Konu ile ilgili olarak Sayın Ceycet'in alıntı yaptığı "Gülün Öteki Adı" kitabından farklı bir bölüm aktarmak istiyorum:
"...1207 yılında Katharlara karşı sert önlem almayı reddeden Toulouse kontu, aforoz edildi. Bir yıl sonra Toulouse kontuna bağlı bir subay, Montpellier kapılarında Vatikan’ın bir orta elçisini, Pierre de Castelnau’yu öldürdü.
Papa III. Innocent’in çağrısı üzerine, Fransa Krallığı’na bağlı kuzeyli senyörlerden kurulu bir Haçlıordusu Oksitanya’yı inerek Beziers Kalesi’ni aldıktan sonra Carcassonne’a doğru ilerlemeye başladı.
“Bu Topraklarda Dışlanan ve Horlanan
Tüm Lanetlilere
Bir Kent, Bir Barınak, Ekmeğimi, Suyumu
Ve Kılıcımı Sunuyorum, Varsın Gelsinler!”
Tarihe geçen ünlü çağırısıyla Carcassonne Kalesi’ni savunmaya hazırlanan Vikont Trencavel, 24 yaşında, gözü pek ve yakışıklı bir Oksitan şövalyesiydi. Kendisi Kathar olmamasına rağmen, onları halkından ayırmayı ve Haçlılara teslim etmeyi reddetti.
15 gün süren bir kuşatma sonunda Beziers Kasabı Arnaud Amaury, barış görüşmeleri yapacağız, diye kaleden çıkarttığı genç vikontu tutsak alınca, başsız kalan kent halkı bir gece yarısı gizlice Carcassonne’u terk ederek civar derebeyliklere sığındı. Trencavel’i kendi şatosunun zindanlarına atan Başpapaz Amaury, derebeyliğini de Beziers katliamında sivrilen Simon de Montfort adlı topraksız bir senyöre verdi. Birçok soylunun “pis iş” diye istemedikleri Haçlı orduları komutasını da, çok geçmeden, bu sefere mal mülk edinmek için katılan, dolayısıyla da canla başla çarpışan bu yolsuzluk senyör adlı zaten.
Trencavel ise, tutsaklığının üçüncü ayında, sevdiği Arap dilberinin eline verilerek kendisine göderilen zehirli şarabı içerek öldü. Efsaneye göre Oksitan Aşk Divanlarında “La Loba” (Dişi Kurt) diye anılan her senyör karısı, delicesine tutulup yüz bulamadığı Trencavel’in hile ile esir düşmesinde önemli bir rol oynadığı gibi, onun kendisine yeğlediği Arap kızının eliyle can vermesini de planlamış. Öykü hoş. Ama doğruluk derecesi bilinmiyor.
Normandiya asıllı yeni Carcossonne senyörü Monfort, Oksitanya’yı kana bulayan Fransız ordularını dokuz yıl boyunca yönetir. 1210 yılının Haziran ayında, yedi aylık bir kuşatmadan sonra düşen Minevre Kalesi’nde yüz kırk Kusursuz’u canlı canlı ateşe atarlar, 1211 yılında Lavaur’u aldıktan sonra tam dört yüz Kathar din adamı alevlerde can verir.
Ama yanık insan eti dumanlarını Oksitanya göklerine savuran bu ateş, Engizisyon yangınları değildir henüz. Olağan din ve düşünce ayrılıklarında başvurulan yöntemlerdir: Elebaşıları kurallara uygun olarak çatır çatır yakılır, göğüslerine kızgın demirle haç işareti dalgalanan aklı çelinmiş, sade Katharlarla ise serbest bırakıldıklarında tapmayı reddettikleri aynı Katolik haçını giysilerine çizerek dolaşmak sorunda bırakılır.
Görüldüğü gibi, anlattığımız tarih diliminden yedi yüzyıl sonra dünyayı kasıp kavuran Hitler, Yahudileri yakalarına sarı yaldız takmaya zorladığında ve daha sonra fırınlarda yaktığında yeni bir vahşet icat etmemiş, yalnızca bilimin sağladığı yeni teknik olanaklarla uygulamayı “çağdaşlaştırmıştı”, o kadar.
1233 yılından öteye Engizisyon mahkemelerinde tek kişinin tanıklığıyla kemikleri kırılmaya mahkum edilen Katharlar dün geldi göğüslerinde dalgalanan kızgın demiri özlediler ve Engizisyon mahkemesinin yaptırdığı işkencelerden geçmektense, birer Kusursuz gibi isteyerek ateşe attılar kendilerini.
Ama daha o günler gelmemişti, umut vardı henüz yürek çarpıntılarında.
Kaleden kaleye geçen Simon de Monfort, Oksitanya’yı ucundan ucundan kemirse de, sırtını döner dönmez yeniden bağımsızlığını kazanan, işgalcilere başkaldıran beylikler az değildi.
Tam yirmi altı yıl boyunca, Toulouse Kontluğu ve güneyden Oksitanya’nın yardımına gelen Katolonya Aragon Karallığı, Simon de Monfort komutasındaki Fransız ordularına karşı direndi. Kaleler alındı, kaleler verildi. İki kez el değiştirdikten sonra yine Oksitan sahibinde kalan “Pembe Kent”in Haçlılar tarafından son kuşatılması sırasında, Simon de Monfort, Oksitan kadınlarının fırlattıkları bir mancınık taşıyla öldürüldü. Kolayca anlaşılabileceği gibi bu savaş, artık Oksitanya için bir ölüm kalım meselesiydi, Katharlar ise bahane."