Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KADİM SUFİLER VE SUFİZM  (Okunma sayısı 9078 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 20, 2010, 11:31:48 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Bu konu başlığı altında,yerleşik bir kanıyı sorgulamak istiyorum.Belki çoğumuzun ilk defa duyacağı,ancak tarihsel verilerle doğrulanmış,tasavvuf anlayışının evrenselleşmesine katkısı olan bu realiteyi benimsemek ilk başlarda biraz zor olabilir;ancak beklentim,okuyanların üzerinde biraz düşünmeleri yönündedir.

İslam sufîleri ve mistikleri hakkında önümüze konulan yazıların ve kaynakların hemen hepsinde maalesef ciddi ve kasıtlı yapılmış yanlışlıklar, önemli mantık hataları ve tarihsel gerçekleri gizleme çabaları vardır. Örneğin Hicaz sufîlerinin kökeni İslam’dan çok eskiye dayanır. Yün elbiseler giydikleri, yoksul oldukları doğrudur. Ancak İslam’ın Medine’ye gelmesinden sonra kendilerine yakıştırılan ‘Ashâb-ı Suffe’ nitelemesi de, peygamber tarafından yetiştirildikleri de yanlıştır. Hem sonra neden bütün İslam cemaatinden ayrı ve diğerlerinden ciddi biçimde farklı bir  ‘eğitim’e tâbi tutulmuş olsunlar ki?

Wikipedia’da dahi sufîlik için  “İslam inancında Allaha ulaşma yollarından biridir” deniyor. Oysaki İslam’ın özellikle de ilk yıllarında öylesine bir ayrı-gayrılık yoktur; aksine birleştirme çabaları sürdürülmektedir, öngörülen yol da tektir. “Kuran okurlardı” deniyor… Sufîler de diğer mistikler gibi her dönemde, bütün öğretilere saygı duymuşlar; erişebilecekleri her inancı öğrenmeye çalışmışlardır. Tevrat’ı da okurlardı, İncil’i de, Kuran’ı da ve bütün Uzakdoğu inançlarını da bilirlerdi. Örnek vermek gerekirse, bütün bunları Yesevî de bilirdi, Mevlâna da, Hallâc da. Bilmeden nasıl kıyaslayabileceklerdi ve akıl yürütebileceklerdi ki…

Peygamberin onları sık sık ziyarete gittiği doğrudur, ama onların peygambere gelip İslam hakkında bir şeyler öğrendiklerine dair ciddi bir kayda rastlayamazsınız. Kaldı ki İslamiyet’in ilk yıllarında, yani tüm diğer inanç sahipleriyle (putperestler, Musevîler, Hıristiyanlar, Sabiîler... ile birlikte) barış içinde  ‘birarada yürüme’ (mümaşaât) döneminde ilgi ve kısmen de itibar görmüşler; ama  Medine İslam Birliği’nin kurulması, özellikle de İslam’ın Arap Yarımadası’na bütünüyle hâkim olması sürecinde sayıları hızla azalmış, sonunda da tamamen yok olmuşlardır.

Sufîliğin İslam’ dünyası içerisinde ciddi biçimde yeniden ortaya çıkışı ancak dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve onuncu yüzyılın başlarında, çok inançlı bir geleneğe sahip ve Araplara göre çok daha hoşgörülü olan Türk toplumları içerisinde olmuştur (Horasan, Buhara, Taşkent ve Semerkant’ta).  Oradan da İran’a geçmiş, ama Arap Yarımadası’nın, şer’î hukukun katı biçimde hâkim olduğu hoşgörüsüz ortamında birkaç münferit filizlenme dışında ciddî biçimde kök salabilmesi bir daha mümkün olamamıştır. Çünkü o, Doğu’dan yükselen bir ışıktı… Zaten bugün de sufîlik ve tasavvuf düşüncesindeki Şaman, Hindu, Taocu, Budist, Zen ve hattâ eski Mısır inançlarının etkileri inkâr edilememektedir. Bunun bir nedeni de mistikliğin gerçekte durağan değil de  ‘sürekli bir arayış’ olmasındandır. Öyle ki, Hallâc-ı Mansûr dahil, çok az sayıdaki Arap kökenli sufî de yaşamlarının önemli bir bölümünü daha çok Türkler’in ve Acemler’in arasında geçirmişlerdir. Yani kimilerinin iddia ettiği gibi, tasavvufun gerçekleri peygamber tarafından Sufîlere verilmemiş,  aksine 2,5 ile 3 asır sonra kadim sufî geleneğinden İslam’a bir şeyler aktarılmıştır. Dediğimiz gibi, peygamberden kaynaklanan özel bir eğitim biçimi veya tercih edilen bir yol olsa,  neden İslam’ cemaatinin tümüne değil de sadece sufîlere verilmiş olsun ve sonra da onlara sahip çıkılmamış olunsun ki…

O dönemde, putperestlerin yönetimindeki Mekke’de önemli sayılabilecek bir sufî komünü ya da yerleşimi yoktu. Daha çok dağınık olarak, bir kısmı da inanç farklılıklarının fazla önemsenmediği bir ticaret merkezi olan Medine’de yaşıyorlardı.  Müslümanlar, adına  ‘hicret’  denilen zorunlu ayrılıştan sonra, önce bir süreliğine Taif’e yerleşip ardından Medine’ye göçettiklerinde sufîleri orada buldular. Hicret topu topu 70 kişiyle yapılmış bir şehirlerarası göç ve yeniden iskân edilme hadisesi idi. Medine emirinin daveti üzerine, onun emrine, koruma ve güvenlik gücü olarak girmeyi gönüllü ama biraz da içinde bulundukları elverişsiz koşullar nedeniyle zorunlu olarak kabul eden müslümanların toplam sayısı o kadardı. Ama o sırada Medine’de 400 civarında, hemen hemen tamamı erkek olan bir sufî topluluğu yaşıyordu.

Hicaz sufîlerinin kendi hallerinde, hiçbir biçimde şiddet uygulamayan, inançlarını yaymak için aslâ zor kullanımına başvurmayan,  ‘fakir’  benzeri yaşamları olan, gizli değil ama  ‘kapalı’  bir topluluk oldukları kayıtlara geçmiştir.  Yaz – kış yünlü giyerlerdi ve böyle bir gelenek ne İslam’ öncesi ne de İslam’ın yaygınlaşıp egemen olduktan sonraki inanç topluluklarında görülmemişti.

Tasavvuf ehlinin ve bütün sufîlerin sadece kendilerini değil farklı görüşlerden de olsalar tüm insanlığı düşünmeleri; vahyin sadece peygamberlere değil, tüm insanlara gelebileceğini öngörmeleri; din kurucusunun aksine hiç birisinin eline silah almaması;  aklın ve bilginin ötesine geçilmedikçe hakikate erişilemeyeceğini öngörmeleri; tefekküre öncelik ve meditasyona önem vererek bu sayede içsel arınmanın gerçekleşebileceğini kabul etmeleri… gibi hususlar, skolastik İslam’ inanç ve anlayışıyla aralarındaki ciddi ayrılık noktalarını oluşturmaktadır. Zaten, İslam’ inancı içinde serpilip gelişebilen tasavvuf ehli düşünürler, şeriatçı din adamlarınca sürekli horlanmış ve küçük görülmüş, kitapları yakılmış, sürgüne gönderilmiş, hattâ şeriat mahkemelerince yargılanarak idam edilmişlerdir. Sonraki yıllarda tasavvuf, maalesef giderek şer’î İslam’ın baskısı altında ezilmiş ve onun mutlak hakimiyetine girerek gerçek kimliği zedelenmiştir.

Günümüzde ayan olduğu gibi,kabukçularla tasavvufçular arasındaki şiddetli farkın kökeni buraya dayanmaktadır.Tasavvuf felsefesinin gelişimine darbe vuran kimi Osmanlı padişahlarını da unutmamak lazım.Bugünkü tasavvuf anlayışı bile,kabukçuların dayatmaları karşısında bariz tebessümüyle kendisini hissettirmektedir.Görünen o ki;İslam'ın kurtuluşu da,tasavvufun elinden ve ehlinden olacaktır.


Saygılarımla

Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ekim 30, 2010, 02:51:16 öö
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 145
  • Cinsiyet: Bay

Bu bilgilendirici yazi icin tesekkur ediyorum Sayin ceycet. Sufilerin İslam ile karsilasip yazinizda belirttiginiz surece girmeden onceki inanclari nedir? Ne icin yasarlar? Bir meditasyon turevi calismalari var ise yontemleri nedir, ne kaynaklidir? Sorgu memuru gibi gorundum biraz sanirim, kusuruma bakmayin..
Aşk için yanarken
Edindiğim kanatlarla
Uçup gideceğim ışığa doğru,
Hiçbir gözün bakamadığı.


Ekim 30, 2010, 03:25:47 öö
Yanıtla #2
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Tam zamanında ve harika bir yazı.
Taşlar yerine oturuyor. Sanırım benim için duvar bitmek üzere.
Sufizmin temeli inanıyorum ki çok daha eskilere gidecektir.
Yazı için teşekkür ediyorum.

Ne ilginç şu hayat, hala süpriz yapmakda.
Ben şaşkın bir şaşı, hala benle uğraşmakda.
Zorla kendi yolundan götürecek beni,
Bilmez ki ben hala Yunus gibi odun taşımada.
(set by Prometheus)

Bu gece benim için harika geçti.
Saatlerce okumam, öğrendiğim güzel şeylerin desteği oldu.
Hayyamvari bir gece geçirdim. :).(bin yıl gibi)
Bir yanımda şarap, bir yanımda sevgili..

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Ekim 30, 2010, 03:31:03 öö
Yanıtla #3
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Ben Yunusumu çok severim.
O can yoldaşım gibi, sanki ikizim.
Bakmayın bende yara içindeyim ama,
Yunusum kadar olmasa bile, biraz deliyim.
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Ekim 30, 2010, 04:19:26 öö
Yanıtla #4
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Bu bilgilendirici yazi icin tesekkur ediyorum Sayin ceycet. Sufilerin İslam ile karsilasip yazinizda belirttiginiz surece girmeden onceki inanclari nedir? Ne icin yasarlar? Bir meditasyon turevi calismalari var ise yontemleri nedir, ne kaynaklidir? Sorgu memuru gibi gorundum biraz sanirim, kusuruma bakmayin..

Sufilerin inancı nedir?
Sufilerde inanç yoktur da desek, merkezi insandır da desekte yetersiz kalır. Tıpkı masonluğun kendini tanımlamak istediği gibi sufizm sadece yaşanabilir.
Sufizmi en iyi anlatan sanırım Osho'dur.
Sufizm spekülasyonlarda bulunmaz. Oldukça gerçekçi, pragmatik ve pratiktir.Ayakları yere basar, soyut değildir. Buna rağmen herhangi bir dünya görüşü yoktur. Ve bir sistem olmadığından dolayı da bilgiyi sistematize etmez.Bir sistem, varoluşu tamamıyla açıklar. Sufizm bir sistem değildir; varoluş için bir açıklaması yoktur, varoluşun gizlerine giden bir yoldur. Hiçbir şeyi açıklamaz, yalnızca gizleri gösterir. Sizi gizemin içine yollar. Sufizm varoluşun sırrını çözmez. Tün sistemler bunu yapar; tüm işleri gizemi ye harikaları yok ederek bilinmeyeni bilinir kılmaktır. Sufizm sizi bir harikadan diğerine götürür, harikalar diyarının derinliklerine.Bir sistem değildir, çünkü hiçbir şey hakkında hiçbir zaman tam bir açıklama vermez. Yalnızca çok, çok ufak ipuçları, içgörüler verir. Dönüp dolaşıp aynı yere gelmez, felsefe yapmaz; sürekli hikayeler, anekdotlar, mecazlar, deyişler ve şiirler ortaya koyar. Bir metafizik değil, mecazdır. 'Ay'ı işaret eden parmaktır. Parmağı analiz ederek 'ay'ı anlayamazsınız, ama içtenlikle o yöne bakarsanız, 'ay'ı görürsünüz.Sufi hikayeleri felsefi değidir. İnce ipuçları ve fısıltılardır. Doğal olarak, sadece içtenlikle ve empati ile dinleyenler, güvenle kalplerini açıp teslim olmaya hazır olanlar Sufizmin ne olduğunu anlayabilirler. Yalnızca sevebilenler Sufizmin ne olduğunu anlayabilir.Mesajı nedir? Mantıklı bir analiz değildir, ama Zen kadar mantıksız da değildir. Sufizm, mantıklı olmanın bir uç, mantıksız olmanın ise diğer bir uç olduğunu söyler. Sufizm ortalarda bir yerdedir, ne mantıklı ne de tamamiyle mantıksız. Sağa ya da sola yatmaz. Saçma değildir. Sokrates gibi mantıklı değildir, ama Bodhidharma gibi mantıksız da değildir. Bodhidharma ve Sokrates'in farklı göründüklerini, ancak yaklaşımlarının aynı olduğunu söyler. Aslında Bodhidharma Sokrates'den daha mantıklıdır; zaten bu yüzden mantıksızlığa kayar. Eğer mantık çizgisini izlemeye devam ederseniz, eninde sonunda mantığın bittiği yere gelirsiniz, ama yolculuk devam eder. Bodhidharma, tüm yolu gitmiş ve mantığın bittiği ama hayatın devam ettiği sınır çizgisine gelmiş olan Sokrates'dir. Bodhidharma farklı görünür, ama yaklaşımı Sokratesçidir - entelektüeldir. Zen, entelekte çok karşıdır, ama entelekte karşı olmak da entelektüel bir davranıştır. Zen, felsefe karşıtıdır, ama felsefe karşıtı olduğunuzda da felsefi olursunuz -sizin felsefeniz de budur. Sufizm uçları reddeder, ortadakini seçer, tam ortadakini.Zen'deki anahtar kelime 'dikkat'tir, Sufizm'de ise 'yürek'. Zen zihne karşıdır, ama zihnin ötesine zihinle geçer. Sufizm zihne karşı değildir, zihne tamamen kayıtsızdır. Sufizm yüreğe yoğunlaşmıştır; kısacası zihni umursamaz. Evet, Sufi'de de bir aydınlanma olur. Eğer Zen'deki aydınlanmaya satori, zihin-uyanıklığı dersek, Sufi'deki aydınlanmaya da 'yürek-uyanıklığı' denilebilir. Sufi'nin yolu aşığın yoludur, Zen yolu ise savaşcının, samurayın yolu....Sufizm bir dünya görüşü değil, görmektir. Dünya görüşü olduğunuz yerde sayıyorsunuz demektir; bir felsefeye, gerçekle ilgili belli açıklamalara inanırsınız. Aynı kalırsınız, değişmezsiniz. Dünya görüşü sizi biraz bilgilendirir, daha bilgili olursunuz.Görmek ise sizi dönüştürür. Ancak dönüştüğünüzde, yaşamın başka yüksekliklerini ve derinliklerini deneyimlediğinizde, görebilirsiniz.Sufizm bir görüdür. Aslında 'Sufizm' demek doğru değildir çünkü bir 'izm' değildir. Sufiler 'Sufizm' demez; bu başkalarının verdiği bir addır. Onlar tasavvuf derler, bu bir aşk görüşüdür, gerçeğe aşk ile yakınlaşmaktır. Varoluş hakkında düşünen kişi biraz muhaliftir çünkü varoluşu bir sorun sanır - sanki varoluş ona meydan okuyordur ve o da buna karşılık veriyordur, sırrı çözmelidir, gizemi yok etmelidir. Savaşır.Sufi der ki: "Biz ve varoluş biriz. Varoluşla kavgaya lüzum yok. Gönlünü al, birleş, davet et, sev, arkadaş ol ve varoluş sırlarını kendisi açacaktır."Sufizmin bir sistem olmadığını söylemiştim, çünkü tüm sistemler sınırlama getirir, çevrenizde birer hapishane oluşturur. Sufizm özgürlüktür. Belli bir sisteme inanmanızı söylemez. İnançtan değil, güvenmekten bahseder.Sufizmin bir felsefe olmadığını söylemiştim, ama felsefe karşıtı da değildir. Yalnızca felsefeyi ve felsefe karşıtı olmayı umursamaz. Es geçer, kayıtsızdır. Der ki: "Gerçek varken ne diye kelimelerle uğraşayım? Suyu içmek varken ne diye suyla ilgili teorilere kafa patlatayım? Güneşe çıkıp güneş ışınlarıyla dans etmek varken ne diye teorilerle boğuşayım? Otantik bir şey yaşamamak niye?"Felsefe dönüp durur; hep bir şeyler hakkındadır. Hiçbir zaman gerçeğin özüne dokunmaz. Gerçek hakkında düşünür ama gerçek hakkında düşünmek gerçeği yalancı çıkarmaya çalışmaktır. Gerçek düşünülmesi değil karşılaşılması gereken bir şeydir. Gerçek inanılmamalı, yaşanmalıdır. Gerçek bir sonuç değildir, bir kıyaslama süreci ile gerçeğe ulaşamazsınız. Gerçek ortadadır! Gerçek sizsiniz, ağanlardır gerçek, kuşlardır gerçek, güneştir, aydır. Gerçek her yerde ve siz gözlerinizi kapıyorsunuz ve gerçeği düşünüyorsunuz? Düşünce yoldan çıkarır.Düşünmeye gerek yok. Yaşayın onu! Gerçeği yalnızca yaşayarak bilebilirsiniz.
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Ekim 30, 2010, 11:53:56 öö
Yanıtla #5
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Bu bilgilendirici yazi icin tesekkur ediyorum Sayin ceycet. Sufilerin İslam ile karsilasip yazinizda belirttiginiz surece girmeden onceki inanclari nedir? Ne icin yasarlar? Bir meditasyon turevi calismalari var ise yontemleri nedir, ne kaynaklidir? Sorgu memuru gibi gorundum biraz sanirim, kusuruma bakmayin..


Sayın cornelius,

Bu konuda,elimde bilimsel bir veri yok;ancak,kendi yorumumu soracak olursanız;bence,Sabii kaynaklılar.

Nitekim,İslam'a kolayca uyum sağlayabilmeleri,onun içinde hareket alanı bulabilmeleri ve ileride oluşan özgün yorumları buna işaret ediyor.

Forum alanında bir ara Sabii'likle ilgili bir yazı yazmıştım.Orada da görüleceği üzere,İslamdaki ibadet ritüelleri ile Sabii'likte kullanılanlar birebir örtüşüyor.İslam peygamberinin,Sabii'likteki ibadet ritüellerini İslam'a taşıdığına inanıyorum.

Kuran'ı dikkatli inceleyenler bilirlerki,hak dinleri sayılırken vahiy dinlerinin dışında kabul gören tek din Sabii'liktir.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ekim 30, 2010, 01:11:33 ös
Yanıtla #6
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Ceycet

Tesbitblerinize katkı olsun isterim izninizle.İbadet ritüellerinin sabii'likteki ile aynı olması kaynağının ve söylenenin tek ve kesin olması sonucuna götürür bizi.
Allah'ın İsa'ya başka,Musa'ya başka,Muhammed'e başka ibadet ritüelleri vermesini düşünmek bence en büyük yanılgılardan biri olsa gerek.Peygamberlik için Berat tabiri kullanılır ilk ve son peygamber arasında bu Berat taşınmıştır ve Peygamberimizle son bulmuştur.

Bu Berat süresinde Peygamberlerin uyguladıkları ibadet ritüelleri nasıldı acaba yada ne kadar farklılardı

Saygılarımla

ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Ekim 30, 2010, 01:17:49 ös
Yanıtla #7
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


sayın Karahan,

Kanımca,ortak ve gerçek ibadet,aklında kabul ettiği tefekkürdür!...

Bunun üzerine yapılanlar tefarruattır,kişiye göre şekillenebilir.Zira,kutsallığı öngörülen vahiy kitaplarında,ritüellere yönelik bir telkin yoktur.


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...