Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Göklerin ve Yerin Tanrıları  (Okunma sayısı 13976 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 23, 2012, 03:33:58 ös
Yanıtla #30
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341
  • Cinsiyet: Bayan

Sn Masor1976, Seçilmiş ırk kavramı hakkında bende sizin gibi düşünüyorum,buna rağmen bazı olgularda gen'lerin devreden tamamen çıkarılması da doğru değil.Herşeyden önce gelen tüm varlığın bütün ve eşit olmasıdır. Faklılıklar ise sadece misyonlarındadır;iyi yada kötü bunun karşılaştırılmasına girmicem yoksa dipsiz kuyu gibi uzar da uzar.

Yaratıcı arasında köprü olabilecek aracılara gelecek olursak,bunun  bir alıntıyı özetiyle sizlerle paylaşmak istedim.İnceleyerek üstünde  düşünürsek  ne doğru bir anlamın yattığını farkederiz.



"Dünyayı Kuşatan Karanlık

Dünya gezegeni, üzerinde yaşayan milyarlarca beşer varlığının, binyıllardır oluşturdukları negatif faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkan, negatif karanlık bir etherik-astral bulut ile örtülmüştür. Kozmos içindeki şer güçleri, yeryüzü üzerindeki karanlık saltanatlarını, işte bu karanlık örtü vasıtasıyla sürdürmektedirler. Her türlü maddi ve manevi kötülük eylemi, bu karanlık bulutu daha da bir yoğun ve ağır duruma getirerek, saltanatını pekiştirmektedir. Buna karşılık, Kozmik Işık Güçleri ve bağlı oldukları İlahi Planlar ise, beşeriyeti, pozitif maddi ve manevi faaliyetlere teşvik ve davet ederek, beşeri serbest iradeleri ile beşeriyetin, bu meydana getirdikleri karanlık bulutu yok etmeye ve yeryüzünü Işık alanları ile sarmalarını sağlamaya çalışmaktadırlar. (Ne Etherik Ustadlar, ne beşeri  donanımlar sizlerin kendi kendinize yapmaya muktedir olduğunuz şeyi sizin için yapmazlar.)

 Düşünceler, sadece düşüneni etkilemekle kalmayıp, düşünen varlığın içinde yaşadığı etherik çevrede de kesin değişimlere sebep olurlar. Nefsaniyetle beslenen negatif düşünceler, çıkarcı güdüler, kötü empülsler ve her şey­den öteye, korku, zihin faktörü beşeri ırkın gelişiminde söz sahibi olmaya başladığından beri giderek güçlenmiştir. Bu durum, nice binyıllar boyunca, beşeri gidişatın üzerinde bir 'karanlık bulut' oluşturmuştur. Djwhal Khul, daha 1944 yılında, 'Tüm beşer ailesinin üzerinde devasa bir düşünce formu asılı durmaktadır', demişti. İşte, beşeriyet için daha sağlıklı bir psişik çevrenin yaratılmasını sağlamak amacıyla, bu bunaltıcı, girdaba benzeyen sisin dağıtılmasına yardımcı olmak, kendini beşeriyete hızmet yoluna vakfetmiş olan her inisiye'nin hayatı boyunca surdürdüğü bir görevdir.


«Okültistlerin çoğu, her bireyin, kendi düşünce atmosterinin yaratılmasında sorumlu olduğuna ve bu atmosferin zararlı olması halinde, kişinin çevresindeki ether'i zehirli buharlarla yükleyebileceğine inanılar. Her bir kötü düşünce, sözle ifade edilmese ya da fiil halinde tezahür ettirilmese dahi, atmosfer karartır. Tersine, hayırlı bir düşünce de, düşünen kişinin çevresinde hayırlı ve ahenkli bir vibrasyon yaratır. Birikerek çoğalan türden 'grup düşünceleri'nin, ether'de, büyük düşünce form kütleleri halinde birleştikleri belirtilmektedir. Büyük ihtirasların oluşturulduğu ya da şiddet sahnelerinin geçtiği mekanlara kendilerine özgü atmosferi veren de düşuncedir

Wise Owl: «Düşünce'nin gücü, maddi beşerin anlayamayacağı ya da idrak edemeyeceği bir seviyededir. Bu düşünceler, rehberlere ulaşırlar ve onlar tarafından etüd edilirler. Bu düşüncelerin, beşeriyetin yararına olması halinde, rehberler de ilaveten bunları stimüle ederler ve beşeriyete yardım arzuları ve düşünceleri ifade edildiğinde, bunların, geleceğe muazam bir etkisi olabilir. Kadim Mısırlılar ile Babilliler, düşünce formlarının ustalarıydılar ama, düşünce kontrolünün en büyük uygulayıcıların biri de, düşünceleriyle elementleri idare edebilen Hz. Isa 'ydı.»



Ramala: «Hıristiyan kiliseleri her yıl Hz. İsa'nın ölümüne yas tutarlar. Paskalya yortusundan önceki son cuma günü, Dünya'nın çevresindeki aura, "hatalı duyguların, hatalı düşüncelerin, hatalı inançların, her bakımdan yanlışlığın kara bulutlarıyla dolar. Halbuki, Hz. İsa çarmıhta ölürken, fizik hayatın kısıtlılıklarını, üzüntülerini, epröv ve kargaşalarını geride bırakarak, doğal hayatına geri dönüyordu. Hz. İsa'nın, hepinizi bekleyen normal bir spiritüel hayata geri dönüşü gözler önüne sermiş olmasına rağmen, onun ne yaptığını anlıyamamış olan  Hristiyanlar'ın Hz İsa'nın ölümüne üzülmeleri boşa giden enerji demektir.

----------------------------------------------------------

Yukarda yazar ne güzel ifade etmiş yazar : Kendi kendinize muktedir olduğunuz şeyi sizin için yapmazlar; Ne Ali,  ne İsa,  ne Medet ya Abdulkadir Geylani, nede .........


«Dağları seyrederken, oraya sevgi" dolu enerjileri qönderiniz. Ağaçlan seyrederken, onlara sevgi dolu enerji gönderiniz. Taşa da, toprağa da sevgi dolu enerjiler  gönderiniz;Tüm dünyaya.
 
 
 
 
 






« Son Düzenleme: Ocak 23, 2012, 03:46:50 ös Gönderen: hypatia »
Sevgi ile kalın


Ocak 23, 2012, 08:39:01 ös
Yanıtla #31
  • Ziyaretçi

Sayın Hypatia, seçilmiş ırk kavramını dini kitaplarda da çürütebiliriz örneğin peygamberlerin çocuklarının, amcalarının vb. en yakın akrabalarının kafir olmaları, peygamberlerin kardeşlerinin onu öldürmeye çalışması vb. olgular ayrıca günümüzdeki gen araştırmaları da karakterin gensel bir etkileşim içermediği hatta pek çok hastalığın bilinenin aksine genlerle bulaşmadığı ispatlandı.

Eğer dikkat edilirse Hindistan Çin gibi kaynaklardan gelen metafizik inanç yapıları enerji kavramıyla alakalı görüşleri, nefs terbiyesi yöntemleri vb. bizdeki tasavvuf inancına veya Hristiyanlık Yahudilik gibi inançların metafizik yönleriyle aynı diyebileceğimiz kadar çok benzer. Bu nedenle Tasavvufu islamdan soyutlama çabasında olanlar tasavvufun orjinini bu tip inanç yapıları olduğu kanaatini taşırlar. Fakat örneğin abdest ve namazın asıl anlamını yine bu tip eski öğretilerle anlayabiliriz. Yani abdest fiziksel bir temizlikten öte metafizik bir kalkan oluşu, namazdaki duruşlarda örneğin ellerin karın bölgesinde tutuluşuyla enerji merkeziyle avuç içinde enerji alış verişi yapıldığı, yoga ile namazın streching yönünün benzerliği vb. örnekleri artırmak mümkün. Bence bunun nedeni Allah insanlığı hiç bir zaman boş bırakmamış bir şekilde salih kullarıyla bilgilendirmiştir. Bu bilgiler binlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelebilmiş ve güncel inanç sistemleriyle örtüşmüşlerdir.

Rabıta ve Medet kavramına gelirsek metafizik ilimlerle sadece Allah dostlarıyla iletişime geçenler yoktur, şeytani güçlerle iletişim için de benzer ilimler kullanılmaktadır. Şeytani ve rahmani metafizik güçleri çağırmayı bilirseniz gelirler çünkü bizdeki gibi mekan kavramları yok örneğin bir cin dünyayı bir kaç saniyede dolaşıp gelebilir ve size istihbarat sunabilir. Şeytaniler ve Allah dostları ise daha fazla güce donanıma sahiplerdir.

Nurcularla bu konuyu tartıştığımı hatırlıyorum risalei nuru eleştirdiğim için bu yüzden beni pek sevmezler. Zamanımızda veli yoktur eğer Abdulkadir Geylani gibi zatlar olsa gücünü islam ve insanlık için kullanırdı diye geçiyor risalei nurda. Fakat Abdulkadir Geylani'nin ruhaniyetinden yararlandıklarına dair yazılar da mevcuttur risalei nurda. Yani tasavvufu tümden reddetmiyorlar.

Bu kadar güçleri var nerdeyse tanrı kadar güçlüler fakat neden kullanmıyorlar. Buna tasavvufçulardan dinlediğim bir hikaye açıklayabilir bir veliye soruyorlar "Allah seni seviyor mu" diye o da diyor ki "Evet fakat bir kez bile dediğimi yapmadı".. 

Saygılarımla.
« Son Düzenleme: Ocak 23, 2012, 09:00:08 ös Gönderen: Masor1976 »


Ocak 23, 2012, 10:23:02 ös
Yanıtla #32
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3235
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Masor1976  konuyu güzel yakalamışınız saygılar. ;D ;D ;D
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Ocak 24, 2012, 12:56:27 ös
Yanıtla #33
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341
  • Cinsiyet: Bayan

 Sn Masor, şahsi yorumlarımda seçilmiş ırkı destekleyen bir yazım varmı ki ırk konusu üzerinde bu kadar duruyorsunuz?..Tanrı ile arası meselesine de yukarıda bir alıntıyla noktaladım..Ha, siz yada başkaları "hayır böyle değil ama şöyle" derseniz saygı duyarım. Yukarıdaki yazılar ve konu olan Gök ve yer Tanrıları hakkında alıntılar birkez değil birkaç kez okunması ve tarafsız düşünülmesi gerekir.
Size tekrar belirteyim yukarıdaki yorumumda ifade ettiğim gibi;seçilmiş ırka şüpheyle bakarım ,seçilmiş kan olursa bu soydan gelir yani soyağacında.Fakat metafizik anlamda,insanın arı olmasının ırkla alakalı olmadığına inanıyorum;bunu din kitapları da yazmış olsa benim özgür irademe göre değil.

Namaza gelince;konu  ibadet ve din değil. Zaten bunlar heryerde en fazla tartışılan ama bir sonuca varmayan konular,İlahiyatçılarda bir yere gelemediklerine göre...Başlığımız Göklerin ve Yerin Tanrıları,asıl üzerinde devam edilecek mevzu bu.
Binlerce yıldır insan oğlunun   nelere inandığını, gerek bilimsel gerek dinsel öğelerle günümüze kadar gelen inançlarını gözlemlemek amacıyla açılmış bir konu.
Bu konuyu içeren yorumlar  kifayetsiz  kalıyorsa, On İkinci Gezegen kısmına girelim.Çünkü burada yazdıklarım aynı konuyu içeriyor asla birbirinden ayrı değil.Özür dileyerek ifade ediyorum,asıl yorumların bunların içeriğinde devam etmesi;tabi kısa sapmalar olabilir ama kısa...Ana temaların üzerinde durarak düşünmek arzusuyla bu konuyu açtım...İsterseniz devam edelim :)
Sevgi ile kalın


Ocak 24, 2012, 01:28:20 ös
Yanıtla #34
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341
  • Cinsiyet: Bayan

 
                                                                                          Bölüm: On İkinci Gezegen
 
"Tanrı "Kaldelilerin Ur'undan" çıkan İbrahim'e, gelecekteki İbrani nesillerden konuşulurken yıldızlra bakmasını söylemiştir. Gerçekten de, Eski Ahit astronomik bilgilerle doludur. Yusuf kendini ve erkek kardeşini on iki gök cismiyle kıyaslar;ata Yakup on iki torununu on iki burç takım yıldızıyla ilişkilendirerek kutsar. Mezmurlar ve Eyüp Kitabı tekrar tekrar göksel fanomenlere, burç takımyıldızlrına atıfda bulunur. Demek ki burç kuşağına, göklerin bilimsel biçimde bölünmesine dair bilgi ve diğer astronomik enformasyon; kadim Grek'in zamanından çok öncesinde, kadim Yakın Doğu'da yaygındı."Kaldeliler gezegenleri adlandırmıştır...sistemlerinin merkezinde en büyük ışık, Güneş vardır; gezegenleri onun konumunu ve ışıltısını yansıtan "evlatları"dır.

Değişmez bir şekilde, bu daha önceki dönemdeki Kaldeliler kendilerini izleyen halklardan çok daha fazla ve çok daha doğru bilgiye sahip olmuştur. Kadim dünyanın her yerinde, nesiller boyunca "Kaldeli" adı "yıldız gözleyen", yani gökbilimci ile eş anlamlı olmuştu.
      Kesinlikle söylenebilinir ki, daha sonraki tarihli metinler yapı olarak astronomikten ziyade astrolojiktir. Göklerin ve gök cisimlerinin hareketleri kudretli kralların, tapınak rahiplerinin ve genelde ülke halkının asli meşkalesi haline gelmiş gibi görünmektedir; yıldızları gözlemenin amacı sanki Dünya meselelerinin -savaş, barış, bolluk- gidişatına ait cevabı göklerde bulmaktadır.
 
     M.Ö.  ilk  bin yıla ait yüzlerce metni derleyen ve analiz eden R.C. Thompson  (Ninova ve Babil'in Büyücü ve Astrologlarının anlattıkları)  bu yıldız gözleyenlerin ülkenin, halkının ve yöneticisinin talihiyle ulusal açıdan ilgilendiklerini,  (günümüzdeki  "yıldız falcılığı" gibi) bireysel talihlerle ilgilenmediklerini gösterebilmiştir:

       Ay hesaplanan zamanda görünmez ise,
       Güçlü bir şehir istila edilecek demektir.

       Bir kuyruklu yıldız Güneş'in yoluna erişirse,toprak-akışı
       azalacak; iki kez bir gürültü kopacaktır.

       Jüpiter Venüs ile gittiğinde, ülkenin duaları
       tanrıların kalbine erişecektir.

       Eğer Güneş Ay istasyonunda durursa, ülkenin kralı
       tahtında sağlam olacaktır.
« Son Düzenleme: Ocak 24, 2012, 01:44:16 ös Gönderen: hypatia »
Sevgi ile kalın


Ocak 24, 2012, 02:34:33 ös
Yanıtla #35
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341
  • Cinsiyet: Bayan

 -" Babillilerin "Rab'in Günü" dedikleri büyük bir astronomi dizisi, katiplerince açıklandığına göre, Akkadlı Sargon.2un zamanında, yani  M.Ö. üçüncübin yılda yazılmış olan bir sümerce tabletten kopya aedilmiştir. Ur'un üçüncü hanedenanına, yine M.Ö. üçüncü bin yıla dayandırılan bir tablet bir dizi  gök cismini öylesine net biçimde sıralamakta ve tarif etmektedir ki, günümüz bilginleri bunun, aralarında uzey semalarında Büyük ayı, Ejderha, Çalkı, Kuğu ve Üçken ve Güney semalarında Avcı, Büyük Köpek, Suyılanı, Karga ve Erboğa bulunan takımyıldızların sınıflandırılmasıyla ilgili bir metin olduğunu anlamakta hiç zorluk çekmemişler.
      Sümerliler,gerçekten de, ellerinde araç gereç olmasa da küresel bir astronomi ve geometrinin gerektirdiği gelişmiş astronomik ve matematik "know-how"a sahipmiydiler? Dillerinin gösterdiğine göre, gerçekten de sahiptiler.

      Bu durum sadece kullandıkları çok gelişmiş astronomik medotlarla ilgili değildir,-örneğin, kadim Sümer'de bir göksel ekvator saptamaya gerçekten ihtiyaç duyan kimdi?-ayrıca yıldızlar arasındaki uzaklıkların ölçümleriyle ilgili bir detaylı metin çeşitleri de mevcuttur.
    Yıldızlar arasındaki uzaklığın üç farklı metotla ölçümünün mevcut olması, konuya verilen büyük önemi göstermektedir.  Peki ama Sümer'in erkekleri ve kadınları arasında kim böyle bir bilgiye ihtiyaç duymuştu? Aralarında kim bu metotları oluşturmuş ve doğru biçimde kullanabilmişti?  Tek muhtemel cevap şudur:  Bilgiye sahip olan ve böyle doğru ölçümlere ihtiyaç duyan Nefilimlerdir.
« Son Düzenleme: Ocak 24, 2012, 02:51:46 ös Gönderen: hypatia »
Sevgi ile kalın


Ocak 25, 2012, 01:33:45 ös
Yanıtla #36
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341
  • Cinsiyet: Bayan

 

 ..."   Uzay yolculuğu yapabilen, başka bir gezegenden Dünya'ya gelen, Dünya semalarında uçan Nefilimler;  insanoğlu uygarlığının daha şafağındayken, gelişebilmesi için binlerce yılın gerektirdiği astronomi bilgisine, ileri bir astronomi için gelişmiş metotlara ve matematiğe ve kavramlara sahip olan, göklerdeki uzaklıkları, yıldız düzenlerini ve yıldız gruplarını, helyak doğuşları ve batışları, karmaşık bir  Güneş-Ay-Dünya takvimini ve hem Gök hem de Yer ile ilgili dikkate değer bilgilerin geri kalanını insan katiplere dikkatle tablo tablo kopyalamayı ve kaydetmeyi öğretmeye ihtiyacı olan ve öğretebilen bir tek onlar olabilirdi.

    Güneş sistemimiz, on iki üyeden oluşmuştur. Belki de bu süpriz olmamalı zira Yunanlı bilgin Diodorus, Kaldelilerin üç "yolunu" ve bunun sonucunda ortaya çıkan otuz altı gök cismini açıklarken "bu gök tanrılarının baş yetkiye sahip on ikisinden her birine, Kaldeliler bir ay ve burç kuşağından bir burç tayin ederler" diye belirtmiştir.
(Hayvanlar Alemi ve Gökyüzündeki Yol) Anu Yoluna ve onun on iki burç takımyıldızına ek olarak, bazı metinlerine yine on iki gök cisminden; Güneş, Ay ve diğer on cisimden oluşn "Güneş Yolu"ndan söz ettiklerini bildirmektedir. TE-tableti diye adlandırılan bu metnin 20. satırı şöyle der: "naphar 12 şeremeş ha.la şakakkab.lu şa Sin u Şmaş ina libbi ittigu", yani "hepsi hepsi, Ay ve Güneş'in ait olduğu, gezegenlerin yörüngede döndüğü 12 üyedir".

Artık,on iki sayısının kadim dünyadaki önemini kavrayabiliriz.Sümer tanrılarının Büyük Grubu ve daha sonraki Olimpos tanrılarınınki tamamen ok ikiden oluşmaktaydı;genç tanrılar bu daireye ancak yaşlı tanrılar emekli olduğunda katılabiliyordu. Benzer şekilde, on iki sayısını sürdürmek için bir boşluk oluştuğunda doldurulması gerekiyordu.
       Doğal sayı sayma temelimiz on olmasına rağmen, on iki sayısı, sümerliler geçip gittikten çok sonraları da göksel ve ilahi tüm meselelere nüfuz etti.  On İki Büyük Titan, on iki İsrail Kabilesi, İsrail Yüksek Rahibinin büyülü göğüslerinde on iki parça vardı.
        Bu güçlü, kesin on iki sayısı nereden kaynaklanıyordu? Göklerden.
Sümer yazısında, tanrı Anu ve "ilahi" yerine geçmekteydi. Bir astronomi metni "Üstün Asa'nın  kakkabı, mulmul' daki koyunlardan biridir". diye açıklar. Ve Marduk darbe yapıp üstünlüğü ele geçirdiğinde ve bu gezegenle ilişkili tanrı olan Anu'nun yerini aldığında Babilliler şöyle demiş: "Marduk'un gezegeni, mulmul içinde gözükür."
       İnsanlığa Dünya'nın gerçek yapısını ve gökleri öğreten Nefilimler, kadim gökbilimci rahiplere sadece Satürn'ün ötesindeki gezegenleri bildirmekle kalmamış, en önemli gezegenin, gelmiş oldukları gezegenin varlığını da öğretmişlerdi:
      ON İKİNCİ GEZEGEN.
« Son Düzenleme: Ocak 25, 2012, 01:48:44 ös Gönderen: hypatia »
Sevgi ile kalın


Ocak 27, 2012, 04:26:29 ös
Yanıtla #37
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341
  • Cinsiyet: Bayan

" Belinde'ki Kadim Yakın Doğu Müzesindeki mührünün ortasındaki tanrı veya gök cismi büyütüldüğünde, bunun on bir gök cismiyle çevrelenmiş büyük, ışınlar saçan bir yıldızı betimlediğini görebiliriz. Bunlar da, yirmidört daha küçük küreden oluşan bir zincirin üstündedirler. Bizim güneş sistemimizdeki gezegenlerin "aylarının" veya uydularının (gökbilimciler çapı on altı klometre veya daha az olanları saymazlar) sayısının da tam yirmi dört olması sadece bir rastlantı mıdır?
      Şimdi, burada, şüphesiz ki bir Güneş ve on bir gezegen gösteren bu betimlemelerin bizim güneş sistemimizi temsil ettiğini iddia etme tuzağına düşürebilir zira bilgilerimiz bize, Dünya'nın bir parçası olduğu gezegensel sistemin Güneş, Dünya ve Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüz, Neptün ve Püton'dan oluştuğunu söylemektedir. Bu, bir Güneş ve (Ay da sayıldığında) sadece on gezegen eder.
      Ama Sümerlilerin söylediği bu değildi. Sistemimizin Güneş ve (Ay da sayılarak) on bir gezegenden oluştuğunu iddia ediyor ve bugün bildiğimiz gezegenlere ek olarak, güneş sisteminin  on ikinci üyesinin de olduğu fikrine sıkı sıkıya bağlıydılar;yani, Nefilimlerin evi olan gezegen.  Biz ona On İkinci Gezegen diyeceğiz."
Sevgi ile kalın


Ocak 27, 2012, 04:57:34 ös
Yanıtla #38
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341
  • Cinsiyet: Bayan

        Eski Ahit'in tekvin bölümünde adı geçen  satırlar arasına sıkışan Nefilim'lerden neden bahsedilmiyor ? Onun hakkında bilgilerden söz edilmesi neden hoş karşılanmıyor. Bilinmiyor olması yeterli gözükmüyor çünkü daha sıradan ve alakasız objeler üzerinde onca ayrıntıya gerek duyulurken böylesine ürkülen ve lanetlenen kayıp bir ırkı geçiştiriyorlar. Kayıpmı yoksa kasıtlı olarak  hasır altı edilip bir çok bilgiler gibi insanoğlundan gizlenilmişmi?
      Neden lanetlenmiş?  İnsanoğlunu aydınlattığı içinmi yoksa? Üç büyük dinin,özellikle üç büyük dinin ikisinde bolca bahsi geçen günahkar olduğu için gazaba uğratılmış kadim uygarlıkların bilgi düzeyinin yüksek olması dikkat çekici...
Bahsedildiği gibi Tanrıların dünyadan çekilmesiyle insan düşüşü mü başlatılmış oldu?..ki öyle olduğu aşikar.
Kadim bilgiler yok edilmiş ve beşeri insan onların yerine başka kitaplar düzenlemiş olabilirler;yani bugünün kutsal kitapları....Kimbilir?Yıllarca kendime sorduklarımdır bunlar..

Burada yazmadıklarımın içinde , Nefilimlerin evi olarak geçen On İkinci Gezegen'nin ne olduğu konusuda merak uyandırıcı. Varlığının şüphe uyandırmayan bu gezegenin nasıl kayıp olduğu hala bilimciler  için merak konusu..Biryerlerde okudum şimdi hatırlayamıyorum ama aklımda kaldığı kadarı, bununla ilgili bilmem kaçyıllarda birsefer  dünyanın yakınında geçen bir yıldızı ona bağlıyorlar;ve bu geçişin dünyada bazı olayların oluşumuna da sebeb gösteriliyor.
« Son Düzenleme: Ocak 27, 2012, 05:25:04 ös Gönderen: hypatia »
Sevgi ile kalın


Ocak 28, 2012, 11:33:13 öö
Yanıtla #39
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 341
  • Cinsiyet: Bayan

 "Kadim dünyanın dinsel inançlarının ve astronomisinin bel kemiği, On İkinci Gezegeni'nin güneş sistemi içinde kaldığı ve büyük yörüngesinin onu periyodik olarak Dünya'nın yakınlarına getirdiği kanaati oluşturmaktaydı. On İkinci Gezegenin, "Geçiş Gezegeni"nin piktografik işareti bir haçtı. Aynı zamanda "Anu" ve "İlahi" anlamına gelen bu çivi yazısı işareti, daha sonraları Sami dillerinde "işaret" anlamına gelen 'tav'  harfine dönüştü.
   Geçekten de, kadim dünyanın tüm hakları On İkinci Gezegennin periyodik yaklaşmasını alt üst oluşların, büyük değişimlerin ve yeni çağların bir işareti olarak görmekteydi. Mezopotamya metinleri gezegenin periyodik olarak ortaya çıkışını beklenen, tahmin edilebilen ve gözlemlenebilen bir olay olarak anlatmaktadır:

    Büyük gezegen;
    Ortaya çıkışında, koyu kırmızı.
    Göğü yarıdan böler
    ve Niburu olarak durur.

 Gezegenin gelişi ile ilgili metinlerin birçoğu, olayın Dünya ve insanoğlu üstündeki etkisine dair kehanetlerde bulunan kehanet metinleridir. R.Campbell Thompson  ( Reborts of the Magicians and Astrologs of Nineveh and Babylon)  (Ninova ve Babil'in Büyücülerinin ve Astrologlarının Anlattıkları) gezegenin "Jüpiter'in durağını çevrelerken" ilerleyişini ve geçiş, yani Nibiru noktasına gelişini anlatan böyle metinler yayımlamıştır:

    Jüpiter'in durağından
    Gezegen batıya doğru geçer
    Bir süre güven içinde yaşayış olacaktır.
    Diyara yavaşça huzur çöker.
    Jüpiter'in durağından başlayarak
    Gezegenin parlaklığı artmaya başlar
    ve Yengeç Burcunda Niburu haline gelecektir,
    Akkad bollukla dolacak,
    Akkad kralı güçlenecektir.
    Niburu sona geldiğinde...
    Diyar güven içinde yaşayacak,
    Saldırgan krallar barış yapacak,
    Tanrılar duaları kabul edecek, yakarışları duyacak.
 Ancak yaklaşan gezegenin, güçlü kütle çekimi etkilerinin yağmurlara ve sellere de sebeb olacağı beklenmekteydi:

   Gök tahtının Gezegeni
   daha da parlaklaşınca,
   seller ve yağmurlar olacak...
   Niburu hadid noktasına vardığında,
   tanrılar huzur verecek;
   belalar ortadan kalkacak,
   karışıklıklar çözülecek.
   Yağmur ve seller gelecek.

Mezopotamyalı alimler gibi İbrani peygamberler de gezegenin Dünya'ya yaklaşma ve insanoğluna görünür olma zamanını yeni bir çağın müjdecisi olarak düşünmüşlerdir. Mezopotamyanın ve  Gök Tahtının Gezegenine eşlik eden bolluk ve barış kehanetleri ile Rab'bin Fününden sonra Dünya'ya gelen barış ve adaleti anlatan İncil kehanetleri en iyi şekilde İşaya'nın sözleri ile ifade edilebilir:

    Ve son günlerde vaki olacak ki:
    ...Rab milletler arasında hükmedecek
    ve çok kavimler hakkında karar verecek.
    Kılıçlarını sapan demirleri ve
    mızraklarını bağcı bıçakları yapacaklar;
    millet millete karşı kılıç kaldırmayacak. "
   
Sevgi ile kalın


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
4167 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 22, 2007, 10:28:51 ös
Gönderen: GölGe
1 Yanıt
2172 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 21, 2012, 11:44:36 ös
Gönderen: NOSAM33
2 Yanıt
3740 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 11, 2008, 03:57:56 öö
Gönderen: Fraternis