POSTMODERNİZM
Prof.Dr.Süleyman Hayri Bolay
A----
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan dünyadaki ve toplumlardaki yeniden yapılanma hareketi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iyici hızlandı ve dünyanın çok süratli bir değişimin içine girmesine yol açtı.
Bu değişme hızı, zihinleri, zihniyetleri, inançları ahlaki ve toplumsal kuralları, inançları temelden sarstı. Böylece toplumlarda kavram kargaşalığı ve davranış bozuklukları yeni kavram ve mana arayışları doğurdu.
Toplumlarda meydana çıkan bu sarsıntılar ve dalgalanmalar mimari, resim, sanat, edebiyat, din, ahlak, felsefi düşünce, hukuk, siyaset, iktisat gibi hemen hemen her alanda tesirlerini gösterdi. Bu sarsıntılı ve karmaşık duruma “modern-sonrası” (Post-modern) durum adı verildi. Bu da “modernite”nin sona erdiği, onun felsefik ve ideolojik yansıması olan “modernizm”in iflas ettiği kanaatini uyandırdı.
Postmodernizm, kültürel ve toplumsal bir durum olarak alınırsa meselenin esasının bir hürriyet problemi olduğu da daha rahat anlaşılır.
“Modern” kelimesi, çağdaş olanı ayırtetmek için kullanılmış yaşadığımız zamana ait ve uygun olmayı ifade eden bir terimdir. “Modernite” ise gerçeklikle kurulan bağla ilgili olup hayatımıza girmiş, kabul görmüş ve böylece geçerli hale gelmiştir. Dolayısıyla bir değer halini kazanmış “Modernizm” olmuştur. Moderniteyi bağımsız bir değişken, değişmeyi ve yenileşmeyi yönlendiren bir unsur olarak idrak etmeye başlayınca modernleşme başlamış demektir. “Modernite” bazılarına göre Batı’da tabiat-üstü ile bağları koparmayı Tanrı’dan uzaklaşmayı ifade eder. Bu görüş modern düşüncenin babası sayılan Descartes ve F. Bacon için doğru olmasa gerektir. Hatta aydınlanmacı filozof J. Locke, Berkley ve Kant için dahi geçerli değildir. Moderniteye bu manada aydınlanmanın genel görüşleri uygun düşer. “Modernleşme” daha çok insan sorunlarında hızlı değişim sürecini ifade için kullanılmıştır.
Modernleşmede, bünye değişiklikleri ile işlev farklılıkları ve sosyal hareketlenme itici rol oynamıştır. Fakat felsefi modernizm, tabi olduğumuz anı ve o anın ilgili olduğu nesnelerin aracılığıyla akledilebilişimizi, bu aklediş sayesinde içinde bulunduğumuz anı, zamanı denetleyebilme gücümüzü ifade eder. Descartes insanın tecrübi esaslara göre bilgi sahibi olabileceğini, ana temelde Allah fikri ile matematik fikrinin doğuştan (a priori) geldiğini söyler. Kant, buna ilaveten bilgi edinim yetilerine sahip olan insanın bilgi üzerinde hakimiyet sağlama gücüne vurgu yapmıştır. O, özne olarak insanın her çeşit bilgiyi elde ederken bu sayede nesnelerin düzenini belirleme gücüne de sahip olduğunu söyler. Yani insan, aklın kanunlarını tabiata dikte ettirir. Bu da insanın aklı sayesinde olur. Kant; insanın aklı sayesinde hür ve irade sahibi olduğunu, bunu da Aydınlanmanın simgelediğini söyler.
Modernizm anlayışları muhtelif olmakla birlikte zaman zaman şiddetle tenkit edilmiştir. İşte bu eleştiriler, postmodernizm için felsefi bir kavramlaştırma zemini hazırlamıştır.
Modernizm, toplum düzenlerinin rasyonalize olacağı bir beklentiyi meşrulaştırmaya yönelmenin yanında, evrenselliği, bir cinstenliği (Homogenite) tek düzeliği (monotonite) ve vuzuhu yaymayı da amaçlamıştı. 1968’de meydana gelen hareketlerden sonra kültür hayatından çok önemli kopmalar olmuş, değerlerde büyük bir sarsıntı yaşanmış, anarşi neredeyse hürriyete tercih edilir hale gelmiştir. Bunun tabi bir neticesi olarak 1970’li yıllarda modernite ve zihniyetinin hedeflerine uymayan yeni bir kültür anlayışı ortaya çıkmış, bu kültür, geç kapitalizme vücud veren modernite anlayışını yeniden yorumlamanın lüzumunu ortaya koymuş, dolayısıyla, moderniteyi yanlış-bilinçlilik olarak nitelendirmiştir.
Modernite ile postmodernite arasında şöyle bir fark ortaya çıkmaktadır. Modernite için problematik olan bir temsil iken postmodernite için bir gerçekliktir. Günlük hayatımız, TV’ler, reklamlar, v.b.’deki “gerçeklik” ile işgal edilmiş, ferdi hürriyeti ve iradeyi baskı altına almıştır.
Postmodern anlayışta dikkati çeken hususun şehirlerde yerleşen hayat biçiminin modernitede görülen, öznenin merkezi önemini kaybetmeye yüz tutmuş olmasıdır. Bunun neticesi olarak cemaate bağlılık duygusu önplana çıkmış; yürüyüşler, başkaldırılar, gösterilerle cemaatler duygularını dışa vurma yollarını bulmuştur. Bu cemaatleşmeye, daha çok bölünmeye yol açtığı için “kabileleşme” de denebilir.
Bu anlayış modernleşmenin sebep olduğu farklılaşmaya, ayrımlara bir tepki olarak kendini göstermiştir. Dolayısıyla postmodernite farklılaşan, bölünen kitlelerin kültürünü daha doğrusu “aşağı” kültüre yönelmiş, kitle kültürlerini azizleştirmiştir.
Bu tepki özelliği dolayısıyla, Lyotard, marksizm gibi büyük anlatıların teorilerin devrinin kapandığını söylemektedir. Bu manada postmodernizm bugünü değerlendirmek için geleceği yönelik bir proje ve bir ruh hali sayılabilir.
Postmodernizm terimi mimariden felsefeye geçmiştir. Bu akımın öncüsü, ileri gelen temsilcisi Fransız filozofu Jean Francois Lyotard’dır. Kendisi “La Condition Postemoderne, Paris 1979” (Türkçesi: Çev. Ahmet Çiğdem, Postmodern Durum, Ankara 1990) adlı eseri ile çocuklara bu akımı izah etmek için yazdığı “Le Postmoderne Expliqué aux Enfants, Paris 1985” isimli eserlerinde belli başlı fikirlerini ortaya koymuştur. “Meşrulaştırma Nutuklarının Sonu” ve “Büyük Hikayelerin İnançsızlık Dönemi” gibi ifadelerle akımın esaslarını belirledi.
Marksizm, liberalizm, hümanizm gibi insani olgunluğun iftiharı sayılan bu ideolojik söylemlere karşı Lyotard’a göre insanlar inançlarını kaybettiler. 1940’dan bu tarafa İkinci Dünya Harbi’nde yeni teknolojilerin devreye girmesi ve sivil hakları yok etmek için “son çözüm” olarak bu teknolojinin sistemli kullanılışı, adı geçen ideolojilere olan bağlılığı ve itimadı iyice sarstı. İnsani olgunluğa ve hürriyete doğru sonsuz ilerlemeci bir tarih görüşü, bugün yıkılmaya başladı. Artık hiç kimse, dünyanın hiçbir yerinde bu ideallere bağlı değildir; onlarla ilgilenmiyorlar. Lyotard Hegel’in tekil ile evrensel arasındaki diyalektik çatışmayı mutlak hürriyet olarak gösterdiği için bu görüşün terörün kaynağı olduğunu söylemektedir (Le postmodern, s. 82). “Postmodern” teriminin “post” öneki bir “geri dönüş” (come back), “geri itilme” (feed back) hareketi, yani bir tekrar hareketi değildir. Ama bir analizin, bir hastalık hikayesinin, bir batıni yorumunun uzantısı veya devamıdır ki bu haraket “başlangıçta unutulmuş” bir şeyin ortaya çıkmasını sağlar (a.e., s. 119). Lyotard’a göre postmodernite meselesi öncelikle sanatı edebiyat felsefe, siyaset gibi alanlarda “düşüncenin ifadeleri meselesi”dir (a.e., s. 118).
Postmodernite, tarihin hakim milleti anlayışının (peupleroi) sonudur. Modernite ise aydınlanma döneminden gelen bilimci, rasyonalist, doğru çizgi halinde ilerlemeci anlayıştan ibarettir. Bu bakımdan, Lyotard’ın düşüncesinde, postmodern, modernin bir parçasıdır. “Postmodern, modernin içerisinde sunulamayanı, sunmanın kendisinde ileri götüren şey olacaktır.”
Modernlik sonrası toplumlarda ve kültürlerde bilginin konumu değişmektedir. Son kırk yılda teknoloji hızla gelişmiş; kullanım alanında teknoloji ve bilimler dil ile ilgilenmek zorunda kalmıştır: Dil teorileri, iletişim ve sibernetik sorunları, modern cebir kavramları, bilgisayar ve dilleri, tercüme sorunları, haberleşme, birim ve veri bankalarıyla ilgili sorunlar, telematik ve zeka terminallerinin kusursuz hale getirilmesi gibi teknolojik dönüşümler bilgi üzerine ciddi etkiler yapmıştır. Burada bilgisayarların hegemonyası kendisini gösteriyor. Bilgi hem ortaklaşa kullanılır hale geliyor, hem de alınır satılır, sömürülür bir meta oluyor. Bilgi satılmak için üretiliyor ve değerlendirilmek üzere satılıyor, yani bir mübadele aracı oluyor ve değer kaybediyor. Bizatihi bilgi değil, “ödeme bilgisi”, yatırım bilgisi, projenin işlerliğini sağlayan bilgi önem kazanıyor. Böylece çağdaş teknoloji toplumları bilgisayarlaştırıyor; profesörlerin etkisini kaldırıyor; bilim adamına baskı yapıyor, öğretmenlerin ve bilginlerin moralini bozuyor. Lyotard, böylece, aydınlanmadan bu yana gelişen modernist hareketlerin, ferdin hürriyetini yok ettiğini ve onu her yandan kıskaca aldığını ve ezdiğini ifade ederek en büyük meselesinin ferdi hürriyet olduğunu ortaya koymaktadır.
Maalesef modern bilim, yeni teknolojinin yanısıra hakim güçlere teslim olmuştur. Burada, bilimsel bilginin meşrulaştırılması sorunu ile karşılaşırız: Bilginin ne olduğuna kim karar verecek, hangi ihtiyaçların karara bağlanacağını kim bilecek? Şu halde, bilgi sorunu, daha çok bir hakimiyet sorunudur. Egemen sınıf, karar veren sınıftır. Bunlar şirket başkanları, üst düzey idareciler, mesleki, siyasi ve sendikacı örgütlerin başkanlarıdır. Gelişmiş toplumlarda vasıta olarak kullanılan bilgi, sorgulanmaksızın kabul edilen bir bilgidir. Aslında, bilimsel bilgi Lyotard’a göre, bilginin bütününü temsil etmez. O başka tür bilgilere ilave olarak, ama onunla çatışmak üzere varolmuştur. “Başka tür bilgi”den Lyotard, “basitlik istemlerindeki anlatı (recit)”yı anlıyor (Postmodern Durum, s. 15). Bu bakımdan Lyotard’a göre Güney Amerika’daki bazı kabilelerin gece mum ışığında anlattığı masal ve hikayeler de bilgidir ve bilimsel bilgiyi tamamlar.
Lyotard ve postmodernist anlayış, irrasyonalizme yaklaşıyor. Gerçi Lyotard, akla önem veriyor, ama onun sahasının sınırlandırılmasını istiyor. Bilimsel akıl vardır, ama sosyal, psişik, hayali ve teknik tecrübi değişkenlerden müstakil değildir. Bu bakımdan bilgisel (cognitif) akıl, dil oyunlarının kurallarından ibarettir. Bu bilgi kurallarının kaynağı sorulunca bunlar, tabii, ilahi veya zorunlu olarak verilmiş midir, sorusu akla gelir. Bu kuralların sebebi (raison)nin sorulması sebebin sebebinin (La raison de la raison) sorulması demektir. Klasizm metafizik idi. Modernite, en azından Kant’ın modernizmi, akıl yürütmenin temeli üzerinde akıl yürütmeyi yasaklayan bir akıl kabul ediyor. Bundan dolayı “postmodernite, daha çok, tecrübi-eleştirici yahut pragmacı olacaktır” (Le Postmoderne, s. 93).
Lyotard, çeşitli şekillerde, kendisinin kapitalizmin telkin ettiği “sözde-rasyonelite”yle savaştığını söylüyor; sebebleri ve akılları karıştırmamak gerektiğini vurguluyor. Kendi irrasyonalizminin de bu olduğuna işaret ediyor.
Şu halde postmodernizm, modernizme bağlı olmakla beraber, modernizmin tabiatçılığını, bilgiyi sadece bilimsel bilgiden ibaret gören pozitivist anlayışı aşmaya çalışan bir akımdır.
Postmodernizmi yaratan şartlar, Batı insanının aydınlanmacı zihniyete, insanı makineleştiren hayat tarzına, bilgiyi sadece deneye hasreden görüşlere karşı duyulan bir güvensizliktir. Aynı zamanda sanayi inkılabından sonra gelişen doğrusal ilerlemeci tarih inancına, fizikte gelişen görelik (Einstein) ten ilham alan “doğru”nun izafi olduğu fikrine karşı bir çıkıştır. Bilgi ve bilim hayatında olduğu gibi toplumsal hayatta, kültürel hayatta da güvensizlik vardır. Bilimin baskısı vardır. Bilgiyi kazanç aracı kullanan güçlerin baskıları vardır. Bundan dolayı sosyal, siyasi, hukuki, kültürel kurumlar ve onların getirdiği kavramlar ve bu kavramlara dayandırılan doğrular kapitalist Batı’nın çeşitli oyunları ve düzmeceleridir. Düzmece kavramlar, dil oyunları ile yaratılmıştır. Kelimeler ve terimlerle onların anlamı arasındaki münasebet sağlam değil, rastgeledir. Dolayısıyla bunlar da göreceli (izafi)dir. Bütün kavramlar farklı dil ve farklı inanç grublarına ait olduğu için ideolojiktir. Her grup kendi doğrularını ve hayat tarzını yaratır. İnsanları bağlayan, birleştiren kavramlar artık yoktur.
Postmodernist anlayış, gerçeklerin de yapay ve kurmaca olduğunu, bunların mevcut kültürler tarafından insanlara dayatıldığını; böyle teknoloji, bilim ve kültür ortamında ferdin yok olduğunu dile getirir. Fertler, kitleleştirilerek yok edilmektedir. Kimlikler gruplara göre tayin edilmekte ve insanlar bir takım kategorilere ayrılmaktadır. Şu halde kavramlar sorgulanmalı, körükörüne benimsenmemelidir. Toplumdaki azınlık (marjinal) grupların, etnik hareketlerin, homoseksualite gibi hareketlerin ön plana çıkmasına meydan verilmemelidir.
Postmodern öğretinin temel görüşlerinden birisi, görecilik (Relativizm)tir. Bu açıdan bakılınca bütün bilgiler görelidir. Değerler, ahlak kuralları, zamana, topluma, kişiye, kültür ve yaşama durumuna göre değişkenlik gösterir. Dolayısıyla hakikat da tek olmayıp herkese göre farklılık gösterir.
Bu açıdan postmodern açıklama, hakikatin açıklanmasında birden fazla ilkeyi kabul eder. O, kültürde de çokçuluğu benimser. Kültürde çokçu anlayış hakim kültürlerin etkinliğini yitirmektedir. Alt kültür ile üst kültür arasındaki fark kabul görmemektedir.
Postmodernizm, dünyada gelişen din olgusu karşısında dini, özel alana tahsis eden bir anlayışa sahiptir. Çünkü bu anlayışta özel alan dinin son sığınağıdır. Tanrı, büyük anlatı, sevgi ve hayırseverliğin kaynağı değildir: Bunlar kişi ve başkasının, “Ben” ve “diğeri” nin arasında kalan alana aittir. Dini değerler bu alanda ifadesini bulur. Cemaatler de böyle bir süreçte oluşur. Şu halde postmodernizm, dine şahıslar arası bir yer belirlemektedir.
Bir de postmodern teolojiden bahsedilmektedir. Öncülüğünü A.N.Whitehead ve J.Dobb gibi iki filozofun yaptığı process theology, atom fiziğinin buluşları ile tanrı insan ilişkisini kaynaştırmaya yöneliktir. Buna göre yoktan yaratma, (ex-nihila) yok, evrendeki bütün oluşlar tanrının oluşunu meydana getirir. Yani tanrı organizmaların bir uzantısı anlamına gelir. Bu da Hinduizmin karma inancı ile ilgilidir, onun etkisindedir. İnsanın kurtuluşu için şahsi bir tanrıya ihtiyaç yoktur.
Rasyonalizm önce vahyi reddetmiş, daha sonra akıl ve vahyin çatışmadan birlikte çalışabilecekleri fikrini benimsemişti. Postmodernizm ise dinler ve mezhepler açısından vahye yer ve imkan, hatta öncelik tanıyan bir tavrı benimsemektedir.
Bu açıdan postmodernizm, “cemaat duygusunu teşvik yoluyla bireyleri dine ulaştırırken, dinlerin, dinsel hareketlerin kendilerini özgürce sunabilecekleri çerçeve olarak sivil topluma duydukları zorunlu ihtiyaç postmodernite ile sivil toplumu örtüştürmektedir. (A. Yaşar Sarıbay, Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam, s. 11-12, İst. 1994).
Bu düşünceden hareket eden bazı İslami gruplar, postmodernizmi kendilerine sunulan bir imkan gibi görmüşler ve bundan istifade yoluna gitmişlerdir. Fakat postmodernizmin, dinlerdeki kesin ve değişmez emirleri kabul etmesi mümkün görülmemektedir. Postmodernizmin göremediği nokta dinin kendisinin bizatihi bir kültür kaynağı, meydana getirdiği itikat ve ibadetlerin dışındaki kısmının da bizzat kültür olduğudur.
Geleneğe karşı çıkan sanatçıların hakim olduğu fütürizmin sanatta devamının, postmodernist sanat anlayışı olduğu kanaatı hakimdir. Postmodern sanat anlayışının özelliği, ilginin içerikten çok şekil ve stil üzerine yönelmesidir.