Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Sadık Dostlar Locası’nın Güney Doğu Gezisi  (Okunma sayısı 11584 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 19, 2006, 12:15:35 ös
  • Administrator
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 9553
  • Cinsiyet: Bay
    • Masonluk, Masonlardan Öğrenilmelidir

Sadık Dostlar Locası’nın Güney Doğu Gezisi
Doğa,Tarih ve Kültür için 5 gün yetmedi...
Sadık Dostlar Muhterem Locası kardeşleri 17-21 Mayıs tarihleri arasında Kardeş, hemşire ve küçük yeğenlerin katılımı ile toplam 43 kişilik bir grup halinde GAP bölgesine bir gezi gerçekleştirdiler. Bu gezide bölgenin tarihi ve kültürel önem taşıyan yerleri gezildi, görüldü, farklı lezzetler tadıldı ve unutulmayacak anılarla dönüldü.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR / Çetin YALÇIN /SADIK DOSTLAR

GAZİANTEP ve ADIYAMAN
Sabah erken saatte İstanbul’dan uçakla gezinin ilk durağı olan Gaziantep’e geldik. Burada kısa bir şehir turundan sonra antik Zeugma kentinden çıkarılan mozaiklerin sergilendiği Antep müzesini ziyaret ettik. Devasa boyutlu mozaik panolar ve yer döşemeleri hepimizin ilgisini çekti ve yılların solduramadığı bu renkli küçük taş parçacıklarının bir araya gelmesinden oluşan tabloları hayranlıkla izledik. Ama sanırım herkes en çok bir çingene kızının portresi olduğu söylenen ve birçok afişte Zeugma’nin sembolü olarak yer alan küçük panonun önünde vaktini geçirdi. Kısmen tahrip olmasına rağmen portreye hangi noktadan bakarsanız bakın resimdeki kızın gözlerinin size yönelik olduğu hissine kapılıyorsunuz.

Öğle yemeğini Gaziantep’in ünlü bir kebap ve baklava salonunda yedikten sonra vakit kaybetmeden otobüsümüzle Adıyaman’a hareket ettik. Otelimize eşyalarımızı bırakıp minibüslerle Kahta’ya doğru yola çıktık. Programımızda gün batımını Nemrut dağının zirvesinden izlemek vardı ve zaman sınırlı idi. Önce Kommagene kraliyet kadınlarının mezarlığı için yapılan Karakuş Tümülüsünü, sonra Cendere çayı üzerinde MS ikinci yüzyılda Roma İmparatoru Septimus Severus tarafından yaptırılmış olan tek kemerli tümüyle taş bloklardan oluşan ve bugün dahi rahatlıkla kullanılabilecek olan köprüyü gezdik. Nemrut’un zirvesinden beş yüz metre kadar önce minibüs yolculuğu bitti, dik ve kayalık bir yoldan yorucu bir yürüyüşle zirveye ulaştık. Milattan önce 1. yüzyılda Kommagene kralı 1. Antiochus tarafından anıt mezar olarak yaptırılan Tümülüs Güneydoğu Torosların en yüksek noktasında 2.150 m. yükseklikte bulunuyor. Tümülüs’ün zeminden yüksekliği 50 m. Zemin çapı ise 150 m. Tümüyle el kadar büyüklükte kaya parçacıklarının tepeye kadar kapladığı Tümülüs’ün bu kadar yüksek bir tepede insan emeği ile yapıldığını düşününce şaşkınlık ve hayranlık duymamak mümkün değil. Tümülüsün eteklerinde doğu ve batıya bakan teraslardaki dev tanrı heykelleri de ayrı bir sanat harikası… Halen gövdelerinden kopmuş olan tanrı heykellerinin yalnız başları yerden iki metre yükseklikte. Kral Antiochus doğu ve batı teraslarına yerleştirmiş olduğu diğer tanrı heykelleri ile birlikte kendi heykeli ile güneşin doğuşundan gün batımına kadar bölgenin en yüksek noktasından adeta sonsuzluğa bakmaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde bu yükseklikte böyle bir anıt mezar bulunmamaktadır ve Unesco tarafından Dünya mirası listesine dahil edilmiştir.

Gün batımını batı terasında izledikten sonra günün yorgunluğunu çıkarmak üzere otelimize döndük.

 
URFA VE HARRAN
İkinci günümüzün sabahı Adıyaman’daki otelimizden ayrılarak Urfa’ya hareket ettik. Yolumuzun üzerinde Atatürk Barajı vardı. İnşaatı yıllarca süren ve Güneydoğu Anadolu’nun bitki yapısını, iklimini, ekonomik yaşamını değiştiren bu dev yatırımı ve yapıyı da görme fırsatımız oldu. Fırat nehrinin suları zeminden tepeye 174 metre yüksekliğindeki istinat duvarı ile kontrol altına alınmış ve bu duvarın arkasında biriken suların oluşturduğu baraj gölü Türkiye’nin üçüncü büyük gölünü ortaya çıkarmış. Tünellerle burada biriken su Harran Ovasına sulama kanalları ile ulaştırılıyor ve artık bölgede sulu tarım yapılıyor. Bunun yanında baraj suyu ile çalışan hidroelektrik santral da ülkemizin elektrik enerjisi ihtiyacına katkıda bulunuyor.

Urfa’da turumuza otelimize çok yakın olan Balıklı Göl’den başladık. Balıklı Göl Rıdvaniye Camiinin yanında 30x150 m. ölçülerinde uzunca bir havuz. Havuzun içinde sürüler halinde aynalı sazan balıkları yaşıyor ve balıklar kutsal sayıldığı için kimse tarafından avlanmıyor, sürekli beslenerek büyüyüp çoğalıyorlar. Efsaneye göre Nemrut Kralı tarafından cezalandırılan Hazreti İbrahim’in yakılmak üzere mancınıkla fırlatıldığı ateşin göle; odunların da bu göldeki balıklara dönüştüğü ve bu nedenle göl ve balıkların kutsal sayıldığı anlatılıyor. Gölün biraz ilerisinde Halilürrahman Camii ve Hazreti İbrahim’in içinde saklandığı Mağarayı gördükten sonra tarihi Urfa çarşısına girdik. Urfa çarşısı bir takım kapalı ve açık çarşılar ve hanlardan oluşuyor. Burada dolaşırken zamanın çok öncelerde bir yerde durduğu duygusuna kapıldık. Giyim, kuşam, yaşam tarzı sanki yıllar öncesinde donmuş farklı bir coğrafyada dolaşıyormuş gibi hissettik. Dört bir yanı işyerleri ile çevrili, ortasında bulunan avluda alçak taburelerde oturmuş poturlu, kefiyeli erkeklerin sohbet edip mırra dedikleri çok acı kahve içtikleri gümrük hanının avlusunda, bir köşede bizler de dinlenip mırra tattık. İçtik diyemiyorum, çünkü her tadan fincanı iade etti… İsot biberi satan dükkânlar arasından geçip, Kazancılar Çarşısında ellerinde çekiçleri ile bakır kapları döven ustaları izleyip çarşı turumuzu tamamladık.

Akşamüstü 40km.lik kısa bir otobüs yolculuğu ile yemyeşil Harran ovasından geçerek Harran Köyüne geldik. Geçmişi 5.000 yıl önceye kadar uzanan bu tarihi yerleşim yeri Mezopotamya’dan gelen ticaret yollarının kesişme noktası olduğu için ticari yönden önem kazanmış, ilk İslam medresesinin burada oluşu ile birçok din ve astronomi bilgini burada yaşamışlar. Medresenin kalıntılarından bir bölümü ayakta duruyor ve arkeolojik araştırmalar halen devam ediyor. Harran’ın karakteristik mimarisi olan konik çatılı, toprak sıvalı evlerini ziyaret ettik. Bu evlerin yazın serin, kışın da sıcak olduğunu söylediler.

Akşam otelimizin avlusuna kurulan yer sofrasında yöresel yemekleri tadıp “Sıra Gecesi” denilen müzikli eğlenceye katıldık.


 
MARDİN
Gezimizin üçüncü gününün sabahı Urfa’dan ayrılıp Mardin’e doğru hareket ettik. Mardin ovasından geçip şehre yaklaştıkça ovanın bitiminde yükselen dağın zirvesinde bir kale ve eteklerine sıralanmış taş evlerden oluşan yüzünü tümüyle Mezopotamya ovasına çevirmiş şehri gördük. 12. Yüzyıl başlarında kurulan şehir Artuklular ve Akkoyunlular dönemlerinde gelişerek kendine özgü taş yapılardan oluşan ve bunların dantel gibi işlenmesi ile benzersiz bir mimariye kavuşmuş.

Şehrin içine girip daracık sokaklarında, “Abbara” denilen küçük tünel tarzı geçitlerinde dolaştıkça baktığımız her yapıda inanılmaz bir taş işçiliği bezemeleri gördük ve hayran kaldık. Şehir 1960 yılında sit alanı ilan edilmiş ve artık yeni yapılaşmaya izin verilmiyor. İhtiyaç duyulan mesken ve işyerleri şehrin batısında ovaya doğru yeni bir şehir olarak inşa ediliyor. Şehir içindeki gezimizde 569 yılında yapılan Süryani kilisesi olan “Kırklar Kilisesini” ; 12. Yüzyılda Artuklular tarafından yapılan “Ulu Cami”yi; yine Artuklular tarafından yapılan “Zinciriye Medresesini” ziyaret ettik. Akkoyunlu Sultanı Kasım tarafından tamamlanan Kasımiye Medresesi ilginç taş kubbeleri ve Mezopotamya ovasına bakan konumu ile görülmeye değecek yapılardan biri.
 
DAYRÜLZAFARAN VE HASAN KEYF
Gezimizin dördüncü gününe Mardin’e 5 km. uzaklıktaki Dayrülzafaran Manastırı ile başladık. Manastır 493 yılında Süryani mimar kardeşler Teheodori ve Tehodari tarafından yaptırılmış, 1937 yılına kadar da Dünya Süryanilerinin merkezi olmuştur. Bu tarihte Süryani Patrikliğinin Suriye’ye taşınmasına rağmen, manastır hala Süryaniler tarafından hac merkezi olarak kabul edilip sıkça ziyaret edilmektedir. Manastırın içinde güneşe tapanların da tapınağı bulunmaktadır.

Midyat’tan Hasankeyf’e geliyoruz. Hasankeyf; geçtiğimiz haftalarda temeli atılan Dicle nehri üzerinde kurulacak “Ilısu” barajının toplanacak sularının altında kalacak olması nedeniyle bir süredir medyada çokça tartışılan bir antik yerleşim yeri. Hasankeyf’in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor. Şehrin çevresindeki çok sayıdaki mağara insanların buraya çağlar öncesinden yerleşip yaşadığını gösteriyor. Mardin’den sonra ilk yüzyıllarda kent Bizanslılar ve Sasaniler’in egemenliğinde kalmış. Hasankeyf fotoğraşarında ilk göze çarpan antik köprü kalıntılarının da Bizans eseri olduğu tahmin ediliyor.7. Yüzyılda kent Müslümanların yönetimine geçiyor ve Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar buraya hâkim oluyorlar. Hasankeyf en parlak dönemini 12. yüzyılda Artuklular döneminde yaşamış. O dönemde yapılan birçok yapı halen ayakta duruyor. Dicle nehrinin kıyısında dik bir kayanın üzerine oyularak yapılan kaleye çıktığımızda kentin ve bölgenin tamamını izlemek ve fotoğraşamak imkanımız oldu.
 
DİYARBAKIR VE İSTANBUL’A DÖNÜŞ
Gezimizin beşinci günü İstanbul’a dönmek üzere sabah Diyarbakır’a geçtik. Çevresi surlarla kaplı bu kentte ilk ziyareti merkezde bulunan Ulu Cami’ye yaptık. Kilise olarak inşa edilen yapı Milattan Sonra 7. Yüzyılda Müslümanların kenti ele geçirmesi ile camiye dönüştürülmüş. Bölgeye özgü volkanik bazalt taşından inşa edilen yapı siyah beyaz doğal taş görünümü ile oldukça etkileyici. Hemen caminin yakınında bulunan Cahit Sıtkı Tarancı’nın müze evi de aynı bazalt taşından yapılmış ilginç bir yapı. Burası bir iç avlunun dört yanına yerleştirilmiş ayrı ayrı evlerden oluşuyor ve yılın her mevsiminde farklı bir evde yaşandığı anlatılıyor. Kenti çepeçevre kuşatan surların arasındaki kulelerden birinin üstüne çıkarak kenti ve dışındaki Dicle nehrinin suladığı verimli Diyarbakır ovasını izledik.

Kentin biraz dışındaki “Gazi Köşk”ünü ziyaret ettikten ve Diyarbakır’ın ünlü kaburga dolmasını yedikten sonra beş günün yorgunluğu ve unutulmaz anıları ile uçakla İstanbul’a hareket ettik.
- Sahsima ozel mesaj atmadan once Yonetim Hiyerarsisini izleyerek ilgili yoneticiler ile gorusunuz.
- Masonluk hakkinda ozel mesaj ile bilgi, yardim ve destek sunulmamaktadir.
- Sorunuz ve mesajiniz hangi konuda ise o konudan sorumlu gorevli yada yonetici ile gorusunuz. Sahsim, butun cabalarinizdan sonra gorusmeniz gereken en son kisi olmalidir.
- Sadece hicbir yoneticinin cozemedigi yada forumda asla yazamayacaginiz cok ozel ve onemli konularda sahsima basvurmalisiniz.
- Masonluk ve Masonlar hakkinda bilgi almak ve en onemlisi kisisel yardim konularinda tarafima dogrudan ozel mesaj gonderenler cezalandirilacaktir. Bu konular hakkinda gerekli aciklama forum kurallari ve uyelik sozlesmesinde yeterince acik belirtilmsitir.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
16 Yanıt
6883 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 10, 2008, 12:16:49 ös
Gönderen: doguruzgari
7 Yanıt
4014 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 02, 2009, 02:31:47 ös
Gönderen: Mozart
5 Yanıt
4101 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 25, 2009, 11:32:02 ös
Gönderen: asoraman
Erdal Güney

Başlatan Isis Muzik

1 Yanıt
2920 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 15, 2009, 12:04:13 öö
Gönderen: Isis
0 Yanıt
2223 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 16, 2010, 10:08:18 ös
Gönderen: AKTUĞ
5 Yanıt
3842 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 20, 2010, 09:46:47 öö
Gönderen: Genius Loci
0 Yanıt
3316 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 10, 2010, 12:51:17 ös
Gönderen: zarathustra
0 Yanıt
3894 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 31, 2010, 01:21:50 ös
Gönderen: Mozart
5 Yanıt
7996 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 02, 2013, 08:22:26 öö
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
6487 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 10, 2012, 07:24:45 ös
Gönderen: NOSAM33