Muntazam Masonluk ve İnanç
Her Mason, mesleğe adım atmasıyla birlikte, zengin ve kapsamlı bir metafizik kavramlar dünyasına girer. Üstelik bu giriş, entelektüel düzeyde kalmaz. Kendisinden bu kavramları “yaşaması” beklenmektedir. Zaten, henüz üyeliğe kabul edilmeden, kendisine “Masonların Tanrıya inanmak zorunda oldukları” söylenmiştir. Gerçi “tanrı” ve “inanç” kavramları yeterince açıklanmamıştır ama olsun. Belirli bir inanca sahip bir insan olarak bu şartı sağladığını düşünmüş ve böylece mesleğe kabul edilmiştir…
Masonluk yolunda attığı ilk adımla birlikte, karşısına inanç temelli başka unsurlar da çıkar. Mabedin ortasındaki yemin kürsüsünün üzerinde çeşitli dinlerin kutsal kitapları durmaktadır. Ruhun ölmezliği kavramı sıkça telaffuz edilmekte, hatta ruhun ölmezliğine duyulan inancın Masonluğun olmazsa olmaz şartlarından olduğu söylenmektedir. Özetle, mesleğin içeriden görünüşü, dışarıdan görünüşüne göre çok daha metafizik çağrışımlıdır.
Yeni Mason belki farkında değildir ama bu durum son derece doğaldır. Zira Mason kimliğinin en önemli bileşenlerinden bir tanesi olan inisiyasyon, insanoğlunun varoluşa dair temel sorulara cevap arayışının bir ürünüdür. Dolayısıyla, Masonluğu metafizik kavramlardan arındırarak ele almak imkânsızdır. Bir başka deyişle, insanoğlunun bu arayış sürecindeki kazanımlarının Mason mabedinin ayrılmaz parçaları olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Meseleyi somutlaştıracak olursak, “Masonlukta inanç” denildiği zaman akla gelen kavramları üç sınıfta ele alabiliriz.
(i) Tanrı ve din
(ii) Kutsal kitaplar
(iii) Ruhun ölmezliği
Masonluk çatısı altında karşımıza çıkan bütün metafizik kavramları bu üç sınıftan bir tanesine dâhil edebiliriz. Bu üç sınıfın her biri de Masonluğun vazgeçilmez unsurlarındandır. Burada önemli olan, bu unsurların Masonluk içerisindeki yeri ve işlevinin doğru tespitidir.
Bugün Türk Masonluğuna baktığımızda, bu tespite yönelik çok sayıda çalışma bulmak mümkündür. Bu çalışmaların ulaştıkları sonuçlar, her zaman birbiriyle örtüşmemektedir. Hatta öyle ki, Masonluğun inanç konusundaki tavrının, birbiriyle çelişen ifadelerle tanımlandığı da varittir.
Bunun sağlıklı bir durum olduğunu düşünmüyorum. Masonluğun bir hürriyet kurumu olduğunu bütün kalbimle benimsiyorum. “Hür bir Locada hür bir Mason” ifadesini mesleki çalışmalarımın rehberi olarak görüyorum. İnisiyasyon temelli bir kurum olan Masonlukta yorum hürriyetinin vazgeçilmez bir şart olduğunu biliyorum. Yine de, Masonluğun inanç konusundaki tavrına dair birbiriyle çelişen yaklaşımların varlığını sağlıklı bulmuyorum. Açıkçası içinde bulunduğumuz durumun, hürriyet temelli bir kurumdaki yorum zenginliğinin getirdiği çeşitliliğin değil, Masonluğun temel belgelerinin ve mevcut uygulamalarının yeterince incelenmemesinden kaynaklanan bir kavram kargaşasının sonucu olduğunu düşünüyorum. Zira söz konusu çelişki, Masonluğun kimliğine, hedefleri ve yöntemleri itibarıyla nasıl bir kurum olduğuna dairdir. Bu çelişki, Mason olarak bulunduğumuz yere dairdir. Masonluk elbette ki bir yorum sanatıdır ama Masonluğun ne olduğu yoruma tabi olamaz. Masonlukla ilgili her türlü ve sınırsız yorum, Masonluğun temel değerlerinin belirlenmesinden sonra gelmelidir.
Bu ifadeyle talep edilen, bireyleri bağlayan doktriner bir yapı değil, Masonluğun üzerine oturduğu zeminin sınırlarının yani landmarklarının tespitidir. Böyle bir tespit, Masonların hürriyetlerini kısıtlamak bir yana, Masonluğun bir hürriyet kurumu olmasının teminatıdır. Zira bir kurumun kimliğinin temel unsurlarının belirsizliği kaos olduğu gibi, nerede olduğunu bilmeyen insanların da hürriyetinden söz etmek mümkün değildir.
Bu çalışma, inanca dair unsurların Masonluktaki yeri ve işlevinin belirlenmesi sorusuna bir cevap getirmeyi hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşmak,
(i) Tanrı ve din kavramlarının
(ii) Kutsal kitapların
(iii) Ruhun ölmezliği kavramının
Masonluktaki yeri ve işlevini incelemekle mümkündür. Şüphesiz, din kavramının Masonluktaki yerine dair bir soruya getirilecek cevapla, kutsal kitapların ya da ruhun ölmezliği kavramının Masonluktaki yerine dair soruya verilecek cevap birbirinden bağımsız değildir. Dolayısıyla, yukarıdaki üç maddeye, bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşılmalıdır.
Bu çerçevede, literatürde iki ana yaklaşım görüyoruz. Bunlardan bir tanesi, Masonluktaki inanca dair unsurlara semavi dinler perspektifinden bakar. Buna göre, inanılması gereken tanrı, teist bir bakış açısının ürünüdür. Mason, semavi dinlerden bir tanesine mensup olmak zorundadır. Kutsal kitapları Masonlukta bu kadar özel kılan, vahiy ürünü olmalarıdır. Onun için içerikleri de önemlidir. Masonlar da yeminlerini inandıkları kutsal kitap üzerine ederler. Böyle olunca, ruhun ölmezliği kavramı da, doğal olarak, semavi dinlerin “öldükten sonraki hayata inanç” ve “cennet-cehennem” kavramları çerçevesinde görülmelidir.
İkinci yaklaşım, Masonluktaki inanca dair unsurları materyalizmin reddi perspektifinden görür. Buna göre, Masonun Tanrıya hatta daha da genel bir ifadeyle bir yüce varlığa inanması yeter. Bu yüce varlığın ortak bir tanım ya da tasvirinin yapılması beklenmez. Masonun da, semavi ya da değil, herhangi bir dine mensup olması gerekmez. Kutsal kitaplar, Masonluktaki bu inanç şartının sembolü olduklarından dolayı bu kadar özeldirler. Yemin onların içeriği değil, sembolize ettikleri değerlerin üzerine edilir. Vahiy ürünü olup olmadıklarına inanç her Masonun özel meselesidir, Masonluğu ilgilendirmez. Aynı öldükten sonraki hayata duyulan inanç gibi… Ruhun ölmezliği kavramının Masonluktaki özel yeri, Masonluğun vazgeçilmez unsurlarından bir tanesi olan süreklilik fikrinin sembolü olmasından kaynaklanmaktadır.
Bugün Türkiye Büyük Locası bünyesindeki görüş ve uygulamalarda her iki yaklaşımdan da izler bulmak mümkündür. Hatta ritüelimizde bile, her iki yaklaşımı da haklı çıkartabilecek ifadeler mevcuttur. O halde genelinde Masonluk, özelinde Türk Masonluğu için bunlardan hangisi doğrudur? Ya da bu konuda bir doğrudan bahsedebilmek mümkün müdür? Veya bu yaklaşımlardan hangisi Masonluğun geleneksel değerlerine ve/veya inisiyasyonun yöntemlerine daha yakındır?
Bu çalışma bu ve benzeri sorulara bir cevap arama çabasıdır. Masonluktaki inanç unsurlarını, kişisel yorumları elden geldiğince dâhil etmeksizin, Masonluğun geleneksel değerleri, mevcut belgeleri ve vaki uygulamalarından yola çıkarak, olabildiğince objektif bir zeminde kalmak suretiyle değerlendirmeyi hedeflemektedir. Bu vesileyle hatırlatmak isterim ki, Masonlukla inanç kavramını hiçbir şekilde ilişkilendirmeyen anlayışlar da vardır. Bu çalışma, Masonluğu, “muntazam Masonluk” olarak da adlandırılan, Masonlukta inancı şart koşan Geleneksel Masonluk anlayışının bakış açısından görmektedir. Dolayısıyla yapılması gereken ilk iş, Muntazam Masonluğun tanımlanmasıdır.
“Muntazam Masonluk” Nedir?
Masonluğun operatif halden spekülatif hale dönüşmesinin dönüm noktalarından bir tanesi olan 24 Temmuz 1717 tarihinde, Londra’da çalışmakta olan dört Loca bir araya gelmişler ve merkezî bir otorite altında örgütlenerek dünyada ilk defa bir büyük locayı kurmuşlardır. Kurulan örgüte Londra Büyük Locası adı verilmiş ve büyük üstatlığa Anthony Sayer seçilmiştir.
Akla gelen ilk soru bu yeni örgütün ne gibi kurallara tabi olacağıydı. Operatif Masonluk döneminde her Loca bağımsız olarak çalışırdı ama tüm Locaların ortaklaşa benimsedikleri birtakım geleneksel kurallar vardı. İngiltere Büyük Locası kurulduktan sonra, oturup yeni bir tüzük hazırlamaktansa, Operatif Masonluk dönemine ait belgelere ulaşıp eski gelenek ve kuralların tespitine ve bu sayede bu yeni oluşumun kaide ve tüzüklerinin kaleme alınmasına çalışılmıştır.
Bu işle görevlendirilen James Anderson, bugün Masonluğun Anderson Anayasası olarak da bilinen “Hür ve Kabul Edilmiş Masonların Eski ve Muhterem Kardeşlik Cemiyetinin Nizamları” başlıklı metni kaleme almıştır. Bu metin üç ana bölümden oluşur. İlk bölüm Masonluk tarihine ayrılmıştır. İkinci bölümün iki kısmı vardır. Bunlardan ilki Hür Masonların yükümlülüklerini düzenler, ikincisi bir Localar Genel Tüzüğüdür. Üçüncü bölümde ise birtakım masonik şarkılar ve bunların notaları vardır.
1723 senesinde yayınlanan Anderson Anayasasının Hür Masonların yükümlülüklerini düzenleyen kısmı, Masonluğun geleneksel değerlerini tespit eden bir metin olarak, Masonlukta özel bir yere sahiptir.
Dikkat edilirse, Spekülatif Masonluğun 1717 senesindeki doğuşu ve Anderson Anayasasının 1723 senesinde yayınlanmasıyla başlayan dönemde “Muntazam Masonluk” diye bir kavram yoktur. Zira, zaten Masonluk denince anlaşılan, Anderson Anayasasındaki ilkeler üzerine kurulu Geleneksel Masonluktur. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde kurulmuş büyük locaların hepsi, Anderson Anayasasına riayet ettiklerini söylemektedirler. Gerçi “Anderson Anayasasına riayet etmek” ifadesiyle neyin kastedildiği çok açık değildir ama olsun. Bütün bu büyük locaların yaklaşımları birbirine yakındır. En azından hiçbirinin Masonluğu uygulayış biçimi, bir diğerini rahatsız etmemektedir. Ta ki 1877 senesine kadar…
O yıl, Fransa’daki büyük loca olan Fransa Büyük Doğusu, tanrıya inanç şartının vicdan özgürlüğüyle çeliştiği gerekçesiyle, Evrenin Ulu Mimarı kavramını ritüel ve tüzüklerinden çıkartır, İngiltere Birleşik Büyük Locası bu durumu kabul edilemez bulur ve Fransa Büyük Doğusu ile olan ilişkilerini keser. Geleneksel Masonluk anlayışını savunan diğer büyük localar da bu kararı takip ederler.
Bu gelişme Masonluktaki ilk önemli kalıcı ayrılıktır. Fransa Büyük Doğusunun İngiltere Birleşik Büyük Locası tarafından dışlanmasıyla birlikte Fransa’da geleneksel ilkeleri benimseyen yeni bir büyük loca elbette ki kurulmuştur. Ne var ki bu olaydan sonra, “Masonluğun geleneksel ilkelerinin günün şartlarına göre yorumlanması” fikri yaygınlaşmış ve Masonluk var olduğu her yerde geleneksel ilkelere riayet eden ve etmeyen olarak ikiye ayrılmıştır. Artık Masonik literatürde “Muntazam Masonluk” diye bir kavram vardır.
Burada dikkati çeken bir husus, geleneksel çizgiden ayrılan büyük locaların da Anderson Anayasasını benimseme iddiasını sürdürmeleridir. Sadece, bu metni artık başka biçimde -kendi ifadeleriyle günün şartlarına uygun olarak- yorumladıklarını söylemektedirler. Dolayısıyla, ister geleneksel çizgiyi benimsesin, isterse de bu çizgiden ayrılmış olsun, Mason büyük locaları için “Anderson Anayasasını benimsemek” ortak bir tavırdır. Aralarındaki farkı yaratan, bu ifadeden ne anladıklarıdır.
Anderson Anayasasının içerdiği mesaja dair farklı yorumların varlığı çok doğaldır. Zira Hür Masonların yükümlülüklerini düzenleyen kısmı muğlâk ifadeler içermektedir. Üstelik birbirinden çok farklı konuları ele aldığından, içerdiği ifadelerin önem sırası da açık değildir. Aynı metin, bir yandan Masonun sahip olması gereken inanç hakkında söz söylerken, diğer yandan loca toplantılarından sonra geç saatlere kadar içki içilmemesi gerektiği gibi konulara bile değinmektedir. Bu kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan, üstelik de muğlâk ifadeler içeren bir metne, tarihin akışı içerisinde çok farklı yorumlar getirilmiş olmasında şaşılacak bir şey yoktur. Ne var ki bu farklı yorumlar birbiriyle uzlaşamayacak uygulamalara yol açmış ve neticede Geleneksel Masonluğu benimseyen büyük localar, “Anderson Anayasasını benimsemek” ifadesinin ne manaya geldiğini, yoruma imkân tanımayan bir kesinlikle ortaya koyma yolunu seçmişlerdir.
Bu yaklaşımın ilk ve en önemli örneği, İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın 4 Eylül 1929 tarihinde yayınladığı “Büyük Locaları Tanımak için Temel İlkeler” beyannamesidir. Bu beyanname, Masonluğun temel ilkelerinin İngiltere Birleşik Büyük Locasının penceresinden ilânıdır. Esasen, İngiltere Birleşik Büyük Locasının 1929 beyannamesiyle yaptığı, Anderson Anayasasının içerdiği çeşitli ifadeler arasında hangilerinin Geleneksel Masonluğun temel değerlerini temsil ettiğini ön plâna çıkartmak ve kurum olarak “Anderson Anayasasına riayet etmek” ifadesinden ne anladığını açık biçimde ortaya koymaktır.
İngiltere Birleşik Büyük Locası, 1929 senesinden sonra, Masonluğun temel ilkelerine dair başka beyannameler de yayınlamıştır. Neticede “Muntazam Masonluk” deyince, Anderson Anayasasına, İngiltere Birleşik Büyük Locasının 1929 ve takip eden beyannamelerinde yorumladığı biçimde riayet eden Mason kuruluşlarını anlıyoruz.
Konumuz için çok önemli bir belge olan 1929 beyannamesini elbetteki bütün detaylarıyla ele alacağız. Ancak evvela Spekülatif Masonluğun kuruluş yıllarına gidelim ve Anderson Anayasası etrafında gelişen tartışmalara bir bakalım.
Anderson Anayasası ve İnanç
1723 senesinde ilk baskısı yapılan Anderson Anayasasının ele aldığımız konuyu ilgilendiren kısmı, Hür Masonun yükümlülüklerini düzenleyen ikinci bölümünde yer alan ve Masonun inancına dair şartları ortaya koyan, “Tanrı ve Dine dair” başlıklı birinci maddedir. Evvelâ metnin ne dediğini görelim:
“I. Tanrı ve Dine dair
Bir Mason, sıfatının gereği, ahlâk yasasına uymak zorundadır ve eğer Sanat’ı doğru anlıyorsa, hiçbir zaman budala bir tanrıtanımaz ya da dinsiz bir liberten olmaz. Fakat eski zamanlarda Masonlar, her ülkede, o ülkenin ya da ulusun dininden, bu her ne idiyse, olmak yükümlülüğündeydiler; şimdi ise, özel kanıları kendilerine bırakılarak, bütün insanların mutabık oldukları dinden olmaları yeterli görülmektedir; bu da, onları ayırdeden sıfat ve kanaatleri ne olursa olsun, iyi ve doğru veya onurlu ve dürüst insanlar olmaktır. Böylece Masonluk, aksi takdirde birbirlerinden ebediyen uzakta kalacak kişilerin arasında bir birlik merkezi, hakiki dostluğun kazandırılmasında bir vesile olur.
Masonluğun kapılarını Tanrıya inanmak kaydıyla her dinden insana açan bu ifadeler, Masonluğun içinde ciddi tartışmalara yol açmıştır. Bir taraftan mesleği hıristiyan geleneğinin bir parçası olarak gören Masonların rahatsızlığı, diğer taraftan Katolik Kilisesinin 1738 senesinde yayınladığı “In Eminenti” fermanıyla Masonluğu aforoz etmesi, İngiltere Büyük Locası üzerinde baskı oluşturmuştur. Bu baskının şiddeti gözardı edilemeyecek bir ölçüye ulaşmış olmalı ki, 1738 senesinde Anderson tarafından yapılan düzeltmelerle bu Anayasanın ikinci baskısı yapılmıştır. Söz konusu madde 1738 Anayasasında aşağıdaki biçimde kaleme alınmıştır:
“I. Tanrı ve Dine dair
Bir Mason, sıfatının gereği, gerçek bir Noaşit olarak ahlâk yasasına uymak zorundadır; ve eğer zenaati doğru anlıyorsa, hiçbir zaman budala bir tanrıtanımaz ya da dinsiz bir liberten olmaz ve vicdanına karşı hareket etmez. Eski zamanlarda hıristiyan Masonlar, seyahat ettikleri veya çalıştıkları ülkedeki hıristiyan âdetlerine uymak zorundaydılar. Fakat Masonluk bütün milletlerde, hatta değişik dinlerde bile bulunduğundan, bugün sadece, (özel kanıları her kardeşin kendisine bırakılarak), bütün insanların mutabık oldukları dine mensup olmakla yükümlüdürler. Bu da, onları ayırdeden isimleri, dinleri veya kanaatleri ne olursa olsun, iyi ve doğru, onurlu ve dürüst insanlar olmaktır. Zira herkesin Nuh’un 3 büyük buyruğunda mutabık olması, locanın harcını korumak için yeterlidir. Böylece Masonluk, onların birliklerinin merkezi ve aksi takdirde birbirlerinden ebediyen uzakta kalacak kişileri uzlaştırmada mutlu bir vasıta olur.
1738 tarihli metnin 1723 tarihli ilk baskıdan temel farkı, Masonluğa kabul edileceklerde Noaşit olma yani Nuh Peygambere inanma şartını aramasıdır. Bunu, Masonluğun kapılarının semavi dinler geleneğinin dışında kalan insanlara kapatılması biçiminde yorumlamak mümkündür.
Mesleği hıristiyan geleneğinin bir parçası olarak görenler, 1738 senesinde yapılan değişiklikle de tatmin olmamışlardır. Bunlar, İngiltere Büyük Locasının kuruluşundan itibaren bu örgüte katılmayan birtakım localarla birlikte, 1751 senesinde Eski Masonların Büyük Locası -ya da kısaca Eskiler- adı altında kendi büyük localarını kurmuşlar ve 1764 tarihinde, 1738 Anayasasından yararlanarak, Ahiman Rezon adını verdikleri kendi anayasalarını kaleme almışlardır. Doğal olarak Eskiler, Masonluğun gerçek âdetlerini sürdürme iddiasında olup, “Modernler” adını verdikleri İngiltere Büyük Locasının yaklaşımlarını geleneksel Masonluktan bir sapma olarak görüyorlardı.
İngiliz Masonluğundaki Eskiler-Modernler ayrılığı kalıcı olmamış, iki büyük loca 1813 senesinde birleşerek İngiltere Birleşik Büyük Locası’nı oluşturmuşlardır. Birleşme öncesinde yapılan anlaşma sonucunda, Modernlerin benimsemiş oldukları Anderson Anayasası, bazı maddelerinin gözden geçirilmesi kaydıyla, İngiltere Birleşik Büyük Locasının anayasası olarak kabul edilmiştir. Anderson Anayasası’nın “Tanrı ve Dine dair” maddesi bu çerçevede yeni bir düzeltmeye tabi tutulmuş ve Noaşit olma şartı metinden çıkartılmıştır. 1815 tarihinde kaleme alınan bu metin şöyledir:
“I. Tanrı ve Dine dair
Bir Mason, sıfatının gereği, ahlâk yasasına uymak zorundadır ve eğer Sanat’ı doğru anlıyorsa, hiçbir zaman budala bir tanrıtanımaz ya da dinsiz bir liberten olmaz. O, Tanrının insan gibi görmediğini, tüm insanlardan daha iyi anlamak zorundadır. Zira insan dış görünüşe, Tanrı ise kalbe bakar. Bir Mason, bundan dolayı, asla vicdanının emirlerine karşı hareket etmemeye özellikle mecburdur. Bir insanın dini ve ibadet biçimi ne olursa olsun, Masonluktan çıkartılamaz. Yeter ki yerin ve göğün şanlı mimarına inansın ve ahlâkın kutsal ödevlerini yerine getirsin. Masonlar, kardeşlik sevgisinin sağlam ve güzel bağı içinde, her kanaatten erdemli insanlarla birleşirler; onlara, insanların kusurlarına merhametle bakmaları ve sahip oldukları inancın üstün mükemmelliğini kendi hareketlerinin safiyetiyle göstermeleri öğretilir. Böylece Masonluk, iyi ve doğru insanlar arasında bir birlik merkezi, aksi takdirde birbirlerinden ebediyen uzakta kalacak olanlar arasında dostluğun kurulmasında mutlu bir vasıta olur.
Gerek 1723, gerek 1738, gerekse de 1815 tarihli Anderson Anayasaları’nın teist mi, yoksa deist mi oldukları konusunda epeyce mürekkep harcanmıştır. Açıkçası, sebebine sonsözde değineceğim gibi, Masonluktaki inanç unsurlarına “teizm-deizm” ikileminden yaklaşmamak gerekir. Öte yandan, Anderson Anayasalarının inanç şartlarını semavi dinler açısından değerlendirmek mümkündür. Bu çerçevede, 1723 tarihli metnin, semavi din mensubu olsun ya da olmasın, her türlü tanrı inancına sahip insanları Masonluğa kabul ettiğini; 1738 tarihli olanın ise içerdiği Noaşit olma şartıyla, Masonluğu semavi din mensuplarıyla sınırlı tuttuğunu söyleyebiliriz. 1815 tarihli metnin bunlardan hangisine daha yakın durduğuna dair net bir görüş ortaya koymak kolay değildir. 1815 Anayasası, bir taraftan “Bir insanın dini ve ibadet biçimi ne olursa olsun, Masonluktan çıkartılamaz. Yeter ki yerin ve göğün şanlı mimarına inansın ve ahlâkın kutsal ödevlerini yerine getirsin.” ifadeleriyle Masonluğun kapılarını her inançtan insana açarken, diğer taraftan Tanrının insan gibi görmediğini ve kalbe baktığını söyleyerek semavi dinlerin tanrı anlayışıyla örtüşen bir tanrı tasavvuru içermektedir.
Çalışmamız açısından önemli olan, 1815 Anayasasının ne dediği değil, muntazam Masonluğun bu anayasadan ne anladığıdır. Yoksa elbette ki bu metni herkes kendince yorumlayabilir. Zaten öyle de olmuş ve olmaktadır. Ne var ki bu yorumların bazıları bir süre sonra kurumsal yorumlar haline dönüşmüş ve muntazam Masonluğun uygulamalarına kaynaklık etmiştir. Dikkat edilirse, Anderson Anayasasının metninin ne olması gerektiği yönündeki tartışmalar 1815 senesinde son bulmuş, bundan sonra bir daha metin üzerinde kalem oynatılmamıştır. Buna mukabil geleneksel Masonluğun ilkeleri, Mason kuruluşlarının yayınladıkları beyannamelerle ortaya konmuştur. Bu beyannameler daima Anderson Anayasasına atıfla kaleme alınmış ve Anayasanın resmi yorumu olma özelliğini taşımışlardır. Böylece Anderson Anayasasının kendisi bir masonik hukuk metni olmaktan çıkmış, masonik hukuk metinlerine mesnet oluşturan bir tarihi belge, bir temel kaynak haline dönüşmüştür. Bu sağlıklı bir durumdur. Zira bir taraftan anayasa üzerindeki sancılı tartışmalar sona ermiş ve metne değişmez bir hüviyet kazandırılmış, diğer taraftan bu değişmez metne yeni yorumlar getirmek imkânına sahip olmakla Masonluğun donup kalmasının önü kesilmiştir.
3. İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın 1929 Beyannamesi
İngiltere Birleşik Büyük Locası, 4 Eylül 1929 tarihinde, Masonluğun temel ilkelerini, dolayısıyla tanıyacağı büyük locaların sağlaması gereken şartları ortaya koymak amacıyla, sekiz maddeden oluşan, “Büyük Locaları Tanımak için Temel İlkeler” başlıklı bir beyanname yayınlamıştır. Bu beyannamenin, Fransa Büyük Doğusunun Evrenin Ulu Mimarı kavramını ritüel ve tüzüklerinden çıkartma kararından elli seneyi aşkın bir süre sonra yayınlanmış olmasının sebebi ayrı bir inceleme konusudur. Biz, bu çalışmada, söz konusu beyannamenin tam metnini gözden geçirecek ve inanca dair maddelerini yorumlayacağız. Beyannamenin maddeleri şunlardır:
1. Menşe intizamı, yani bir büyük locanın tanınmış bir büyük loca tarafından yahut en az üç menşei muntazam locanın bir araya gelmesiyle, usulüne uygun biçimde kurulmuş olması.
2. Evrenin Ulu Mimarına ve onun vahyedilmiş iradesine inancın üyeliğe kabul için temel nitelik olması.
3. Tekris edilenlerin, yeminlerini açık olan Kutsal Kanunun Kitabının üzerine etmeleri ve böylece vicdanlarını yukarıdan gelen vahiyle bağladıklarını göstermeleri.
4. Büyük locanın ve locaların üyelerinin yalnızca erkeklerden oluşması ve kadınları üye kabul eden localar ya da oluşumlarla hiçbir şekilde masonik ilişki kurulmaması.
5. Büyük locanın kendi kontrolü altındaki localar üzerinde hükümranlığa sahip olması, yani jüridiksiyonu altındaki sembolik dereceler (çırak, kalfa ve üstad) üzerinde tek ve tartışmasız bir otoriteye sahip olan sorumlu, bağımsız ve kendi kendini idare eden bir kurum olması; bu otoritenin bir yüksek şûraya veya bu dereceleri kontrol etmek ya da gözetmek iddiasında olan herhangi bir güce bağlı olmaması ya da bunlarla paylaşılmaması.
6. Hür Masonluğun üç büyük nurunun (Kutsal Kanunun Kitabı, Gönye ve Pergel) büyük loca ya da ona bağlı locaların çalışmaları esnasında açık bulundurulmaları – bunlar arasında Kutsal Kanunun Kitabı başta gelir.
7. Loca içinde siyaset ve din tartışılmasının kesinlikle men edilmesi.
8. Mesleğin eski Landmarklarına, örf ve âdetlerine sıkı bir şekilde riayet edilmesi.
Görüldüğü gibi, 1929 beyannamesinin iki, üç ve altıncı maddeleri, çalışmamızda ele aldığımız sorulara cevap getirecek ifadeler içermektedir. Eğer, tanrı ve din kavramlarının, kutsal kitapların ve ruhun ölmezliği kavramının Masonluktaki yeri ve işlevine dair sorduğumuz soruyu bunlara atıfla cevaplandıracak olursak, bu cevabın semavi dinler perspektifinden olacağı açıktır. Zira söz konusu beyanname, vahiy kavramının altını ısrarla çizmekte, böylece, teist bir tanrı tasavvurunu beraberinde getirmektedir. Böyle olunca, kutsal kitapların Masonluktaki özel yeri de vahyin ürünü olmalarından gelir. Dolayısıyla içerikleri de önem kazanır. Zaten söz konusu beyanname de kutsal kitapların önemini ısrarla vurgulamakta hatta Masonluğun üç büyük nurundan bir tanesi olan kutsal kanunun kitabı kavramının, diğer iki büyük nur olan gönye ve pergelden önde geldiğini söyleme ihtiyacını hissetmektedir. Bütün bunların sonucunda ulaşılan nokta ise, Masonun semavi bir dine mensup olması gereğidir.
Dikkat edilirse 1929 beyannamesi, ruhun ölmezliği kavramına değinmemektedir. Zaten bu kavram Anderson Anayasalarında da zikredilmemiştir. Bununla birlikte, beyannamenin ana fikrinin bu kavramı, semavi dinlerin penceresinde görüldüğü biçimiyle içinde barındırdığını söylemek gerçekçidir. Kaldı ki, İngiltere Birleşik Büyük Locası, 1929 beyannamesini takip eden yıllarda yaptığı bazı açıklamalarda, ruhun ölümsüzlüğüne inancın Masonluğa kabul edilmek için şart olduğunu söylemiştir.
Toparlayacak olursak, İngiltere Birleşik Büyük Locası, 1929 tarihli beyannamesiyle Anderson Anayasasına riayet etme kavramından ne anladığını ilân etmiş ve bu anlayışını diğer büyük locaları tanımak için bir şart olarak ortaya koymuştur. Elbette ki İngiltere Birleşik Büyük Locasının bu beyannamesi de bir yorumdur. 1815 tarihli Anderson Anayasasından yola çıkarak böyle bir yoruma nasıl ulaşıldığı çok açık değildir. Bunda, şüphesiz, Masonluğun kaynak metinlerinin salt entelektüel ve inisiyatik bir perspektiften değerlendirilmesinin ötesinde, dönemin büyük localar arası stratejik ilişkilerinin de etkileri vardır. Ne var ki, beğenelim ya da beğenmeyelim, söz konusu yorum, yapıldığı dönem içerisinde muntazam Masonluğun yaklaşımlarım etkilemiştir. Tabii bu durum, yapılan bu yorumu beğenmeme hakkımızı elimizden almaz. Esasen, 1815 Anayasasının “Tanrı ve Dine dair” maddesine getirilmiş olan bu yorum, inisiyatik metodolojinin gerektirdiği noktanın çok uzağındadır. Zaten onun için de uzun ömürlü olmamıştır.
1929 Sonrasındaki Gelişmeler
1929 beyannamesi, ortaya koyduğu inanç şartlarının inisiyasyonun değerleriyle örtüşmüyor olmaları gibi kuramsal sıkıntıların yanı sıra, ciddi birtakım pratik sorunlara da yol açmıştır. Bu pratik sorunlar, Masonluğun evrenselliği ve dünyaya yayılmasıyla ilgilidir: 1929 beyannamesinin Masonluktaki inanç şartlarını semavi dinler perspektifinden ele alan yaklaşımı, Masonluğu Batı dünyasıyla sınırlı tutmuştur. Oysaki üzerinde yaşadığımız kürede, mesela Hindistan’da ve Çin’de, hiç de yabana atılamayacak bir Doğu medeniyeti vardır. Üstelik bu medeniyetin yerleşik kültürü, inisiyasyona ve sembolizmaya en az Batı’nınki kadar yakındır. Ne var ki mensuplarının sahip olduğu inanç sistemi, 1929 beyannamesinin Mason olacaklara getirdiği inanç şartlarıyla örtüşmemektedir. Zira Doğu dinleri, semavi dinlerin çok dışında bir geleneği temsil etmektedir. Dolayısıyla 1929 beyannamesi gereğince, Doğu dünyasının Masonluk dünyasının dışında kalması gerekmektedir.
Böyle bir hal, Masonluğun ne hedefleri, ne yöntemi, ne de değerleriyle örtüşür. Bundan dolayıdır ki 1929 beyannamesinin yazıldığı haliyle hayata geçirilmesi mümkün olmamış, ingiltere Birleşik Büyük Locası’nın bazı uygulamaları itibarıyla kağıt üzerinde kalmıştır. Bunun tipik örneği, Doğu ülkelerinde kurulmuş olan ve İngiltere Birleşik Büyük Locası tarafından tanınan büyük localardır: 1949 senesinde Tayvan’da kurulan Çin Büyük Locası, 1957 senesinde kurulan Japonya Büyük Locası, 1961 senesinde kurulan Hindistan Büyük Locası muntazam Masonluk camiasının saygın birer mensubu olmuşlardır. Oysaki bu ülkelerde ağırlıklı olan inanç sistemlerinde vahyin yeri olmadığı gibi, içerdikleri tanrı kavramının da semavi dinlerinkiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Dolayısıyla, İngiltere Birleşik Büyük Locasının bu ülkelerdeki büyük locaları tanımış olması, kendi yayınlamış olduğu tanıma ilkeleri beyannamesinin doğrudan ihlâlidir. Bunun çelişkili ve beyannameyi yayınlamış olan kurum açısından sıkıntılı bir durum olduğu açıktır. Bu durumu telâfi etmek için, yemin kürsüsüne konulabilecek kutsal kitapların listesi yapılmış ve Doğu dinlerine dair olanlar da bu listeye dâhil edilmiştir. Böylece semavi dinler anlamında vahiy kavramı korunamasa bile, en azından Masonun kitaplı bir dine mensup olması fikri desteklenmeye çalışılmıştır. Ne var ki geçen zaman içerisinde bu kitapların listesi çok uzamış, yerleşik dinler arasında ayrımcılık yapmak tuhaf olacağından, semavi dinlerdeki tanrı kavramına göre neredeyse tanrısız sayılabilecek dinlerin dahi kutsal yazıları bu listeye dâhil edilmiş, bu durum birtakım zorlama yorumlara yol açmış, neticede ciddi çelişkiler içeren bir noktaya ulaşılmıştır. Buna bir de, hem Batı’da hem Doğuda sayıları gittikçe artan, klâsik tanımıyla vahye ihtiyaç duymayan ve kendisini herhangi bir dine bağlı hissetmeksizin tanrıya inanan aydınların varlığı eklenince, mevcut beyanname ve uygulamalarla işin içinden çıkılamaz hale gelinmiştir.
Bu durum karşısında, İngiltere Birleşik Büyük Locası, 1989 senesinde “Hür Masonluğun Dış İlişkileri: İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın diğer masonik örgütlerle olan ilişkileri” başlıklı yeni bir beyanname yayınlamıştır. 1989 beyannamesinin 1929 tarihli olanından temel farkı, inanç şartlarına dair ifadelerindedir. Her şeyden evvel, bu beyanname, vahiy kavramını hiçbir surette dile getirmemektedir. Mason olacakların bir yüce varlığa inanmaları ve yeminlerini de kutsal kanunun kitabı üzerine etmeleri gerektiğini söylemekle yetinmektedir. Ayrıca, 1929 beyannamesinde varolan, “kutsal kanunun kitabının gönye ve pergelin önünde geldiği” ifadesi de burada kaldırılmıştır.
1989 beyannamesinin sekiz maddesi aşağıdaki gibidir:
1. Bir büyük locanın muntazam bir büyük loca tarafından ya da intizamları muntazam bir büyük loca tarafından tespit edilmiş en az üç locanın bir araya gelmesiyle kurulmuş olması.
2. Büyük locanın bağımsız ve kendi kontrolü altındaki localar üzerinde mutlak otoriteye sahip olması; sembolik dereceleri idare etme yetkisine tek başına sahip olup, bunu herhangi bir diğer masonik örgüt ile paylaşmaması.
3. Jüridiksiyonu altındaki Masonların erkek olmaları ve kadınları kabul eden localarla hiçbir masonik temasta bulunulmaması
4. Jüridiksiyonu altındaki Masonların bir yüce varlığa inanmaları.
5. Jüridiksiyonu altındaki Masonların yeminlerini kutsal kanunun kitabı (yani İncil) ya da kendilerince kutsal addedilen kitap üzerine etmeleri.
6. Hür Masonluğun üç büyük nurunun (kutsal kanunun kitabı, gönye ve pergel) büyük locaya bağlı locaların çalışmaları esnasında açık bulundurulması;
7. Localar içinde dinî ve siyasi tartışmalara yer verilmemesi.
8. Masonluğun eski nizamlarına (eski Landmarklara) ve mesleğin örf ve âdetlerine büyük loca ve kendisine bağlı localar tarafından riayet edilmesi.
Bu beyanname, Mason olacaklarda aranan inanç şartlarına ciddi değişiklikler getirmektedir. Esasen, 1989 beyannamesiyle, 1929 beyannamesinin Masonluktaki inanç şartlarını semavi dinler perspektifinden ele alışı terk edilmiş, yerini, Masonluktaki inanca dair unsurları materyalizmin reddi perspektifinden gören yaklaşım almıştır. Eğer, tanrı ve din kavramlarının, kutsal kitapların ve ruhun ölmezliği kavramının Masonluktaki yeri ve işlevine dair sorduğumuz soruyu 1989 beyannamesine atıfla cevaplandıracak olursak, Masonun tanrıya, hatta daha da genel bir ifadeyle bir yüce varlığa inanması yeter. Bu yüce varlığın ortak bir tanım veya tasvirinin yapılması beklenmez. Masonun da, semavi ya da değil, herhangi bir dine mensup olması gerekmez. Başka bir deyişle, Masonluğun inanç kıstasları, mesleğin kapılarını sadece ateistlere kapatır.
Böyle olunca, kutsal kitapların Masonluktaki özel yeri de içeriklerinden değil, bu inanç şartının sembolü olmalarından gelir. Yemin kürsüsünün üzerinde çok sayıda kutsal kitap vardır ama sayıları o kadar artmıştır ki, aslında bunların hepsi ortak bir sembol oluşturmaktadır. Onun için Masonlar yeminlerini kutsal kitapların içerikleri üzerine değil, sembolize ettikleri değerlerin üzerine ederler. Bu kitapların vahiy ürünü olup olmadıklarına inanç, her Masonun özel meselesidir, Masonluğu ilgilendirmez.
1929 beyannamesinin dahi değinmediği ruhun ölmezliği kavramı, 1989 beyannamesinde elbette ki yoktur. 1989 beyannamesinin genel çizgisini dikkate alacak olursak, İngiltere Birleşik Büyük Locasının bu kavramı bir tanıma şartı olmaktan iyiden iyiye çıkarttığını söyleyebiliriz.
1989 beyannamesi, kuramın, reddi mümkün olmayan mevcut pratiğe uyarlanmasıdır. Bu uyarlama, Masonluğun özünden taviz verilmesi değil, tersine, Masonluktaki uygulamaların, Masonluğun inisiyatik özünden bir sapma olan 1929 beyannamesini ortadan kaldırmasıdır.
İnisiyasyon ve İnanç
Masonlukta en az inanç kadar önemli bir kavram da sorgulamadır. Onun için, muntazam Masonluktaki inanca dair şartları ele aldığımız bu çalışmayı “muntazam Masonluk” ve “inanç” kavramlarını sorgulamadan noktalayamayız.
Söylediğimiz bütün sözlerden sonra akla gelebilecek ilk soru Masonlukta intizam kavramına neden bu kadar değer verildiğidir. Eğer intizam, büyük locaların kazanacağı bir masonik hukuki statüden ibaret olarak görülürse, bu kavrama verilen önemi anlamak mümkün değildir. Oysaki intizam, kuru bir kurallar silsilesi olmanın ötesinde, Masonluğun hedeflerine ulaşmasını sağlayacak birikim ve değerlerinin korunmasının teminatıdır.
İlk bakışta iddialı görünen bu ifadeyi, Masonluğun kurumsal kimliği çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Spekülatif Masonluk, bir meslek örgütü olan operatif Mason localarının, çeşitli inisiyatik kurumlardan gelen aydınlarla karşılaşmasının bir ürünüdür. Buna paralel olarak, Masonluğun kurumsal kimliği de, Masonluğun mesleki geleneği ve inisiyatik geleneği olmak üzere iki ayrı bileşene sahiptir. Masonluğun mesleki geleneği, onun Operatif Masonluktan geldiğini hatırlatan, bu ruhu bünyesinde yaşattığını hissetmesini sağlayan uygulamalar bütünüdür. Bu tanımıyla Masonluğun mesleki geleneğini, Masonluk topluluğunun ortak bir ruhla kuşaktan kuşağa geçirdiği uygulamalar olarak tanımlayabiliriz. Zaten gelenek kelimesinin bu kullanımı, bunun sözlük manasıyla da uyumludur. Oysa ki inisiyatik gelenekle kastedilen bundan çok farklıdır. Burada söz konusu olan birtakım uygulamaların kuşaktan kuşağa geçirilmesi değil, inisiyasyonun yaşayabilmesi için gerekli ortamın sağlanmasıdır.
Masonluğun kurumsal kimliği, değerleri, hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için kullandığı yöntemleriyle, Masonluğun mesleki ve inisiyatik geleneğinin birlikteliğinden oluşmaktadır. Bugün muntazam Masonluğun esasını teşkil eden uygulamaların hepsi de bu iki bileşenden en az bir tanesine dâhildir. Bunlardan herhangi bir tanesinden taviz verildiği an, Masonluk inisiyatik kimliğini kaybedecek ya da kendisini operatif kökenine bağlayan bağlardan bir tanesi kopacaktır. Dolayısıyla Masonlukta intizam, sadece uyulması gereken bir kurallar listesi ya da kuru bir masonik hukuki statü değil, Masonluğun tarihten gelen birikiminin muhafaza edilmesi; inisiyatik geleneğinin altının çizilmesidir. Onun için de başlı başına bir değerdir – Masonluğun inisiyatik kimliğini koruyan, böylece onu zaman ve mekân üstü kılan bir değer.
Meseleye bu perspektiften bakıldığı zaman, dipnotta sormuş olduğumuz “muntazam Masonluk kavramı İngiltere Birleşik Büyük Locasının tekelinde midir?” sorusunun da cevabı kendiliğinden ortaya çıkar: Elbette ki hayır. Zira İngiltere Birleşik Büyük Locası intizamın ilkelerini belirlememiş, sadece kaleme almıştır. Muntazam Masonluk camiasının mensubu olan diğer büyük localar da bu ilkeleri İngiltere Birleşik Büyük Locası tarafından tanınmak için değil, Masonluğun öyle olması gerektiğine inandıkları için benimsemektedirler. Bunun aksini düşünmek mümkün olmamalıdır.
İkinci olarak da inancın Masonlukta neden gerekli olduğunu soracağız. Bu aslında inisiyasyonun hedef ve yöntemleriyle ilgili başlı başına bir inceleme konusudur. Bununla birlikte, inisiyatik sürecin ancak bir plan dâhilinde varolan bir Evrenle anlamlanacağı açıktır. Tesadüfler eseri varolan bir Evren fikri, inisiyasyonun hem hedefi, hem de yöntemleriyle çelişir. Onun için de, Masonluk, arasına katılacak bireylerden belirli bir aşkınlık fikrine, varoluşu ve gelişmesi bir hedefe yönelik olan bir Evren tasavvuruna sahip olmalarını ya da “zar atmayan bir tanrıya” inanmalarını bekler. Bu tanrı, semavi dinlerin tanımladığı tanrı olabileceği gibi, insanın, kendi sonlu varlığının üzerinde gördüğü ve ona bağlı olduğunu hissettiği sonsuz, mutlak ve mükemmel bir hakikat de olabilir. Bu çerçevede, vahiy kavramına halâ yer ve ihtiyaç vardır. Ne var ki artık bu kavram teolojik bir varsayımla sınırlı değildir. Karşımıza, hedefi olan bir Evrende varlığını o hedefe uygun olarak sürdüren insanın sezgi yeteneğinin bir ürünü olarak çıkmaktadır. Dolayısıyla, inisiyatik sistemin işlemesi için gereken, 1929 beyannamesinde değil, 1989 beyannamesinde ifadelendirilen inanç şartlarıdır.
Yeri gelmişken vurgulayalım ki bu çalışmada bahsettiğimiz inanç kıstasları Masonluğun inançları değil, üye alma kıstaslarıdır. Zira inisiyasyonun yöntem olarak metafizik konulardaki tavrı agnostiktir. Bundan dolayı, Masonluk ne bir tanrı tasavvuru getirir, ne de mensuplarına herhangi bir dogmayı zorla kabul ettirir. Tersine, bünyesine aldığı aşkınlık fikrine sahip ya da başka bir deyişle bir yüce varlığa inanan bireylere, her türlü metafizik soruyu kendi vicdanlarında cevaplandırmayı öğretir. Bu yolda hiçbir dogmaya, önyargıya, hazır formüle yer yoktur. Herkes bu yolda kendi vicdanı ile başbaşadır ve sorularını, aklı ve sezgisi yardımıyla, başkalarının cevaplarını kullanmaksızın, kendi başına çözmek durumundadır. Aksi takdirde Masonluk hakikati bulmak için bir hazır formül sunuyor, bir dogma getiriyor ya da doktrin öneriyor olurdu ki bu da sembolizmanın ilkeleri, inisiyasyonun hedefi ve Masonluğun varoluş sebebiyle çelişirdi.
Masonluğa teizm-deizm ikileminden yaklaşılmaması gereği, Masonluğun bir tanrı tasavvuru getirmesi fikrinin kabul edilemez olmasından kaynaklanmaktadır. Mesleğimizin inanç şartlarını bu ikilemden değerlendiren çalışmalarda “Masonluk teisttir” ya da “Masonluk deisttir” gibi ifadelere sıkça rastlanmaktadır. “Masonluk teisttir” ifadesiyle “Mason olacakların bir dine mensup olmaları gereğinin kastedildiğini sanıyorum. Bununla birlikte “Masonluk deisttir” ifadesi bazen “Mason olacakların bir dine mensup olmama hakkına sahip oldukları” bazen de “Masonların deistik bir tanrı anlayışına sahip olmaları gereği” biçiminde kullanılıyor. Bu cins ifadeler, “Masonluğun üye kabul ederken koyduğu inanç şartları” ile “Masonluğun inancı” kavramları arasındaki karışıklığı arttırmaktadır. Zira “Masonluk teisttir” ifadesi, Masonluğun Evrene müdahale etmeyi sürdüren bir Tanrının varlığını kabul ettiği anlamına gelir. “Masonluk deisttir” deyince de, Masonluğun Evreni yaratmış ama müdahale etmeyen bir Tanrının varlığını kabul ettiği anlaşılır. Şüphesiz bunların her ikisi de doğru değildir çünkü Masonluğun getirdiği herhangi bir tanrı tasavvuru yoktur.
Pekiyi bütün bunların neticesinde, gelinen noktayı nasıl yorumlayabiliriz? Bundan sonrası için ne gibi gelişmeler bekleyebiliriz? Bu sorulara sağlıklı bir cevap vermek için, gelinen noktanın neresi olduğunun iyi tahlil edilmesi gerekir.
Eğer konuyu yüzeysel bir bakış açısıyla ele alacak olursak, muntazam Masonluktaki inanç şartlarının tarihi süreç içerisindeki bir evriminden bahsetmek mümkündür. Oysa ki 1989 beyannamesiyle ulaşılan nokta, 1723 Anayasasıyla tespit edilen yerden başka bir şey değildir. 1723 Anayasası, yayınlanmasını müteakip, çeşitli dinî baskılarla ana çizgisinden saptırılmış olup, 1929 ile 1989 arasındaki gelişmeler, aslında 1723 Anayasasından olan sapmaların giderilmesinden ibarettir.
Bütün bu yaşananlar aslında doğal bir süreçtir. Neticede günümüz Spekülatif Masonluğu, inisiyatik geleneğin, Operatif Masonluk kurumunda vücut bulmasının bir ürünüdür. Bu vücut bulma insanlık birikiminin en nadide eserlerinden birisini doğurmuş olmakla birlikte, kolay bir süreç olmamış, Operatif Masonluğun değerleriyle inisiyatik geleneğin değerleri kimi zaman çatışmışlardır. Esasen, Masonluğun inanç şartları konusunda yaşananlar da, Operatif Masonluğun dinî değerleriyle inisiyatik geleneğin sembolizma kaynaklı değerlerinin mücadelesinin bir sonucudur. 1989 beyannamesi, bu mücadelenin inisiyatik geleneğin zaferiyle sonuçlanmış olduğunun resmî ilânıdır. Mesleğimizin inanç şartlarına dair uygulamalarımız böylece Masonluğu var eden değerlere dönmüş olduklarına göre, bundan sonra da bu konuda kayda değer bir değişiklik beklememek gerekir.
Bu vesileyle, dünyadaki uygulamalara dair bahse değer bulduğum bir hususa dikkat çekmek isterim. Bugün, muntazam Masonluk camiasında Masonluktaki inanç şartlarını hâlâ semavi dinler perspektifinden gören ve/veya 1989 beyannamesinin tespit ettiği inanç şartlarının üzerine ilâveler getiren obediyanslar mevcuttur. Meselâ, kimi büyük localar, hıristiyan olmayanları üye kabul etmezler. Bu cins yaklaşımlar, söz konusu büyük locanın benimsediği ritten kaynaklanan Masonluk yorumunun bir sonucudur. 1989 beyannamesi intizamın asgari şartlarını oluşturduğu için, bunun üzerine getirilen ilâveler, bunu getiren büyük locanın intizamını bozmamaktadır. Masonik hukuk açısından bu böyle olmakla birlikte, söz konusu büyük locaların, Masonluğun inisiyatik değerlerine diğerlerine göre daha uzak olduklarını söylemek mümkündür. Dolayısıyla bundan sonra muntazam Masonluğun inanç şartlarına dair bir değişiklik olacaksa, bunun resmi ilkeler zemininde değil, kerameti kendinden menkul ilâve ilkeler getiren büyük locaların uygulamalarında olacağını beklemek gerekir.
Buradan Türk Masonluğu için de çıkartılabilecek bir sonuç vardır elbette. Türkiye Büyük Locası, farklı kültürlerin ahenkle bir arada yaşadığı bir toplumun içerisinde yeşermiştir. Geleneksel yaklaşımı, muntazam Masonluk çizgisini, herhangi bir dinsel yaklaşımı ön plâna çıkartmadan uygulamak biçimindedir. Dolayısıyla ona en çok yakışan kimlik, muntazam Masonluğun asgari şartları olan 1989 beyannamesindeki ilkeleri olduğu gibi, üzerine hiçbir ilâve şart ve semavi din çağrışımlı yorum getirmeden benimsemektir. Kaldı ki obediyansımız içerisinde mevcut fiili durum, zaten 1989 beyannamesinin yaklaşımlarının hakim olması biçimindedir. Bu, kurumumuzun geleneksel çizgi ve kimliğinin son derece doğal bir sonucudur. Bu fiili durumun resmileştirilip, ritüel ve tüzüklerimizin de buna göre gözden geçirilmesinin faydalı olacağını düşünüyorum.
Bilgi çağında Masonluktan bahsediyoruz sık sık. Masonluk zaten, tanımı itibarıyla, içinde bulunduğu her dönemde bilgi çağını temsil etmiştir. İnsanlığın gerçek bilgi çağına girdiği bu yüzyılda, “aksi takdirde birbirlerinden ebediyen uzakta kalacak kişilerin arasındaki bir birlik merkezi” ne her zamankinden çok ihtiyacımız var. Mesleğimiz bize bu imkânı sunuyor. Yeter ki onun geleneksel değerlerine yani inisiyatik bir hürriyet ve kardeşlik kurumu olma özelliğine dört elle sarılalım.
M. Remzi SANVER / 2004