Sayın Mozart'ın 2008 yılının Haziran ayında açmış olduğu başlığın "Kardeş Sofrası" ile bağlantılı bölümüne ben de geç olsa bile katkıda bulunmak istiyorum.
Bir mason lokalinde çalışanlarla bağlantılı olmak üzere eskiden bu "güven" konusu farklı bir boyutta değerlendirilmiş. Bu farklılık da sadece masonların bilmesi gereken konuların kapmasına mabette her ne konuşulup görüşülürse hepsinin dahil sayılmasıymış. Şayet bir harici bunlardan bir gıdımını bile öğrense, o locanın düzenini yitirdiğine (gayri muntazam olduğuna) inanılırmış. Bu nedenle de locaların çalıştığı lokallerdeki tüm çalışanlar özel bir inisyasyon (tekris) töreninden geçirilir, böylece kendilerine “mason” sıfatı verilirmiş. Nitekim tarihteki ilk kadın mason İrlandalı Elizabeth Aldworth da böyle bir gerekçeden ötürü Masonluğa alınmıştır.
Bu bana biraz masonların kendi içlerinde kendilerini kandırmaları gibi geliyor ama aynı yöntemin eski tarihlerde Türkiye’de de uygulanmış olduğunu biliyoruz. Nitekim Türk Masonluğu’nun tarihçesinin bir köşesinde “hadîm birader” diye bir kavram geçek ki, işte bu öyle bir uygulamanın yapıldığına işaret eder.
Günümüzde bu gibi kaygılar çok biçim değiştirdi. Masonluğun sırf masonlara özgü olması gereken bölümü pek darlaştı. Masonların “sır” sözcüğü altında ağız sıkılığıyla saklamak zorunda oldukları bilgiler pek azaldı. Dolayısıyla, özellikle mason lokallerinin emektar çalışanları, -görevleri kardeş sofrasında olsun, başka yerde olsun- Masonluk ile bağlantılı çok şey biliyor. Bu bilgiler gönül rahatlığıyla onların onurlarına emanet edilebiliyor. Hatta o çalışanların birçok masondan çok daha bilgili olduğunu söylemek bile olası.
Sayın Mozart konuyu sadece Kardeş Sofrası açısından ele almış. Oysa ondan çok daha önemli olan bir başka yer var: Bir büyük locanın ya da bir bölgenin sekreteryası… Oralarda çalışan ücretliler var. Üstelik bu kişilerden çoğu da bayan… Bir Kardeş Sofrası’nda konuşulan şeyler pek sınırlıdır. Sekreteryadaki çalışanların elinden geçen bilgiler ise çok daha derin, çok daha önemlidir. Öyle ki bunlardan birçoğunun doğrudan mason üyelerce bile bilinmemesi, sadece yönetim çevresinde kalması gerekir. Masonlar bundan çekinecek olursa, tüm işleri doğrudan kendilerinin yapması gerekir. Oysa buna hiç de gerek yok çünkü orası “sekreterya” yani sırların saklandığı yer.
Biz Türkiye’de her nedense toplumsal yaşamın birçok öğesini güven üzerine değil, güvensizlik üzerine kurmuşuz. Rahmetli Turgut Özal’ın bir sözünü anımsıyorum. Şöyle bir şey demişti: “Artık devlet dairelerinde vatandaştan kimlik belgesi, ikametgâh senedi gibi şeyler istenmeyecek. Vatandaş kimlik bilgilerini verecek, nerede oturduğunu söyleyecek. Ona güvenilecek.”
Öyle demişti ama olmadı. Devlet hiçbir zaman vatandaşa güvenemedi, güvenmiyor.
Ancak masonlar öyle yapmamalı. Nasıl aslında hiç olmayacakmış gibi görünen bir insanlık ülküsünün bir gün gelip gerçekleşeceğine güveniyorlarsa, bunun için nasıl “insan”a güveniyorlarsa (başka çaresi yok), bunun için nasıl aralarından ara sıra çürük yumurtalar çıkmasına karşın birbirlerine güveniyorlarsa, lokallerinde çalışanlara de güvenmeliler.
Nitekim güveniyorlar.