Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Ruh ve Nefs  (Okunma sayısı 5635 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 16, 2011, 05:39:24 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 159
  • Cinsiyet: Bay

Ruh ve nefs acaba farklı şeyler olabilir mi?
 
Nefs hayvanlarda olan içgüdüsel dürtü, ruh ise akıl olan varlıklarda olan bir enerji yani chi... Nefs bizim otomatik yaptığımız davranışları da yönetir, nefes almak, organların çalışması vs.
 
Ameliyat sırasında verilen genel anestezi ile ruh uyutulur veya uzaklaştırılırken, nefs bedene ait fonksiyonların devamını sağlamaya devam eder; kalp atışı durmaz, nefes alışı devam eder, beyin hayati fonksiyonlarını devam ettirir ancak ruhsal izolasyon sonucu ağrı duyulmaz ve akaşik kayıt olmadığından hafızada yer etmez.
 
Ruh ise insanı insan yapan öz enerjidir. Bu enerji evrendeki tüm enerji ile iletişim halinde ve alışveriş halindedir. İnsanın ne kadar hareketsiz kalırsa kalsın, uyuması da bu nedenledir. İnsan uykusuzluğa en fazla 3 gün dayanabilir, daha sonrasında fizyolojik rahatsızlıklar ile birlikte halüsinasyonlar da baş göstermeye başlar.
 
Uyuyan insan akaşik enerji merkezi ile bağlantı kurar, bu noktada her gün bir kıyamet yaşanır ve insanın “seyr-i süluk”u bu şekilde oluşur. Ruhsal enerjisinin bilincinde olmayan, nefsi ile hareket eden insanlar tekamül edemezler ve akaşik merkez ile bağ kuramazlar. Bu homo sapiens ile homo sapiens sapiens arasındaki farktır.
 
Ruh uyku ile akaşik merkez ile bağ kurup uyandığında hayatının yönüne karar verir. Bu nedenle türkçede farkındalık olarak çevrilen awakening kelimesi aslında uyanış anlamına gelmektedir. Uykuda bağ kuran ve kozmik enerji okyanusu ile buluşan ruh, uyanış ile “seyr-i süluk” una yön verir.
 
Ruh kozmik enerji okyanusundan gelmektedir ve her an bu okyanusun enerjisinin karşılıklı etkileşimi altındadır. Her ruh aslında “bir”dir. “Bir”den gelmiş ve “bir” e dönecektir. Nefs ise ruhun bilincine varamamış ancak akıl olan varlıklardaki varsayılan ilk(s)el enerjidir. Nefs’e hakim olundukça ruhunun bilincine varan varlıklar iradeye ve irfana kavuşmaya başlarlar.
« Son Düzenleme: Mayıs 16, 2011, 05:52:24 ös Gönderen: alcyone »
veritas lux mea.


Mayıs 20, 2011, 04:57:37 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 159
  • Cinsiyet: Bay

Konu ile ilgili bir başka yazıyı daha aynı başlığa ekliyorum.

Saygı ile.


Yaşam Enerjimiz

İnsanın her konudaki aktivitesinde harekete geçirici bir güç vardır ki, bunun kaynağı yaşam gücümüzdür. Bu enerji, sinir sistemimiz boyunca akan bir enerjidir. Bu manevî yapımızı çok yakından ilgilendirdiği için bilincinde olmakla kazanılıp, israfıyla da kaybedilmektedir. İnsan yaşam enerjisi olmadan hiçbir şey yapamaz. Kuyruk sokumundaki manyetik merkez tarafından doğadan temin edilen bu yaşam enerjisi, nefes alırken burun civarından bedenimize girmektedir. Bu enerji maddî bir enerji değildir ve burun deliklerinden girip kuyruk sokumuna gelir. Burada bir çeşit manyetik bir merkezden bedenimizin her yanına yayılan ve onun şeklini alan bir bulutumsu etki oluşturur. Bedeni bir kılıf gibi saran ve atom altı yapılara inen bir çeşit eterik enerjidir. Spiritüel deyimle de bir esir enerjidir. Doğu öğretilerinde bunun adı ‘prana’ dır.
 
Kozmostan alınan bu enerji, vücudumuzun canlılığını temin eder. Bu enerjinin ışıması mavi renkli bir flüoresan aydınlığı olarak tespit edilmektedir. Yaşama en fazla etkisi bulunan ve en yüksek titreşimde olan bu enerji, metafizik bir enerjidir. Beynimiz bu enerji sayesinde vücudumuzu yönetir ve iç organlarımıza irademizin dışında bir fonksiyon sağlar. Hedeflerimizde cehit, gayret ve irade gücünü bu enerji sayesinde buluruz. Yaşam enerjimizin yüksekliği moral gücümüzün artmasına, azalması da moral çöküntülerine sebep olur. Aynı zamanda bu enerjinin birikimi, karakter gücü ve itimat duygusunu öne geçirir.
 
Yaşam enerjisini uyku ile şarj ederiz. Uyanıkken de aldığımız bu enerjiyi bir taraftan harcadığımız için daha ziyade gece 1 ila 5 saatleri arasında oldukça yoğun çekebiliriz. Yaşam enerjisi yemek ve içmekle kazanılan bir enerji değildir. ‘Sinirsel Güç’ olarak da bilinen yaşam enerjisi, insanın gün içerisindeki tüm faaliyetlerinde kullanılır. Ancak bazı hallerde bu enerji açık bırakılmış bir musluk gibi boşalıverir. Bu haller; korku, panik, heyecan, üzüntü, kaygı, endişe, öfke, hiddet, kızgınlık, telaş halleri ve gerilim içinde geçen zamanlar ile uzun irade gücü harcanan olaylardır. Bu gibi durumların sonrasında insan tüm gücünü yitirmiş olduğunu fark eder.
 
Akşam saatleri azalan yaşam enerjisi nedeniyle insan daha duygusal ve olaylar karşısında daha hassastır. Endişe ve dertler geceleri daha büyüktür. İrade daha zayıf, arzular daha imkânsız görülmeye başlanmıştır. Uyku, bu kayıplarımızı telafi edecek bir çare haline gelir. Sabahları tekrar kazanılmış yaşam enerjisiyle dertler eziciliğini yitirir. Ümit, cesaret ve azim dolu olarak yeniden güne başlarız. Yaşam enerjisi çok konuşan kişilerde de devamlı boşa akıtılır. Çünkü konuşmada her söz, bir meram anlatma arzusunun, bir heyecanın açığa vurulmasıdır. Bunun için boş ve fazla konuşma çok miktarda yaşam cevherinin kaybıdır.
 
Dikkat sarfetme ve düşünme melekeleri bu kuvvet bulunmadığı takdirde aktif bulunamaz. Bu yüzden uykusuz ve içkili geçen gecelerin sabahında kişide konuşmak, düşünmek ve istek durgunluğu, arzusuzluğu gözlenir. Toplumda yaşam enerjisi eksikliğinin sebep olduğu en yaygın durum ‘can sıkıntısı’ dır. Yaşam enerjisinin insanda güçlü bir halde bulunması çok önemlidir. Tüm spiritüel çalışmalarda bu güç oldukça önemli bir rol oynar. Ayrıca bedenin sağlığı ve direnci de yaşam enerjisinin israf edilmemesiyle çok yakından ilgilidir. Sağlık doğal yaşam şartlarına uyarak yaşanınca gelen bir değerdir.
 
Not: alıntıdır.
veritas lux mea.


Haziran 20, 2011, 03:12:41 öö
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

sayın alcyone ile çoğu konuda uzlaşıyoruz;dolayısyla foruma yaptığı bu katkıyı destekliyorum.

Nefs,yani bütün canlıların yaşaması için fıtratlarına yerleştirilen içgüdüler, tüm canlılarda mevcuttur.Ancak,içgüdülerini özellikle aşırıya kullanan tek canlı insandır.Bu durumda da,inananlara
günah olarak telkin edilen durumlarla karşılaşırız.

Elbette ki suçlu malum!....

Şeytan!...

Bu garibim

 Şeytan simgesi,tarih boyunca insan için kendisini kurban etmiştir.


İçine Şeytan girmiş derler ve henüz birey olma yoluna yönelememiş İnsanı hoş görmenin yollarını ararız.Aslında teist dinlerde yeri olmayan ruhban sınıfı temsilcilerinin bu uyduruk hurafeleri,
kişinin birey olma yoluna girebilmesinin önündeki enbüyük engeldir.

Sayın alcyone'nin aktardığı makalelerdeki tasavvuf tabiri seyr-i suluk olarak tanımlanan tekamül sürecine;bendeniz "Kişinin birey olma yolculuğu"derim.Umarım örtüşüyorlardır.

Aslında çare çok yakındadır.Tanrı veya adına ne derseniz deyin,birey olma yolculuğunun kılavuzu bizlerle sürekli vicdan olgusu üzerinden iletişim kurar.Vicdanla nefs arasındaki enönemli eşitsizlik ise,neyazıkki vicdanın bahane üretme yetisi yoktur;oysa nefs,hertürlü bahaneyi üretebileceği gibi,suçlu üretme yetisinede sahiptir.



Saygılarımla
« Son Düzenleme: Haziran 20, 2011, 03:15:01 öö Gönderen: ceycet »
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Haziran 20, 2011, 03:44:03 öö
Yanıtla #3
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Sayın ceycet, Tarih boyunca demeyelim isterseniz. Tarihi bir gün kabul edersen dinler son 5 dakika içinde ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihi yaklaşık 4 milyon yıla dayanır. Semavi dinler ise yaklaşık 3bin yıl.
Birey olma yolunda ise dinlerin savunduğu her şey zaten daha öncesinden bilinmekte, hatta uygulama da daha başarılı olunmaktaydı. Bununla ilgili binlerce kaynak bulabileceğiniz gibi Sitede bir yazımda Alawa'lıları anlatmıştım. Ahlak anlayışlarının herkes için nasıl çalıştığını çok güzel şekilde görmekteyiz. tabi bunun içine bahsettiğiniz her türlü erdemsizlilklerde dahildir. Görünüşe bakılırsa dinlerin yeni olarak söylediği hiçbir şey yoktur. Dinlerin ortaya çıkış tarihine bakarsanız, aslında ne amaçla ortaya çıktığını daha rahat görebiliriz. Dinler tarım devriminden sonra ortaya çıkmıştır. Yani mal mülk edinmenin hemen ardından. Mal edinme stok yetisi ve güçlerdeki dengesizlik hükmekmeyi, tahakküm kurmayı getirmiştir.
İşin daha ilginç tarafı, insanlık en büyük acılarını; kan, gözyaşı, savaşlar, kıtlık, zulm, açgözlülük, sömürge, doğaya ve canlılara zarar verme, türlerin sonu,aşırı nüfus artışı ve dünyanın daha önce hiç bir zaman sahip olmadığı bir atmosfer karışımı ve hatta insanlığın sonu hep dinlerin olduğu tarihlerde olmuştur. Bu gün avcı toplayıcı kablelerin hiçbiri kıtlık bilmez ve mesela Afrikadaki Mubutiler gibi dine bulaşmış bütün topluluklara kıtlık zamanlarında bakmışlardır.
Konu uzun, iş o kadar basit değil. Tarih üzerindeki örtü ise çok kalın. Bize anlatılanlar işimize geldiği sürece hoş. Ama gerçekler nasıl araştırmak gerekir diye düşünüyorum.

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Haziran 20, 2011, 04:08:02 öö
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Sayın prometheus,

tarih olgusuna konuyla ilgili yaptığım vurgu sadece teist dinlerle sınırlandırılamaz;zira teist dinlerin de kadim dinlerin evrilmesi ile oluştuğuna inanırım.Bu konunun detayları ile ilgili,forumdabende
uzun ve bilimsel verilere dayanan yazılar yazdım.Bilakis,ilgi alanıma giren;Panteizm,Paganlık;Hinduizm,Budizm,Sümer dininleri ve Şamanizm,Hermetizm vs...

Konu Ezoterizme gelince ise,yakaladıklarımın yazılı tarih boyunca ifşa edilen tüm din,gizli öğreti,batıni ekoller,antik Helen filozoflarının savları neredeyse örtüştüklerine ikna olmama yardımcı olmuştur.

Elbetteki,dinlerin ortaya çıkmasındaki kasd ile yaptığınız açıklamaya kesinlikle katılırım.Sadece yazılı tarih olarak tanımlarsak,sanırım uzlaşırız.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Haziran 20, 2011, 06:28:10 öö
Yanıtla #5
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

zaten bahsettiğiniz dinlerde semavi dinlerin başlangıç aşamasıdır, sadece zaman içinde güncellenmiştir. O yüzden hikayeler hep birbirini tutar zaten.Panteizm, paganlık, Şamanizm, Budizm sevdiğim konular, hermetizm ve diğerlerini pek sevdiğimi söyleyemem. Her ne kadar örtüşseler de böyledir.

Ancak vicdan konusu bana göre hiç mantıklı gelmemiştir. Zaten belli bir yaratıcıya inanıyorsanız, bırakın onun vicdanı hareket etsin. Her şeyi yapan, bizimde sınırlarımızı ve geleceğimizi zaten belirlemiş olan o değil mi? Eee ben neyin vicdan hesabını yapacağım? Gelirken şart koşabiliyor muyum ki yaratana? Hadi gelecek benim ellerimde diyelim, o zaman yaratanın da geleceği bilemeyeceği ortaya çıkıyor. Bunlar hiç mantıklı değil, hatta varoluş gibi bir devasalık için cüce imalatlar. Yorumları ne kadar zorlarsam zorlayayım akla mantığa uygun hiçbir şey bulamıyorum. Bu yüzden nefs olayı da çöpe gidiyor. Nefsimizle mücadele etmemiz gerektiğine de inanmıyorum. Varoluşun sebebi veya sebepleri daha yüce olmalı. Evrendeki ahenk ve mucizevilik o kadar basit şeylerle geçiştirilemez. Zaten dinlerin şunun şurasında bir kaç yüzyılı kaldı, çok da karıştırmayı gerekli görmüyorum. :)

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Haziran 22, 2011, 05:49:54 ös
Yanıtla #6
  • Ziyaretçi

İnsanların görüş alanı dardır. Fakat bu acziyet kendisine faydalıdır. Örneğin mışıl mışıl huzurla yattığımız yatağımızdaki ve soluduğumuz havadaki ufak canlıları gözlerimiz bir mikroskop gibi görebilse korku filminde yaşar gibi bir ruh halimiz olurdu. Aynı şekilde metafizik dünyayla da genelde insanlar görsel temas halinde değillerdir. Bunun nedeni ise insan başka türlü sosyal yaşamına adapte olamaz. Belki de bu yüzden büyük ilahi kitaplarda metafizikle alakalı çok fazla tüyo verilmemiş hatta bu ilimler yasaklanmış olabilir. Allahın arzu ettiği kanaatimce insanların sosyal yaşamını huzurlu ve iyi bir insan olarak yaşamaya çalışıp yansıttığı kişiliklerine göre eğer insan olabilirse mükafatlandırılmaları olamayanların ise yok edilmeleridir. Ben cehennemin sonsuz olacağını tahmin etmiyorum. bazı ruhları allahın şeytanla birlikte yok edeceğini duşunuyorum. Tabiki ki bu bir tahmindir.

Bu gün ilahi dinleri çöpe atanlar yarın allah inancını da çöpe atacaklardır.

Kısacası sizin de benim de fikirlerim tahminden öteye gidemeyecektir. Ki konu başlığı olan ruh hakkında kuranda "size ilimden çok az verilmiştir" şeklinde yanıtsız kalma tercih edilmektedir. Bunlar fazlasıyla derin mevzular.

Saygılarımla.
« Son Düzenleme: Haziran 22, 2011, 05:58:13 ös Gönderen: Masor1976 »


Haziran 23, 2011, 11:46:05 ös
Yanıtla #7
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1795
  • Cinsiyet: Bay

     Sayın Masor1976, yazınızdan bir ikilem içinde olduğunuzu tahmin ediyorum. Kanaatiniz ile din akidelerini birleştirir gibi bir durum görüyorum. Bildiğiniz gibi kutsal kitaplarda yazılanlar doğrudan doğruya Tanrı kelamıdır. Sizin tahmininiz  kutsal kitaplar karşısında bir mana ifade etmez. Kutsal kitapları dikkatle incelemeniz halinde sanırım görüşleriniz de netleşecektir.
     Saygılar-sevgiler.
"Vur ama dinle beni"


Haziran 24, 2011, 03:25:32 ös
Yanıtla #8
  • Ziyaretçi

     Sayın Masor1976, yazınızdan bir ikilem içinde olduğunuzu tahmin ediyorum. Kanaatiniz ile din akidelerini birleştirir gibi bir durum görüyorum. Bildiğiniz gibi kutsal kitaplarda yazılanlar doğrudan doğruya Tanrı kelamıdır. Sizin tahmininiz  kutsal kitaplar karşısında bir mana ifade etmez. Kutsal kitapları dikkatle incelemeniz halinde sanırım görüşleriniz de netleşecektir.
     Saygılar-sevgiler.

Sayın Alşah, başlıktaki konu ile ikilemde kalmamanın imkansız olduğunu kendi ikilemlerimle örneklendirmek istedim. Bence Allah'ın bizden istediği bu kadar karmaşık konularla ilgilenmek ve çözmeye çalışmak değil, sadece basit bir kul olmaya çalışmak.. İbadet, zikir, meditasyon vb. yöntemler de bu konuda insanlara yardımcı olabilecek araçlar olarak öğretilmiş gibi duruyor. İddia edildiği gibi kutsal kitaplarda her şey bildirilmemiştir. Fakat insanoğlu her şeye sahip olma içgüdüsüyle her şeyi öğrenmeye çalışıyor. Fakat gereğinden fazla volt elektrik alan bir cihaz gibi patlıyor şuur iman vb. nimetler. Ben buna dikkat çekmek istemiştim.

Örneğin Hz. Muhammed'in hayatı hakkında gelen yazılı kaynaklara bakılınca metafizik dünyası hakkında çok detay bulamassınız. Gizlemeyi ve layık olan haricinde hiç kimseye vermemeyi tercih etmiştir. Bu nedenle islam alimleri çok büyük bir hata içerisinde olsalar da haklı olarak tasavvufi hayatı reddetmeye çalışmaktadır. Eğer insanlar sır tutmayı becerebilselerdi bu gün tasavvuf diye bir kavram olmaz çok gizli yaşanırdı. Netice olarak demek istedigim ise eger bir insan basit bir kul olabilirse Allah ona her şeyi zaten verecektir.

Saygılarımla.
« Son Düzenleme: Haziran 24, 2011, 03:52:24 ös Gönderen: Masor1976 »


Haziran 24, 2011, 04:10:26 ös
Yanıtla #9
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Sufizm olmasaydı Yunus Emre, Ömer Hayyam, Hacı Bektaş Veli, Mevlana olmayacaktı. Bu insanların düşüncelerimize hatta hayatımıza kattıkları anlamlar inkar edilemez.
Yazınızda gerçekten çelişkiler var sayın Masor1976, hem gizli sırlar hak edene verilecektir diyorsunuz hemde insan basit olmalı diyorsunuz. Gerçi burada ki basitlikten kastınız ne onu pek anlayamadım. Ağaç basittir, çiçek basittir, eşek basittir. Böyle bir basitlik mi? Hadi basit olduk diğerleriyle sınırı nereye ve nasıl koyacaksınız? Böyle olan bir insan sırları öğrenmeyi nasıl hak edecek? Yoksa hak etmeden, ne çıkarsa bahtıma olayı mı olacak? Soruların sonu yok. Böyle boşluklarla doğrusu ne varoluşu anlayabilirim nede hayatımdan zevk ve ders alabilirim.
Kısaca size ait bu tahminler biraz daha bilgi ile olgunlaşacak yerine oturacaktır. Bence sayın Alşah üstadımızı dinlerseniz faydalı olur.




Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.