Tapınak Şövalyeleri, 13. yüzyılın sonlarına doğru Akdeniz’in doğusunda bir askeri birlik olarak katıldıkları çatışmaların çoğundan yenilgiyle çıkıyordu ama tarikatın Avrupa’daki politik ve mali gücü her gün biraz daha artıyordu. Örneğin o dönemde çok değerli bir ürün olan yünün gerek üretim gerekese ticareti, artık tümüyle Tapınakçıların eline geçmişti.
Fakat 14. yüzyıla girince işler değişti ve Tapınak Şövalyeleri Tarikatı yıkıldı. Kimileri bu olayı şöyle bir benzetmeye bağlar: “Yüksek bir dağa tırmanıp doruğa yaklaşmak üzereyken, o ana kadar hiçbir önemli sorun çıkmamış ve her aşama başarıyla geçilmişse; zafer sarhoşluğuna kapılıp önlem elden bırakılınca, tutunacak sağlam bir yer bulamayanlar aşağıya yuvarlanır. Düşüş, çıkıştan çok daha hızlı olur.”
1285 yılında Fransa tahtına çıkmış olan 4. Philippe, (Güzel Filip), çok hırslı ve aşırı tutkulu bir adamdı. Bir yandan İngiltere ve Felemenk ile savaşırken, diğer yandan da ülkesinde bir türlü çözümleyemediği ekonomik sıkıntılar altında eziliyordu. Bunlarla baş edebilmek için tüm kaynaklarını kullanmış, yetmeyince Tapınakçılardan borç almak zorunda kalmıştı.
4. Philippe, borçlandığı bu örgütün kendi ülkesinde kendinden çok daha güçlü oluşundan hiç hoşlanmıyordu. Bunun için tarikata girmek dileğinde bulunmuş, kabul edilmeyince de çileden çıkmıştı. Tapınak Şövalyeleri ile bireysel bakımdan bir alıp veremeyeceği yoktu ama örgüte karşı hem kıskançlık hem hınç duyguları ile dolmuştu. Gerek mali gerekse ruhsal bakımdan rahata erebilmesinin tek çıkar yolu vardı: Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’nın ortadan kaldırılması.
Kudüs’ün Müslümanların elinden geri alınamayışı bir yana dursun, Doğu Akdeniz’deki tüm limanların, son alarak Akkâ’nın yitirilmesi üzerine Tapınak Şövalyelerinin bir süre için Kıbrıs’a taşındığını belirtmiştim. Önceleri, orasını bir üs olarak kullanıp yitirdikleri limanları yine ele geçirmek için hazırlık yapmayı öngörüyorlardı. Bu bağlamdaki umutlarının sönmesi ise pek uzun sürmedi. Çünkü Avrupa’da ne kralların ve diğer soyluların ne de papanın artık Müslümanlar ile uğraşacak hali kalmıştı. Sorun sadece para olsa, lâfı bile edilmezdi. Tapınakçılar nasıl olsa gerekli finansmanı sağlardı. Hatta öylesi işlerine bile gelirdi. Fakat politik ve ruhanî destek olmazsa bu iş yürümezdi.
Tapınak Şövalyelerine göre; gerek krallar gerekse Kilise bambaşka tellerden çalıyor, yanlış yapıyorlardı. Onlar öyle düşünüyordu ama Katolik Kilisesi’nin 1274 yılında Lyon’daki konsey toplantısında, artık Tapınak Şövaılyelerinin sıkı bir denetim altına alınmasına yönelen bir eğilim belirmiş olduğunu da göz ardı etmekteydiler. O toplantıda Tapınakçılar ile Hastanecilerin tek bir tarikat çatısı altında birleştirilmesi önerilmişti. Gerçi o tarihte buna pek sıcak bakılmamıştı ama Kudüs bir daha geri gelmemek üzere yitirilip bu tarikatların ikisi birden Kıbrıs’a yerleşince, Papa 4. Nicholas konuyu yine gündeme getirdi. Tapınakçıların bu projeye şiddetle karşı çıktığına, Hastanecilerin de hiç hoşlanmadığına daha önce değinmiştim.
Nitekim, kısa bir süre sonra Hastaneciler Kıbrıs’ı terk edip Rodos’a geçti. Belki bunun gerekçesinin “Tapınak Şövalyeleri ile bir arada bulunmamak” olduğunu söylemek biraz abartı sayılır ama bunun da etkisinin olduğu yadsınamaz. Gerçi Tapınak Şövalyelerinin Hastaneciler ile bir alıp veremeyeceği yoktu. Hatta Hastaneciler onların yönetimi altına girse bunu hoşnutlukla karşılayabilirlerdi. Kim bilir, o zaman belki de günümüzdeki gibi “özel hastane” uygulamasını bile ortaya çıkarır, bir de bundan para kazanırlardı. Fakat kendilerini hiçbir zaman onlarla eş düzeyde tutmaya yanaşmamışlardı. Burunları büyümüştü.
Hastaneciler Rodos’ta da uzun boylu kalmayıp Malta’ya göçtü. O sıralarda Tapınak Şövalyeleri bir yönetim sorunuyla karşı karşıyaydı. Tüm tarihçeleri boyunca ilk kez başlarında bir büyük üstat yoktu. Her ne kadar iyi örgütlenmiş olursa olsun, daha önce de değinmiş olduğum üzere bu tarikat aslında bir “tek adam gösterisi” tarzında yürüyordu. Son büyük üstat Akkâ’da ölünce, âdeta sudan çıkmış balığa dönmüş, ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
1293 yılında bir büyük üstat seçebildiler. Yeni büyük üstat Jacques de Molay yetkiyi ele alır almaz bundan böyle Kıbrıs’ta kalmanın hiçbir işe yaramayacağını düşündü. Bu adayı elde tutmanın maliyeti hayli yüksekti. Tarikatın merkezinin Fransa’nın güneyindeki Languedoc bölgesine taşınmasına karar verdi.
Bu kararının tarikatın son büyük üstadı olmasına yol açacağını nereden bilsin!
Buraya bir Languedoc haritası yerleştirmeyi yayarlı buluyorum. Burasının nerede olduğu bence iyi bilinmeli. Haritanın doğudaki bitim noktasında Marsilya var. Güneyi Pireneler ve İber Yarımadası’nın Katalonya bölgesi. Bir şeyi daha bilmeliyiz: O tarihlerde Languedoc Fransa Krallığı'nın sınırları dışında kalıyor. Burada bağımsız prensliklerin egemenliği sürmekte.