Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: BİLİM ve DİN -4  (Okunma sayısı 7116 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 31, 2009, 10:35:54 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Yaratıcının Küçümsenmesi

Evrim teorisine karşı çıkılmasının diğer bir nedeni de, evrimle insanın var edilmesinin, Yaratıcı’nın küçümsemesi şeklinde algılanmasıdır. Oysaki evrimsel oluş çok basit değildir. Milyonlarca yıl süren bir plan, devam eden ardışık aşamalar, her aşamada kazanılan daha değişik ve üstün yetiler. Kendi içinde çok karmaşaları vardır ve ayrıntısı ile bakıldığında, bilinçli insanın böyle bir aşama sonrası oluşması bilimsel açıdan da açıklanması zor mucizedir. Bilimin öne sürdüğü “basamaklı evrimsel oluş”un ya da dindarların öne sürdüğü “Tanrı tarafından pat diye insanın” yaratılmasının hangisinin daha büyük mucize olduğuna karar vermek insan için mümkün müdür? “Ol” denilerek birden var olma ya da basamaklı bir biçimde evrim geçirtilerek var olma. Bilim için “pat” diye var olma imkansızdır. Bilim bir şeyleri anlamak ve açıklamak için diğer doğa örneklerine de bakar.

Bilimin gördüğü örneklerde, en azından canlısal düzeyde, pat diye var olmak yoktur. Bu nedenle pat diye Tanrı yaratısını kabul etmez. Oysa ki, dinsel bakış açısından hem pat diye bir anda hem de basamaklı/aşamalı var oluş dine uygundur. Her ikisi de Yaratıcı için kolaydır. Çatışma noktası, bir anda insanın var edilmesidir. Am diğer yandan, mademki Yaratıcı’nın gücü her şeye yeter, evrimsel oluşa da yeter demektir bu. Birini ya da diğerini seçme O’nu küçültmez:

Ankebut 19. Hiç görmediler mi, Allah, yaratmayı nasıl başlatıyor, sonra onu yeni baştan yapıyor. Kuşkusuz bu, Allah için çok kolaydır.

Tanrının Kendi Kuralları ve Zamanı

Dini bakışla, yaratan varlık, bizim içinde bulunduğumuz evreni 4-boyutlu olarak var etmiştir. Bilimin bakış açsı da aynıdır ve bilime göre dört boyutlu evrenin kurallarına göre, evrendeki her gelişme-dönüşme ve oluş, belli bir süreç ve kurallara göre ortaya çıkar. Bu kurallara doğa kanunları denir. Bu kanunların ortaya konulması, anlaşılması ve dillendirilmesine de bilim denir. Evrenimizin Büyük Patlama (Big Bang) ile ortaya çıkması böyle bir süreçtir ve bu insanoğlunun saatine göre 13.7 milyar yıl önce gerçekleşmiştir. Anne karnında bir yumurta ve spermden oluşmamız, gebelik süresince yaşanan gelişme de böyle bir süreçtir. Bir tohumun toprağa atılıp, ondan bir elma veren ağaç oluşması da böyle bir süreçtir. Basamaklı, belli aşamalara tabi, belli kurallara tabi... Bu basamaklı oluş evrenin oluşumundan tutun da buğdayın oluşumuna kadar aslında aynı kurallarla sınırlıdır. Ancak bu “olma” ve “oluş” zamansız olan Yaratan açısından “hemen/an/lahza” kadar kısa olsa da insanoğlunun hesaplarına göre uzun bir süreçtir. Tanrı zamanı iel insan zamanındaki bu farklılıklar, hem Kur’an-ı Kerim’de (Mearic 4, Secde 5. ayetler) hem de İncil’de vurgulanır. Bilimin görelilik teorisine göre zaman izafidir. Bu konuda konuşan bilim, Tanrının zamanı hakkında konuşamadığından evrimin basamaklı ve zaman içerisinde oluşu ile Tanrının “Ol” demesi ile olma arasında kopukluk oluşur. Yaratıcı görüşü kabul edersek, başlangıç kararı üstün bir varlığın “ol” demesi ile başlamış olabilir:

Meryem 35: ...Bir iş ve oluşa karar verdi mi, ona sadece "ol!" der, o hemen oluverir.

Mümin 68. O O'dur ki, hem hayat veriyor, hem öldürüyor. Bir iş ve oluşa hükmedince, ona sadece "Ol!" der; o hemen oluverir.

Aynı Evrim, Farklı Kabuller

Bizim made evrenimizin, bugünkü duruma gelmesi için 13.7 milyar yıllık bir süreç, dönüşüm, değişim veya kısaca evrim ile gerçekleşmiştir. Evrenin bu evrimi, basamaklardan oluşur. Her basamağı ayrı değişim ve dönüşümdür. Bu süre, yani 13.7 milyar yıl biz insanların, 4-boyutlu evrenimizdeki zaman anlayışının ifadesidir. Doğa kanunlarından çıkardığımız bir bilimsel veridir. Buna göre başlangıçta, ne olduğu tam bilinmeyen “bir şey”den evrenimiz ortaya çıktı. Önce atom altı parçacıklar, sonra atomlar, sonra moleküller, sonra gaz bulutları, yıldızlar-galaksiler, galaksi kümeleri ve ardından da gezegenler evrimleşti. Genelde Büyük Patlama ile oluş olarak bilinir. Bu bilimin bir kabulü ve bilgisidir. Bilim bu teorisini kanıtlarla ortaya koyarken Tanrı’yı hiç işin içine sokmaz. Ama Büyük Patlamdanın da nasıl kendiliğinden başladığı konusunda, Tanrı olmadan yanıtlar aramaya devam eder.

Bu aşamalı evren oluşumu ya da evrimi, Yaratıcı görüşe inananlar tarafından, bir Yaratıcın’nın varlığı için önemli bir kanıt olarak kabul edildi ve adeta üzerine atlandı. Tanrı vardı ve Evreni büyük patlama ile yaratmıştı. Oluşan büyük patlama ardından basamaklı olarak evren, evrimleşerek bugünkü durumunu almıştı ve en sonunda da biz insanlar ortaya çıkmıştık. Büyük patlamanın olması, adında “büyük” kelimesini içermesinden mi bilinmez, Yaratılış yanlılarınca büyük bir samimiyetle kabul edilir. Yani, evrene bir başlangıç koymak ve ardından evrimsel oluşması Tanrı’yı küçültmez!

Diğer yandan, büyük patlamanın bir aşaması olan, 6 milyar yılda evrimleşen Dünya’mızın üzerinde ortaya çıkan insan ve diğer türler için zamansal dönüşüm ya da biyolojik evrim kabul edilmez. Çünkü bu teori Tanrı’yı küçümser. Ya da “Ol!” deme ile oluşa göre 3-5 milyon yıl uzundur. Evren için 13.7 milyar yıllık evrimsel oluşa evet ama insanın 3-5 milyon yıllık evrimsel oluşumuna hayır! Çünkü, sonsuz, ucu bucağı olamayan dev evrenimizin aşamalı oluşumunu Tanrı’ya yakıştırırız ama küçük evren insanı yakıştırmayız. Her ikisini terazi kefesine koyarak kim karar veriyor, birinin diğerinden daha karmaşık olduğuna. Bugün biliyoruz ki “bir sivri sineğin yapısı bir yıldızdan daha karmaşıktır”. Sivri sineğin oluşumunu mu Tanrı kanıtı olarak öne sürmek daha iyidir yoksa bir yıldız ve galaksi kümesinin büyük patlama ile oluşumunu mu? Bugünün modern dindarları, sadece evrenin büyük patlama ile oluşumunu kanıt olarak almaktadırlar. Bu kendi içinde bir çeklişkidir.

Bilimin büyük patlamasının üzerine atlayan modern dindarlar, bilimin sürekli bir değişim içinde olduğunu ve yarın büyük patlamayı da dışlayan başka bir teori ortaya çıkabileceğini bilmelidirler. Günümüzde bile, aslında büyük patlamanın olmadığını, elde edilen büyük patlama verilerinin yanlış yorumlanmasının sonucu olarak büyük patlama teorisine ulaşıldığını öne süren ciddi bilim insanları vardır. Hee ne olursa olsun, bir büyük patlama evrimini kabul edip, insan evrimini kabul etmemek iki yüzlülüktür. Özellikle, Kur’an-ı Keri’i okuan birisi için şu ayeti anlamaktır:

Fatır 43: “Onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda/yönteminde asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda/yönteminde kesinlikle bir sapma da bulamazsın”

Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ocak 04, 2010, 03:36:21 ös
Yanıtla #1
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Yaratıcı’nın gücü her şeye yeter… Doğru!... Eğer o Yaratıcı ise öyledir. Ancak eğer bu yarattığı bu fiziksel ortamda ve evrenin bu boyutunda oluşmuşsa, o zaman bu fiziksel ortamın ve evrenin bu boyutunun fiziksel oluşum kurallarına göre yaratılmış demektir.

Bu bağlamda bu evrende ve bu boyutta hâlâ fantastik olarak nitelenen, başka varlıklar ve başka yaşamlar konusu gündeme girer. Böyle bir varsayıma göre ise, insan Tanrı tarafından bir başka evrende ve bir başka boyutta yaratılıp, sonra yeryüzüne indirilmiş olabilir. Bu düşünce tarzı teist nitelikli dinlere aykırı düşmez. Ancak bu bağlamda bilim din ile çatışacak olursa, dinden, öteki canlıların hatta cansız varlıkların nasıl yaratılmış olduğunu da açıklamasını ister. Gerçi bunun açıklaması vardır: İlk 6 gün… Fakat o ilk 6 gün bizim anladığımız tarzda 6 gün değil, 6 evredir. Dolayısıyla pat diye yaratma değil, evrenin işleyiş düzeni içinde bir süreç ile yaratmadır. Bu kez de madem öyledir; o zaman başka bir boyuttan getirilme düşünüsü yine çöker çünkü o süreçte insan da doğal olarak yerini alır.

Büyük patlama konusu da henüz bir varsayımdır. Bu bağlamda bilimin ille de beceriksiz sayılması, bilimin geçmişine hiç bakmamak, sadece bugününü değerlendirmektir. Bilim geçmişte de doğaya ve insana ilişkin birçok soruya yanıt veremiyor, din karşısında bocalıyordu. Bugün eskiden yanıt veremediği birçok konuyu yanıtlayabilmektedir; bu nedenle de şimdi bocalama konusu dine gelmiştir. Eğer din kendisini yenileyemezse bocalaması devam edecektir. Çünkü uzun yıllardan beri evrimsel gelişim sadece bilimdedir; din olduğu yerde sayıp durmaktadır. Ola ki yakın bir gelecekte şimdilik tam bir betimlemesini yapamadığı büyük patlama konusunda da göreli bir sonuca ulaşır. O zaman dinin kara kara düşünmesi gerekebilir.

Bence sorun şurada düğümleniyor: Kimi bilim adamları bu bağlamda yanılgıya düşmekte olsa bile, aslında bilim hiçbir zaman ortaya koyduğu neden-sonuç ilişkilerini ve bilimsel yasaları noktalamıyor; tümcenin sonuna noktalı virgül koyarak değişimine olanak tanıyor. Bu yüzden açıklamasının sonuna kesin ve değişmez nokta koyan din tarafından yetersiz hatta yanlış olarak nitelenebiliyor. Ancak yetersiz kalmaya kendi kendini tutsak ediyor din… Bundan kendini sıyırabilse, belki barış sağlanır.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ocak 04, 2010, 04:12:53 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


"Din"ler aslında yerinde sayıp durmamaktadır.Keşke dursaydı...Aksine hergeçengün geriye gidiyor.

Budurum da ilerlemeye devam eden bilimin doldurduğu boşluklara,dinin boşalttığı alanlar ekleniyor.1000 yıl önce dini kuramlara açıklama getiren alimlerle,bugün dini temsil ettiği düşünülen kimi ucubeler arasında uçurumlar var.

İnandığımız dini anlama gayretine düştüğümüz zamanlarda,yüzlerce yıl önce yazılan metinleri irdelediğimizde bugün yüklenmeye çalışılandan çok daha farklı ama birokadarda mantıklı görüşlerle karşılaşıyoruz.Geçmişte dindar bilim adamlarıyla karşılaşmak mümkünken,bugün dini temsil iddiasına düşmüş olanların  içinde bağnaz olmayanını bulmak oldukça zor.

Dinin kendini yenilemesi gerektiği konusunda sayın ADAM'a bu gerekçeler nedeniyle katılıyorum.Bilimin tamamen kesin bulgularla red edebildiği hususların dini çerçevede açıklanabilmesini de rasyonel bulmuyorum.Belki,henüz bilimin cevap veremediği sorulara din içerisinde cevap aramak mümkün olduğu gibi,bilimin kati verilerine de dini yorumlar getirilebilmelidir.

Bunun için de dini kabullere getirilen sınırların tamamen ortadan kaldırılması,geçmişte yapılan yorumların günümüz şartlarına göre yeniden şekillendirilmesi gerekir,diye düşünüyorum.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ocak 04, 2010, 04:22:35 ös
Yanıtla #3
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Ceycet'in deyişleri bu başlık altında yazılanları izleyenleri şaşırtıyor mu acaba?

Şaşırtabilir.

Hatta kimi forum üyeleri yazdıklarına karşı da çıkabilir.

Burada Sayın Ceycet "din" kavramını öyle sıradan değil, çok derin bir anlamda alıyor bence. Buna dikkat etmek gerekir.

Bu arada teist nitelikli dinler arasında Hıristiyanlık'ta son zamanlarda biraz ilerleme olduğunu kabul edebiliriz.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ocak 04, 2010, 06:11:26 ös
Yanıtla #4

Alıntı
Bence sorun şurada düğümleniyor: Kimi bilim adamları bu bağlamda yanılgıya düşmekte olsa bile, aslında bilim hiçbir zaman ortaya koyduğu neden-sonuç ilişkilerini ve bilimsel yasaları noktalamıyor; tümcenin sonuna noktalı virgül koyarak değişimine olanak tanıyor. Bu yüzden açıklamasının sonuna kesin ve değişmez nokta koyan din tarafından yetersiz hatta yanlış olarak nitelenebiliyor. Ancak yetersiz kalmaya kendi kendini tutsak ediyor din… Bundan kendini sıyırabilse, belki barış sağlanır.

İnsanın kesin bilgilenme yolu birdir. Bunun adına tümevarım denir.

Sayın ADAM, bilginin "evrimsel" bir süreçle işlediğini söylemiş. Bunu eğer "sürekli bir yapının üstüne koyarak, kademeli ilerleme" şeklinde algılarsak, yanılırız. Çünkü "tümevarım" dediğimiz şey de mantıken zorunlu bir doğru değildir. Bunu en iyi David Hume açıklamıştır. Yarın güneşin doğacağını alışkanlıklarımız sonucu biliriz. Bu konuda mantıklı düşünüldüğünde kesin bir doğrumuz yoktur. Tüm fiziksel sistemin 4 temel kuvvet prensibiyle çalışıyor olduğunu düşünürüz. Yarın galakside meydana gelecek bir değişiklik, bu 4 temel kuvvete öyle etki edebilir ki, yarın güneş doğmayabilir.

"Hadi canım o kadar da olmaz" Evet. Hume de öyle diyor. Ve bunun adına "sağduyu" diyor. Sağduyu, bir beklentidir. O beklentinin rasyonel olmasını bilim, bundan öncekileri gözleyerek ve genelleyerek sağlamıştır. Yani yarına dair bilgimiz, geçmişteki gözlemlerimizin sağlamlığına bağlıdır.

Bu noktada "ben bilime inanıyorum" demek anlamsızdır. İnsan eğer yolunu bilimle çizmek istiyorsa, hiçbir şeye inanmaması, bu konuda agnostik olması, ve tüm inanç sorunlarını şüpheli, üzerinde düşünülmeyecek saçmalar olarak görmesi gerekir.

Ancak "ben bilime inanıyorum" demek, özünde din yerine başka bir metafizik sistemi ikame etmek demektir. İnsan eğer şüphe duyuyorsa, hiçbir şeye inanmaması gereklidir. Güvenebileceği şeylerden bahsedebiliriz, bu da çok basit anlamda "nedensellik"tir.

"bilime inanıyorum" deyip, dini inançları bu söylemle bertaraf etmek de bu yüzden sağlıklı değildir. Dini inanç, zaten inananının tam olarak "ne" olduğunu az çok bildiği, sıradışı iddialardır.

Bu iddialar, mantığımızla bağdaşıyorsa, biz bir şeyleri mümkün görüyorsak, o zaman o inanç bir yere oturur.

Mesela ben hayatımda Allah'ı tecrübe edemedim. Bir mucizeye de şahit olmadım (hoş, böyle bir şeyi görürsem de - her ne kadar inançlı biri de olsam- kendimden şüphe ederim. Ben etmezsem zaten psikiyatri benden şüphe eder). Ama dini inancın nedensellik zinciri içinde çıkmamış olduğunu, bunun bir vahiy ile, zaten kavram itibarıyla dışsal bir kaynaktan gelen bir şey olduğunu bilerek buna inanıyorum. Bu noktada -tıpkı bilimdeki gibi - gözlemlerim de bana yardımcı oluyor.

Ben de bir ateistin algılarıyla duyumsuyorum. Ben de görüyorum, işitiyorum, dokunuyorum, ölçüyorum. Ben de öğrenme denen şeyin, önce "nedenselliğin mantığını" kavramak olduğunu biliyorum. Fakat -burası önemli- salt nedensellikle yetinmiyorum. Nedenselliği yorumlayan aklım, bana bütün bu sistemin kendi başına olamayacağını, bir başlangıcının bulunması gerektiğini düşündürüyor. Bu noktada dini inançların da şahsım adına incelenmesi gereken şeyler olduğunu düşünüyorum. Fakat şunu yapmıyorum; herkesin benim gibi düşünmesi gerektiğini iddia etmiyorum. Benim gibi düşünmeyenleri engizisyon mahkemesi yargıcı gibi yakmak istemiyorum. Nedensellik ile (bilim ile) yetinemememe neden olan şey, benim kendi aklım; kendi subjektif yorumum. Bu da sadece beni ilgilendiriyor.

Ancak bu yorum, bilimin sınırlarını aşmıyor. Sadece onun üzerine bir anlam yüklüyor. Bu anlam, benim bilimi "şeytan işi" görmeme neden olacak derecede keskinleşmiyor. Yorumum, bilimi adeta asılsız, önemsiz, boş iş vb. gibi görmeme yetekcek kadar SUBJEKTİFLEŞMİYOR. Onu bozmuyor, tahrif etmiyor. Öyle ki, benim algılarıma yüklediğim yorumum da benim bilim yapmamı ve yapanı desteklememi söylüyor. Laboratuara girince, bir hastalığın hangi mikroptan kaynaklanmış olabileceğini öğrenmek için bana gönderilmiş olan biyopsi parçasına "zaten herkes ölecek bunlar boş iş, Allah böyle takdir etmiş" dememe neden olmuyor. Dini inanç, bilimin nedensellik ilkesini kesinlikle bir tarafa koymuyor. Onu kapsıyor, ve o nedensellik kümesine, o bilim kümesine dışarıdan dantelle bir yorum getiriyor.

Kiminin yorumu ise "yorumsuzluk" oluyor. Böyle bir yorumu gerek görmüyor. Çünkü evrene ve nedenselliğe baktığında, maddenin başlangıcı ve sonu, nedensellik zinciririnin neden böyle işlediği vb. gibi sorular onu meraklandırmıyor. Onun ilgisini çekmiyor. O halde o kişinin yorumu "bu sistemi görünce meraklanmama" oluyor. Benim inanan olarak ondan tek farkım "bu sistemi görünce meraklanmak" oluyor.

Bu da benim onunla aynı olan algılarıma, yorum eklememe neden oluyor.

Aslında "ben bilime inanıyorum" demek bu yüzden sağlıklı durmuyor. Böyle demekle şu denmiş oluyor çünkü ; "ben de aslında bu sisteme, bu evrene, bir merak duyuyorum. Ben de başlangıcı merak ediyorum. Fakat bunun için yine bilime güveniyorum. Bunun için aşkın bir yaratıcıya gerek duymuyorum"

Hata şurada: Zaten o merak duygusunu insanda uyandıran şey, "bir imkansızlığın nasıl olup da olduğu", "nasıl olup da maddenin var olabildiği" ve "nasıl olup da, bu maddenin var olmakla kalmayıp, kendi içinde bir çok düzeni, canlılığı ve eleştirel aklı vb." ortaya çıkarabildiği. Fakat başa dönersek bu merakın özü "nasıl olup da maddenin var olabildiği"dir.

Bu noktada maddenin nasıl madde olduğunu bilimin eninde sonunda çözeceğine dair bir inanç duyulmuş olur. Fakat bu inanç da aslında

1. Maddenin, madde olarak ilk varoluşunu incelemeyi amaçladığı için çelişkilidir. Çünkü madde, tekrar madde araçları kullanılarak madde öncesi durumları gözlenemez. (CERN laboratuarında bu yüzden big bang öncesi değil, big bangdan hemen sonraki durum incelenebilir). Yani böyle bir şeyi söylemek, "ben ileride maddenin özünü bulacağım, o bulduğum özün de nereden geldiğini bulacağım, sonra bir yere geleceğim ki o öz de yoktan var olmuş olabiliyor olsun" demek olduğundan çelişkilidir.
2. Bu yüzden metafiziksel bir inançtır. Bu, inananla aynı kapıya çıkmak demektir.
3. Metafiziksel bir inanç olmasına rağmen, metafiziksel olduğunu reddeder.
4. Bunu düşünebilip, tanrı varlığını baştan red ettiği için de ön yargılıdır.

Bu yüzden "ben bilime inanıyorum" demek hatalıdır. Doğrusu, "ben bu konuda bir merak duymuyorum, her şey bana olağan geliyor, bu sistemde bir sıradışılık göremiyorum. Başlangıç ve son kavramlarını, var olmak kavramlarını anlayamıyorum" demektir. O da eğer samimiyetle öyle düşünüyorsa. Ben bu son söylediğime aklımı bir türlü ikna edemediğim için dine ve tanrı varlığına meşruiyet sağlıyorum. Bu yüzden inanıyorum.


« Son Düzenleme: Ocak 04, 2010, 06:20:26 ös Gönderen: popperist »
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ocak 04, 2010, 06:36:43 ös
Yanıtla #5

Bir husus var; Yukarıda sürekli "din" demişim. Doğrusu "tanrı varlığı" olacaktı. Çünkü bu süreç sadece teizme gider. Teizmden dini çıkarmak ayrı bir şey.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ocak 04, 2010, 06:46:55 ös
Yanıtla #6
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Popperist'in bu başlık altında dediklerinin büyük bölümüne, hem de çok biyük bir bölümüne katılırım.

Bunun gerekçesi de pek ilginç ya da olağan: Birçok bakımdan Sayın Popperist ile aynı paraleldeyiz.

Anca iki nokta var: Birincisi şu "inanıyorum" deyişi. Bu aslında bir ağız alışkanlığıdır ve kör gözle, öyle olduğu söylendiği için kabullenip benimsemek anlamında kullanılmayabilir de. Sayın Popperist'in dediğince belki bunun yerine "güveniyorum" demek daha doğru olur. Belki daha açıklayıcı bir tarzda denilebilir ne denilmek isteniyorsa. Bu fiilin biraz tehlikeli ve yanlış anlamaya yol açabileceğine katılıyorum. İnanç bağlantısı olmaksızın kullanmamaya dikkat etmekte yarar var. Ancaük insan her zaman alışkanlığını gideremeyebiliyor ya da düşündüğünü aktarmakta güçlük çekesbiliyor hatta farklı bir anlama çekilebileceğini düşünemeyebiliyor.

İkinci nokta da şu Ateizm (tanrı tanımazlık) ile bağlantılı. Eğer tanımazlık boyutunda kalsa iyi. İnsan bilmediği, tanımadığı bir kavram üzerinde düşünce üretemez.  Bilimsel bakımdan olsa yine iyi çünkü bilim bugün için Tanrı'nın varlığını ve gücünü tanıtlayamamıştır. Fakat bilim bunun tersini de tanıtlayamamıştır. Zaten öylesini de öteki türlüsünü de tanıtlamak bilimin ilgi alanı kapsamı dışındadır.  Ancak ateizm, teizmin karşıtıdır. Dolayısıyla bir bakıma Tanrı'nın yokluğunu savunur. Oysa bince tanrı'nın yokluğunu savunmak varlığını savunmaktan daha zordur; bu da bilimsel olarak tanıtlanamaz; dolayısıyla bu da bir inançtır, bir dogma olur.

Sanırım felsefede bir eksiğimiz var. Bir de "deizm" (neden tanrıcılık) akımı söz konusu. Oysa günümüze dek Adeizm diye bir akım çıkmadı. Belki çıkmıştır da ben bilmiyorum. Deizm, tümüyle değilse de Tanrı'nın bilimsel bilgiye dayanarak algılanmasına daha çok olanak verir.  Her ne kadar konu dışında kalıyorsa da bu forumun niteliği uyarınca şunu eklemek isterim: Masonluğun bu konuya yaklaşımı başlangıcında deist idi; sonra teizmin büyük ölçüde etkisi altında kaldı. Dolayısıyla hani günümüzde gelenekçi ve özgürlükçü diye iki Masonluk kanadından söz ediyorsak, bunlardan birini teist, diğerini deist olarak nitelemek olanağı vardır. Gerçi o iki kanat arasındaki fark bu kadarla bitmez ama salt idealist (düşünceci) açıdan bakıldığında bunun böyle olduğu söylenebilir.

Sevgiler.

  


      

  
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ocak 04, 2010, 06:53:37 ös
Yanıtla #7
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Popperist ile eş zamanlı yazdık.

Zaten "din" denilince çoğu kez yanlış anlamıyor muyuz? Kimisi dini "inanç" ya da "inan" kavramıyla özdeş tutuyor.  Kimisi "tanrı varlığı" ya da Tanrı kavramıyla bağlantılı her düşünüyü "din" kavramı içinde eritiyor. Bu nedenle iletişim noksanı oluyor. Aynı şey "bilim" kavramı için de geçerli.

Ben bu bağlamda Sayın popperist ile kolay anlaşırım çünkü kavramlar üzerinde uyuşmazlığa düşeceğimizi sanmıyorum. Düşersek, hemen bir tanımlamaya girişir, uyuşmazlığı gideririz. Bunu Sayın ceycet ile de çok kolay yapabiliriz. Forum üyelerinden birkaç sayın daha var şu geçen aylar içinde bu bağlamda uyuşabildiğimizi anlamış olduğum; ancak kimi üyelerle uyuşamadığımızı da biliyorum. Bu nedenle de yinelemeler yapmak zorunda kalıyoruz.


Sevgiler. 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ocak 04, 2010, 06:58:00 ös
Yanıtla #8

Evet şimdi Sayın ADAM'ın yazdıklarını okuyunca yine yanlış yaptığımı anladım.

Yukarıda "teizm" demişim, fakat o "deizm" olacaktı.

Aynı şekilde "ateizm" de "tanrı tanımazlık" değil, "teistik tanrının olmadığını" savunmaktır.

Bir ateist, deist olabilir. Burada bir çelişki yoktur. Yani tanrı varlığına inanabilir, fakat bu tanrıyı İbrahimi dinlerin veya herhangi bir dinin tanımladığı tanrı şekline sokmaz.

Bunları hatırlattığı için kendisine çok teşekkür ediyorum.

Saygılar.

(Bir parantez açıp konuyla ilgisiz bir şey söylemek istiyorum. İslam inancını daha iyi bildiğim için, İslam'dan söz edeceğim. İslam'da, o kadar pratik önemi olan konu varken, bazı kavramlara abartılacak kadar üstünlük biçilir; örneğin İhlas suresindeki "tevhid" inancı, Kuran'ın 3 de 1 i olduğu söylenir. Yine Şehadet kelimesi de öyle. Yani aslınd İslam'ın da, insanın ilk yol olarak "deizm"i bilmesi isteniyor.

Bu noktada Hristiyanlık için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Hristiyanlığın deizm anlayışında Teslis olduğu için, bir Hristiyan, deizmi tartışırken ve bunu dine uydururken, bir müslüman kadar tereddütsüz davranamıyor.)
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ocak 14, 2010, 07:21:41 ös
Yanıtla #9
  • Ziyaretçi

hayır efendim,
bu yaklaşıma ben bireysel olarak katılmıyorum, evrim teorisi'ne dinsel olarak karşı çıkılmasının sebebi "yaratıcının küçümsenmesi" değildir.

bir kere, evrim teorisi (Darwinci anlayış) ile ilgili dinsel bir kaynak yoktur,
ikincisi, tüm dinlerde insan kutsaldır, ölüsü dahi kutsaldır ki, başka bir canlıya mezar yapılıp korunmaz,
üçüncüsü, bu hala bir "teori"dir. bilimsel bir "kanun" değildir. yani kanuna ulaşmak için varsayılan bilimsel yaklaşımdır. bugün böyle iken, yarın pekala değişebilir.
dördüncüsü, Popper'cı bilimsel kuram yaklaşımına göre "Yanlışlanamadığından" da bilimsel bir kuram olamaz.

bütün bunları üstüste koyduğumuzda, teori hala bilimsel olarak ispatlanabilmiş değilken, buna bir "kanun" muş gibi bakmak hiç mi hiç bilimsel ve dinsel açıdan doğru değil.

kaldı ki, Allah, bir an'da da yaratır, 1 günde de 6 günde de, yine bu milyarlarca yaşındaki evrende her an ve her daim yaratmalar devam etmektedir.

saygılarımla...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3486 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 10, 2007, 11:55:17 ös
Gönderen: Supeluta
0 Yanıt
2556 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 28, 2007, 01:47:42 öö
Gönderen: shemuel
14 Yanıt
7319 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 01, 2010, 06:28:35 ös
Gönderen: ceycet
4 Yanıt
3470 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 02, 2010, 03:49:44 ös
Gönderen: Prenses Isabella
6 Yanıt
4426 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 14, 2010, 07:23:47 ös
Gönderen: murat tanhu
5 Yanıt
4457 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 14, 2010, 07:13:59 ös
Gönderen: murat tanhu
0 Yanıt
4474 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 03, 2012, 02:04:32 ös
Gönderen: karahan
8 Yanıt
6708 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 09, 2012, 07:25:19 ös
Gönderen: asimov
40 Yanıt
18326 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 24, 2014, 12:45:33 ös
Gönderen: yihaak