Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: DİYALEKTİK - 1  (Okunma sayısı 2516 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Şubat 17, 2010, 02:38:13 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Ben bu konuya biraz zorlamayla giriyorum. Hani böyle deyince sanmayın ki birisi beni zorladı. Ben kendi tuzağıma düştüm. Bir ara diyalektikten söz edeceğim tuttu; Sayın Popperist de benden bu konuyu açmamı istedi. Aslında onun benden bu bağlamda çok daha bilgili olduğunu biliyorum. Ancak bir kez öyle bir söz etmiş oldum; başlayacağım. Elbette Sayın Popperist başta olmak üzere bu konuya ilgi duyanlardan, bu konuyu bilenlerden katkıda bulunmalarını, benim yapacağım olası yanlışları gidermelerini rica edeceğim.




İnsan hep evrensel gerçekleri öğrenmenin peşinde koşar… Bu tarihte de böyleydi, günümüzde de böyle…

Gerçekleri araştırmak için uygulanabilecek farklı yöntemler var. Bunlardan birini seçebiliriz. Örneğin belirli bir felsefî düşünüş biçimine uymayı tercih edebiliriz. Tersine, hiçbir belirgin felsefeye uymadan, birbirinden farklı felsefeleri irdeleyerek bir sonuca varmayı da öngörebiliriz. Hatta hepsini göz ardı edip, tümüyle sübjektif bir görüşe bağlanabiliriz.

Belirli bir felsefî düşünüş biçimine uyarsak, düşüncelerimizin gelişmesi bakımından zorunlu bir alıştırma, bir tür antrenman yapmış oluruz. Bu tür bir alıştırmanın, düşünme özgürlüğümüze ve hiçbir etki altında kalmaması gerekli özgür düşüncelerimizi üretmemize engel olmamasına hatta kısıtlamamasına çok dikkat etmemiz gerekir. Aksi takdirde, o belirli felsefe, sınırları ve kalıpları bakımından araştırmak istediğimiz gerçeklerin ya gerisinde ya da tümüyle dışında kalmamıza neden olabilir.

Bunun karşıtını alalım… Belirli bir felsefeye uymamak, özgür düşüncenin sınırlarını alabildiğine açar. Ancak bu kez de gerçekleri araştırma yolunda yapacağımız çalışmanın amaçtan tümüyle uzaklaşması, “gerçek” ile hiçbir ilgisi olmayan birtakım yanıltıcı sonuçlara yönelmesi gibi bir tehlike vardır.

Herhangi bir felsefeye uymamak demek, hiçbir felsefî düşünüşe değer vermemek demek değildir. Birbirine benzer ya da tümüyle farklı felsefeleri irdeleyip bir ortak sonuca yönelirken, uygulanan bu yöntemin diğerlerinden daha olumlu ve daha etkili olduğunu güvenceye almak gerekir.

Beri yanda tümüyle sübjektif bir görüşe bağlanacak olursak, bunun bize yararı ancak bir süre için zekâmızın canlı tutulması, düşünce jimnastiği yapmak olur. Böyle bir yöntemle olsa olsa önceden belirlenmiş, sonucuna varılmış, kesin ve değişmez sayılan birtakım gerçeklere ulaşabiliriz. Dogmalara saplanabiliriz. Hatta kör inançlar ile bağnazca savunulan katı görüşlerin tuzağına düşebiliriz. Daha ileriye gitme gerçekleri bulma olanağını yitirmiş oluruz.

Dolayısıyla bu tür bir yöntem, daha başlangıçta kişinin kendi özgürlüğünü ortadan kaldırması demektir. Gerçekleri araştırılmayı gerçekten istiyorsak, bu tehlikeli bilmeli, bu riski göze almamalıyız.

İnsanlık ya da düşünce tarihine şöyle bir göz atacak olursak, gerçekleri araştırmayı hedefleyen felsefî düşüncelerin metafizik ile başlamış olduğunu görürüz.

Şimdi burada diyalektikten önce metafizik üzerinde duracağım. Önce onu anlayalım ve bilelim ki, diyalektiği kavrayabilelim. (Aslında bu da diyalektiğin yöntemi ama çaresiz…)

Metafizik, varlığın her türünün ruhsal bir nedenden oluşup gene ruhsal olan bir ereğe yöneldiğini benimseyen, bundan ötürü değişmezliği ve ilintisizliği savunan dünya görüşüdür. Sözlük anlamı bakımından “fizik ötesi” demektir. Dolayısıyla felsefede bir olgunun, birtakım fiziksel yöntemlerle anlaşılıp açıklanabilmesini olanaksız görür.

Temelini metafizikten alan felsefeler şunu savunur: “Her varlık ya da her olgu, her zaman ve ancak kendisinin aynıdır. Bir şey hiçbir zaman kendisinden başka bir şey olamaz.”

Dolayısıyla bu felsefede kavramlar bütünden soyutlanarak incelenir. Aynı anda var olan iki zıt kavram birbirlerinden apayrı tutulur. İlişki ve çelişkileri kabul edilmez.

Sonraki bir aşamada ortaya “Septisizm” ya da “Kuşkuculuk” (Şüphecilik) olarak anılan bir akımın çıktığını görürüz. Gerçi bu öyle birdenbire olmamıştır; birçok evreden geçilmiştir ama burada tüm felsefe tarihini baştan sona gözden geçirmeme olanak yok.

Septisizm, gerçeklere ilişkin kesin bilgiye hiçbir zaman ulaşılamayacağını öngörür. Bu nedenle, “Bilinemezcilik” ya da “Agnostisizm” olarak anılan akım ile de uyuşur.

Bunun ardından “Kritisizm” ya da “Eleştiricilik” denen bir akımdan söz edilebilir. Bu ise, bir yandan Septisizme karşı çıkarken, diğer yandan da akıl yoluyla metafiziği çökerten bir tutum takınmıştır.

Felsefe akımları, neden sonda “Pozitivizm” ya da “Olguculuk” ile bir atılım yapmıştır. Bu yeni akım ile birlikte gerçeklerin araştırılmasında artık ne akıl yolu ne de gözlemle elde edilen bulgular yeterli bulunmaktadır. Her bilginin “gerçek” sayılabilmesi için mutlaka kanıtı aranır. Dolayısıyla bundan böyle gerçeklerin araştırılması salt felsefe alanında bırakılmayarak, “bilim”in doğrultusuna oturtulmuştur.

Ne bunlar ne de sonradan ortaya çıkmış felsefelerden en sonuncusu, en yenisi ve en gelişmişi --hangisi ise- felsefî düşüncenin evrimini tamamlamış bulunduğunu gösterir. Gerçi sözlük anlamı bakımından “felsefe” gerçeklerin düşünce yoluyla araştırılmasıdır ama kavramsal olarak bu kadarla kalmaz.

Felsefe, ilk doğuşundan günümüze dek geçirmiş olduğu değişimle, edindiği aşamalarla elbette gelişim göstermiştir. Bu da artık daha ileri bir aşamaya varamayacağını değil, aksine evrende araştırmaya değer bir gerçek bulundukça, gerçeklerin tümü açıklığa kavuşturulmuş olmadıkça gelişimini sürdüreceğini gösterir.

Hemen her felsefe sistemi, tarihte kendini “tek doğru” saymış, bu yüzden dogmasını oluşturmuş, sonra da bağnazlığa düşmüştür. Şu ya da bu felsefenin zaman içinde canlılığını, geçerliğini yitirmesi, dayandığı bilgi birikimi ve deneyimin eskimesinden, tasarımlarının zamanla değişen koşullar altında yürümez hale gelişinden, sonunda işlevini sürdüremeyip geçersiz kalışından ileri gelir. Oysa gerçekleri araştırırken zamanla değişebilecek felsefelere değil, değişmeyecek bilimsel temellere, deneye, sınamaya ve doğrulamaya dayanan bilgilere hatta bunların sırf kendilerine bile değil, bilimsel yönteme ve ilkelere güvenmek gerekir.

Gerçekleri araştırırken tümüyle sübjektif bir görüşe bağlanmak bizi nasıl dogmalara sürüklenme ve giderek bağnazlığa düşme tehlikesiyle baş başa getiriyorsa, belirli bir felsefeyi temel dayanak olarak almak da bir diğer benzer tehlike (risk) yaratır. Bundan sakınmak, sadece kuralları ve ilkeleri kesinleşmiş olan felsefelerin sınırlarını özgürce aşmak ya da olabildiğince genişletmekle olanaklıdır.

Şu diyeceğim belki bir yineleme olacak: En uyumlu ve gerçekleri araştırmak bakımından amaca yönelmede en etkili yol, herhangi bir felsefeye bağlı kalmayıp, değişik felsefelerin derinlemesine incelenmesiyle bir senteze doğru ilerlemektir. Hatta bu amaçla gelmiş geçmiş felsefeleri birer araç gibi kullanmak, birbirlerinden apayrı olanların bağdaştıkları noktaları bulmak için aralarında ilişkiler kurup ortak oldukları noktaları belirlemek, âdeta felsefeler üstü olarak nitelenebilecek bilimsel ve akılcı (rasyonalist) bir yöntem uygulamaktır.

Şöyle de diyebiliriz: Gerçekleri tüm felsefelerin dışında olmakla birlikte tüm felsefeleri içeren bir düşünce ve eylem biçimiyle bilimsel yönteme güvenerek araştırmak, en doğru ve en etkili yol olur. Bunun için de felsefeler üstü bir yöntemle gerçekleri araştırırken başarılı olabilmek için, ilgili olan olmayan tüm felsefeleri de bilmek, tüm doğruları ve yanlışlarıyla göz önünde tutmak gerekir.





Şimdi burada durmalıyım. Çünkü bu dediklerimle zaten adını vermesem de diyalektikten söz etmeye başlamış oldum. Onu sonraki bölüme bırakayım. Ben onu yazana kadar da katkılarınızla buyurun, gerekirse tartışalım.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Şubat 17, 2010, 09:24:08 ös
Yanıtla #1

Önce Sayın Adam'a teşekkür etmek istiyorum.

Burada yazdıklarını ben neredeyse okuyarak takip edemiyorum. Herkes birşeyler okur, fakat edindiği bilginin kıymetini bilemez; o bilgileri sentezleyemez. Sentezleyemedikten sonra da o bilgiyi kullanması çok güç olur. Ben de okuduklarımı şu anda tam olarak sentezleyememekteyim. Bunun için oturup bir program yapmak ve okumuş olduklarıma dönüp, altını çizdiğim yerlerin özetini çıkarmak gerekir (bunu da tasarlıyorum açıkçası). Bunu aslında bir iki kitapta yapabildim, ve çok yoruldum. Okuduğunuz bir şeye tekrar geri dönüp çalışmak nedense zor geliyor. Sanırım bu güdü de, "bilgi edinme ihtiyacından çok, merakını giderme ihtiyacı" ile güdülenerek okumaktan kaynaklanan bir şey. Bende böyle bir hastalık var. Bir konu ile ilgili bir şey okuduktan sonra, o sayfayı kapatıyorum. Daha doğrusu "artık bildim" moduna (ruh haline) giriyorum. Bunun için de geçmişe dönük bir senteze giremiyorum. Bu biraz da sınav zamanı okuduklarını tekrarlamaya üşenen öğrnci tavrına benziyor.

Burada Sayın Adam'ın o sentezci enerjisi gerçekten beni hayrete düşürüyor. Sanırım çalışkanlık alışkanlığını akademisyenliğinden geliyor. Ben ise, okuduğum okulu dahi para kazanmak güdüsüyle okuyan, ve akademisyenliği boşuna gören biriyim. (Ama kendime haksızlık etmeyeyim, bu biraz da okuduğum bölümün sosyal bilimler olmamasından ileri geliyor :) ) Kendisinin bu enerjisine gıpta ettiğimi, ve çalışkanlığını örnek aldığımı da bildireyim. Bu yüzden takip edemediğim notlarına taa baştan başlayarak okumaya başladım. Sanırım bu da epey uzun sürecek görünüyor.

Diyalektiğe gelince, aslında benim bu konu hakkındaki bilgim, bu zamana kadar edindiğim bilgilerin yanında, daha çok kendi kendime çıkardığım düşüncelerden ileri geliyor.

Sayın Adam henüz diyalektiğe girmemiş. İyi de etmiş, çünkü ben de bu konuya hakkıyla katkı yapacağım okumalarımı henüz bitirmedim. Aslında kavramla ilgili bir şeyler biliyorum, fakat bunun akademik dile çevrilmesinde sorunlar yaşıyorum. Üstelik zamanında bu konuyla ilgili okuduğum çok önemli bir kitabımı arkadaşıma verdim. Orada hala esir duruyor. :)

Ben o yüzden bu yazının bazı paragraflarının altını çizerek onaylamak, kimi küçük ayrılıklarımı da bildirmekle yetineceğim.

Alıntı
Belirli bir felsefî düşünüş biçimine uyarsak, düşüncelerimizin gelişmesi bakımından zorunlu bir alıştırma, bir tür antrenman yapmış oluruz. Bu tür bir alıştırmanın, düşünme özgürlüğümüze ve hiçbir etki altında kalmaması gerekli özgür düşüncelerimizi üretmemize engel olmamasına hatta kısıtlamamasına çok dikkat etmemiz gerekir. Aksi takdirde, o belirli felsefe, sınırları ve kalıpları bakımından araştırmak istediğimiz gerçeklerin ya gerisinde ya da tümüyle dışında kalmamıza neden olabilir.

Bunun karşıtını alalım… Belirli bir felsefeye uymamak, özgür düşüncenin sınırlarını alabildiğine açar. Ancak bu kez de gerçekleri araştırma yolunda yapacağımız çalışmanın amaçtan tümüyle uzaklaşması, “gerçek” ile hiçbir ilgisi olmayan birtakım yanıltıcı sonuçlara yönelmesi gibi bir tehlike vardır.

Herhangi bir felsefeye uymamak demek, hiçbir felsefî düşünüşe değer vermemek demek değildir. Birbirine benzer ya da tümüyle farklı felsefeleri irdeleyip bir ortak sonuca yönelirken, uygulanan bu yöntemin diğerlerinden daha olumlu ve daha etkili olduğunu güvenceye almak gerekir.

Beri yanda tümüyle sübjektif bir görüşe bağlanacak olursak, bunun bize yararı ancak bir süre için zekâmızın canlı tutulması, düşünce jimnastiği yapmak olur. Böyle bir yöntemle olsa olsa önceden belirlenmiş, sonucuna varılmış, kesin ve değişmez sayılan birtakım gerçeklere ulaşabiliriz. Dogmalara saplanabiliriz. Hatta kör inançlar ile bağnazca savunulan katı görüşlerin tuzağına düşebiliriz. Daha ileriye gitme gerçekleri bulma olanağını yitirmiş oluruz.

Dolayısıyla bu tür bir yöntem, daha başlangıçta kişinin kendi özgürlüğünü ortadan kaldırması demektir. Gerçekleri araştırılmayı gerçekten istiyorsak, bu tehlikeli bilmeli, bu riski göze almamalıyız.

Burada dogmatizmin özellikleri verilmiş. Gerçekten de, bir felsefeye bağlı olmak, insanda, "içselleştirme" mekanizmasını uyarabiliyor, ve iyi bir eleştirel aklı yoksa birinin, o içselleştirme mekanizması ile, o felsefe benimseniyor, ve o felsefe dışında herhangi bir düşüncenin gerçek olmadığı, veya olsa bile henüz kendi düşüncesininki kadar yetkinleşemediği gibi bir düşünceyle, reddediliyor. Gerekilirse bu konuda kan bile dökülüyor. Soyut kavramlar üzerine kan dökülmesi, herhalde "düşünce" konusunun insan duygularıyla birleşmesinin en güzel kanıtı. Fikirler, duygularla birleşince, bunları terketmek , hatta karşı tarafın doğru olduğunu bilse bile terketmek çok zorlaşıyor.

Bu en basit tabirle din savaşlarında görülebilir. Basit olmayan örnekler ise, akademik savaşlardır.

Ayrıldığım nokta şurası; bu bence sadece belli bir felsefeye bağlı olmak konusunda değil, bir felsefesizlik konusunda da böyle "olabilir". Olabilir diyorum çünkü, belli bir felsefeye bağlı kalmamanın bilgisine erişmiş bir insan için dogmatizme sürüklenmek sayın Adam'ın dediklerini de katarsak daha zordur. Ancak imkansız da değildir. Yani belli bir felsefeye sahip olmayıp, aşırı özgürlükçü ve anarşist bir temkinlilik halinin de dogmatizmi olabilir. Bu böyle olabileceği gibi, sağlam adımlarla ilerlenilmiş belli "bir" felsefede olan biri de, gayet rasyonel bir şekilde düşünebilir.

Yeter ki, insanların sorduğu soruları görmezlikten gelmesin, atlamasın, hakkını vererek yanıt verebilsin. Veremiyorsa da açıkça "bu konuyu bu şekilde hiç düşünmemiştim" deme cesaretini ve olgunluğunu gösterebilsin. Popper'ın deyimiyle "benim haksız olup, sizin haklı olabileceğinizi kabul etmeye hazır olan" her kimse, o kişide dogma yoktur. Bence bu yüzden dogma konusu, insanın düşündükleriyle ve felsefesiyle değil, karakteri ve ahlakı ile ilgili bir konudur.

Saygılar.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
1889 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 09, 2007, 01:10:36 öö
Gönderen: shemuel
2 Yanıt
2957 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 20, 2010, 12:18:30 öö
Gönderen: popperist
6 Yanıt
5455 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 10, 2010, 09:54:53 ös
Gönderen: popperist