiyacını temin ettiler. O okul da bilmiyordu, nereden geldiğini bunun.
İPEKÇİ - Yani şu halde yardımlaşma ilkesi kendi üyeleri arasında değil, daha çok dışarıya dönük.
ÖRS - Dışarıya daima.
İPEKÇİ - Yalnız ben efendim, birçok hikâyeler dinledim. Meselâ, bir Mason, bir yabancı memlekete gittiğinde orada o belli işaretlerden birisiyle kendisini tanıttığında karşısındaki adamın başkalarına göstermediği yardımlardan yararlanmış. Buna dair birçok hikâyeler duydum.
ÖRS - Şimdi bakın, başkalarına göstermediği yardım demeyelim. Fakat bu mümkün. Şu: Bize de gelen olur, ama işaretlerle falan değil, umumiyet itibarıyla hüviyet varakasıyla. Ona biz, yabancı bir memleketten gelen bir kardeşe yapılan ilgiyi gösteririz. Bir otelde oda bulma, yahut "ben gezmek istiyorum, bana yardım eder misiniz?" Eğer boş zamanımız varsa, biz onu gezdiririz. Yani böyle, bundan ibarettir bu. Ama çok mustar vaziyete düşerse, meselâ, olmuştur, size bir misâl söyleyeyim: bizim bir kardeşimiz Almanya'da, Münih'te buradan kanserli olarak gitti eşiyle beraber ve öldü. İsmini vermeyeyim, çok zor vaziyette kalmıştı eşi. Çünkü Türkiye'den para bulmak, cenazeyi Türkiye'ye nakletmek, şu bu. Oradaki bir loca hemen her şeyi yaptı kendisi için. Eşine de para verdiler. Tarih boyunca ta bilmem ne zaman olmuş şey bugün söylenmez. Falan zamanda şu yapıldı diye. Ama buna mukabil eskiden de çok iftihar edeceğim şeyler var. Meselâ İngilizlerle Amerikalılar, Amerika'nın İstiklâl Harbi sırasında döğüştükleri zaman, yanlarında asker locaları var. Loca çadırları var. Halen de İngilizlerin de, Amerikalıların da hattâ Fransızların da militer locaları vardır.
İPEKÇİ - Yalnız askerlere mahsus mu?
ÖRS - Yalnız askerlere. Çünkü onlar yer değiştiriyorlar. Gittikleri yere giremezler. Onun için bu şekilde localar vardır. Bunlardan birinin çadırı ötekinin eline düştüğü zaman, muharebenin tavsadığı zamanda, bir beyaz bayrakla işaret ederek, gelip aranan Masonlarını öbür tarafa teslim etmişlerdir. Bu hatır hoşluğunu yapmışlar ama, yine de kıyasıya dövüşmüşlerdir.
İPEKÇİ - Efendim, başından beri verdiğiniz izahattan şu sonuç çıkıyor. Yani Mason kuruluşu daha çok bir sosyal kulüp...
ÖRS - Öyledir, bir nevi ahlâki ve sosyal...
İPEKÇİ - Yalnız bu ihtiyacı karşılamak için mi kurulmuştur ve yalnız bu ihtiyacı mı karşılamaktadır? Bunun dışında bir maksadı yok mudur?
ÖRS - Loca'daki üyeler yarınki toplum insanlarının yapı taşlarının sembolleridir. Bunlar bir araya gelerek bir ideal dünya mâbedi kurulacaktır. Bu mâbed içinde insanlar dövüşmeyecekler. O insanlar birbirlerini yemeyecekler, o insanlar senin baban, falandı, binaenaleyh sen artık bizim aramıza giremeyeceksin, demeyecekler falan, filan... Böyle bir idealimiz var. Ama bu ideal tamamen eğitimle ve zamanla olacak bir şey olarak düşünülür. Hiçbir zaman bunu zorlamakla yapma yoluna gitmek akıllarından geçmez Masonların. Evet, hikâye bu.
İPEKÇİ - Şimdi efendim buna dair duyulan şüpheler ve tartışmalara konu olan hususlar var. Müsaade ederseniz onlara da değinmek istiyorum. Birisi gizlilik yahut kapalılıktan doğuyor. Bu bahsettiğiniz ideale varmak için veyahut o ideal için çalışmak üzere kurulacak cemiyet, neden yalnız gizli yahut kapalı bir teşkilat olarak düşünülüyor?
ÖRS - Şimdi başından alalım. Bugünden misâl almayalım; evvelâ isterseniz ilk kurulduğu zamanı alalım. O devirdeki aristokratlar malûm, bunlar için hattâ, mavi kanlı demişler. Kanlarının bile rengi başka. Aralarından halktan insanlar; burjuva da var. Ötekiler zaten böyle bir toplumun içerisine girecek seviyede değil henüz. Böyle bir topluluğun kapalı olmadığını farzetseniz, meselâ bir locanın halktan bir başkanı var. Halbuki o locanın üyelerinin içerisinde kontlar var; İngiltere'de ise lordlar var, bilmem ne var, böyle bir şey açık olduğu takdirde bu müessese yaşar mı? İnsanlar zayıftır. Kapalı iken tahammül eder, öbür türlüsüne tahammül etmez. Size ben bir misâl söyleyeyim: İngiltere krallarından hangi Edvard'dır bilmiyorum, bir tanesi işte, 18. asrın sonlarına doğru İskoçya'nın bir büyük locası var. İskoçyalılar demişler ki, "biz kendimizin almadığımız insanı, büyük üstad olarak başımızda göremeyiz." İskoçyalıların malûm milli taassupları var. Ve kralı almak için seremonisini yapmışlar. O seremonide başkan postacı. İnisiye edilen de kral. Bu ideal toplum olmadan, insanlar arasında eşitlik olmadan bunu bir yerde kapalı olarak yapmaktan başka hiçbir çare yoktur. Umum Müdür Bey, orada Umum Müdür Bey değildir. Orada falan kardeştir. Bu kapalılık bunun yaşamasını temin etmiştir. Kapalı olmasaydı yaşamazdı. Zaten başka türlü izah edemeyiz ki...
İPEKÇİ - Kapalılık, yani bir ihtiyacın gereğidir.
ÖRS - Evet. Ve bu açılamaz.
İPEKÇİ - İslâmiyete aykırı bir kuruluş olduğu?
ÖRS - Hiçbir tarafı yoktur. Bir tek şeye aykırı sayıyorlar: Cihad'a aykırı sayıyorlar. Ama Cihad da İslâmiyetin ilk devrinin bir zarureti olmuştur. Bugün için kimse cihad-ı fisebilillah tabiatıyla Allah emri olarak, kendi dininden olmayanlara karşı mücadeleyi istemez.
İPEKÇİ - Siyonizmin bir vasıtası haline gelmiş midir?
ÖRS - Hiç alışverişi yoktur. Sebebi de şu: Siyonizm yeni bir şeydir. Bilindiği gibi siyonizmin kuruluşu 19. yüzyılın uyanma devrinde Yahudiler bir vatan kurmak istemişlerdir. Bunların, hattâ ben size biraz itiraf gibi olacak ama, başlangıçta Yahudi almamışlardır İngiltere'de. Nerde siyonizm?
İPEKÇİ - Başlangıçta siyonist olarak kurulmuş olması mümkün değildir açıklamanıza göre. Fakat bugün siyonizmin bir vasıtası haline gelmiş midir?
ÖRS - Olamaz. Çünkü siyonizmin zaten ideali tahakkuk etmiştir. Siyonizm bir Siyon'da Kudüs'te bir vatan kurmak değil midir? Onların Mason localarına ne ihtiyacı var? Ayrıca onların Bene Berit kuruluşları diye bir teşkilâtı varmış. Bu şekilde yani bize benzer bir şey değil. Onlar ayrı bir milli gaye takip ediyorlar. Biz milli bir gaye takip etmiyoruz. Bizim gayemiz insanî.
İPEKÇİ - Evet, şimdi değinmek istediğim hususa gelmiş oldunuz böylelikle. Yani, milli bir gaye takip etmemek milliyetçilik şuuruna karşı bir durum yaratmıyor mu? Bu yolda yapılan suçlamalara karşı ne diyorsunuz?
ÖRS - Her loca millîdir. Evvela kendi milletine hürmet edecektir. Meselâ bakın size ben bir şey göndereyim bu şeyle alâkalı. Belki merakla da okursunuz. Fransa'da bir loca, Fransa'nın en büyük Katolik hâtibini, Papaz Père Riquet'yi davet ettiler. Üstad, Père Riquet ile bir konuşma yaptı, evvelâ takdim ederken loca'ya, o konuşma ve Père Riquet'nin konuşması da vardır. Diyor ki orada, biz diyor, şöyle düşünüyoruz muhterem peder: "Dünyayı mesut etmeye çalışmadan evvel ilk iş, kendi vatanını mesut etmeye çalışmaktır. Ancak o takdirde dünyanın saadeti için insan uğraşabilir." Bizim anladığımız mânâda, Masonluğun umumî prensiplerinde Mason evvelâ kendi memleketine bağlıdır. Kendi memleketine bağlılık, başka memlekete de mutlaka düşman olmayı icab ettirmez. Haddizatında insanlar arasında bir bağ vardır. İnsanlar arasındaki bu bağ, hayatın gidişi yüzünden körleşmiş vaziyettedir. İnsanlar birbirlerini yakından tanısalar bu bağ yeniden kurulabiliyor. Öyle şeyler oluyor ki, insan bu insandan bunu nasıl duyuyorum, diye şaşıyor. Basit bir insandan o kadar üstün, o kadar yüksek insanî bir söz duyuyorsunuz ki... Demek ki, o insanda o mündemiç, o var.
İPEKÇİ - Çok teşekkür ederim.