Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Hazret-i Mevlana’nın Fihi Mafih Adlı Eserinden  (Okunma sayısı 3709 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Temmuz 27, 2011, 03:51:27 ös
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay





Hazret-i Mevlana’nın Fihi Mafih Adlı Eserinden
Dedi ki: Ali, "Nefsini bilen, rabbini bilir" demiştir; bu nefse mi demiştir?
(Mevlânâ) dedi ki: Bu nefse demiştir desek de küçük bir iş değildir. O nefsi anlatırsak bu nefsi de anlar o; çünkü o, o nefsi bilmiyor ki. Meselâ eline küçücük bir ayna almış; ayna iyi de gösterse, büyük de gösterse, küçük de gösterse gösterdiği odur. Sözle anlaşılmasına imkân yoktur; sözle ancak bu kadar anlaşılabilir; onda da bir şüphedir, belirir. Söylediğimiz sözlere sığmayan bir âlem var, onu dileyip isteyelim.
Bu dünya, bu dünyadaki hoşluklar, insandaki hayvanlığın payıdır; bütün bunlar, insanın hayvanlığına kuvvet verir; insanın aslıysa eriyip gitmededir. Hani derler ya; insan, söz söyleyen hayvandır; şu halde insan iki şeyden ibâret. Şu dünyada hayvanlığının payı olan şu özentilerdir, şu dileklerdir. Onun özüne gıda olanlarsa bilgidir, hikmettir, Tanrıyı görüştür. İnsanın hayvanlığı, Tanrıdan kaçmadadır, insanlığı, dünyadan kaçmada.


§ Tanrıyı akılla-fikirle bulmaya uğraşma; aklı-fikri Tanrıya ulaştırmaya savaş. Duyguların, anlayışların, duyuşların, akılla sezişlerin Tanrıya ulaştırılması, hoş birşeydir: Tanrı onlara esenlik versin, peygamberlerin yolu da budur... Onları herşeye sürüp götüren de Tanrıdır, onlara kılavuz olan da Tanrı. Delil de nedir, burhan da nedir ki Tanrıyı belirtsin, göstersin? Güneşin her zerresinden yüz binlerce delil, yüz binlerce burhan baş göstermede. Sen Tanrıyla ol, delilin, burhânın eksik olmaz. Güneş doğdu mu her vuruşu, her ışığı, güneşin dileğine uyar; artık delilin, burhânın yeri mi? Köre, delille güneşi göstermeyi kursan ne kadar uğraşırsan uğraş; işte hem bunu başaramazsın sen, hem de zamancağızın yiter-gider. Güneşe delil, gene güneştir.

Olgunluğun gerekli kıldığı şey, başkalarının insana meyletmesidir.
İnsan, boyuna olgunlaşmaya çalışmalı, noksanlaşmaya değil. Tanrının olgunluğu, bütün varlıkların olgunluğudur; Tanrı hakkında noksanı câiz görmek, olgunluğu gidermek, dünyada olup-biten şeyleri, hattâ kâinatı yok saymaktır. Tanrının yokluğunu câiz bilmek, âlemi yok bilmektir. Sen Tanrıyı düşünüyorsun, onun neliğininiteliğini, sınırını bilmek, ölçmek istiyorsun da tadın-tuzun kalmıyor. Demek ki sen, Tanrının neliğini, niteliğini düşünüyorsun. Tanrının işlerine dalıyorsun; Tanrıyı düşünüyorsun. Bilmiyorsun ki bu yolda bir tattuz elde edilmez; o düşünce, o hayal, aslâ Tanrı olamaz. Yâni sen, bize âşık ol, bizi iste; hayallenmeyi, düşünceye dalmayı, sınırını, neliğini, niteliğini, şöyle yahut böyle olduğunu düşünmeyi bırak da olgunluk elde et. Tanrı, doğruyu daha iyi bilir; dönüp varılacak yer, Tanrı tapısıdır. Hamd, bir Tanrıya; rahmet, kendisinden sonra peygamber gelmiyene.


İnsan ağaçtan, yahut sırçadan yapılmış bir kaba benzer. Dışını yıkamak gerek amma içini yıkamak, daha da gerekli bir şey. Dışını yıkamak farz amma içini yıkamak, daha da farz. Çünkü Tanrı şarabı, ancak temiz kaba dökülür. Şimdi kabı yıkamayı buyurdu ya, içinin yıkanması gerek; çünkü dışındaki değil, içindeki içilir. Kim nefsi öldü de kötü huylardan arındıysa Tanrıya ulaşır derler; hâşâ; Tanrıya değil, Tanrı yoluna ulaşır. Tanrıya değil, Tanrı yoluna ulaştığı anlaşıldı ya; böyle olmazsa zâten o; noksan sıfatlardan arı olan Tanrının yolundan azmış olur. «Kendinizi, öz ellerinizle tehlikeye atmayın» denmiş.
İnsanlar, buradaki tehlikeyi, uyduğun mürşitten başkalarının sözlerini dinlemek sanırlar; hattâ ap-açık söz bile olsa mürşidinin sözünden başkalarının sözünü dinlemekten geçmezsen tehlikeye düşersin derler.
Halbuki boş vesveseyle oyalanmak, daha da aşağılatır adamı, daha da kötüdür, daha da boş.
Bilgi, cömertlik miktarıncadır. Kim daha fazla cömertse daha çok âriftir. Söz, can kokusudur. Bir adam, doğru söz söylese bile canında eğrilik varsa sözünden eğrilik kokusu gelir. Bir adam, eğri-büğrü söylese bile canında doğruluk varsa sözünden doğruluk kokusu gelir. Sözden geçmişse sözünden, söz söylemeyiş, sözden geçiş kokusu duyulur.


Zâhir ehli olanlar, evden maksat Kâ'be'dir; kim oraya sığınırsa zararlardan aman bulur; orda avlanmak haramdır; orda hiç kimseyi incitmek caiz değildir; Ulu Tanrı orasını seçmiştir derler. Bu da doğrudur, güzeldir amma bu, Kur'ân'ın zâhiridir. Gerçeklerse derler ki: Ev, insanın gönlüdür. Yâni Tanrım, gönlümü, nefse ait vesveselerden, nefse âit işlerden boşalt; bozuk, asılsız sevdâlardan, düşüncelerden arıt da orda hiçbir korku kalmasın, eminlik yurdu kesilsin; vahyinin yeri olsun; şeytanlar, kuruntular oraya yol bulamasın. Hani Ulu Tanrı, gökyüzüne şihaplar dikmiştir ya; bunlar, taşlanmış şeytanların, meleklerin sırlarını duymamaları, hiçbir kimsenin, onların hallerini bilip anlamamaları için onları men'etmeye memurdur; böylece de melekler, bütün zararlardan uzak kalırlar. Yâni, Tanrım, sen de lûtuf bekçilerini gönlümüze dik de şeytanların kuruntularını, nefis düzenlerini bizden uzaklaştırsınlar. İşte bu, bâtın ehlinin, gerçeklerin sözüdür. Herkes, kendi yerinde oynar, neredeyse oraya göre lâf eder. Kuran, iki yüzlü bir ipek kumaştır; kimisi bu yüzünden faydalanır, kimisi o yüzünden. Her ikisi de doğrudur. Çünkü Ulu Tanrı, iki bölüğün de ondan faydalanmasını diler. Hani bir kadının kocası da vardır, süt emer oğlu da; her ikisi de ondan tat duyar; çocuğun aldığı tat, memesindendir, sütündendir onun; kocası da onunla buluşmadan tat alır. Yaratıklar, yol çocuklarıdır; Kur'ân'dan zâhirî bir tat duyarlar, süt emerler. Olgunlarınsa Kur'ân'ın anlamlarında bir başka seyir-seyranları, bir başka anlayışları vardır. İbrâhim'in durağı, şudur: İbrâhim'in namaz yeri, Kâ'be yanında bir yerdir. Zâhir ehli, orda iki rek'at namaz kılmak gerektir derler. Bu doğrudur, eyvâllah; fakat gerçekler katında İbrâhim'in durağı şudur: İbrâhim gibi kendini, Tanrı uğruna ateşe atarsın, kendini Tanrı yolunda çalışıp çabalamayla bu durağa, yahut bu durağın yakınlarına ulaştırsın; çünkü o da Tanrı uğruna kendini fedâ etti; yâni nefsini fedâ etti; ona karşı bir tehlike kalmadı, kendinden pervâsı yok artık. İbrâhim'in durağında iki rek'at namaz kılmak güzel; fakat öylesine bir namaz ki kıyamı bu âlemde olmalı, rükûu o âlemde. Kâ'be'den maksat, peygamberlerle erenlerin gönülleridir. Onların gönülleri, Tanrı vahyinin geldiği yerdir; Kâ'be'yse onun parça-buçuğu. Gönül olmasaydı. Kâ'be ne işe yarardı?


Zâti bu himmet, canlar âleminde, bedenler âleminden önce de vardı. Bizi şu bedenler âlemine boş yere getirmediler; böyle birşeyin imkânı yok. Şu hakde sözde de iş var, söz de faydalar vermede. Kaysının yalnız çekirdeğini yere eksen hiçbir şey bitmez; fakat kabuğuyla ekersen biter. Şu halde anladık ya, şeklin de bir işi var. Namaz, içe-öze âit birşey; "Gönül huzûru yoksa namaz da yoktur" demişler; fakat şekil bakımından da namaz kılman, rükûa varman, secdeye kapanman gerek; ancak o vakit faydalanırsın, maksadına ulaşırsın. "Onlar, namazlarını daima kılarlar." Bu, can namazıdır. Şekil namazının vakti vardır, buysa boyuna kılınır-durur. Çünkü can, deniz âlemidir, sonu yoktur; bedense kıyıdır, kuruluktur, sınırı vardır, miktarı vardır. Demek ki daimî namaz, ancak canın namazıdır. Canın da rükûu, secdesi vardır amma görünüş bakımından da şu rükûu yerine getirmen, secdeye kapanman gerek. Çünkü anlamın şekle bağlılığı var; ikisi beraber olmazsa fayda vermez; kaysıyı kabuğuyla ekmedikçe bitmediği gibi hani. Şimdilik şekil, anlamın parça-buçuğudur diyorsun. Şekil tebaa, gönülse padişah; sonucu bütün bunlar, izâfî adlar. İş böyleyken nasıl bu, onun parça-buçuğudur diyebilirsin? Parça-buçuk olmadıkça ona nasıl asıl adı verilebilir?
Karşılıklı konuşurken, işkile düşünce kesin olarak iki olur. Çünkü hiç kimse kendisine aykırı olamaz, kendisiyle karşılaşamaz. Bu yüzden de kötülük, iyilikten ayrılamaz. Çünkü iyilik, kötülük olmadıkça olmaz.
Anlaşıyorlar ya, iyilikten vazgeçmek de kötülükle olur; kötülüğe düşkünlük olmasaydı kötülükten vazgeçmeye de kalkışılmazdı; hiçbir şey de meydana gelmezdi. Hani Mecûsîler derler ya; Yezdan, iyilikleri yaratandır, Ahriman kötülükleri, istenmeyen şeyleri yaratan. Cevap verir de deriz ki onlara: Sevilen şeyler, sevilmiyen, istenmeyen şeylerden ayrılmaz ki. Çünkü istenmeyen, sevilmeyen bir tarafı olmayan sevgili bulunamaz. Zâti sevgili, istenmeyen, hoşlanılmayan şeyleri bulunmayan kişidir; fakat istenmeyen, hoşlanılmayan şeylerin yok olması, o çeşit şeyler olmadıkça mümkün değildir. Sevinç, gamın yok olmasıdır hani; amma gamın yok olması, gam olmadıkça mümkün değildir; şu halde her ikisi de, birbirinden ayrılmayan tek birşeydir.


Bu karaltıda Hızır'ın suyu var; fakat adam-akıllı bir susamış gerek ki bunu farketsin.
Susuzluğun en üst derecesiyle farkedişin kalmayışıdır; kuyu suyu olsun, dere suyu olsun, ne gelirse içer; hele çölü aşmış bir susuz olursa Adam-akıllı susamış, Hızır suyunun kokusunu almış, hem de suyu sudan ayırdediyor; bu çeşit adam, bu karaltıya sığamaz. Yahut da bu, bir bahttır, bir kısmettir, ayırdediş işi değildir. Çünkü ayırdedişin sınırı meydandadır, görülür-durur. Fakat o baht, o devlet, bir ayırdediş kabiliyeti verir ki bu, başka ayırdedişlere benzemez. İman, zâti ayırdediştir, ayırdedişten başka bir şey değil.


§ Tanrı, kendi sıfatlarının tadlarını, çeşitli şekillerde yarattı. Her şekle de o tada ulaşma yolunda çeşitli hareketler, sesler, nağmeler, sözler verdi; böylece de herbiri, dururken de, hareket ederken de o tadı verir; o şaşılacak hareketlerle, nağmelerle, seslerle bilinir; nitekim gökyüzünün dönüşü, yeryüzünün duruşu, şaşırıp kalışı, ağacın oynayışı, dönen, yürüyen yıldızların hareketleri, hayvanların, dileklerini elde etmeleri, sözler, şiirlerde hep böyledir. Zahmet, eziyet çekmeseydin merhametli olduğunu nerden bilecektin; melheme ihtiyâcın olmayacaktı ki. Nekeslik olmasaydı Allahın kerîm olduğunu nerden bilecektin?


§ Peygamberlerle erenler, lâtif kişilerdir; bir gün bile kimsenin kendilerine hizmet etmesini, kimseye kötülük gelmesini istemezler. Halksa nasıl bir kişiye ulaşmışlar, bilmezler bile.


§ Bir fare köyden nasıl kaçarsa şeyh de dünyadan öyle kaçar. Şeyh nedir? Varlık. Mürit nedir? Yokluk. Mürit, yok olmadıkça mürit olamaz.


§ Erenin izi-eseri şudur: Onunla oturanların gönülleri yatışır, hoşlaşır, genişler. Temel, bir uluyu bulmaktır; amma yalvarış yoluyla, dostluk etmek üzere bulmak gerek. Düşmanlık edecekse bulmasından bulmaması yeğ; hani derler ya, filân hırsız, filân harâmi, filânı buldu; onun gibi tıpkı.
Seyyîd buyururdu ki: Melekler, senin kullarını görelim diye yer-yüzüne inerler; Tanrı kullarını seyretmek için inerler de belki onun sevgisi de iner diye birer-birer onlara söz söylerler.


§ Şüphe yok ki o bilgi de yücedir; fakat Tanrının bir başka sırrı var ki o bilginin ötesindedir o... İnsan kırılıp dökülmedikçe o sırlar, kendisine yüz göstermez. İnce söze dalmak, ince düşüncelere dalmak, ince bilgiler öğrenmeye koyulmak, düşünceyi keskinleştirmek yoluyla bir pay alınamaz buradan.


§ Mümkünü yoktur ki insan âşık olmasın. Her an bir başka aşka düşer insan. Uyku aşkı, esenlik aşkı, çeng çalma aşkı, güzel yüz aşkı.,.Bu hallerden hangisi üstün olursa aşk olur-gidir.


Dervişler, bir beden sayılırlar. Organlardan biri ağrısa öbürleri de derde uğrar. Göz görmeyi bırakır, kulak duymayı, dil söylemeyi. Hepsi de ağrıyan organın katına toplanır. Dostluğun şartı, kendini dostuna fedâ etmektir; dost için kendini kavgalara atmaktır. Çünkü herkesin yüzü birşeyedir; herkes bir denize dalmıştır; îmanın da şartı budur, İslâmın da. Bedenle taşınan yük, canla taşınan yüke ne benzesin. «Zararı yok, biz Rabbimize dönenleriz.» inanan, kendisini Tanrıya fedâ etti mi, belâyı-kazâyı, eli-ayağı ne diye düşünsün? Mâdem ki Tanrıya gidiyor, ele-ayağa ne hâcet? Eli-ayağı, o yandan bu yana gelmen için verdi sana; fakat eli yapana, ayağı yaratan giderken elden çıksan, ayaktan kalsan, Firavun’un büyücüleri gibi elsiz-ayaksız olsan ne gam.


§ «Nice hayvan vardır ki kendi rızkını kendisi taşımaz.» Bir şey biriktirmez, Tanrıya dayanmaktan vazgeçmez; zâten Tanrıya dayanma, ehline bir zevktir, bir geçimdir. Tanrı, hayvanı, kendisine dayanma yüzünden rızıklandırır, siziyse arayıp tarama sebebiyle rızıklandırır. Fakat Tanrıya dayananların rızkı, Tanrı bilgisinde sâbit olur da onlar, çalışmadan, yorulmadan rızıklanırlar; başkalarıysa uğraşırlar, yorulurlar da öyle nzık elde ederler
 













ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
7597 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 18, 2008, 11:58:28 ös
Gönderen: tcorbaci
2 Yanıt
13482 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 20, 2013, 06:26:29 ös
Gönderen: Leo - Franz
0 Yanıt
3952 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 07, 2007, 01:22:31 ös
Gönderen: Supeluta
6 Yanıt
11763 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 24, 2007, 04:27:22 öö
Gönderen: Universal
4 Yanıt
7021 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 02, 2008, 01:54:04 ös
Gönderen: ahu
mevlana

Başlatan gsınmaz Tasavvuf (Sufizm)

1 Yanıt
4084 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 09, 2009, 04:17:18 ös
Gönderen: MASON
0 Yanıt
3217 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 01, 2010, 11:47:42 öö
Gönderen: ceycet
2 Yanıt
8425 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 08, 2011, 10:33:03 öö
Gönderen: Rohani
1 Yanıt
4506 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 19, 2011, 11:29:06 ös
Gönderen: hakan_34_06
0 Yanıt
3204 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 28, 2014, 09:45:08 öö
Gönderen: ADAM