İki Yaşam Kaynağı II
İnsan- Bir Mikrokozmos -Yeniden Doğum
Bir önceki mektubumuzda her iki yaşam kaynağı hakkında güvenilir derecede bir açıklama sunmuştuk.
-Tanrısal Yaşam Alanı ve,
-Dünyasal Yaşam Alanı; bu taraf ve öteki tarafıyla ele almıştık.
Tanrısal evren sadece sonsuz olanı tanır ve mükemmel, her daim adil, özgür ve uyumlu’dur. İnsan bilir ki, zahmetli yaşam tarzına ve öznel vasıflarına son vermek için, dünyasal insan olarak yaşadığı bilgisizlikten, yersel yaşamın ikili ve çatışmalı doğasından kurtulması gerekmektedir.
Bizler için dünyasal yaşam tanıdık, onun sürekli değişim yasaları ve sürekli bilincimizi değiştirmek istemesini kendi yaşamlarımızdan biliyoruz. Hepimiz biliyoruz ki, dünyasal hayat kaynağının yasaları; doğum, olgunlaşma ve yeniden yok oluş şeklinde işlemektedir.
Aynı şekilde tecrübelerimize dayanarak da bilmekteyiz ki, buradaki bütün yaşam özü gereği içinde kendi karşıtını taşımaktadır. Ölüm içinde doğumu, karanlık ışığı, barış özünde savaşı barındırmaktadır ve doğal olarak tersi biçimde de aynı yasalar işlemektedir. Bir varoluş halinden zıddına doğru bir değişim zorunluluğu. Işte dünyasal dialektik, buradaki yaşamın özeti budur. Özü gereği çatışma halinde iki kutuplu, göreceli ve mutlak olamayan.
Her iki yaşam kaynağı kendisini insan biçiminde açığa vurmaktadır ve aynı alanda birbirine paralel var olmaktadır. Dünyasal bir insan sadece buradaki yaşamı tecrübe edebilir ve tanıyabilir. Diğeri ise, büyük bir Anayurt özlemi yaşar ve ona dönüş özlemi hep onun içinde ve onunladır. Ruh tanrısal-insani gelişimin bu aşamasına takılıp kalmış durumda olduğu için, ilk Atom sürekli ruhsal mesajlarıyla bizlere kurtuluş müjdesini yinelemektedir.
Bütün istenç dolu etkinlikler ve kültürel ilerlemeye ve gelişmeye bağlanma, dinler ve ülküler, okült ve esoterik bilimlerin gelişimi insanda gelişimin durmasına paraleldir. Her yeni çaba, dünyasal-insani ve dünyasal yaşamı kültürlü ve humanist kılma, asıl özümüze dönüşü engellemese de, en azından durdurmaktadır. Her zaman bizde olan öz yurdumuza geri dönüş özlemini giderememektedir.
Tekrar tekrar yaşanan bir hayal kırıklığı,
Sürekli bastırılan ama her seferinde yine burada olduğunu haykıran içsel ses.
Ölümlü İnsan, ne ve nasıl gerçekleştirirse gerçekleştirsin, değiştirsin ya da var olanı korumaya çalışsın, insanın hayal kırıklığı her seferinde geri gelecek ve kimse onu ortadan kaldıramayacaktır. O özyurdunu aramaktadır. O gerçek yaşamın merkezinde olmak istemektedir. Sürekli yeni bir konum ve duruma dalış, eşitlik ve barış, özgürlük, uyum ve adalet sözleri parlamaktadır. Ancak, içsel olarak hepimiz de biliyoruz ki, burada her şey çok kısa zamanda karşıtına dönmektedir. Dünyasal yaşam tamamen yanılgıdır, yanılgı içindedir.
İki yaşam kaynağının açıklanmasıyla, sizlere daha önce sunduğumuz mektubumuzda nedenlerin kavranması sonucu, dialektik doğanın kesinlikle değiştirilemeyeceğini anlaşılır biçimde gündeme getirmiştik.
Gerçek insan -tanrısal yaratım planı içindeki insan- ilk zamanki mutlak yaşam kaynağından uzaklaşarak tersine bir yönelime yönelmiştir. O madde alemi içinde, tanrısal varlık koşullarını yitirmiştir. İlk Atom’a kadar her şey gizli oldu. Bu demektir ki, prensip olarak her şey mevcuttur ama artık etkili değildir.
Su’da ve Ruh’ta Yeniden Doğmak
Sudan ve Ruhtan bir yeniden doğum kaçınılmazdır. Eğer ilk atomdan gerçek insanı yeniden yaratmak ve tanrısal aleme geri dönmesi gerekiyorsa, tanrısal plan işlemek durumundadır. Kelime anlamı olarak İncil (müjde)’nin adamı, gerçek olan gücün yardımıyla maddeden kendi özüne, tanrısal doğasına ulaşması anlamına gelmektedir. Yeniden doğum, insanın ilk halinin anlamı; ilk elden can’ın yeniden doğması yoluyla ruh ve bedenin tanrısal anlamda doğmasıdır.
Bu mümkün, çünkü ilksel tanrısal atom, dünyasal aleme kendi gücünü yaymaktadır. Dünyasal alemin en küçük milimetresine dahi giremeyen bir ruhsal ışık yoktur ki, maddesel ortamı etkilemesin, ona işlemesin. Bu yöntemle uyanmakta olan tanrısal kıvılcım yeniden uyandırılabilmektedir.
Su ve ruhtan yeniden doğma süreci tekrar Bir olma, gerçekleşme hareketidir. Gülhaç Ruh Okulu’nun yolunu sizlere sunmaya, ortaya koymaya ve tanımlamaya çalışalım. Okulumuzun zorunluluğunu ve nedenlerini kavrayabilmek için, her şeyden önce, aşağıdaki soruları açıklamak gerekiyor.
Gerçek insan kimdir?
Dünyasal insan kimdir?
Bizler içimizde kendimiz olarak oturduğumuz Ego-bilinçli kişiliği, insan olarak tanımlıyoruz. Gerçek insan, bütünlüğüyle çok daha muhteşem çapta bir varlıktır. Biz bu varlığı bütünsel olarak Küçük Evren (Mikrokozmos) olarak isimlendiriyoruz. İnsan küçük bir evren.
Küçük Evren Mikrokozmos
Küçük evren yedi aşamalı ve küreseldir. Birbiriyle içice geçmiş yedi yuvarlak dairesel bir yapı olarak düşünülebilir. Onun merkez noktası İlk Atom’dur. Mikrokozmos da iki varolma durumu hakimdir. Bu iki varlık mikrokozmosa hakimdir; Yüksek Ben’lik ve Düşük Ben’lik.
Yüksek Benlik, aynı zamanda Aura olarak da tanımlanmaktadır. Çevremizi saran manyetik yumurta formundaki bir hale biçiminde olan auramız, bütün geçmişlerin taşıyıcısıdır. Onun içindeki bütün tecrübelerimiz ve bütün enkarnasyonlarımızın sonuçları kayıtlıdır. O bütün Lipika’nın kendisi, çeviri anlamıyla ”Yazıcı”, her şeyi kaydeden anlamına gelmektedir.
Yaşadığımız hayatların sonucu, yüksek benliğimizde oluşan manyetik gücümüzün yoğunluk merkezi, bütünlüğümüzün Astral ateşini, bireysel kalitemizi ortaya koymaktadır. Mikrokozmosun manyetik özelliği kesindir ve bunun yanı sıra bir pozitif ve bir negatif ışıma (radyasyon) alanına sahiptir. Mikrokozmosun kalitesine bağlı olarak çekme ve itme gücü vardır.
Aurasal, astral ateşin açılımı düşük benliktir. Oluşan her bir açılımlar ya da mikrokozmosun nefes alanı, aurasal alanın içinde kapalıdır. Düşük benlik sadece yüksek benliğin etkisi altında kalmamakta, aynı zamanda, onun yaratımının bir parçası olarak ona bağlı olarak hareket etmektedir. Lipika içindeki yüksek benlik olarak tanımladığımız geçmiş düşük benliğin karması kişiliktir. Kaderimiz, kişiliğimiz ve auralarımız burada meydana gelmektedir. Şöyle diyebiliriz ki, kişilik (per-son) benmerkezidir. Onun yaratıcısı yüksek benlik, tamamıyla kendisini yargılamaktadır.
Başlangıç aşamasında, tanrısal bir mikrokozmos varlığını sürdürüyordu; bunun içinde ruhumuz kendisini ifade edebiliyor, içindeki ruhsal can, kişilik üzerinden kendisini ifade edebiliyordu. Ruh, Can ve Beden birdi. Her biri diğeri üzerinden kendisini ifade edebiliyordu. Bu durumda Küçük Evren bütün tanrısal yaratım planı içinde kendisine çekebiliyor ve kendisinden uzaklaştırabiliyordu.
Mikrokozmos, Eonların ilk günahına bulaşmalarından itibaren, süreç tamamen farklı bir yönelim göstermeye başladı. İlk Günah’la birlikte oluşan ”Düşme” sürecinin başlaması sonucu alma süreci yoğunlaşırken, bu özel durumda mikrokozmos tanrısal kaynağından kopacak şekilde farklılaşmaya başlıyordu. Bugün en aşağı düzeye düşmüş olan mikrokozmosun konumu nedeniyle yüksek benlik ve düşük benlik arasında birbirlerini karşılıklı ifade etme ilişkisi ortadan kalkmış durumdadır. Sağlıklı olmayan bu değişim sonucu mikrokozmos geçmişsel evrende var olmaktadır.
Bugün insanın anladığı her şey düşmüş olan mikrokozmosun geçmişsel zamanı ifade edebilme durumudur. Günümüz insanının kişilikleri, çok ileri derecede bozulmuş olan mikrokosmozun kendisini ifade etmesidir. Artık düşük ve yüksek benliklerin yaratıcılıkları, tanrısal yaratım planını bilemeyecek kadar kaynağından uzaklaştığı için tamamen tanrısal alemin dışındadır. Bizler, bugün kendimizi insan ve insanlık olarak tanımlıyoruz ama kesinlikle uzun zamandan beri artık bu anlamı ifade etmiyorlar.
Ve kesinlikle düşmüş ve bozulmuş yapısı sonucu, prensip olarak, sürekli geçmiştedir. Kendisini ifade etmesi, kendi yaratımı, dünyasal kişiliği her zaman geçmiş Hal’dir. Madde aleminin geçmişliğinden yaratılan her şey, aynı zamanda; doğma, gelişme ve kaybolma (dağılma, ölme) yasalarına tabiidir. Topraktan gelen zorunlu olarak toza dönüşmek zorundadır.
Reinkarnasyon ve Tanrısal Kurtuluş
Mikrokozmosun sürekli kendisini geçmiş halde yaşatması sonucu, her bedenlenmesinde kendisine yeni bir person edinmektedir. Böylece o kendi araçlarını, dünyada varoluşunu sağlayan ve tecrübelerini sağlayacak olanaklarını yaratmaktan, kullanmaktan alıkoymaktadır. O yine kendi işlevini yerine getirmesini sağlayacak parçaları çalınmış olarak eksik kalmaktadır. Bu durum onu büyük oranda yeniden madde alemine inmeye zorlamaktadır. Yeni bir kişilik edinmesini zorunlu kılmaktadır ve böylece maddesel aleme dalmaktadır. Böylece mikrokozmos (Kişi değil) bir enkarnasyondan diğerine yol alıp durmaktadır.
Varlığını sürdürmekte olan (per-son) kişilik sadece mikrokozmosun geçmiş hali değil ve aynı zamanda, bütün yüksek benliği için de çaba harcamak durumunda kalmaktadır. Kişilik sadece her türlü diyalektik kozmosun ışınlarını ve mikrokozmosun yasalarından daha çok, büyük tanrısal kurtuluş çabasını üstlenebilme gücüne ve olanaklarına sahiptir. Sürekli bir çağrı, düşmüş olan mikrokozmostan yayılmaktadır. ‘Tanrı büyük çalışmayı onun ellerine bırakmaz.”
Bu tanrısal plan, aynı zamanda İlk Suç’la başlamaktadır. Harika şekilde işleyen bir yapıya sahip olan ve her şeye kadir olan içimizdeki güç dünyasal insana ulaşmaktadır. Koşullar ve olanaklılıklar ölçüsünde mikrokozmosun yeniden tanrısal aleme geri dönmek için gerekli koşulları birlikte oluşturabilir.
Düşük Benlik
Bizler bugün dört yapılı bir bedenlenmeye sahibiz ve bunlar;
maddesel, fizik bedenimiz yoluyla algılarımızı dış dünyaya yöneltebiliyoruz.
Ether yada Yaşam Bedenimiz yoluyla da bütün yaşam fonksiyonları mümkün olabiliyor.
Astral yada Arzu Bedenimiz ile istek ve arzularımızı gerçekleştirebiliyoruz.
Mental Beden ile de düşünmemiz mümkün olmaktadır.
Mental bedenimiz içinde bulunduğumuz zaman ve mekan koşullarında tam işlevsel düzeyde gelişmemiştir. Bu nedenle gelişim halindeki bu yapıya ”düşünce gücü” olarak tanımlıyoruz.
Bu dört beden birbirlerinden çok değişik bir yapıya ve fonksiyonlara sahiptirler ki, bunu ileride yeterince ele alacağız. Şimdilik sadece, bu birlikte olan dört bedenin ölümle birlikte ayrıştıklarını açıklamakla yetinelim; Kaba maddesel fizik bedenimiz ve ether bedenimizin bir kısmı burada kalmaktadır. Geri kalan ether bedenler ile astral beden ve düşünce gücü belirli bir zamandan sonra kendi öteki alemine gitmektedirler.
Bu durumda kişiliğimizden burada yaşadığımız tecrübelerin dışında bir şey kalmamaktadır. (Kendimize özgü titreşim yapımız ve geçmiş hayattaki yaşamımızın asli yapısı, gelecek yaşamımızın özünü ve işleyişini belirleyen mikrokozmik gerekliliklerin dışında bir şey kalmamaktadır.
Bu kaba biçimsel ifadeleri daha basit biçimde açmak gerekirse;
dünyadaki kaba fiziksel bedenimiz düşük benliğimiz ölmekte ve hiç bir zaman tanrısal-ruhsal gelişme sağlayamamaktadır. Kendisini çözerek yeniden doğal ortamına dönmektedir. O hiç bir zaman, bu biçimiyle de, sonsuzluk kapısından geçemeyecektir.
Eğer düşük benliğimiz kendi çabasıyla mikrokozmosun yeniden doğumunu tanımazsa, mikrokozmos için yenilenmiş bir enkarnasyon zorunlu olacaktır. Mikrokozmos sadece bir kişilik yardımıyla tekrar tanrısal yaşam alanına geri dönme sürecini başlatabilir. Bu nedenle, aynı zamanda, fiziksel beden, kişilik her birey için kolay bulunmaz büyük bir şanstır.
Mikrokozmosun yeniden doğumunu tamamlayarak, tanrısal insan olarak dirilmesi ve tanrısal yaratım alemine ulaşması anlamına gelmektedir. Ancak bu duruma ulaşmakla yeniden doğum süreci başlatılmış olunur. Dört yapılı kişiliğin özgür istenciyle ve iradesiyle düşük benliği terk ederek ve kendi mikrokozmosuna güven duyarak gerçek yaşamı elde etmeye hazır olmalıdır.
Biz dünyalılar sadece kendi yaşamlarımıza ait yaptıklarımızı algılayabiliyor ve hayatın zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya yoğunlaşıyoruz. Sürekli dünyasal ihtiyaçlara bağlanma zorunluluğu hissediyoruz ve düşünüyoruz ki, önümüzde sürekli tercih edebilme olasılığı var. Gerçekte bizim üstünü açtığımız her türlü bilgi ve buluş içerimizdeki derin istencimizden kaynaklanmaktadır. Böylece her adımda kendimiz yeniden doğuş yolunu bulmayı ve bu yolu yürümeyi daha da zorlaştırmış oluyoruz.
Bir kez, sayılamaz derecede enkarnasyon tecrübeleri yaşadığımız gerçeğine ulaştığımızda, bizim için yeni bir şafak doğmuş olacaktır. Böylece dünyasal yaşamın döngüsel çarkından hayatlarımıza bakarak ve çözümü içimizdeki tanrısal tohuma ulaşarak kurtuluşla taçlandırabiliriz.
Bu noktaya ulaşmış bireyler yüz binlerce ”Arayan’ları meydana getiriyor. Diğer yandan, milyonlarca kişi içinde yaşadıkları koşullardan dolayı, gerçeğe götüren yoldan uzaklaşıyorlar ve yaşamsal görevin kendilerini korumak olduğu yanılgısına kapılıyorlar.
Nereden geliyor bu kadar farklı tutum? Neden arayan insan var ve neden alışkanlıkların insanı?
İki Kozmik Güç
İnsanlardaki davranışların farklı olmasını sağlayan iki gücün işleyişine dönmek durumundayız. Bizi ölçen bunlar;
Birincisi, bizi dünyaya bağlamak isteyen Lusifer gücü. Kutsal Kitap’da bu güç Evrenin Krallığı, Karanlığın Efendisi ve Güçler arasındaki uçurumlar olarak tanımlanmaktadır. Ve,
İkincisi, Işığın gücü, yaşamların kardeşliği, Aydınlık olarak ifadelendirilmektedir. İşte bu güç sayesinde düşmüş olan mikrokozmosun geri dönmesi olanaklı kılınmıştır.
Karanlığın gücü suçun kaynağıdır. Karanlığı krallığı bugün dahi insanı zahmetli çabalara sürüklemektedir. Tanrısal yaratıcı işleyişin yansıma biçimini burada uygulayarak insanlığın zahmetle varlığını sürdürmeye zorlamaktadır. Böylece ego her seferinde bilinci dünyasal kişiliğe döndürmüş olmaktadır. Bizlere telkin etmekte ve benimsetmeye çalışmaktadır ki, bizler yaratımın taç’ı olalım ve bu alem ile öteki alem (yansıma alemi)’nin kaynaksal, ilksel yaratıcıları olalım. O elinden geldiğince hatırlama ötesi bilginin kaynağını silmek ya da bizlerin mükemmel yaşamı bu dünyada (yansıma aleminde) gerçekleştirmemizi sağlamaya yöneltmektedir.
Böylece bizler kendimizin; arzu, düsünce, duygu ve isteklerimizi yönlendirerek ve çabalarımızı diyalektik alanla sınırlayarak kurtuluşumuzu engellemekteyiz. Bu yönlendirme, karanlığın krallığının gücü ve varlığını korumak için insanı yanılsamadan yanılsamalara sürüklemektedir. O tanrısal yaratıcı plandan ayrılarak oluştu ve bütün insanlık tanrısal aleme ulaştığında kendisini çözerek kaynağına dönecektir. Onun krallığının devamı Düşkün İnsanlığı kendi aleminde tutabilmesine bağlıdır. Bu nedenle insanları suça bağlaması doğası gereğidir. Bu konudaki işleyişi, insanlığın geride bıraktığı izlerini, daha sonraki yazılarda konuşacağız.
Işığın Gücü, yönünü hiç bir zaman egosal bilinç tarafına dönmez. Kutsal Kitap söylemi de bunu onaylar. ”Tanrı hiç kişiyi kabul etmez” Bir kimse kendi kalpten gelerek kurtulmak istemez ve kurtuluş çabası göstermez, sonsuz uçurumların karanlık güçlerine karşı savaşmaz ise sonsuz tanrısal sevgiyle bağ kuramaz. Tanrısal kurtuluş çağrısına yanıt veremez.
Her insan bu sevgi ışığına pozitif ya da negatif tepki vererek bu gücü tecrübe etmektedir. Negatif yanıt vermek çağrıyı anlamamak ve alışkanlıkların devamıyla eski yaşam düzeyini koruyarak, sevgi ışığına itiraz etmektedir. Sonsuz sevgi ışığına yanıt vermek demek, yaşadığı karanlığı anlaması, tanıması ve tekrar bütün içtenliğiyle kendisini tekrar ışıkla bütünleştirmeye yönelmesi anlamına geliyor.
Işıkta Uyanma
Işık yasaları insanda etkisini göstermeye başladığında, kalbimizdeki ilk atom yeniden işlemeye başlar. Bu mikrokozmosumuzun deniz dolusu tecrübeleri sonucunda olgun bir kişiliğe ulaşmıştır. Böylece öz atom, mikrokozmosun merkezindeki ilk atom, dünyasal kişilik içinde etkin olmaya çalışır. Unutulamaz olan tanrısal tohum giderek daha belirgin olarak kendisini hissettirmeye başlar. Belirli bir gelişim aşamasından sonra bir an gelir ki, kişi bilinçli olarak gnostik bir ruh okuluna yönelir ve geri dönüş için kendisini hazırlamaya başlar.
Ruh Okulu ışığın gücünün dünyadaki bağlantı aracıdır. O ışığın tutuşma noktasıdır. Onun işleyişi sayesinde çok derin bir kavrayışa ulaşarak kişi kendisini tanıyacak ve dünyasal alandaki tecrübelerinin muhteşemliğini görebilecek duruma gelebilecektir. Herhangi bir gerçek ruh okulu sayesinde kişinin yeniden doğum sürecini başlatmasını, kutsal yazılarda olduğu gibi, tanık olabilirsiniz.
Jan van Richenborg’un ”Büyük Devrim” adlı eserinde;
böylece, İsa’nın Nikodemus’a tanımladığı gibi, kişi yeniden doğumu kendisine çeker. Yani su da ve ruh’ta yeniden doğum, Materia Magica’dan, taa ki evren tarihinin en derin geçmişine uzanacak şekilde çalışması gerekmektedir. Bu anlamda, Altın Gülhaç Kardeşliği yeni bir şeyler getirmeye cesaret etmez, daha çok saygıdeğer hizmetkarlar ve her zamanki statik krallığın eski kardeşliğinin, Fraternitas Üniversalis’i kendilerinin gerçek yolu olarak devralmışlardır.
Johan Wolfgang von Goethe, ışığın canlı mücadelesini anlattığı şiiri, ”Kutsala Özlem’inde;
Karanlık dünyada.
Ve uzun zamandır sahip değildin
Bu; ölüm ve olabilmek
Sen sadece bulanık bir misafirsin
ve başka bir bölümde de şöyle ifade eder Goethe….
Uzunca kendime direndim
Sonunda bu sona erdi
Eğer eski Adamı püskürtürsen
Yeni büyümeye başlayacaktır.