Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: CONSTANTINUS NASIL BİR İMPARATORDU?  (Okunma sayısı 4126 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 31, 2009, 06:13:01 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Constantinus’un geldiği Flavius ailesinin saltanat döneminde Hıristiyanlar hızla çoğaldıysa da, imparatorluğun bazı büyük kentlerinde, -örneğin İskenderiye’de- Kilise’nin kazandığı gönenci çekemeyen ve tiyatrolarında ilâhiyat sorunlarıyla alay eden kalabalık ve güçlü bir “inançsızlar” topluluğu da varlığını korudu. Hıristiyan kentleri arasında Constantinopolis (İstanbul), putatapar tapınaklarının hiç yer almadığı “kirlenmemiş” tek kent olma özelliğini edindi.

Constantinus, ölümünden önce imparatorluğu 3 oğlu arasında pay etti. Büyük oğlu 2. Constantinus (Genç Konstantin), 337-340 yılları arasında iktidarda kaldı; kardeşi Constans ile giriştiği taht kavgası sonunda öldürüldü. Tahtın diğer ortağı 2. Constantius ise Ariusçuluk inancının yandaşı olmasıyla tanındı ve eceliyle ölen ender imparatorlardan biri oldu. Kardeşlerin en küçüğü olan Constans, ağabeyi 2. Constantinus’u öldürtmesinin yanı sıra, Ariusçuluk karşıtı Athanasius’un kurduğu mezhebi kabul etmesiyle tarihe geçti. O da bir komplo sonucunda öldürüldü.

Aydınlanma Çağı yazarları, Roma İmparatorluğu’nun gerileyiş nedenleri arasında Paganizm inancını tümüyle kaldıran, halkların büyük bir bölümünü rahipsiz, tapınaksız ve genel bir dinden yoksun bırakan Constantinus’u da sorumlu tutar. Buna karşı çıkan Hıristiyanlık yandaşı yazar ve araştırmacılar ise, imparatorun, eski dinlerini sürdüren Romalılara seslenmek üzere yazdığı bir mektubu ortaya koyarlar.

Bu mektubunda Constantinus, tüm Romalı yurttaşların tıpkı kendisi gibi yapmalarını, yeni dini kabul etmelerini önermiştir. Ne var ki, göksel ışığa karşı körü körüne direnenler olursa, sahte tanrıların tapınaklarında kendi inançlarını koruyarak ve dinlerini huzur içinde sürdürebileceklerini de eklemiştir. Bir diğer deyişle Constantinus, putataparlara karşı ılımlı davranma taktiğini seçerek, bu inancın artık eskimiş, yıpranmış, dengesini yitirmiş olan yapısını yavaş yavaş ortadan kaldırma yolunu tutmuştur. Tanrılara tapma eyleminde aşırılığa kaçan uygulamaları yasaklama yoluna da gitmiştir. Nil boyunca uzanan, erkek erkeğe ilişki kurulan kadınsı rahiplerin tapınakları ile, Venüs’e saygı gösterisi adı altında her türlü sapık cinsel ilişkilerin sürdürüldüğü Fenike tapınaklarını yıktırmıştır.

Şimdi sormak gerekiyor: «Constantinus gerçekten de toleranslı bir imparator muydu, yoksa kendi çıkarını gözeterek belli bir ölçüde toleranslı gibi bir tutum mu takınmıştı?

Ortaya böyle bir suru atılınca, Roma İmparatorluğu’nun parçalanmasını bir yana bırakalım da, Constantinus’un kişiliğine biraz daha yakından göz gezdirelim.

Constantinus’un din değiştirmesi, Hıristiyanlık ve dünya tarihinde önemli bir dönemeç yaratmıştı.

Peki ama bu nasıl ve neden olmuştu?

Önceleri Nicomedia’da hitabet dersleri veren, daha sonra da imparatorluk sarayının bir üyesi gibi itibar gören Lactantius, Constantinus’un tahta çıkışının daha ilk günlerinden başlayarak tek ve gerçek Tanrı’ya inanç getiren bir “Galya Hükümdarı Constantinus” tanımlaması yapar.

Tarihçi Eusebius, Constantinus’un inanca ermesinin nedeni olarak İtalya seferine hazırlandığı sırada gökyüzünde gördüğü mucize simgesini gösterir.

Bir başka tarihçi olan Zosimos’a göre ise, Constantinus, Roma’nın ve atalarının tanrılarından vazgeçmeden önce elini büyük oğlu Crispus’un kanına bulamış, bu günahın kefaretini ödemek için de Hıristiyanlığı seçmiştir.

Kimi Kilise tarihçilerinin anlattıklarına bakılırsa; Hıristiyan imparatorların ilki olan Constantinus, bu ada ancak ölürken yaraşır olmuştur. Ölümünden kısa bir süre önce papazın elleri bedeni üstüne konup, vaftiz töreninden geçirilmiştir.

Görüyoruz ki hem tarihsel olarak  hem gerekçe bakımından birbirleriyle çelişkili söylemler var.

Aslında Constantinus’un Hıristiyanlığı üzerinde konuşurken çok ihtiyatlı olmak, kesin bir dil kullanmaktan kaçınmak gerekir. Ancak öyle yapılacak olursa, onun önce kendisini Kilise’nin koruyucusu, sonunda da bu dini kabul etmiş olarak ilan etmeye götüren yavaş ve belli belirsiz bir evrim süreci hakkında kanı elde edilebilir.

İsa’nın tanrısal kudretini tanıması, onun kutsal bildirgesi ile putataparlık inancının bağdaşamayacağını anlayabilmesi için, önce alışkanlıklarından, aldığı eğitimin ona verdiği ön yargılardan sıyrılabileceği bir süreye gereksinmesi vardı. Kişisel duygularını yenmek için katlandığı zahmet, hiç kuşkusuz ona dinini değiştirme olayında dilini tutmayı da öğretmiş olmalıdır.

Constantinus’un saltanat dönemi boyunca Hıristiyan dini ağır bir ilerleyiş ile yayılma göstermiştir. Kimi zaman politik durum ve koşullarla, kimi zaman ihtiyat ya da hükümdarın kaprisi nedenleriyle, bu ilerlemenin geçici duraklamaları da olmuştur. Uyruklarının gerek korku gerekse geleceğe ilişkin umutlarını ustaca tartıp ölçen Constantinus, bakanlarını, onların inanç ve eğilimlerine uyacak biçimde buyruklar vermeye yönlendirmiştir. Bu nedenle zaman zaman tutarsız, ikiyüzlü ama kesinlikle politik eylemlerde bulunulmuştur.

Örneğin aynı yıl içinde, biri “pazar günü”ne dinsel bir saygıyla bakılmasını, diğeri auspicumları (kuşlara bakarak fal açma) yorumlayarak gerekli törenlerin düzenlenmesini isteyen iki buyruk birden yayımlamıştır; biri Hıristiyanlar öbürü Paganlar için... İmparatorun bu iki yönlü tutumu uzun süre böyle sürmüştür. Dolayısıyla hem Hıristiyanlar hem putataparlar, imparatorun tutumunu hayli kaygılı bir dikkatle ama birbirlerinden farklı düşünce ve yargılarla izlemiştir.  Bunlardan her biri, tutkularına ve değişik boş inançlara dalarak, Constantinus’un inancını, saltanatının en parlak ya da en utanç verici dönemi olarak değerlendirmişlerdir.

Constantinus’un söylev ve davranışlarında öteden beri yer yer Hıristiyan inancının belirtileri görülürse de, neredeyse 40 yaşına gelinceye dek eski dinin inançları ile bağlantılı söz ve davranışlar sergilemekten de geri kalmadığı açıkça bellidir. Bu onun politika tarzıdır. Bir yandan Hıristiyanlara karşı toleranslı bir ortam yaratırken, diğer yandan da çok tanrıcılar için tapınaklar kurmuş, bunları cömertçe donatıp zenginleştirmiştir.

İmparatorluk paralarındaki kabartmalar; Jüpiter, Apollon, Hercules ve Mars’ın simgeleriydi. Constantinus, babası Constantius’un tanrılaştırılmasıyla birlikte “tanrılar kurulu”nu daha da genişletmişti. Güneş tanrısı, Helen ve Roma mitolojisindeki Apollon (Helios), özel bir bağlılık ve hayranlığını çekmişti. Kendini, ışık ve şiir tanrısının simgeleriyle bezenmiş olarak göstermekten hoşlanırdı. Bu tanrının korkunç okları, bakışlarındaki ateş, defne yapraklarından oluşan tacı, ölmez güzelliği ve tüm yetkinlikleri onu sanki bir genç kahramanın koruyucusu için bezemiş gibiydiler. Apollon sunakları çoğu zaman Constantinus’un armağanları ile dolup taşmaktaydı. Saf insanlar, imparatorun koruyucu tanrısının görünen görkemini izlemek onurunu elde ettiğine inanıyor, bunu da uzun ve şanlı bir saltanatın müjdesi sayıyordu. Tüm paganlar, güneşe Constantinus’un yol göstericisi ve koruyucusu olarak tapıyordu. Bu tanrının, sevdiği insana kızacak olursa, nankörlüğü ve günahkârlığının öcünü alacağından kuşku duymuyorlardı.


Labarum


Constantinus’un dindarlığı, tüm başarılarının yanı sıra aşırı kaçışlarını da geçerli kılıyordu.

Hıristiyanlarda kahramanlarının Tanrı tarafından korunduğu kanısını uyandırıyordu. Licinius’un yenilgisi üzerine İmparatorluğun tüm egemenliği Constantinus’a geçince, genelgeler yayımlayarak uyruklarını Hıristiyan dininin kutsal gerçeklerini kabul etmeye özendirdi. Elbette Hıristiyanlar Constantinus’un elde ettiği başarıları Yüce Tanrı’nın buyrukları gereği olarak kazandığı biçiminde yorumlayıp onunla ilgili mucizelerin oluşmasını sağladı. Dine bağlılıklarıyla, aslında insana özgü bilgi ve becerileri bir yana bırakarak, bunların Tanrı’nın istemiyle gerçekleştiği, onun mucizevi yardımlarıyla her şeye kavuşabilecekleri düşüncesini edindiler.

Constantinus, elde ettiği zafer ile Roma’nın kurtuluşunu sağladığını gösteren bir heykeli, altına koydurduğu bir yazıt ile birlikte kentin ortasına diktirmişti. Sağ elinde bir haç taşıyan heykelini diktiği zaman, uyrukları arasındaki putataparların kendince boş inançlarına meydan okumuş oluyordu. Bu simgeyle, ayrıca askerlerinin silahlarını da kutsamaktaydı. Askerlerin zırhlı başlıklarında haç parıldıyordu. Kalkanlarının üzerine haç simgesi kazılmış, sancaklarına da işlenmişti.

Haçın şanını gösteren asıl sancak, dünyanın tüm dillerinde etimolojisi boşuna araştırılan, ne olduğu belirsiz ama Labarum adıyla bilineniydi. Labarum, biri uzun biri kısa olan iki mızrağın haç biçiminde kesişmesinden oluşuyordu. Göndere asılı ipek kumaş üzerinde, zengin biçimde işlenmiş olarak imparator ve oğullarının betimlemesi de yer alıyordu. Mızrağın ucunda, İsa’nın adının harflerinden oluşan gizemli markanın bulunduğu altın bir taç vardı. Christos sözcüğünün ilk iki harfi olan “chi” ile “ro”yu, hem Labarum’un üzerine hem askerlerin başlık ve kalkanlarına işletmişti. Değerleri ve bağlılıkları denenmiş elli muhafız, Labarum’un güvenliğini sağlıyor, bu seçkin görev nedeniyle yüksek ücret alıyorlardı.

İç savaşlar bu kutsal sancağın etkisini ve ondan korkmanın gerektiğini Licinius’a da öğretmişti. Onun ortada görünmesiyle birlikte Constantinus’un askerleri büyük bir coşkuya kapılıyor, yenilmez bir güç kazanıyor, karşılarındakiler ise derin bir korkunun etkisi altında sarsılıyordu.

Constantinus örneğine saygı gösteren sonraki Hıristiyan imparatorlar, haçlı kutsal sancağı tüm savaş seferlerinde kullanmaya başladı. 5. yüzyılda İmparator Theodosius’un ardılları orduların başında bulunmaktan vazgeçtiklerinde, Labarum da kutsal fakat yararsız bir anı olarak Constantinopolis (İstanbul) Sarayı’nda saklı kaldı.

İnançlı minnetleriyle Romalılar, tüm süslemelerini İsa’nın adıyla bezediler. İmparatorluğun geleceğinin güvence altına alınması, orduların şan ve onuru, kamu mutluluğunun sağlanması için tüm askerî ve dinsel armalara bu simge donatıldı.

312 yılından 325 yılına kadar Hıristiyan haçı olarak Labarum kullanıldı. Kutsal topraklara yapılan bir hac ziyareti sonucunda klâsik Latin haçı Hıristiyan simgeleri arasında yerini aldı.


Latin Haçının Hıristiyan Simgeleri Arasına Girmesi


Constantinus’un annesi Helena, oğlundan da önce Hıristiyan olmuş, oğlu imparator (augustos) olduğunda o da augusta olarak ilân edilmişti. 324 yılında torunu Crispus’un idamının acısını unutmak ya da en azından hafifletmek amacıyla, hac için kutsal topraklara yollandı.
 
Kudüs Tapınağı’nın tümüyle yıkılmasının ardından tapınağın bir zamanlar kurulu olduğu tepe sabanla sürülerek tarla haline getirilmişti. Sonraki yıllarda özellikle İsa’nın ölüm ve dirilişinin gerçekleştiği yere, bilerek ya da bilmeyerek bir Venüs Tapınağı yaptırılmıştı. Bu tapınak, yaklaşık 250 yıl sonra Constantinus’un buyruğu ile yıkıldı. Tepe yeniden sürülerek tarla haline getirildi.

Yüce Kurtarıcı’nın mezarının üzerinde olduğu söylenen, tarla olarak sürülmüş bu tepede yapılan kazılar sırasında İsa’nın üzerine çakıldığı haçın bulunduğu haberi, saf ve yaşlı dindar kadını çok heyecanlandırmıştı.

Öykünün bu aşamasında bir an için durarak, bu bağlamda başka türlü anlatımlar yapıldığını da belirtmek gerekir. Bunların kimisinde Helena’nın bu iş için hayli uğraştığı bile öykülenir. Ancak pek bir şey değişmez. Öyle ya da böyle, orada güzel bir düzenek kurulup, Helena’nın “Gerçek Haç” olarak da anılan Kutsal Haç’ın bulunmuş olduğuna inanması sağlanmıştır.

Augusta Helena’yı bir güzel kandırıp, ondan yüklüce bir para kopartmak amacıyla uydurulmuş bu bulgu amacına ulaştı. Bu haçtan çok etkilenen Augusta Helena, Yüce Kurtarıcı’nın gömütünün üzerinde bulunduğu tepeye bir kilise kurulmasını buyurdu. Sonradan adı “Kutsal Mezar Kilisesi” olarak konan bu kilise, tüm Hıristiyanlık tarihi boyunca ziyaret edilen en önemli hac merkezi oldu.

Sözü edilen tahta haç, Kutsal Mezar Kilisesi’nin demirbaşı olarak uzun yıllar sergilendi. Kudüs piskoposu, onun üzerinden çok büyük paralar kazandı. Kutsal yerleri ziyaret ederek hacı olan Hıristiyan gezginler, kilisenin aç gözlü papazlarının para tuzağına düştüler. Papazlar, hacılara kutsal yerler yanında kutsal gereçleri, örneğin İsa’nın el ve ayaklarına çakılan çivileri, üzerine çakıldığı tahta haçı, başına konulan dikenli tacı gösterip, bunun karşılığında para topladılar. Tüm bunların 300 yıldan bu yana bozulmadan nasıl kaldığını soranlara ise, mucizelere bağlanan yanıtlar veriliyordu.

Kutsal Haç’ın koruyucusu olan Kudüs piskoposu, bunun küçük kıymıklarını kutsal emanet olarak hacılara belli bir bedel karşılığında satmaktan da çekinmedi. Parçalar kopartıla kopartıla haçın tükenmesi gerekirken hep var olmasını, haçın yapıldığı ağacın kutsallığına, sürekli olarak kendini yenilediğine bağlayarak bu sorunu da çözmüştü.

Augusta Helena’ya İsa’nın üzerine çakılı olduğu haç diye sunulan bu tahta parçası nedeniyle, haç biçimindeki simge de Hıristiyanlığa iyice yerleşmişti. Öyle ki, bundan böyle her nerede haç simgesi kullanılırsa, Hıristiyan dini anımsanır oldu.

Tehlikeli zamanlarda ve büyük kıyımlarda, haç simgesiyle bedenlerini ve ruhlarını güçlendirmek, Hırıstiyanlarca gelenek haline getirildi. Bu alışkanlık, kilise törenlerinde, yaşamın tüm alanlarında uygulandı. Bundan, her türlü ruhsal ve dünyevi kötülükleri uzaklaştırıcı bir koruyucu olarak yararlanıldı.

Öte yandan unutulmamalı ki, Constantinus 337 yılında ölüm döşeğine düştüğü zaman bile henüz vaftiz edilmemişti.

Demek ki Hıristiyan olduğuna ilişkin söylem de uydurmadır. Sadece Hıristiyanlığı toleransla düzenlemiştir, o kadar...

Ne yazık ki onun düzenlediği Hıristiyanlık, onun düzenlediği gibi kalmadı. Kısa süre içinde kendini parçaladığı gibi resmi dini olarak ilan edilmiş olduğu imparatorluğu da paramparça etti.



Tüm bunların arasında benim en çok dikkatimi çeken, Hıristiyanlık ile Sol Invictus kültünün bağdaştırılmasıdır. Aslında bu konudaki yazıyı bundan birkaç gün önce, en geç 25 Aralık tarihinde yazmış olmalıydım. Denk düşüremedim. Üstelik yeni yıla kaldı. Ancak bu konu aynı zamanda önceki yılın sona irip, yenisinin başlamasıyla da bağlantılı olduğundan hoşgörülebilir sanırım.

Bu forum alanında benim 2009 yılının son gününde yazacaklarım burada bitiyor.

Forumun tüm katılanlarına ve izleyenlerine, 2010 yılı için en iyi dileklerimi iletiyorum.

Sevgiler.
[/b]


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
15 Yanıt
13181 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 29, 2007, 04:10:28 ös
Gönderen: nietzsche
O NASIL BAŞARDI?

Başlatan Ittihatci « 1 2 3 » Mustafa Kemal Ataturk

22 Yanıt
13342 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 06, 2007, 01:58:35 ös
Gönderen: Ittihatci
17 Yanıt
10243 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 10, 2009, 01:49:44 öö
Gönderen: ERDEM
0 Yanıt
2978 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 01, 2008, 03:13:35 ös
Gönderen: poyraz06
0 Yanıt
3365 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 19, 2008, 02:11:35 öö
Gönderen: poyraz06
1 Yanıt
3397 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 16, 2009, 10:17:19 öö
Gönderen: poyraz06
2 Yanıt
3764 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 13, 2009, 06:58:31 ös
Gönderen: MASON
0 Yanıt
7020 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 30, 2009, 11:34:14 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3434 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2010, 05:27:21 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
1845 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 30, 2015, 10:54:28 ös
Gönderen: Tij