Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MONTSEGUR - SON KALE  (Okunma sayısı 7895 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 09, 2010, 09:00:44 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


“Montsegur, Kathar direnişinin sembolü haline gelmişti. Kusursuzların, inananların ve sadık asillerin buluşma yeriydi. Belki de bu sebeple, asırlar boyunca, sadece Kathar dinin değil, fikir ve inanç özgürlüğü, hoşgörü, insan hakları ve kadın erkek ayırmaksızın, herkesin kendi geleceğini tayin hakkını simgeleyen bir sembol olarak kaldı Montsegur. “

“Bir efsaneye göre, dört Kusursuz'un Kathar hazinesini kaçırdığı söylentileri mevcuttur. Rivayetlere göre dört kişi kalenin arkasındaki dik yamaçlardan kaçarak kurtulmayı başarmıştır. Bu kişilerin Hz. İsa’nın mirası olan kutsal kanı ve kutsal kâseyi taşıdıkları söylenir.(veya kıymetli bir hazineyi) Daha sonra Tampliyeler arasında Katar inancı ve anıları yaşatılmıştır.” Yakın bir gelecekte Katolik kilisesinin bir sonraki hedefi de tapınakçılar olmuştur.

İnsanoğlunun aklının aydınlanma süreci çok sancılı olmuştur. Halen de bu süreç devam etmektedir. “Bundan yedi yüzyıl önce kadın erkek eşitliği, düşünce-inanç özgürlüğü, köleciliğe ve ölüm cezasına karşı çıkan bu öğretinin yayıcıları engizisyon mahkemelerinde yargılanıp, ateşte tütsülenerek sözde ruhları “kurtarıldı”. Kathar öğretisi o yüzyıl ve o coğrafya için bir devrim idi.” Dogma, her zaman farklı düşüneni en basit ve alelade silahı ile yani “sapkınlıkla” suçlar. Zira özgür birer birey olabilmiş, okuyup yazan, felsefe ile ilgilenen, bilim öğrenen, sorgulayan, farkında ve yetkin gerçek insanlardan oluşmuş toplumlar dogma ve taassubun sahip olduğu güç ve makam için hiç de iç açıcı değildir...

“16 Mart 1244 sabahı, Montsegur şatosundaki iki yüz yirmi beş Kathar, engizisyonun önünde diz çöküp dinlerini reddetmektense, istisnasız, ateşte yanarak ölümü seçtiler. Şatodan çıkmadan önce, son bir kez birbirlerine sarılarak vedalaştılar. Karı kocalar ayrıldı, çocuklar ebeveynleriyle öpüşüp koklaştı ve Mertrand Marty önde...

Montsegur mağlupları kaleden başları dik çıktılar. İki yüz Kathar şövalyesi, kadınıyla, kızanıyla, gökyüzüne bir isyan gibi yükselen tepenin dibinde kurulan ateşten çembere tek bir vücut gibi yürüdüler. Haçlı ordularının gümüş zırhlı silahşörleri başlarını öne eğdiler, askerler büyülenmiş gibiydiler. Haçlı seferinin başını çeken, tilki gibi kurnaz Narbonne Piskoposu havadaki hayranlık kokusunu sezdi. Ölüme gidenlere en az bir fire verdiremezse eğer, bu inanılmaz manzaranın bir miras gibi, asırlarca babadan oğla anlatılacağını anladı. Son bir umutla, gerilmiş bir yay gibi fırladı yerinden, koştu ve Katharlarla ateş çemberi arasında durdu:

— Durun, durun diyorum size! Bir kez daha düşünün. Aranızda cayan yok mu hiç mezhebinden? Engizisyonun kararına rağmen ben, bir şans daha veriyorum nedamet getirenlere!

Katharlar duymadılar. Katharlar durmadılar. Kafilenin önünde yürüyen Kusursuzlardan Bertrand d'en Marti, bambaşka bir suale cevap verir gibi gülümsedi:

— Biz hepimiz kardeştik!...
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Kasım 09, 2010, 09:56:32 öö
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Yukarıda ki yazı,"Katharlar"başlığı altında yapılmış bir çalışmadan alıntıdır.

Bildiniz üzere,Katharlar'la ilgili daha önce sayın ADAM'ın geniş bir çalışması forum alanında yayınlandı.

Benim aktardığım bu kısa bölüm o çalışmada yer almadığı için bu kısmı aktararak;hem yapılan zulmün hafızalarda ki yerini tazelemek,hemde Katharlarla ilgili forumdaki birikime yeni katılımcıların dikkatini çekmek istedim.

Orta çağda,bütün toplumlarda aydınlanmış kişi veya topluluklara düzenli olarak yapılan zulüm ve katliamların, bugün bizler üzerindeki etkisini birkez daha düşünmeliyiz.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Kasım 09, 2010, 11:34:38 öö
Yanıtla #2
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Sayın Ceycet'e Katharları örnek alarak belirttiği görüş ve önerilere katılıyorum.

Sorun Katharlar olunca, -daha birçok benzer konuda olduğu gibi- yer yer bazı yanlışlıklar yapılıyor. Sonra birinin yaptığı bu yanlışlığı bir başkası tarafından bir başka biçimde yineliyor. Sonunda o yanlışlık genelde doğruymuş gibi bir izlenim bırakıyor.

Sayın Ceycet'in aktardığı bu romantik bir üslupla yazılmış olan kısa anlatıdaki yanlışlıklar o kadar çok mu önemli?... Belki de hiç değil ama doğru bilgiler edinmek, çelişkilerden sakınmak istiyorsak önemli sayılabilir.

Ben genellikle bir başka kaynaktan alınma aktarımlar üzerine eleştiri yapmam. Özelliklele  o alıntı düşünsel bir nitelik taşıyorsa eleştiriden kaçınırım. Çünkü o bir çalışmadır; düşünülerin aktarılışıdır; onu ilgili konudaki eleştirmenlerin yapması gerekir. Sadece eğer bir yazıyı buraya yerleştiren katılımcı o yazıyı tümüyle sahipleniyorsa yani "Bunları başkası yazmış olsa da hepsi tümüyle benim görüşlerim ve düşüncelerimi yansıtır." diyebiliyorsa, ben de öyle düşünmüyorsam, tartışmaya girişebilir ve eleştiri yöneltebilirim.

Elbette eleştirinin "olumlu",  "yararlı" ve "değerli" olabilmesi için, öncelikle kişiyi hedef almaması, "bunlar yanlış" demekle yetinmemesi, işi yergiye sürüklememesi, zaten doğru olanı onaylaması, yanlış sayılanın yerine de  doğru sayılanı içermesiı gerekir.

Belkki konu dışı uzun bir giriş oldu bu ama forumun geneli bakımından izlenmesi gereken tutum ve yöntemin böyle olması gerektiği görüşünde olduğumdan, okuyanlara bir genel yarar sağlayabilir diye düşünüyorum.

Şimdi gelelim Sayın Ceycet'in Katharlar konusu üzerindeki aktarımına...

Montsegur olayı elbette Katharların sonunun getirilmesinde çok önemliydi. Ancak bunun öyle "Kathar direnişinin bir sembolü"  olduğunu söylemek hiç de yerinde sayılmaz. Montsegur bir sembol falan değildi. Sadece birçoğu yok edilmiş, pek azı kalmış Katharların sığınma yerlerinden biriydi.  Bir buluşma yeri falan da değildi; olamazdı zaten çünkü çok sarp bir tepenin üzerindeki bir kaleydi orası. Oraya uzanmak öyle zordu ki, Fransız ordusu onu ele geçirememiş, aylarca kuşatmayla yetinmek zorunda kalmış, perişan olmuş, sonunda oradaki Katharlar kendiliğinden teslim olmuştu. Üstelik son kale de değildi Montsegur; Fransa'nın güneyindeki Languedoc bölgesinde Katharların tümünün ortadan kaldırılması için, sonra birkaç kalenin daha düşürülüp, kimilerinin öldürülmesi kimilerinin yakılmasına devam etmek  gerekti.

Ancak ben bunları yazmakla Montsegur olayını küçümsemiyorum. Orta Çağdaki Katolik vahşetini gösteren çok önemli bir olaydır. Ardından birçok söylence de çıkarılmış ve bunlar bir tür efsaneye de dönüştürülmüştür elbette. Bunlardan biri de şu Katharların hazinesi konusudur. Nitekim bu konunun gündeme getirilişiyle, Katharların ortadan kaldırılışının salt dinsel bir gerekçeye dayanmadığı, bunun arkasında birtakım ekonomik erek ve kaygıların yattığı da ortaya çıkar. Nitekim Montsegur olayının gerçekleştiği 1244 yılında artık Katharların üzerine düzenlenmekte olan Haçlı seferi çoktan sona ermiş, işin içine Fransa kralının sınırlarını Akdeniz'e kadar uzatma sorunu girmiştir. Bir diğer deyişle, Katharlar bahane edilerek ekononik-politik emellere yönelme söz konusudur.


Aktarılan yazının kapsamında çok güzel ve anlamlı değerlendirmeler var. Ancak sanki Kathar inancı Batı Avrupa'da kendi başına oluşmuş gibi bir izlenim de vermiyor değil. Bunun kökeninde Doğu Avrupa'daki Bogomillerin, daha gerisinde ise Manicilik akımının bulunduğu göz ardı edilmemeli. Hıristiyan dogmasına karşı çıkanlar sadece Katharlar değildi. Onların üzerine bu denli gidilişi, Özellikle Fransa güneyi ve İberya kuzeyinde birçok soylu egemenin (istearseniz onlara derebeyi diyelim) bu topluluğu çok tutuşu ve bunun da Katolik Kilisesi'ni pek kaygılandırışıydı.

Bu arada başka yanuıltıcı sözler geçiyor... Bunlardan biri "iki yüz Kathar şövalyesi"... Katharlar şövalye falan değildi ki... Gerçi tarihte "Kathar Şövalyeleri" diye bir terim de geçer ama o Katharları korumak ya da Katharların üzerine gidenlerin gözlerini yıldırmak amacıyla bir tür gerilla savaşı yürütmüş olan bir topluluktur. Şövalyelik etmek, savaşmak, insan öldürmek, bırakın insanı, hayvan öldürmek bile Kathar inancına temelinden aykırıdır.

Bir diğer yanlışlık da Kathar inancı ve anılarının daha sonra Tampliyeler yani Tapınakçılar arasında yaşatılmış olduğunun söylenmesi... Yok öyle bir şey... Tapınak Şövalyeleri Örgütü o tarihlerde kesinlikte papaya bağlıydı. Henüz Sistersiyen Tarikatı'nın ilkkeleri üzerine kurulu yöntemleri izlemekteydi. Bu arada Tapınak Şövalyeleri'nin 4. büyük üstadı olan Bertrand de Blanchefort'un bir Kathar olduğu da sadece bir yakıştırmadır. Tapınak Şövalyeleri'nin Papalık ile çelişkiye düşmeye başlaması bundan yaklaşık 60 yıl kadar sonraki bir tarihtedir ve gerekçesi de bambaşkadır. (Konu dışı) Ancak daha sonra (1310'lu yıllarda) iş Tapınak Şövalyelerinin Engizisyon tarafından yargılanarak suçlu bulunmasına geldiğinde, elbette suçlama gerekçesi olarak dinsel inanç ve sapkınlık kullanılmıştır.  Başka bir gerekçe ileri sürülemezdi ki... Bu bağlamda bir yığın öyle saçma sapan suçlamalar söz konusu olmuştur ki, bunların arasında Kathar inancının esamisi bile okunmaz.

Korkarım bu eleştiri özgün yazıdan da daha uzun oldu. Ancak bu forum üyeleri ve izleyenlerinin yanlış bilgilerden sakınabilmeleri bakımından yazma gereğini duydum.

Sevgiler.

   
 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Kasım 09, 2010, 02:06:16 ös
Yanıtla #3
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Alıntıya yaptığı değerli katkılarından dolayı sayın ADAM'a teşekkür ederim.

Katharlar'ı bu denli,özellikle bu ortamda bukadar kayda değer yapan olguları,daha önce sayın ADAM bizlere aktarmıştı.İnançları,görüşleri,yaşam şekilleri açısından örnek alınası bu güzide topluluğa,Katolik kilisesinin reva gördüğü eziyet hepimizce malum.

Katharların,teslis inancını reddetmeleri,Bogomil,Mani ve hatta Zerdüştlükle olan yakın inanışları sapkınlık olarak nitelendirildikten sonra topluca katledilmiş olmaları,tarihte benzer uygulamalarla karşılaşmış topluluklarla benzer,hatta ilişkili olduğu inancını yaygınlaştırmış olmalıdır.Bu açıdan bakılınca Tapınak şovalyeleriyle ilişkilendirilmiş olmalarını doğal karşılıyorum.

Sayın ADAM'ın açıklamalarından sonra aklıma gelen bir soruyu sormadan geçemeyeceğim.

Acaba,Katharlar'a yapılan katliamda kullanılan haçlı ordusunda Tapınak şovalyeleri de görevlendirilmişmidir?


Saygılar

Ben"O"yum,"O"ben değil...


Kasım 09, 2010, 03:49:21 ös
Yanıtla #4
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Bu sorunun yanıtı hayır. Zaten o sıralarda Tapınak Şövalyeleri'nin doğuda uğraşları vardı ki bunlardan biri de  Katharların katledilişi dönemine rastlayan 5. Haçlı Seferi'dir.

Tapınak Şövalyeleri bir yana dursun, Katharları ortadan kaldırmak için yapılması öngörülen Haçlı seferine birçok kimse sıcak bakmamış, bu "pis bir iş" olarak nitelendirmişti. Nitekim bu pis iş, kuzeyden getirilmiş pislikten kişilerle gerçekleştirilmişti; öldürüyen her bir kathar'ın karşılığında tüm günahların bağışlanacağı vaadi ile. Bu nedenle günehları bağışlandıktan sonra ülkesine dönen ancak yine işlediği günahı yine bağışlatmak amacıyla bir kathar daha öldürmeye koşan çok kişi olmuştu. Bu arada, Katharlar üzerine düzenlenen kıyımlarda yer almış en ilginç kişi de Simon de Montfort adlı bir soylu maceraperestttir. Onun amacı ise, bu vesileyle başarılı olursa  kendisine vadedilmiş olan Toulouse kontluğunu ele geçirmekti.

Fransa kralları baştan beri bu işin uzağında durmuş ancak sonunda 9. Louis, annese Blanche de Castille'in onu kışkırtması ile,  daha önce de değinmiş olduğum üzere Languedoc'u Fransa topraklarına katıp Akdeniz kısıyısna liman elde edebsilmek amacıyla doğrudan bu çatışmaların son aşamalarına girişmişti.

Anlatmaya gierince laf uzuyor da uzuyor. Ancak işin özeti, Tapınakçıların bu bağlamda herhangi bir rolü olmadığı.
 


 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Kasım 09, 2010, 05:41:27 ös
Yanıtla #5
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 159
  • Cinsiyet: Bay

Konu ile ilgili olarak Sayın Ceycet'in alıntı yaptığı "Gülün Öteki Adı" kitabından farklı bir bölüm aktarmak istiyorum:

"...1207 yılında Katharlara karşı sert önlem almayı reddeden Toulouse kontu, aforoz edildi. Bir yıl sonra Toulouse kontuna bağlı bir subay, Montpellier kapılarında Vatikan’ın bir orta elçisini, Pierre de Castelnau’yu öldürdü.

Papa III. Innocent’in çağrısı üzerine, Fransa Krallığı’na bağlı kuzeyli senyörlerden kurulu bir Haçlıordusu Oksitanya’yı inerek Beziers Kalesi’ni aldıktan sonra Carcassonne’a doğru ilerlemeye başladı.

“Bu Topraklarda Dışlanan ve Horlanan
Tüm Lanetlilere
Bir Kent, Bir Barınak, Ekmeğimi, Suyumu
Ve Kılıcımı Sunuyorum, Varsın Gelsinler!”

Tarihe geçen ünlü çağırısıyla Carcassonne Kalesi’ni savunmaya hazırlanan Vikont Trencavel, 24 yaşında, gözü pek ve yakışıklı bir Oksitan şövalyesiydi. Kendisi Kathar olmamasına rağmen, onları halkından ayırmayı ve Haçlılara teslim etmeyi reddetti.

15 gün süren bir kuşatma sonunda Beziers Kasabı Arnaud Amaury, barış görüşmeleri yapacağız, diye kaleden çıkarttığı genç vikontu tutsak alınca, başsız kalan kent halkı bir gece yarısı gizlice Carcassonne’u terk ederek civar derebeyliklere sığındı. Trencavel’i kendi şatosunun zindanlarına atan Başpapaz Amaury, derebeyliğini de Beziers katliamında sivrilen Simon de Montfort adlı topraksız bir senyöre verdi. Birçok soylunun “pis iş” diye istemedikleri Haçlı orduları komutasını da, çok geçmeden, bu sefere mal mülk edinmek için katılan, dolayısıyla da canla başla çarpışan bu yolsuzluk senyör adlı zaten.

Trencavel ise, tutsaklığının üçüncü ayında, sevdiği Arap dilberinin eline verilerek kendisine göderilen zehirli şarabı içerek öldü. Efsaneye göre Oksitan Aşk Divanlarında “La Loba” (Dişi Kurt) diye anılan her senyör karısı, delicesine tutulup yüz bulamadığı Trencavel’in hile ile esir düşmesinde önemli bir rol oynadığı gibi, onun kendisine yeğlediği Arap kızının eliyle can vermesini de planlamış. Öykü hoş. Ama doğruluk derecesi bilinmiyor.

Normandiya asıllı yeni Carcossonne senyörü Monfort, Oksitanya’yı kana bulayan Fransız ordularını dokuz yıl boyunca yönetir. 1210 yılının Haziran ayında, yedi aylık bir kuşatmadan sonra düşen Minevre Kalesi’nde yüz kırk Kusursuz’u canlı canlı ateşe atarlar, 1211 yılında Lavaur’u aldıktan sonra tam dört yüz Kathar din adamı alevlerde can verir.

Ama yanık insan eti dumanlarını Oksitanya göklerine savuran bu ateş, Engizisyon yangınları değildir henüz. Olağan din ve düşünce ayrılıklarında başvurulan yöntemlerdir: Elebaşıları kurallara uygun olarak çatır çatır yakılır, göğüslerine kızgın demirle haç işareti dalgalanan aklı çelinmiş, sade Katharlarla ise serbest bırakıldıklarında tapmayı reddettikleri aynı Katolik haçını giysilerine çizerek dolaşmak sorunda bırakılır.

Görüldüğü gibi, anlattığımız tarih diliminden yedi yüzyıl sonra dünyayı kasıp kavuran Hitler, Yahudileri yakalarına sarı yaldız takmaya zorladığında ve daha sonra fırınlarda yaktığında yeni bir vahşet icat etmemiş, yalnızca bilimin sağladığı yeni teknik olanaklarla uygulamayı “çağdaşlaştırmıştı”, o kadar.

1233 yılından öteye Engizisyon mahkemelerinde tek kişinin tanıklığıyla kemikleri kırılmaya mahkum edilen Katharlar dün geldi göğüslerinde dalgalanan kızgın demiri özlediler ve Engizisyon mahkemesinin yaptırdığı işkencelerden geçmektense, birer Kusursuz gibi isteyerek ateşe attılar kendilerini.

Ama daha o günler gelmemişti, umut vardı henüz yürek çarpıntılarında.

Kaleden kaleye geçen Simon de Monfort, Oksitanya’yı ucundan ucundan kemirse de, sırtını döner dönmez yeniden bağımsızlığını kazanan, işgalcilere başkaldıran beylikler az değildi.

Tam yirmi altı yıl boyunca, Toulouse Kontluğu ve güneyden Oksitanya’nın yardımına gelen Katolonya Aragon Karallığı, Simon de Monfort komutasındaki Fransız ordularına karşı direndi. Kaleler alındı, kaleler verildi. İki kez el değiştirdikten sonra yine Oksitan sahibinde kalan “Pembe Kent”in Haçlılar tarafından son kuşatılması sırasında, Simon de Monfort, Oksitan kadınlarının fırlattıkları bir mancınık taşıyla öldürüldü. Kolayca anlaşılabileceği gibi bu savaş, artık Oksitanya için bir ölüm kalım meselesiydi, Katharlar ise bahane."
veritas lux mea.