MAKROKOZMOS - 1
SOL (GÜNEŞ) DİZGESİ
Dünyamızın da içinde yer aldığı SOL dizgesindeki gezegenlerden güneşe en yakın olan beşini, gökyüzünde denk düşüğünde çıplak gözle görebiliriz.
Bizden önceki insanlar da görebiliyordu. Bu nedenle, ayın yanı sıra bu beş gezegenin varlığı, insanlığın yeryüzü üzerindeki varlığından beri biliniyordu. Hareketsiz olarak durduğu sanılan yeryüzüne göre bu beş gezegen ile güneş ve ay, topluca “yedi hareketli gök cismi” sayılıyordu.
Ancak gökyüzündeki cisimler belli ki bu kadarla bitmiyordu. Bunların dışındaki bir kürede ise yıldızların bulunduğu kabul ediliyordu. Onlar da yeryüzünün çevresinde dönüyorlardı; sonradan Kutup Yıldızı adı verilen bir teki hariç…
Diğer üç gezegen ile uydularının keşfi oldukça yakın bir tarihte yapıldı. Bunun için teleskopun icadı gerekmişti. Bunlardan ancak 1930 yılında keşfedilebilmiş olan Pluto’nun varlığı üzerinde son yıllarda birtakım kuşkular var. Kimi matematikçileri göre ise aslında Pluto’dan sonra bir gezegen daha olmalı.
Gezegenlerin güneşten uzaklıkları hayli düzenli bir matematiksel diziye uyar. O hesap uyarınca Mars ile Jüpiter’in arasında bir gezegen daha olması gerekir ama yok. O kuşakta üç bin kadar küçük gezegen yer alıyor; asteroitler…
Bu dizgenin içinde başka öğeler de var; kuyruklu yıldızlar gibi… Bunlardan kimisi belli, kimisi beklenmedik zamanlarda görülüyor. Beklenmedik denilenlerin öyle oluşunun nedeni de henüz periyotlarının ölçülememiş olması.
Kuyruklu yıldızlar insanlık tarihinde başlı başına bir âlemdir. Bunlar dünyaya yaklaştıklarında birer felâket habercisi sayılmıştır. Oysa gezegenler gibi onlar da güneş çevresinde birer elips çizmektedirler
Beylik soru şu: «Nasıl oldu da gezegenler güneş çevresinde böyle dönmeye başladı?» (Aslında bu soruya kuyruklu yıldızları da eklemek gerek ama eskiden onların bu dizgenin bir öğesi olduğu bilinmiyordu.)
Bu sorunun yanıtı olarak ayrı ayrı teoriler oluşturulmuştur. Bu teorilerden birine göre gezegenler güneş ile aynı anda, birlikte doğmuştur. Önceleri hayli donuk, soğuk ve ağır ağır hareket eden bir madde bulutunun bir araya gelip yoğunlaşınca, sıkışmayla birlikte dönüşler hızlanmış, dönüş hızı daha az olan bölümler ortada kalıp güneşi oluşturmuş, diğerleri de çekiş güçlerinin etkisi altında çeşitli yerlerde topaklanıp gezegenleri oluşturmuştur.
Bir diğer teori güneş çevresindeki gaz diskinin hiçbir zaman toplanamayacağını ileri sürerek bir “çarpma hipotezi” üzerinde durur. Buna göre de gezegenler, başka bir yıldızın güneşe çarpması ya da çok yakınından geçmesi ile oluşmuştur.
1930’lu yıllarda Almen fizikçi Carl Weizsäcker bu teorinin yanlışlığını kanıtlayınca, yine önceki teoriye dönülmüştür ama o hâlâ bir teori. Kesin bir şey yok.
Bilimsel bulgular uyarınca güneşin %99’u hidrojen ve helyumdan oluşuyor. Jüpiter ve daha ötedeki gezegenlerde de hidrojen ile helyum elementleri hayli yoğun. Bu bilgiye dayanılarak ortaya çıkarılan bir diğer teoriye göre; güneşi çevreleyen bir yassı elipsimsi disk, eski zamanlarda yapısı güneş ile aynı olan bir yığındı. Astronomide “protoplanet” denilen bu tür yığınlar daha sonra bir başka evreye girdi. Ağır parçalar merkezde toplandı ve gezegenin çekirdeğini oluşturdu. Çevrelerinde de birer atmosfer oluştu.
Hodllanda asıllı Gerard P. Kuiper 1940’lı yıllarda bu teoriyi bir adım daha ileri götürdü. Ona göre; protoplanetler daha güneşin ilk kez sıkışıp dev bir küre oluşturması sırasında oluşmuştu. Sonradan güneş çevreye enerji göndermeye başlayınca, radyasyon basıncı protoplanetlerin yüzeyindeki atmosferi süpürüp götürdü. Gezegenler, kuyruklu yıldızlara benzer bir dönem geçirdikten sonra, atmosferleri tümüyle uzaya dağıldı. Ancak bu süreç henüz tamamlanmış değildir; güneşe en yakın olan iki gezegende hemen hemen bitmiş, diğerlerinde devam etmektedir. Zaten bu yüzden dünya atmosferini zaman içinde yitiriyor. Ancak bu olay bizim “zaman” kavramımız uyarınca öyle ağır yürüyor ki, biz onun farkına pek az varabiliyoruz.
Nitekim bu teori matematikçilerce işlenip doğrulanınca, her bir gezegenin güneşe olan uzaklığının niçin öyle olduğu da açıklığa kavuştu.
Sol dizgesinin oluşumuna ilişkin bu teori, günümüzün bilim adamlarınca da benimseniyor; ayrıntılarda yer yer değişiklikler yapılmış durumda. Fakat bakarsınız gelecekte bu teorinin de yanlış olduğu kanıtlanır.