Masonlar.org - Harici Forumu

Inanc => Diger Inanclar => Konuyu başlatan: ADAM - Haziran 27, 2010, 12:46:05 ös

Başlık: TAPINAKLAR VE SÜTUNLAR - 3
Gönderen: ADAM - Haziran 27, 2010, 12:46:05 ös



Sütun, bir mimari öğedir ama insanın düşüncesi açısından bir simgedir. Genelde güç, kudret, sağlamlık, görkem gibi anlamlar taşırsa de özelde bunun çok daha ötesine geçer. Nitekim bu nedenledir ki Masonlukta değişik simgesel anlamalara çekilmek üzere ayrıntıda aralarında farklar olan birçok simge kullanılır.

Sütun, bir başka açılımı ile kutsal taş, kutsal tepecik ve ağaç bağlantılarıyla da insan bilinci ve bilinçaltında yerleşmiştir. Bilinmeyen, tanrısal güç ve enerji ile iletişim kurabilmek, ona ulaşabilmek için kullanılmıştır. Bu nedenle de tapınağın en önemli öğesidir. Sütunu bulunmayan bir tapınak söz konusu değildir. Eğer öylesi varsa, orada tapınak sütun ile özdeşleşmiştir. Öyle ki, bu düşünüş tümüyle yeraltında yapılmış olan tapınaklar için bile geçerlidir.

Bu konu üzerinde araştırmacı ve inceleme yapanlar, sütun simgesi ile eski kültürlere ilişkin doğurganlık ve bereket kavramlarının bir karışımı olan fallik geleneğin bağlantısını kurmuştur. Bu, özellikle Antik Helen ve Mısır uygarlıkları için ileri sürülmüştür.

Antik Mısır’da sütun, “Osiris’in omuriliği” yorumunu da içermekteydi. Bir ölü bedeninin canlanması, ritüelik olarak, yatay durumdan dikey duruma getirilen bir sütun biçiminde gösterilirdi. (Bu konuya bir başka başlık altındaki yazımda değinmiştim. İlginizi çekiyorsa lütfen “Djed Sütunu” konusunu bir arayın.)

Antik Helen kültüründe de Demeter’in ve sonra Hermes’in ikonografik anlatımlarında hep sütun simgesi ile özdeşleştirilmix olmaları, bu kültürde ve daha önceki Mısır inançlarında sütunun tanrısal ilkeye ulaşma ve onunla bütünleşmeyi sağlayan bir simge olduğunu ortaya koymaktadır.

Afrika ve Antik Hint inançlarında görülen çeşitli simgesel sütun yorumları, Kelt kültüründeki “Yaşam Ağacı” ve dünyanın ekseni anlatımları, bizi tek bir açılıma götürmektedir: Sütunun toprağa basan kısımları dünyevi yaşamı, toprağın altında kalan kısımlarının ise bu iki evren  ile tanrısal alanları birbirine bağlayan bir köprü niteliğindedir.

Brahma’nın üstünde doğduğu sütundan Şamanların kampın ortasına diktikleri tomruğa kadar insan zihni hep aynı şeyi düşünmüş, aynı şeyi tasarlamıştır. Bulunduğu yerden gördüğü, tanrısallıkla özdeşleştirdiği yerlere ulaşma dileği… Bu simgesel yaklaşım, binlerce yıl sonrasının İbrani inançlarında sütun ya da yaşam ağacı ile kendini gösterip, dünya ve kozmos arasında bir köprü rolünü bir daha üstlenecektir.

Az önce değinmiş olduğum üzere; simgesel bakımdan sütun ile tapınak birbirinden ayrılamaz. Bu, tüm inançları kontrol altında tutan, yaşamın sürekliliğini sağlayan, insanlığın ortak biçiminin geliştirdiği bir simgedir. Bu ortak simgenin zihnimizin karanlık tortularının arasında tek bir açılımı vardır: Var olduğumuz dünyadan bir başka boyuta geçmek için düşünülen yol ya da koridor...

Avusturalya’nın gizemli yerlileri Aborginler, ritüellerinde bir direkten söz ederdi. Çevresine dünyanın inşa edildiği bu direğin kırılması, dünyanın sonunun gelmesi ile aynı anlamda tutulurdu. Direğin kırılması ile ortaya çıkacak durum şöyle dile getirilirdi: “Acının taşan suları geri dönecek ilkel kaosa.” Orada bir direk biçimindeki sütun, bu inançtaki tüm ilkelerin temelini oluşturmaktaydı. Ne ilginçtir ki, Avustralya’daki bu sütunun kırılması ya da yıkılmasına ilişkin korku ile oluşturulan bu düşünce, kendini diğer uygarlıklarda da göstermiştir. Örneğin Antik Roma ve Helen uygarlıklarında kırık ya da devrilmiş sütunlar, bir bakıma Tanrı’nın gazabının ortaya çıktığı, bu sütunların bulunduğu yerler de tekin olmayan yerler olarak görülmekteydi. (Kırılmış ya da devrilmiş, parçalanmış sütunlar, Masonlukta da bir simge olarak değerlendirilmiştir.)

Asya kavimlerinden Samaye ve Yurakların çadırlarının orta direği, onların simgesel sütunu, üzerinde göğü taşıyan direkleri idi. Şaman’ın göğe yükselebilmesi için gerekli bir araçtı bu. Çadırlarındaki duman deliği de Şaman’ın göklere girdiği yer olarak tasarlanıyordu.

Ur ve Altay kültürlerinde de aynı inanışın kendini gösterdiğini izleriz. Sütunlar gökyüzünü destekliyordu. Yaşam ağacı ya da esrarengiz deliklere tapınma motiflerinin altında bu inanç vardı. Bu, bir tür odak şeklinde algılanmaktaydı ve üzerinde cennetsel nitelikli yerlerin devindiğine inanılırdı. Devinmeyen, hep aynı yerde duran Kuzey Yıldızı’nın da görünmez bir sütun üzerinde durduğu görüşü hayli yaygın bir inançtı.

Eski çağlarda cennetsel ve dünyasal bağlantıyı simgelediği düşünülen sütun ve dikitlerin en üst noktasında yani tanrısallığa en yakın yerinde, daha sonraları hemen dibinde, hayvanların Tanrı’ya kurban edildiği ve kurbanın kanı ile onların sıvandığı anlaşılıyor. Bu önceleri öyleydi ama sütun sonraki kültürlerde tanrısal amaçlı doğurganlık, bolluk ve bereket simgesi olarak değerlendirildi ve çok daha sonraki dönemlerde de menhir, obelisk, monolit, direk, ziggurat, can kulesi ve minare gibi bir biçim aldı. İnsanın yaptığı herhangi bir yüksek kule, aslında göklere çıkıp tanrılaşma dileğinin simgesiydi.



Sütunun eski çağlardaki fallik gelenek ile yakın ilgisi ve bağlantısı var. İzleyecek yazımda özellikle bu konu üzerinde durmak niyetindeyim.