Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Turkiye nereye surukleniyor?  (Okunma sayısı 16838 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 22, 2009, 05:21:51 ös
Yanıtla #20
  • Ziyaretçi

Sn.Dino
Siz yoksa butun ahlak erdemi ve demokrasi anlayışını Ataturkçülük olarak tarif edenlerdenmisiniz bu ulkenin Ataturku bilmeyen yurttası yok ki okuyalım nutku işte kurtuluş mucadelesi ve okul hayatımız boyunca okuduklarımız yani derd olan şu bana keşke Ataturkçuluk bizim kurtuluş mucadelemizi veren anlayışta kalsaydı bu kadar çağa karşı durmak kapanmak niye ve bu sözlerimde peşinen yazayım ne tarihe ne Ataturke zerre kadar hakaret vardır.

Ataturkçülük diyerek hala 1940 ların otesine geçememeyi görmuyormusunuz yoksa?

Saygılarımla..


Mart 22, 2009, 05:41:43 ös
Yanıtla #21
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1662

   Bir süre sonra iptal olucaktı o açılan liseler. Dönemin geçmesi,yatışma dönemine girilmesi gibi evrelerden sonra ama tc  islam romantizmini hesaba katmadığı için biranda ortaya farklı sonuçlar çıktı. laiklik tc de herzaman tehlike altında olucaktır ve bunu birkaç köşe yazarı,haber,medya grupları,politikalar,geçmiş tarih gibi şeyler değiştirip,engelleyemeyecektir. Ki; işin ilginç yanı artık karşı tarafında araçları var. günümüz tv lerde,internette gördüğümüz bu olayların daha devamı oluşacaktır. zaten bir ülkede düzeni deviren politika yanlışlığıdır. kişilerin türban takıp oruç tutmasına gerek yok ki?   
   En alt tabakadaki halk öğretileri romantizm,öc alma,devlete kusma gibi eylemlerle düzen yıkıcıların askeri olurlar. humeyni de böyle başa geçmiştir. Tabi bu konumuz değil. Ama basit sorun olarak görmemek gerek bu 80 den sonra güçlenen tarafı.


Komunizm tehdidine karsi alternatif olarak bu okullari acanlarda zerre kadar beyin yokmus kusura bakmayin. Bir tane degil ki bu,binlerce Imam Hatip Okulu aciyorsunuz siz ve bir sure sonra iptal ediveririz diyorsunuz. Boyle bir sey var mi ya, her denize dusen kopek baligina sarilsin o zaman da gorelim bakalim bogulmaktan kurtulduktan sonra kopek baligini oldurmeye muktedir misiniz degil misiniz.?!!  Oyle kolay mi bu isler? Bir sirketi bile oyle hemen kapatabiliyor musunuz? Askerin anca gucu NOKTA DERGISINI kapatmaya yeter. Hem su var, bir seyi kapatmak  acmaktan cok daha zor. Iki okul yapar,yonetmenlik duzenler, yasa yapar ve okul acarsiniz ama kapatirken bunu halkin kabullenebilecegi sekilde sebeplerini izah etmeniz gerekmektedir ki bu Turkiye gibi Islami motifli seylere karsi zaafi olan bir toplumda bunu yapmaniz deveye hendek atlatmak gibidir.  Bunun yanisira hem ekonomimize hem de siyasetin ve demokrasinin cok buyuk yara almasina, hem de birden bu kapanan okullardaki cesitli dini branslarin ogretmenlerinin issiz kalmasina yol aciyor. Kaldiki zaten tamamen de kapatamadilar ve ellerine yuzlerine bulastirdilar. Kesintisiz egitim mecbuiyeti gibi harikulade bir projeye sirf bu okullar uzerinden siyaset yapildigindan sevinemedik bile. Cunku binlerce ogrencimiz yuksek ogrenimden mahrum kaldi. Anca Islam Ilahiyati bolumune girebildi.  Ha evet ne oldu kesintisiz egitim geldi , bir miktar Imam Htiplerin universiteye girmesi engellendi. Fakat bir devlet dusunun ki veya cunta, 10 yasindan 17 yasina kadar olan bu yavrucaklari bir anda yuksek ogrenimden afaroz ediyor. Sozun ozu su ki, toplumun buyuk bir  kismi cehalette ve karanlikta kendi kaderine terk ediliyor.  Ne oluyor bu orta1'den Lise son sinif ogrencisine kadar bu cocuklara  alternatif kaliteli, cagdas egitim sunmak yerine hepsini cahil birakiyorsun bir anda! 11 Yasinda ailesinin yonlendirmesiyle gelmis bir cocugun ne gunahi vardi? Bu cocuklari kendi karanliklarinda birakmak bize yakisti mi? Lutfen elinizi vicdaniniza koyup soyleyin. Lutfen kimse rica ediyorum,  bana ulus devlet, laik devlet edebiyati yapmasin. O zaman ben de derim ki, laik devletin ne isi olur da kollektif,  zincirleme her sehirde 2- ser 3'ser hatta 10'ar dini motifli okullar  aciyor? Ataturk'e bagli olmakla ovunen siyasetcilerin bir 20 yil sonrasini goremeyecek kadar ufku olmayan idareciler olmasi bende TR'nin gelecegi acisindan zerre kadar umit birakmiyor. Biliyorum ayni seyi tekrar etmis oluyorum ancak onlarin zihniyetlerini madem begenmiyoruz ve bu Imam'li ogenencilerin ailelerinin de zihniyetini degistiremeyecegimize gore  hic olmazsa bu okullarin kapisina tamamen kilit vurulsaydi da bu yavrucaklar da normal duz liseye veya ozel kolejlere transfer olsalardi. Her ne kadar Imam Hatiplerin acilmasina karsiysam da Avrupa'da mecburi egitim yasinin  bizim adapte etmemizin tarihi nicin daha 12 yil once oldu anlamis degilim. Ve tabi yukarida vurgulamaya calistigim sey,  kardesim bastan kapatacagin seyi acmayacaksin. Oldureceksen niye doguruyorsun be kadin derler adama!E oyle ya, cocuk belli bir yasa geldi, yurumeyi ogrendi, okumayi ogrendi, yargiyi ogrendi,infazi ogrendi nereye olduruyorsun??? O cocuklar senin oz vataninin evladi, devsirme degil ki? Ailelerin sucunu cocuklardan cikardik ve bu ogrencilere yazik oldu!

Ben buna -murder free soft Nazizim- diyorum.

« Son Düzenleme: Mart 22, 2009, 05:57:40 ös Gönderen: Kirlangic »


Mart 22, 2009, 06:03:36 ös
Yanıtla #22
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1662

Ayrica sunu eklemeyi unuttum. Imam Hatipler olmasaydi bugun Turban romantizmiyle karsi karsiya kalmayacaktik. Imam'li bir basbakanimiz olmayacakti. Imam'li agbilerimizin basortulu es adayi tercihi de  olmayacak ve bayanlarimiz da evde kalmamak icin ortunmeyeceklerdi haliyle. Oyle ya da boyle, bir sekilde bu turban bir idealizm haline getirilmistir. Universitelerin kapisinda protesto eden sakalli, cubbeli, turbanli ogrencilerin kaynagini CUNTA yaratmistir. Elbet gun gelecek bu millet uyanip,  muasir medeniyet seviyesine geldiginde askerden bu okullari nicin actigina dair hesap soracaktir.!!!
« Son Düzenleme: Mart 22, 2009, 06:06:40 ös Gönderen: Kirlangic »


Mart 22, 2009, 06:19:15 ös
Yanıtla #23
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 353
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Dino
Siz yoksa butun ahlak erdemi ve demokrasi anlayışını Ataturkçülük olarak tarif edenlerdenmisiniz bu ulkenin Ataturku bilmeyen yurttası yok ki okuyalım nutku işte kurtuluş mucadelesi ve okul hayatımız boyunca okuduklarımız yani derd olan şu bana keşke Ataturkçuluk bizim kurtuluş mucadelemizi veren anlayışta kalsaydı bu kadar çağa karşı durmak kapanmak niye ve bu sözlerimde peşinen yazayım ne tarihe ne Ataturke zerre kadar hakaret vardır.

Ataturkçülük diyerek hala 1940 ların otesine geçememeyi görmuyormusunuz yoksa?

Saygılarımla..

Siz Ataturk'u anlamamissiniz, ben bir kere daha hatirlatayim: ATATURK ULULARARASI ANLAYIS, ISBIRLIGI, BARIS YOLUNDA CABA
GOSTERMIS USTUN KISI, OLAGANUSTU DEVRIMLER GERCEKLESTIRMIS BIR INKILAPCI, SOMURGECILIK VE YAYILMACILIGA KARSI SAVASAN ILK ONDER, INSAN HAKLARINA SAYGILI, DUNYA BARISININ ONCUSU, BUTUN YASAMI BOYUNCA INSANLAR ARASINDA
RENK, DIL, DIN, IRK AYIRIMI GOSTERMEYEN, ESI OLMAYAN DEVLET ADAMI, TURKIYE CUMHURIYETININ KURUCUSU. Bu metin UNESCO'da uye olan 152 ulkenin de altina imza koydugu bir metindir. Dikkat edin, Ataturk'un emperyalist olmadigini, barisci oldugunu, insan haklarina saygili oldugunu, fasist olmadigini belirtiyor. Batidan ne fayda gelmis bize, bizim icimizdeki cevheri ne zaman gorup onun yolunda yuruyecegiz???
Bakmak yetmez, gormek gerek...


Mart 22, 2009, 06:34:59 ös
Yanıtla #24
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 353
  • Cinsiyet: Bay

Yıl 1922... Kasım ayının 1'i... Büyük önder, büyük devrimci, Türk milletinin başöğretmeni ve dünya ülkelerinin gelecekte kendisini örnek alacağı seçilmiş insan Gazi Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi' ndeki konuşmasını yapmak için kürsüdeki yerini alıyor. O şimşekler çakan gözleri ile arkadaşlarına bakıyor ve konuşmasına şu cümle ile başlıyor: "Efendiler! Tanrı birdir, büyüktür...”. Evet, o büyük insan gerçek bir dindardı. Belirli çevrelerin daha baştan itibaren Atatürk’ün sözde dinsiz ve dine karşı olduğunu yaymak istemelerine rağmen, o laik zihniyete sahip “dindar” bir kişiydi. O, kalıplara sığmayan, şekilcilikten uzak, gösteriş içermeyen ve Hz.Muhammed'in buyurduğu “yüksek ahlak” üzerine kurulmuş dinin aşığıydı. O İslamiyet’in kaynağındaki saf şekline bağlıydı.

29 Ekim 1923’de Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği demeçte bu saflığı kendisi şöyle tanımlıyor: “Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Hakikate bizzat nasıl inanıyorsam dinime de öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki, Türkiye’ye istiklalini veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni itikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaktır.”

Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Konya konuşmaları, Atamızın din hakkındaki görüşlerini ortaya koyması açısından çok önemli bir yer tutmaktadır. İşte 20-23 Mart 1923 tarihleri arasında Konya’yı ziyareti sırasında yaptığı konuşmadan bölümler: “İslamiyet’in ilk parlak devirlerinde geçmişin mahsulü olan sağlıksız adetler bir zaman için kendini göstermemiş ve yüze çıkmamışsa da, biraz sonra İslamiyet’in gerçeklerine sarılmaktan İslam esaslarına göre hareket etmekten çok, geçmişin mirasa olan adet ve inançları dine karıştırmaya başlamışlardır.Bu yüzden İslamiyet’e dahil bir akım kavimler, İslam oldukları halde düşmeye, sefalete, geriliğe maruz kaldılar. Geçmişlerin kötü ve batıl alışkanlıkları ve bu suretle gerçek İslamiyetten uzaklaştıkları için kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.

Bu İslam kavimleri içinde Türkler, milli gelenek ve görenekleri itibariyle bir taraftan İran, diğer taraftan Arap ve Bizans milletleri ile temas halindeydiler. Şüphe yok ki temasların milletler üzerinde etkileri görülür. Türklerin temas ettiği milletlerin o zamanki medeniyetleri ise çökmeye başlamıştı. Türkler bu milletlerin kötü adetlerinden, fena yönlerinden etkilenmekten nefislerini men edememişlerdir. Bu hal, kendilerinde bozukluk, cehalet ve insanlıktan öte zihniyetler doğurmasından uzak kalmamıştır. İşte gerileyişimizin belli başlı sebeplerinden birini bu nokta teşkil ediyor.
Milletimizin gerçek din bilginleri, din bilginlerimiz arasında da milletimizin hakkıyla iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara mukabil ilim kisvesi altında hakikatten ilimden uzak, gereğince ilim tahsil edememiş, ilim yolunda layığı kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız.

Efendiler, gerçek din bilginleri ile dine zararlı ulemanın birbirine karıştırılması Emeviler zamanında başlamıştır. Bilindiği üzere Sıffın vak'asında Hz.Ali’nin ordusuna karşı mızrak uçlarına Kur’an-ı Kerim sayfalarını takarak saldırdılar. İşte o zaman dine fesatlık, İslam arasına nefretlik girdi ve o zaman hak olan Kur’an, haksızlığa kabule vasıta yapıldı. Halifelik hile ile el değiştirdi. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar dini hep alet edindiler. İhtiras ve istibdatlarını kabul ettirmek için hep ulema sınıfına başvurdular. Gerçek ulema, dini bütün bilginler, hiçbir zaman bu müstebit taç sahiplerine uymadılar. Onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar. Bu gibi ulema kamçılar altında dövüldü, memleketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Lakin onlar yine o hükümdarların keyfini dine alet etmediler. Fakat gerçek durumda bilgin olmamakla beraber, sırf o kisvede bulundukları için bilgin sanılan, menfaatine düşkün, haris ve imansız bir takım hocalar da vardı. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar, dine uygundur diye fetva verdiler. İcap ettikçe yanlış hadisler bile uydurmaktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat tahtında oturan, sarayda yaşayan kendilerine halife namı veren baskıcı hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli cahillere iltifat edip, onları himaye ettiler. Hakiki ve imanlı ulema her vakit ve her devirde onların kinini çekti.

Böyle yapan halifelerinin ve din bilginlerinin arzularına muvaffak olmadıklarını tarih bize misallerle izah ve ispat etmektedir. Artık bu milletin ne böyle hükümdarlar, ne böyle alimler görmeye tahammülü ve imkanı yoktur. Artık kimse böyle hoca kıyafetli sahte alimlere önem verecek değildir. Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz; derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi yönde
atacakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, o adım benim milletimin kalbine havale edilmiş kanlı bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adamı tepelemektir.”

Evet, yıllar önce ve olağanüstü şartlarda kullanılmış bu ifadeler Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ne kadar büyük bir kimliğe sahip olduğunun ispatıdır. Yüce Atatürk’ün Hz.Muhammed'e duyduğu büyük sevgi ile birlikte Hz.Mevlana’nın da fikirlerine duyduğu hayranlık onun tüm hayatını ve icraatlarını etkilemiş, din konusundaki ifadelerine temel teşkil etmiştir. Bir Konya ziyareti sırasında söylediği şu sözler Hz.Mevlana'ya gösterdiği sevgi ve saygının delili gibidir: “-Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz.Mevlana düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçi...”

Evet...Yüce Atatürk sahip olduğu hayat görüşünün kaynağını işte bu sözleriyle özetleyivermiştir.

Çankaya köşkündeki dil çalışmaları toplantısında Konya Mevlevi Dergahı eski postnişinlerinden Veled İzbudak Çelebi de davet edilmişti. Söz dönüp dolaşıp Hz.Mevlana’ya gelmiş, yüce Atatürk şunları söylemişti:
“- Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatör... Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve tatbik etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama hareketidir. Hz.Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevk etmiştir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşturan, erimiş kar suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek ayakta ve hareket ederek Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir."
İşte Yüce Atatürk'ün İslamiyet'e şekilcilik katarak onu asıl ruhundan uzaklaştıranlara verdiği en mükemmel mesajlardan birisi. O birçok kez dinin insanlık tarafından gerçek boyutlarıyla anlaşılmadığını belirtirken, Hz.Mevlana’nın da yanlış ve eksik yorumlandığına da temas etmiştir. Bir gün Konya milletvekili Naim Onat’ın sözde Mevlana'yı yermek istemesi üzerine Atatürk’ün söylediği şu sözleri bugün bile üzerinde ibretle düşünülmesi gereken ifadelerdir:
“-Eğer Mevlana’yı sizler gibi kavramak gerekirse, o büyük insanın ruhu dertlenir, biz de belki bir saygısızlık göstermek zorunda kalırdık. Mevlana’yı ululuğuyla kavrayabilmek için medresenin dar kapısından geçmemiş olmak gerek.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa Konya’ya yaptığı toplam dokuz ziyareti sırasında her sefer önce Hz.Mevlana’nın makamının bulunduğu Türbe-i Saadeti ziyaret etmeyi ihmal etmemiş, tekke ve zaviyelerin işlevlerini tamamlaması ve dolayısıyla kapatılması yönünde çıkan yasa sırasında Hz.Mevlana’nın türbesini müze haline dönüştürerek tüm insanlık alemine açık halde kalmasını sağlamıştır.
 
Bununla ilgili bilgiler 22 Aralık 1987 yılında yayınlanan Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde şöyle dile getirilmiştir:
Atatürk, Konya'daki Mevlana Dergahı ve türbesini, Konya'ya ilk gelişi olan 3 Ağustos 1920 günü ziyaret etmiş ve bu ziyaretten pek etkilenmişti. Daha sonra ziyaretlerinde Mevlana Türbesini ziyaret etmeden Konya'dan ayrılmamıştır. 3 Nisan 1922 günü ziyaretlerinde, kendisi için açılan Sema meydanında hazır bulunmuş, 22 Mart 1923 günü yaptığı ziyarette postnişin Abdülhalim Çelebi'nin davetlisi olarak dergahta yemek yemiş, Hz.Mevlana'nın büyüklüğü üzerine takdir ve hayranlık dolu sözler söylemiştir.

Cumhuriyet'in ilanından sonra, tekke ve türbelerin kapatılması hazırlıkları yapılırken, Başbakan İsmet İnönü'ye "Mevlana Dergahı ve türbesinin kapatılmayarak kendi eşyası ile birlikte müze olarak düzenlenmesi ve ziyarete açılması"emrini vermiştir. Bir süre sonra, Bakanlar Kurulu kararı ile dergah, müze haline getirilmiştir.

Atatürk, 18 Şubat 1931 günü Konya'ya 9'uncu defa geldiği zaman, Konya'da 11 gün oturmuş, bu arada 21 Şubat 1931 gününü tamamen artık müze halinde ziyarete açık bulundurulan Mevlana Müzesi'nde geçirmiştir.Bu ziyaret sırasında eski Konya Milletvekillerinden Fuat Gökbudak ve o günlerde Konya Azar-ı Atika Müzesi müdürü olan Yusuf Akyurt'un ayrı ayrı anlattıklarına göre, Atatürk müze müdürünün odasına girer girmez, niyaz penceresi üzerindeki rubaiyi görmüş, Farsça'yı çok iyi bilen Hasan Ali Yücel'e tercümesini yaptırmıştır. Atatürk tercümedeki: "Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu sen. Garip aşıklar, senin kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye öteki bütün kapıları kapanmış, yalnız senin kapın açık kalmıştır." ibaresini işitir işitmez şöyle demiş:
"Hz.Mevlana'nın büyüklüğü burada bir kere daha kendini gösterdi... Doğrusu ben, 1923 yılındaki ziyaretim sırasında, bu dergahı kapatmayalım Müze olarak halkın ziyaretine açalım, diye düşünmüş; bir yıl sonra dergah ve tekkelerin kapatılması kanunu çıkar çıkmaz İsmet Paşa'ya Mevlana dergahı ve türbesini kendi eşyası ile Müze haline getir emrini vermiştim. Görüyorum ki, şu okuduğumuz rubainin hükmünü yerine getirmişim. Bakınız ne kadar mükemmel bir Müze olmuş..."

Değerli tarihçi Cemal Kutay’ın ifadelerine göre, Mustafa Kemal’e emrindeki yardımcılarının “Paşam Hz.Mevlana’nın makamını müze haline getirmeniz üzerine halk buraya akın etmeye başladı. Bu bir sakınca doğurmasın” demeleri üzerine Atatürk’ün verdiği cevap ilginçtir:
“-Eğer, Hz.Mevlana’yı hakkıyla tanımak ve benimsemek için ziyarete gitmekte olduklarına inansam öteki dergahların da açılmasını sağlardım. Çünkü, Hz. Mevlana’yı tanımak ve anlamak zaten diğer tüm tehlikeleri de ortadan kaldırmaktadır.”

Hz.Muhammedin “Din nedir?” sorusuna verdiği “Ahlak,ahlak,ahlak” cevabına her dönemde çok ihtiyaç duyduğumuzu düşünerek Hz. Muhammed'in, Hz.Ali’nin, Hz.Mevlana'nın ve Atatürk' ün şu sözlerine dikkat çekmek istiyoruz:
“İlim Çin’de olsa gidip öğreniniz.”

Hz.Muhammed
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”
Mustafa Kemal Atatürk
“Dünyada sevgiye dair ne varsa ben orada varım, savaşa dair ne varsa ben orada yokum.”
Hz.Mevlana
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh."
Mustafa Kemal Atatürk
“Evlatlarınızı zamana göre yetiştiriniz.”
Hz.Ali
“Milletimi muasır medeniyet seviyesinde görmek isterim.”
Mustafa Kemal Atatürk

ALINTIDIR
Bakmak yetmez, gormek gerek...


Mart 22, 2009, 06:40:07 ös
Yanıtla #25
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 353
  • Cinsiyet: Bay

Biz hala anlamayaduralim...

DR. ANDREW MANGO?NUN, 10 KASIM 2006 TARİHİNDE HARP AKADEMİLERİ KOMUTANLIĞINDA DÜZENLENEN ATATÜRK?Ü ANMA GÜNÜNDE  VERDİĞİ "ÇAĞIMIZDA ATATÜRK" KONULU KONFERANS

Sayın Komutanım,
Dünün, bugünün ve yarının değerli komutanları,

İlk önce bu nazik davete, bu nazik takdime teşekkürlerimi arz etmek isterim. Bu yıl Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk?ün doğumunun 125?inci yıldönümünü kutluyoruz. Bu gün ise Atatürk?ü, ölümünün 68?inci yıldönümünde anıyoruz. Bir devlet adamını değerlendirdiğimizde, içinde bulunduğu koşulları hesaba katarak, yapmak istedikleriyle yapabildiklerini karşılaştırdıktan sonra miras olarak bıraktığı yapıtına bakıyoruz.
             Atatürk doğduğu zaman, tebası olduğu devlet, Osmanlı İmparatorluğu, açık çözülme tehlikesiyle karşı karşıya idi. Etrafındaki büyük devletler ise sağlam bir kale görünümünde idi. Oysa bugün geriye baktığımızda görüyoruz ki Osmanlıların ?düvel-i muazzama? dedikleri imparatorluklar da son çağını yaşıyordu. Bir-iki kuşak sonra, onlar da tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, çözülmeye mahkûmdu. Atatürk çok-uluslu imparatorlukların son döneminde asker mesleğine girmişti. Biz ise ona imparatorluklar-sonrası çağın açısından bakıyoruz. Doğal olarak, bugün büyük devletler, süper güç tabir ettiğimiz devlet yok demiyorum, klâsik anlamda çok-uluslu imparatorlukların kalktığına dikkatinizi çekiyorum. Yerlerini ulus-devletler tabir ettiğimiz siyasal yapılar almıştır. Bu yeni devletleşme süreci halâ devam ediyor. Dikkat ederseniz bugün bizi korkutan, en azından uğraştıran sorunların, çatışmaların çoğu eski imparatorlukların çekildiği bölgelerde yer alıyor. Üçüncü dünya, imparatorlukların eskiden doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yönettikleri ülkeleri kapsıyor. Güvenliğimize yöneltilen tehditler daha çok bu üçüncü dünyanın içinde oluşuyor.
             Kimisine göre, bu tehditler bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan ülkelerin demokratik rejime sahip olmamalarından kaynaklanıyor. Ne var ki demokrasi ancak bütünleşmiş, uluslaşmış işlevsel toplumlarda iyi sonuç verebiliyor. Aksi halde serbest seçimler etnik grup, aşîret, din, mezhep farklarını sadece yansıtmakla kalmıyor, bunları tırmandırıyor da. Üçüncü dünya ülkelerinde parlak zekâlar, iyi yetişmiş bireyler, çağdaş dünyada, çağdaş bir toplum içinde iyi performans verebilecek şahıslar elbette ki var. Ama kendi toplumları onların doğru-dürüst çalışmalarını engelliyor. Gerçek şudur ki bireyi yetiştirmek nisbeten kolaysa, toplumu çağdaşlaştırmak fevkalâde zordur.
             Mustafa Kemal Atatürk de bütünleşmemiş, geri kalmış bir toplumun başına geçmişti Cumhuriyeti kurduğu zaman. Büyüklüğü, bu toplumu bütünleşme, çağdaşlaşma yoluna sokmaktaki başarısında belli oluyor. Çok-uluslu Osmanlı Devleti içinde geleneksel iş bölüşümü sonucunda, Müslüman Türkler arasında temel bilgiler, özellikle modern yaşamın gerektirdiği bilgiler eksikti. Makinistlerden marangozlara, hatta nalbantlara kadar en basit esnaf ve teknisyenler hemen hemen tümüyle azınlık mensubu ya da yabancılardan oluşuyordu. Atatürk?ün, esnafın önemini belirten ilk söylevlerinden biri bağımsızlık savaşı senelerinde kurulan özel nalbantlar kursuna yaptığı ziyaret sırasında o demecini vermişti. Nalbant yoktu, nalbantları iyileştirmek lazımdı. Atatürk bir kurs açıyor ve bu esnafın, bu becerilerin, bu basit becerilerin ne kadar önemli olduğunu vurguluyordu. Durumu gerçekçi bir gözle gören Mustafa Kemal, seçtiği hedefe ulaşmak için önceliklerini birer birer saptadı. Hedef, ?muasır medeniyet seviyesi?ne ulaşıp , üstüne çıkmaktı. Yani evrensel uygarlık kervanına katılıp zamanla onun ön sıralarında yer almaktı. Bunu yapabilmek için ilk adım, milletin rahat bir şekilde yaşayıp çalışabileceği, güvenli sınırlar içinde, tam bağımsız bir memlekete sahip olmaktı. Sonra bu memlekette kamu düzenini kurmak, işlevsel kurumları yaratmak ve çağdaş yasa ve kuralları benimseyip uygulatmaktı. Ülkenin sınırları dışında ise herkesle iyi geçinmek, imkân dahilinde herkesle işbirliğinde bulunmak ve kimseye düşman gözüyle bakmamak gerekiyordu. İçeride ve dışarıda güvenli bir durum sağlandıktan sonra ise, ilk iş toplumu çağdaş bilgiyle donatmak, eğitimle bilgiyi yaymak, bilgi birikimini arttırmak ve sonunda yeni bilgi üretimini teşvik etmekti. Laiklik hem çağdaş toplum düzeninin, hem de çağdaş bilgi edinmenin vazgeçilmez şartıydı. Dinler muhtelif, uygarlık ise tek ve evrenseldir. Bilgi dine göre parçalanmaz, sınırlandırılamaz. Bilgi ile donatılan toplumun bütünleşmesi için ortak bir dille ifade edilen ortak bir kültürü geliştirmek şarttı. Ortak dil ve ortak kültür bazında kurulan modern devletlerin, bir ara çok-kültürlülük akımına kapıldıktan sonra, şimdi yine ortak dil ve ortak kültür lüzumunun farkına vardıklarını bugün Batı?nın hemen hemen her tarafında görüyoruz. Kamu düzeninin korunması, demokratik kurumların işleyebilmesi için vatandaşların birbirini anlaması ve ortak değerlere sahip olmaları gerekiyor. Atatürk bu gereği yerine getirmeye öncelik verdi. Atatürk?ün tam bağımsızlık, ?Yurtta sulh, cihanda sulh?, ?Hayatta en hakikî mürşit ilimdir? parolaları boş sözler değildi. Gerçekçi ve aynı zamanda yüksek vizyon sahibi bir devlet adamının önceliklerini dile getiriyor ve uygulamaya hemen yansıyordu.
               Şunu da kaydedelim: Atatürk?ün dehası gerçekçilikle vizyon arasında kurabildiği dengede kendini göstermiştir. Çünkü vizyonu olmayan gerçekçilik oportünizme[1] götürür, sinizme[2] götürür. Oysa gerçekçi olmayan bir vizyon hayalperestliğe fanteziye yol açar. Atatürk hem gerçekçi hem vizyon sahibiydi ve dengeyi son derece dikkatli, doğru bir şekilde kurabilmişti. Bugünlerde, İngilizce ?failed state? denen, ?çökmüş devlet? ya da ?devletleşememiş ülke? olayına sık sık rastlıyoruz. İşte Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin bu hale düşmemesi için canla başla çalışmış, mümkün olan her önlemi almıştır. Cumhuriyetin 83 yıllık sicili, Atatürk?ün attığı temellerin sağlamlığına kanıt getiriyor. Bu demek değildir ki memleketiniz sorunsuzdur. Herkesin sorunları vardır, en gelişmiş ve en zengin memleketler dahil. Eski sorunlar çözümlenince, çağın değişen şartları yeni sorunları ortaya çıkarıyor. Önemli olan toplumun ve yöneticilerinin sorunlara çözüm getirme yeteneğine sahip  olmalarıdır.
               Atatürk?ün kurduğu   Cumhuriyet,   bu yeteneğini buhran anlarında göstermiştir.  Atatürk?ün ilkeleri arasında bulunan devrimcilik ilkesi kelimesinin anlamı budur. Devrimcilik ne demek? Devrimcilik çağa uymaktır. Aldığınız önlemleri, yasalarınızı, kurumlarınızı daima çağa uydurmak, dünyanın halini, dünyanın değişen şartlarını gözden kaçırmamak anlamına geliyor.  Tabiî, Atatürk çağdaş devletleşme sürecinde başarısını, kendi dehası yanında, Osmanlı İmparatorluğunun yedi yüzyıllık yönetim deneyine de borçluydu. Unutmayalım ki Türk toplumu, İstiklâl Savaşı bittiğinde, okuma-yazması olmayan bir köylü çoğunluğunun yanında, seçkin bir sivil-asker yönetim kadrosuna da sahipti. Kendisi bu seçkinlerden olan Atatürk?ün gençlik yıllarında dediği gibi, görevleri çoğunluğu kendi düzeyine çıkarmaktı. Şunu da kaydedelim ki Osmanlı İmparatorluğu çözüldüğü zaman batıda yönetim sicili çok kötü bir şekilde anlatılmıştı, aşağılanmıştı. Ama sonradan olanlar göstermiştir ki gelen gideni hep aratmıştır Osmanlının terk ettiği topraklarda. Ve bugünlerde, benim dolaşmış olduğum akademik çevrelerde Osmanlı imparatorluğunun bu yönetim yeteneği övgü konusu oluyor. Nasıl oldu da yüzyıllarca bizim yönetmekte güçlük çektiğimiz bu Ortadoğu?yu, bu Balkanları onlar bir avuç insanla yönetebilmişlerdir. Bu soru bugün soruluyor. Atatürk?ün, toplumu bütünleştirerek çağdaş bir devleti işletebilecek duruma getirmede beceri ve başarısı bugün özellikle üçüncü dünya memleketlerinin yararlanabileceği bir örnek oluşturuyor. Ama birinci dünyaya da yararlı olabilecek bir dersi var. Atatürk, İstiklâl Savaşındaki , ?düvel-i muazzama?nın, yani büyük devletlerin muazzam askerî gücünün, yabancılar tarafından yönetilmesini istemeyen bir halkı işte bu büyük devletlerin iradelerine tâbi bir hale getirmeye yetmediğini göstermiştir. Bir toplum yabancılardan korkmamaya başladığı ânda onu dışarıdan kontrol etmek, masrafına değmeyen boşuna bir gayrettir. Ne var ki, yabancıyı savmaya gücü yeten birçok toplumun çağdaş dünyada kendi kendini yönetmeye gücü yetmemesi bugün karşılaştığımız en büyük sorundur. Oysa Atatürk çağdaşlaşmayı amaçlayan yeni Türk ulus-devletinin kendi kendini pekalâ yönetebileceği gibi, gelişmiş ülkelerin gerçek çıkarlarını tehdit etmediğini, ortak uygarlık bazında gelişmekte olan bir ülkenin gelişmiş ülkelerle işbirliği yapabildiğini ve bundan iki tarafın da kazançlı çıktığını kanıtlamıştır. Askerî güç tarihe son noktayı koyamaz. Nitekim 30 Ağustos zaferi ?tarihin sonu? değildi, yeni bir tarihin başlangıcı, uygar yaşamın önkoşulu idi. Atatürk?ün uygar yaşamın gereklerini sağlama çabası  bugün de sürüyor. Türkiye?nin belirli bazı Güney Avrupa ya da Uzak Doğu ülkelerinin gelişme hızını henüz yakalamamasından yakınan ve Atatürkçülüğü bundan sorumlu tutanlar şunu unutmamalıdır ki, Cumhuriyetin kurulmasından bu yana nüfusu 12 milyondan 75 milyona çıkmıştır. Ve en hızlı nüfus artışı doğal olarak ülkenin en geri kalmış bölgelerinde gözlemlenmiştir. Buna rağmen ortalama yaşam süresi ve yaşam düzeyi büyük ölçüde artmış ve bugün 75 milyon Türk vatandaşı 83 yıl önceki Cumhuriyetin ilk 12 milyon vatandaşının tahayyül edemeyeceği bir yaşam sürebilmektedir. Ben Türkiye ye sık sık gelirim. Ara sıra senelerce görmediğim bölgeleri, şehirleri gezerim. Ve bu arada bunların ne kadar değiştiğini gözlerimle gördüm. Mesela ben Kayseri şehrini ilk 1946?da gördüğümde küçücük bomboş, harabe bir şehirdi. Anadolu da çok gördüğümüz gibi bir istasyon, istasyondan vali konağına giden bir yol, yolun iki tarafı boş, surlar içinde birkaç bina? İki?üç yıl önce gittiğimde yepyeni modern bir şehir gördüm. Gaziantep?e gittiğimde de durum aynıydı. Hatta Urfa?ya gittiğimde Harran Üniversitesini gezdim, GAP Projesinin bölge karargâhını gezdim ve  şehrin ne kadar geliştiğini gördüm. Geçen hafta İzmir?deydim. İzmir?in en gelişmiş Avrupa kentlerinden artık bir farkı yok. Memleketin çağdaşlaşması ve kalkınması ? bazen hızlı bazen yavaş da olsa ? hep devam etmiştir. Zaman zaman baş gösteren bunalımlara karşın, kamu düzeni korunabilmiş ve birçok gelişmekte olan memleketin acısını çekmiş olduğu iç savaş daima önlenebilmiştir. Çünkü en buhranlı ânlarda akılcı tutumlar galebe çalmaya muvaffak olmuştur. Akılcılık ? rasyonel düşünüp rasyonel hareket etmenin sanatı ? ise Atatürkçülüğün özünü oluşturur. Öfke ile çalkalan dünyamızda, Atatürk?ün örneğini verdiği akılcı tutuma büyük gereksinim vardır. Güçlüklerle karşılaşıldığı zaman ?Onlar ne istiyorlar?? değil, ?Ben ne istiyorum?? sorusunu yanıtladıktan sonra, seçilen amaca giden akılcı yolu saptamak, başarıya götüren en iyi yöntemdir. Atatürk, bağımsızlık savaşını yürütürken ?Onlar, yani büyük devletler Türkiye?nin bağımsızlığını kabul ederler mi?? sorusunu hiç sormamış, komplo teorileri kurmamış, kimseye önyargı ile bakmamış, kendisinin tespit ettiği hedefe ulaşmak için ne lâzımsa onu yapmıştır. Türkiye?yi buhranlardan sağ-salim çıkaran işte bu tutumdur ve bunun ileride de korunacağına inandığım için, 17 yıl sonra Cumhuriyetin 100. yıldönümünü esenlikle, uygar ülkeler ailesinin üyesi olarak kutlayacağınızdan eminim.

Saygılarımı sunar, sabrınız, dikkatiniz için teşekkür ederim.

Bakmak yetmez, gormek gerek...


Mart 22, 2009, 11:35:50 ös
Yanıtla #26
  • Ziyaretçi

Bazı şeyler vardır gizli olmadığı halde söylenmez, söylenemez, ancak; istenir ve düşün sarf edilirse, öğrenilir. Bu Masonlukta da böyledir, hayatın salt kendisinde de böyledir. Masonlukta hiçbir üstadınız, size gerçeği söylemez, söylememelidir. Aslında gizli olduğu için değil, sır olması gerektiği içindir. Bu gereğin anlamı da; eğer söylenirse, öğrenemeyeceğinizden, anlayamayacağınızdan, uzaklaşacağınızdan kaynaklanır. Çünkü buna hazır olmama ihtimaliniz vardır, erdem gerektirir. Fakat üstatlarınız gerçeği öğrenmeniz için gerekli erdeme sahip olmanız yolunda size öğretilerini verir ve gerçeği öğrenmenin de yollarını size söylerler fakat gerçeğin kendisini asla.

Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü gerçekten anlamak ve öğrenmek de böyledir. Anlayacak erdeme ve bilgiye sahip insanlar ancak kendi istekleriyle düşün sarfedip, Atatürk'ün ve Atatürkçülüğün, Türkiye Cumhuriyeti için günümüzde ki değerini ve geleceğimiz için kaçınılmaz önemini idrak ederler. Biz ne söylesek, ne göstersek boş. Kitabı göteririz kişi onu kitap olarak görür, eğer isterse içindekileri okur, erdemliyse anlar. Bu erdeme ulaşmak için üniversite okumak da gerekmez geçmişi ve bugünü bilmek ve geleceği düşünmek yeter.

Düşüncelerimi aktarırken kimsenin duygularını incitmek değil amacım. Faydalı olabiliyorsa ne mutlu.

Sevgi ve Saygılarımla, 


Mart 23, 2009, 12:22:50 ös
Yanıtla #27
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 353
  • Cinsiyet: Bay

Sayin Saygin,

Yorumunuza bayildim, ellerinize saglik.

Sevgi ve Saygilarimla,
Bakmak yetmez, gormek gerek...


Mart 23, 2009, 12:32:14 ös
Yanıtla #28
  • Ziyaretçi

 Sn.Dino ve Saygın ustadıma

Efendim konu Ataturkçülük anlayışına ve yorumlarına geçti ben bu kısımda çekiliyorum ama şunu unutmayalım Ataturkçülüğün altında Fransız Devrimleri yatmakta bu çok açık bundan dolayı illa ağacın meyvesine bu ağaçtır demek yanlış bende sanırım bunu anlatabiliyorum.

Yani marksizim gibi veya islamizim gibi Ataturkçülük diye bir şey yoktur.

Saygılarımla...
« Son Düzenleme: Mart 23, 2009, 12:35:17 ös Gönderen: amurdad »


Mart 23, 2009, 12:34:03 ös
Yanıtla #29
  • Ziyaretçi

Sayın Dino,

Nezaketinize teşekkür ederim, bilmukabele.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3233 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 15, 2007, 06:40:30 ös
Gönderen: Draug
9 Yanıt
6332 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 23, 2008, 01:38:41 öö
Gönderen: TMCW
1 Yanıt
3299 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 28, 2008, 06:30:12 öö
Gönderen: farmason82
0 Yanıt
2198 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 06, 2008, 05:10:30 öö
Gönderen: lsleo
11 Yanıt
11379 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 18, 2010, 03:27:28 öö
Gönderen: Potentate
1 Yanıt
3989 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 17, 2011, 04:40:23 öö
Gönderen: Prometheus
10 Yanıt
10650 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 27, 2015, 01:49:41 ös
Gönderen: Alşah
3 Yanıt
4727 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 20, 2012, 05:56:33 ös
Gönderen: NOSAM33
0 Yanıt
2247 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 30, 2011, 12:27:02 öö
Gönderen: inanç
2 Yanıt
3309 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 14, 2013, 05:58:30 ös
Gönderen: ozkann