Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: BİLGİ NEDİR?  (Okunma sayısı 4989 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 07, 2009, 11:34:05 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Sevgili Dostlar,

Forumun bu alanında yazılmış olanlara şöyle bir baktım da, çoğu yazıldığı tarih bakımından hayli eskide kalmış. Demek ki yeterince ilgi görmemiş ya da ilgilenen forum üyeleri o konuya ilişkin diyeceklerini zaten bitirmiş.

Acaba yeni bir başlık açabilir miyiz? Konumuz şu olsun:

BİLGİ NEDİR?

Katılacak olan varsa, ben başlayabilirim. Ancak hiç isteklisi yoksa başlamayacağım. İsteyen kendi bildiklerine belirterek de başlayabilir; ben katılırım.

Sevgiler,

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 07, 2009, 11:42:49 öö
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 439
  • Cinsiyet: Bay

sn ADAM

aslında hakkında çok sözler söylenebilecel bir konu başlığı açmış olduğunuzu belirtirim. sizinde incelemelerinizdeki gibi. konu başlığı altında açılan çoğu paylaşım eski tarihli ve hakkında söylenenleri söyleyenler söylenecek bişi kalmayınca yazıyı sonlandırmışlar. bu sorunun cevabıda sizin başlık konunuzun bir parçası

herkes bilgisi kadar yazıp tartışabildiği için başlıklar eski tarihli değilmidir sizcede

saygılarımla,


Eylül 07, 2009, 12:02:32 ös
Yanıtla #2
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

MEvlana "Bilgi sınırı olmayan bir denizdir" der.

Bilme eylemiyle birlikte kendimizi bilmeyle başlayan bir süreç (kendini bilme'yi  ilk olarak aslında kendi maddi varlığının farkına varmanın yanı sıra kendi içselliğinin de farkına varmak anlamında kullanıyorum). İnsan var oluşuyla birlikte devamlı olarak Bilgiye yönelimlidir. (İnsanın Bilgiye yönelimli olması kanımca Yaratıcının insana verdiği en büyük nimet ve aynı zamanda en büyük külfettir.) Bilgi, insanın bilinmeyeninin açıklayan bir anlam parçası olarak tanımlanıyor. Ama bilgi sahibi olmak, malumatfuruştan farklı olarak insanın elde ettiği verilerle yetinmesinin ötesinde malumat sahibinin kendi içinde ona özgü olarak anlamlandırması demektir. Malumat ile bilgi ve arasındaki fark dıştaki doneleri ve verileri kendine özgü olarak işleyebilme ve kişinin kendi düşüncesinin bir parçası haline dönüşmesidir. Bu dönüşümü gerçekleştirebilen de bilgi sahibidir.

Bilgi deyince benim aklıma gelen ilk şey bir dostumun sözüdür. Konuyla ilgisi yok belki ama BİLGİ bahsi açılınca onu anmamam kadirbilmezlik olur diye korkarım . Hem bu sebeple hem de bir niyaz  olması dileğiyle aktarıyorum. "BİLGİ, paylaştıkça çoğaldığımız yerdir".


Sn. ADAM,

pek yetersiz ve oldukça yüzeysel şeyler yazdım. Sebebi "Katılacak olan varsa, ben başlayabilirim. Ancak hiç isteklisi yoksa başlamayacağım. İsteyen kendi bildiklerine belirterek de başlayabilir; ben katılırım" demenizdir. Sizden dinlemek ve öğrenmek için aklıma gelenleri pek düzensiz olarak yazdım.

lutfederseniz söz sırası sizdedir ve biz sizi bilgiye aç gözlerimizle takipteyiz.

Sevgi ve Saygılarımla.


Eylül 07, 2009, 04:23:48 ös
Yanıtla #3

Bilginin ne olduğu hakkında benim de bir dönem merakım artmıştı. Neye bilgi denir, neye denmez. Hakiki bilgi ile safsata birbirinden nasıl ayırt edilir. İnsan bilgiyi deneyerek mi, yoksa akıl yürüterek mi öğrenir? İnsanın bilmedeki amacı nedir? Evrendeki tüm fenomenleri açıklayacak bir "yasa"yı keşfetmek mi? Yoksa pratik sorunlara pratik çözümler getirmek mi? Evrendeki tüm fenomenleri açıklayacak bir yasa peşinden koşmanın bilimsel bir mantığı var mıdır? Yoksa bu öz itibariyle mistik bir çaba mıdır?

Analitik felsefeciler bu son dediğimi mistik bulmuşlardır. Dolayısıyla felsefenin bir kolu olan "metafizik"i anlamsız sözler bütünü olarak görmüşlerdir. Aslında son dönemde, felsefenin hiç bir "normatif" kural veya sistem kuramayacağı, çünkü her şeyin belirsiz olduğu, bir çok anlam kargaşasının yaşandığı, birinin dediğini ötekinin anlamaması için bir çok sebep olduğu vb.. gibi argümanlarla felsefenin asli görevinin "kurucu" bir çaba olan sentezden ziyade, ayrıştırıcı, bütünden parçayı ayıklayıcı bir "analiz" olduğu konusunda büyük bir görüş birliği vardır.

Analitik felsefeciler, bir şey kurmaz. Onlar daha ziyade, bu "kurma" işini insanlığa bırakmış, felsefenin görevinin insanlığın kurduğu "şey"leri eleştirmek, analiz etmek, hataları varsa göstermek vb.. olduğunu iddia etmişlerdir.

Şimdi bilgi dedik nerelere geldik, çağın popüler bilgi anlayışı analitik felsefedir.

Bu ne anlama gelir? Bilginin bir doğası olmadığı, göreceli olduğu, bir çok şeyin belirsizlikler içinde yüzdüğü dolayısıyla, "bilgi" denen şeyin, aslında çok kesin bir olgu olmadığı anlamına gelir.

Bu üzücü bir durum, ben kişisel anlamda konuşursam bu denli pasif bir felsefi anlayışı sevmiyorum.

Çağın post modern aptallıklarına epistemolojik dayanak hazırlamıştır bu felsefe. "Hiç bir şey bilinemez" " Genel geçer doğrular yoktur" "Her şey kişilere göredir" vb.. söylemlerle asgari müşterek olan "mantık"ı yaralamışlardır.

Bu daha çok sokrates öncesi sofist felsefesine benziyor. İçinde görecelilik barındırıyor.

Bu çeşit bir felsefe hakim oluna dünyaya, insanlar "bilgi"yi bulamadılar, aslında bu felsefe bilginin bulunamayacağını iddia etmiyordu, fakat bunun çok zor bir iş olduğunu söylüyordu. Bir bilim adamı bir kuram oluşturunca, analitik felsefe bu bilim adamının kuramını inceliyor, ve içinde "mükemmellik" arıyordu. Haliyle hata bulduğunda da çok sık bir şekilde o sistemi "eleştiriyordu". Tabiri caizse başka da bir bok yapmıyordu. Bu çeşit bir atmosferde, bilim adamı da çok az hata olan ama büyük ölçüde doğrulardan oluşan teorilerini de geri çekmeye başladı. %30 yanlışlık içeren bir teori ile, %90 yanlışlık içeren bir teori "aynı" görülmey başlandı, ikisi de "hatalı" bulundu. Dolayısıyla çağımıza bilgi kirliliği, ve rölativite hakim olmaya başladı.

Herkesin düşüncesinde yanlış olan bir şeyler vardır. Önemli olan oradaki yanlışları tespit edip, sistemi iyileştirmeye uğraşmaktır. Sadece oradaki yanlışa odaklanmak, ve bundan ötürü o sistemi yanlış görmek, biraz insafsız bir yaklaşım olur.

Ben bu yüzden bilim felsefesinde Karl Raimund Popper'ın yaklaşımını benimsiyorum.

Karl Popper, bilginin adım adım ilerlediğini, yanlışlık görüldüğünde o yanlışlığın kabul edilmesi ve yerine yeniden düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Onun bir önemi de sosyal bilimlerdedir.



Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Eylül 07, 2009, 04:26:01 ös
Yanıtla #4

Ben burada internette çok sık dolaşan ve çok sevdiğim bir makaleyi "bilgi" konusuna meraklı olanlarla paylaşmak istiyorum. Buradaki bilgi anlayışının, kendi bilgi anlayışıma çok yakın olduğunu söyleyebilirim.

Metodoloji Nedir?

Bir bilginin (knowledge) bilimsel olabilmesi için nesnel (objective) bilgi olması gerekir. Bunun için de önce tasvir edilmesi (betimleme: description), sonra tarif edilmesi (tanımlama: definition), akabinde ölçülmesi (measurement) ve nihayette tasnif edilmesi (sınıflama: classification) gerekir. Bu şekilde elde edilen bilginin bir "bir işe yarama potansiyeli" olması gerekir ki üzerinde çalışılmaya değsin.
Bu safhalardan geçmeyen bilgiler ve onların temsil ettiği varlıklar özneldir (subjective), dogmatik vasıflıdır ve bilmin tarifi ve metodolojisi dışındadırlar. Bunlar inanç, itikat veya iman konusudur; değiştirilemez, tartışılamaz çünkü aşağıda anlatacağımız şekilde sınanamazlar. Dini, metafizik ve mistik bilgiler bu özelliktedir. Bunların bilime enjeksiyonu ancak kaos yaratır.

Daha sonra bu bilgiden hareketle bir ön fikir (assumption: zan) üretilir; yani "zannedilir". Bu ön fikir mevcut bulgular, teoriler (theory: kuram) ve varsayımlarla mukayese edildikten sonra bir varsayım (hypothesis) ortaya atılır. Bu hipotezi test edip geçerli (valid), güvenilir (reliabl) kılabilmek için bir araştırma deseni (design) inşa edilir. Eğer bu iş için kullanacağımız gereçler (tool) geçerli ve güvenilir değilse, önce bunlar tasarlanıp geçerlilik ve güvenilirlik analizleri yapılarak kullanılabilir hâle getirilir. Önceden bu aşamalardan geçmiş araçlar mevcut ise tabii ki kullanılabilir.

Araştırmanın geçerliliğini ve güvenilirliğini en önemli olarak belirleyen hususlardan bir tanesi de tarafsızlık (non-biasedness) ilkesidir. Hipotezimizi sınamak istememiz, araştırmamızın veya deneyimizin tarafgir olmasını asla gerektirmez, hâttâ doğrusu olmamasıdır. Bu sebeple de, deseni hazırlarken yanlış pozitif (false positive) veya yanlış negatif (false negative) sonuçlardan bizi koruyacak bütün bulaşıklıklardan (contaminations) arınmış olmalıyızdır. Sonucu bu yönlerde etkileyebilecek bütün harici veya dahili etkileri olabildiğince asgariye düşürmemiz gerekir.

Daha sonra araştırma veya deney yapılır. Sonuçlar dünyaca kabûl görmüş istatistiksel analizlerden geçirilir. Bunu yaparken şuurdışı veya şuurlu tarafgirlikten kaçınmak için konuya kör (blind) bir istatistikçi tarafından da sonuçlar gözden geçirilir.

Yayın aşamasında, sonuçların anlamlılığı (significance), bunun derecesi ve varsayımın haklılık derecesi tartışılır. Çalışmanın kısıtlılıkları (limitations) varsa (yeterince örneklem olmaması, kaçınılmaz bulaşıklıkların muhtemel etkileri vs.) bunlar dürüstçe belirtilir.

Daha sonra bu yazı güvenilir ve hakemli bir dergiye gönderilir. Hakemlerden gelen eleştiriler sebebiyle gerekirse 10-15 kere gözden geçirilir (revision).

Sonunda da yayınlanır. Buna rağmen ciddi eleştiriler gelebilir ve teyit çalışmaları (replication studies) yapılmadıkça 1. dereceden kanıt olarak kabûl edilmez.

Bu na kanıta (delile) dayalı bilim (evidence based science) denir.

Masaru Emoto'nun suyun duadan etkilerini anlatan "çalışması" da, duanın kalb krizinden veya başka bir illetten koruyucu etkisiyle ilgili çalışmaların çoğu da bu sebeple kâzip bilim (sham science) veya yalancı bilim (pseudoscience) düzeyindedir ve itibarlı çevrelerce kaale alınmazlar. Daha çok halkı oyalayan sansasyonlar veya spektaküler oyalamalar hâlinde ortada dolanırlar.

Ve.... Bunca zahmetle elde edilen bilgi daha yayınlandığında eskimiştir ve yeni bilgilerce çürütülecek veya değişecektir.

Bu da Sir Karl Popper'ın ortaya koyduğu yanlışlanabilirlik ilkesinin (falsifaibility principle) vazgeçilmezliğinin bir göstergesidir.

Tabii ki bütün bunlar somut sistemlerle uğraşan doğabilimlerinde, tıpta, biyolojide, jeolojide vs. daha bir geçerlidir. Anlam sistemleriyle uğraşan teorik fizik ve matematik gibi bilimlerde işler daha da karışır ve devreye diyalektik mantık, puslu (fuzzy) mantık ve Heisenberg'in belirsizlik ilkesi girer. Kuantum araştırmalarında ise uçuş serbestçedir ama önce bütün temel bilgilere ileri derecede vakıf olmayı gerektirir.

Tarih bir bilim midir dersek, daima galiplerin yazdığı bilgiler yumağından bitaraf hakikati yakalamak çok zordur. Soykırım "keşifleri", çeşit çeşit icatlar göz önüne alındığında, tarih aslında ideolojidir; dolayısıyla da bilim değil bilgidir. Bu bilginin ne kadar nesnel (objective), ne kadar öznel (subjective) olduğu tam bilinemez.

Peki, psikiyatri bilim midir? Biyolojik, psikofarmakolojik, sinirbilimsel, deneysel psikolojiden mülhem alt dallarıyla bir bilim dalı olduğu kesindir. Buna karşılık, yanlışlanabilme ilkesine ters düşen ve varsayımlarını a priori doğru kabûl ederek sonuçları ona göre yordayan (prediction) psikanalitik ve sair teoriler bilimsel değildir; bilimselleşmek için bilimsel olan dallarla işbirliğine giderek doğru iş yapmaktadır. Klinik psikiyatri ise yanlışlanabilme ve gelişebilme ilkelerine uyduğu için bilimseldir.

Parsimoni İlkesi Nedir?

Eskiden "postüladan tasarruf kaidesi" de denen parsimoni (parsimony) ilkesi, "iki kabûl edilebilir izah varsa, en basit olanı en doğrusudur" düsturudur. Bu ilkenin güçlü yanı gereksiz ve fuzuli araştırmaları ve ayrıntıda boğulmayı önlemesi, zayıf yanı ise komorbiditeyi gözardı etmesidir.

Peki, Bir İnsan Hem Bir İnanca (Dini, İdeolojik veya Mistik) Sahip Olup, Hem de Bilim Adamı Olamaz mı?

Tabii ki olabilir. Dünyada geçmişte ve hâlde bunun pek çok örnekleri mevcuttur. Muhtemelen artarak da olacaktır. Önemli olan sapla samanı karıştırmamayı, bilim adamı kimliğiyle (scientist identity) kendini aşan kimliğini (self-transcendent identity) karıştırmamaktır. Dini-mistik ritüelik davranışlar ta hayvanlar aleminden insan türüne kadar devam eden bir süreklilik gösterirler. Kurumsallaşma ve bilinçli inanç (iman) ise Homo sapiens sapiens'te gerçekleşmiştir. İnsan türü kendini aşmaya muktedir hâttâ mahkûm olan tek türdür. Adam gibi adamlar hem ilmi hem de imanı aynı yürek ve dimağda taşıyabilirler ve asla ikisinin de mutaassıbı olmazlar.

"En doğrusu, halen en doğru bildiğimizi yanlışlayacak yeni varsayımlar yaratmaktır".
Sir Karl Popper

"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir".
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk

Prof. Dr. Kerem Doksat

Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Eylül 07, 2009, 04:44:51 ös
Yanıtla #5
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Ohooo, sevgili dostlar, siz benden çok daha ilerilerdesiniz. Ben bu kadar yoğun bir felsefeye yetişemem. Ne görmüş olduğum öğrenim ne geçirmiş olduğum yaşam deneyimi yeter buna. Benim deyişlerim çok daha basit, çok daha yüzeysel olacaktı.

Caydım.

Belki bir başka konuda söyleşmek üzere sevgiler,
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
2993 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 01, 2009, 02:53:01 ös
Gönderen: martı
30 Yanıt
15700 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 18, 2009, 05:16:18 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
2380 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 16, 2009, 09:58:38 öö
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
3449 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 19, 2009, 02:46:46 ös
Gönderen: Prenses Isabella
15 Yanıt
8552 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 17, 2014, 07:53:05 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2219 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 24, 2011, 07:48:20 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
2964 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 06, 2012, 07:53:40 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
2275 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 29, 2014, 09:11:07 ös
Gönderen: MEDUSA
18 Yanıt
12710 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 08, 2015, 11:02:48 öö
Gönderen: davut
4 Yanıt
4192 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 18, 2015, 12:38:45 öö
Gönderen: MEDUSA