Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KÜRTLER  (Okunma sayısı 113791 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 22, 2008, 11:52:50 ös
Yanıtla #140
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 562
  • Cinsiyet: Bay

Evet var. Zaten Balkan ülkelerinde ki Türkçe etkisini biraz inceleyince herkes görebilir. Siz de Türkçe'yi biraz fazla küçümsüyorsunuz sevgili Shemuel =) Bana kalırsa Türkçe adaptasyon yeteneği ve devinimi en güçlü dillerden birisi. En basitinden aklıma Joghurt geliyor mesela, ya da "Kara" kelimesi. Rusça'da da Tatarçina dönemi boyunca Rus diline girmiş pek çok Türk-Moğol kökenli kelime var. Arapça da kelime bakımından Türkçe'den çok ithal etmiş. Türk dilinin bana kalırsa pek çok kişinin fikrinin tersine bir şekilde bir dominantlığı var.

Altaylar'ın bağrından çıkmış bir dil, önce büyük kültür olarak görülen Sogd ülkesinin topraklarını işgal etmiş, kendisini kabul ettirerek orayı şu anda tüm Dünya'da "West Turkestan" olarak bilinmesine sebep olmuş. Yine aynı şekilde Anadolu'da ki Türkmen geninin, Grek, Latin ya da İran genine kıyasla daha az bulunmasına karşılık çok büyük bir çoğunluğun Türkçe konuşmasını da örnek verebiliriz. Genetik olarak Türkiye Türkleri'nin, en çok Tuscany bölgesi İtalyan'larıyla benzeştiğini daha önce de duymuşsunuzdur.

Bunun askeri kuvvetle o kadar ilgisi yok. Şu an Afganistan'da ya da İran'da Büyük İskender dönemi Yunanca'sı konuşulmuyor. Ya da Rusya'da, Türkmenistan'da, Çin'de Moğolca'ya rastlamıyoruz. Oysa Türkik diller, adım atılan hemen her yerde izini bırakmış durumda. Bunun en büyük sebebi, Türkçe'nin gerçekten çok kuvvetli bir adaptasyon yeteneği olmasıdır. Bunun bir götürüsü olarak da lehçe farklılıkları, diyalektik ayrışmalar oluyor ama şu ya da bu şekilde bu topraklarda yaşayan insanların çoğu kendilerini M.Ö. 2. yüzyılda Çinliler'in "Tu-jue, Tu-kiu, Türük" olarak niteledikleri halktan sayıyorlar.

Şu da ilginçtir, Dünya'da çok az millet kendi ismini dışarıda kendi kabul ettiği şekilde tanıtabilmiş. Mesela Almanlar kendilerine Deutsch diyor, biz Almanlar'a Fransızlar onlara Alman dediği için öyle diyoruz. Ya da Adighe'cede "Çerkes" diye bir kelime yoktur, fakat tüm Dünya'da Adighe'ler "Circassian, Tscherkess, Czerkesy, Çerkes" gibi isimlerle biliniyor. Aynı şekilde Exmedi Xani bir şiirinde kendisini "Kürd'üm, dağlıyım, kenardanım" gibi tanımlarken "Kürd" kelimesini kullanmıyor ve "Kurmanji" diyor oysa tüm Dünya Kürtleri "Kurd, Kürt, Qord" olarak tanımlamakta.

Ben bir etimoloji aşığı olarak ilk başlarda Türkçe'nin sürekli olarak yozlaştığını düşünmüş ve şu an eski Arkaik Türkçe konuşulmadığı için dilimizin güçsüz bir dil olduğu kanısına varmıştım. Oysa şu an -Jean Paul Roux'un da değerli kaynaklarının yardımıyla- bir dilin çelik gibi sert olup bir yerde kırılacağına, su gibi yumuşak olup her zaman zarfında varlığını devam ettirebilmesinin esas güç olduğunu düşünüyorum. Beni az çok tanıyorsunuz, ben faşizan görüşlere sahip birisi değilim fakat Doğu dilleri ve özellikle de bir Türkçe aşığıyım sanırım.

Ama başlığımızın konusu Kürtler. Dediğim gibi Kürtçe bana kalırsa çok müzikal bir dil. Ve Farsça'ya çok benzemiyor olsa da İran kökenli bir dildir. Zazaca kadar benzemez belki özellikle eski Farsça'ya ama Farsça'yla Çağatay Türkçe'sinin Moğolca'yla olan akrabalığından daha yakın akrabadırlar.
Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo


Mayıs 23, 2008, 07:02:46 ös
Yanıtla #141
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

biraz araştırmak gerekiyor.Yani şaşırdım ben de siz şaka mı yapıyorsunuz diye.çünkü Türkçe çok öenmli bir dil.Eğer böyle olmasa yani sizin dediğiniz gibi " İngilizce,Fransızca,Arapça v.b. kelimeleri çıkarırsak Türkçe diye bir dil kalmaz" olsa eğer Atatürk bu kadar üstünde durmazdı.Ayrıca en azından bunu söylemeden evvel bir dil bilimcinin kitabını okusaydınız.Çünkü Türkçe çok köklü bir dil.
konuştuğunuz dilin önemini bilmeden kullanmak yediğiniz yemeğin tadına almadan yemeğe benzer.
saygılar
http://tdkkitaplik.org.tr/gdtr/gdtraporu.pdf
http://tdkkitaplik.org.tr/gdtr/gdtuyeler.pdf
http://tdkkitaplik.org.tr/gun_dil.asp

sevgili MAkyol size başta şu diyeyim bir birey yada bir millet hiç fark etmez.Kendinizi övmeyin bırakın başkaları sizi övsün...
Kendinizi överseniz ukala olusunuz ama başkaları sizi överse yücelirsiniz...
Ben Türkçeye önemsiz bir dil demiyorum fakat sizin söyledikleriniz şaka bile değil.Sizin Türkçe dediğiniz günüzde kullandığımız kelimelerse hiç uğraşmayın.Arapça gibi köklü bir dilin Türçeden kelimeler aldığını kime söylesek o güler...Fransızca yine aynı ama bakın İngilizce hakkında bilgim yoktur..
Bu gün kolaylıkla başkasına ait değerleri şipşak kendinize mal edebilirsiniz.Asırlardır kutlanan Newroz denilen özgürlük bayramına Nevruz adını verip götürüp genç osmanın bahar bayramı yapabiliyorlar...
Siz Osmanlıcayı sakın Türkçe olarak saymayın...Söz konusu Cumhuriyet döneminden sonraki Türkçe ise filolog olmaya gerek yoktur. ;)


Mayıs 23, 2008, 09:26:40 ös
Yanıtla #142
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1648
  • Cinsiyet: Bay

beni çok şaşırttınız ama demekki herkez herşei bilecek diye birşey yok paylaşarak öğrenebiliriz.

1-
Asırlardır kutlanan Newroz denilen özgürlük bayramına Nevruz adını verip götürüp genç osmanın bahar bayramı yapabiliyorlar...

genç Osman  3 Kasım 1604– 20 Mayıs 1622yılları arasında yaşamıştır.Nerden çıkardınız genç osman teorinizi anlıyamadım daha çok yeni genç osmanın yaşamı.
Gelelim nevruzun bir Türk bayramı olduğunun kanıtına.Sizin dediğiniz gibi olsaydı örnek olara vereceğim sözlükte geçmezdi.
 Kaşgarlı Mahmut tarafından Bağdat'ta 1072-1074 yılları arasında yazılan sözlüktür.

Mahmut, dünyaca ünlü eseri olan Divan’ı Lügat-it Türk adlı eserinde Nevruz için şunları söylemektedir:
"Yeni günden sonraki ilkbahar ayına oğlaklar ayı derler, ondan sonraki aya uluoğlak ayı denilir, çünkü bu ayda oğlaklar büyümüş olur. İnsanlar ve tüm canlılar nevruz ile canlanmış olur. Nevruz âlemin mutluluk anası, bereket ve sevinç kaynağıdır. Bu yüzden insanlar birbirlerine gönüllerini açarak, cömertçe sevinçlerini ortaya koyarlar"

2-Size Atatürk'ün bir Nevruz bayramımızdaki resminide koyuyorum.
http://img144.imageshack.us/my.php?image=ankara21mart1922bx3.jpg

3-Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU bir yazısını ekliyorum nevruz ilgili.
Türkler tarafından çok eski tarihlerden itibaren kutlanan ve genelde Yeni Gün olarak adlandırılan Nevruz, Osmanlılarda da bahar bayramı ve yeni yılın başlangıcı olarak kutlanmıştır. Zira 21 Mart gece ile gündüzün eşit olduğu ve bundan sonra gündüzün uzayacağı gün dönümüdür. Bu anda bahar başlar ve 92 gün 20 saat, 4 dakika ve 27 saniye sürer ve yaza ulaşır.

Nevruz, inanışa göre baharın ilk günü ve yıl başıdır. Takvimler hep Mart'tan başlar. Bu sebeple Osmanlılarda malî yıl başlangıcı Nevruz olarak alınmıştır ve hemen bütün kanunnâmelerde verginin ilk taksidinin toplandığı andır. Bu durum Cumhuriyet döneminde de 1980'li yıllara kadar malî yılbaşı olarak devam etmiştir.

Türklere ait olup, dünyanın en doğru takvimlerinden olan ve Sultan Melikşah zamanında hazırlanmasından dolayı, unun lâkabı Celâlüddevle'den dolayı Celâli Takvimi denilen takvimin başlangıç günü de Greenwich zamanına göre 21 Mart (15 Mart 1079) olarak alınmıştır (hicrî 9 Ramazan 471 Cuma). Bu tarih Osmanlılarda "Nevruz-ı Sultanî" veya sadece "Nevruz" olarak adlandırılmış ve kanunnâmelerde: "... resmin nısfı nevruz-ı sultanî'de ve nısf-ı aharı son güz ayının evvelinde alına" hükmüyle verginin ilk taksidinin alındığı zaman olmuştur. Bu şekil Osmanlı devletinin hemen bütün sancak kanunnâmelerinde görülür. Bu kanunnâmelerde Nevruz, "mevsim-i evvel bahar nevruz" şeklinde belirtilmiştir. Bugün Anadolu'nun bazı yörelerinde Nevruz-ı Sultanî Mart 9'u olarak bilinir.

Osmanlılar tarafından Nevruz-ı mübârek olarak da adlandırılan Nevruz sayılı günlerden biri olarak kutlanmış, güneşin Koç (=Hamel) burcuna girdiği ilkbahar ılınımı anına Nevruz denilmiştir.

Yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen bu günde eğlenceler tertib edilir, sarayda olduğu gibi halk arasında da eczahanelerde yapılan ve Nevruziye denilen macun rağbet görür, en azından bunu elde edemeyenler tarafından tatlı yenirdi. Bu macundan yemenin kuvvet ve şifa verici bir tesiri ve kendi usul ve an'anelerine göre bunları kaynatıp suyunu içerler ve yüzlerini yıkarlardı.

Saray haricinde Nevruz'dan birkaç gün önce eczacılar, kulplu küçük çay bardaklarına veya fincanlara, terkibi kendilerince bilinen bir macun doldurup, tanıdığı müşterilerine ve mahallenin kibar ve zenginlerine gönderirlerdi. Bu hediyeleri alanlar, buna karşılık çoğunlukla bir gümüş Mecidî bahşiş verirler ve eczacı çıraklarını sevindirirlerdi. Eczacıdan gelen Nevruziye ve yedi sin (=heft sin), yani arapçadaki sin harfiyle başlayan süt, simit, sukker, sa'lep, sirke (sir), soğan, semek (balık) veya sefercil (ayva) bir tepsiye konulup evin efendisi önüne getirilir, evde mevcut olanlar da tepsinin etrafına iki diz üstünde otururlardı. Evin efendisi herkesin önünde bu malzemelerden birer fincan veya tabak ile herkese dağıtır ve gün dönümü saati geldiği vakit, buyurun hitabıyla önce macundan, sonra diğerlerinden birlikte alınır, evin efendisi senenin saadetle geçmesi için uzunca bir dua yapar, eller öpülür ve merasim sona ererdi. Macun yenir yenmez üstüne su, gül veya limon şerbeti içilmesi âdettendi.

Her sene yılbaşı olan Nevruz'da veziriâzamla vezirler, eyâlet valileri ve belirli bazı devlet adamları tarafından padişahlara Hediyye-i Nevruziye adıyla donanmış atlar, murassa silahlar, pahalı kumaşlar vesâir hediyeler verilirdi. Bu nev'iden armağanlara Divân-ı Lügati't Türk'de "artut" denilmiştir. Veziriâzamların Nevruziye Pîşkesi adıyla verdikleri hediyelere bir örnek olmak üzere, ilk Osmanlı vak'anüvisi Mustafa Naimâ Efendi'nin Tarihinde yer alan ve İpşir Mustafa Paşa'nın IV. Mehmed'e takdim ettiği hem Nevruz ve hem de sadarete tayini ile ilgili şu bilgiler verilmektedir.

"... Vezir, kanun üzere Nevruziye pîşkeşi ile sadâret cem' edip birden irsâl eyledi. Birsemend ve iki gaburlevn at ki üçünün dahi dünyada nazîri bulunmaz. Serâpâ cevâhir ile âreste zeheb-i ahmerden (kızıl altın) ma'mûl raht ve rikâb ve gaddâre ve topuz vesâir zer-dûz bisât ile müzeyyen idi vesâir ecnâs-ı tuhaf ve tarâyif-i gûnâgûndan boğçalardan ma'ada bir araabada yüz keselik filori ve kuruş gönderdi; Vâlide hazretlerine yirmi keselik kadar pîşkeş irsâl edip...".

Nevruz'da ayrıca her sene birinci mirahur tarafından takdimi kanun olan "rikâbiyye pîşkesi" dolayısıyla birinci ve ikinci mirahur, büyük ve küçük ahur kethüdaları, arpa rûznamçecisi, arpa kâtibi, sarraçlar kâtibi, mirahur-ı evvel kethüdası ve kâtibi gibi has ahur erkânına hil'atler giydirildi.

Hekimbaşılar her sene Nevruz'da çeşitli terkiplerden Nevruziye ismi verilen kırmızı renkli ve kokulu bir macun yaparak Nevruz gecesi bunları porselen kaplar içerisinde önce padişah, şehzade ve sultanlara, kadın efendilere, veziriâzama ve devlet ricaline takdim ederler, buna karşılık çeşitli hediyeler alırlardı. Nevruziye takdim eden hekim başıya padişah huzurunda kürk giydirilmesi usuldendi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kırmızıya çalar koyu renkte, ağızda cıtır cıtır ses çıkaran ve şekerlenmiş reçele benzeyen Nevruz macununun sarayda yapılanı 40 çeşit maddeden meydana gelirdi. Bu konuda yapılan araştırmalarda bu kırk çeşit madde içerisinde; karanfil, yeni bahar, zencefil, kalanga (=zulumba), kara biber, kırem tartar, kişniş, havlican, kebabiye, hindistan cevizi, anason, hıyar-ı şenbih, sakız, zahferan, tarçın, udü'l-kahr, çöp-i çin, hardal, mirr-i sâfî, iksir, çivid, meyan balı, kalem-i bârid, tiryak, sarı halile, râziyâne, kimyon, zerdecav, tarçın çiçeği, hindistan çiçeği, çörek otu, dâr-i fülfül, râvend, limon tuzu, kakule, sinameki, vanilya, portakal kabuğu, topalak kökü ve şeker yer almaktadır.

Nevruziye macunu konan kâselerin kapakları kurdalelerle bağlanır, kurdaleler arasına, günün hamel yani koç burcuna hangi saat, hangi dakika ve hangi saniyede gireceğinin yazıldığı bir de kağıt iliştirilirdi. Buna Nevruziye kulağı denirdi.

Nevruz macununun değişik terkiplerinin çok sayıda hastalığa iyi geldiğine inanılırdı. Bunlardan, kalp ve dimağ arızalarını giderme; mide fesadı, hazımsızlık, yemek rahatsızlıkları, ishal, ağız ağrısı (aft), dizenteri, taun ve veba hummaları; mesane, böbrek ve bağırsaklardaki yaralar, şişler, iltihaplar; akıl ve vücudun kuvvetini arttırma, kalbe ve ruha kuvvet verme gibi olanları belli başlılarıdır.

Bu bilgilerden sonra şüphesiz akla hemen Manisa Mesir Bayramı gelmektedir. Osmanlı Türkleri dönemine ait Nevruziyenin halk tarafından en bilineni ve geleneksel olarak XVI. Yüzyıldan itibaren aksaksız kutlananı budur. Halk arasında Nevruz'la alâkası unutulmuş olan ve bugün de hâla devam eden bu törenlere, şifa bulmak için pek çok vatandaşımız iştirak etmektedir. Bu gelenek rivâyetine göre XVI. Asır başlarında mutasavvıf hekim Merkez Musluhiddin Efendi tarafından başlatılmıştır. Burada hazırlanan macun 61 değişik maddeden yapılmakta idi.

Hekimbaşılardan başka müneccimbaşılar da her yıl tertip ettikleri padişah ve veziriâzama takdim ederek, karşılığında Nevruziye ismiyle hediyeler alırlardı. Padişahlar XVII. Asırda bin akçe, XVIII. Asır ortalarında ise altı bin akçe (gümüş para) atıyye verirlerdi. Müneccimbaşıların XX. Yüzyıl başlarında sadrıâzama takdim ettikleri takvim sebebiyle arkasına erkân bir samur kürk giydirildiği ve beşyüz kuruş hediye edildiği kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Nevruz âdetleri arasında Yeniçeri Ağası'nın vükelâya yemek vermesi de yer alırdı. Bu ziyâfet sırasında misafirlere şekerli, baharattan yapılmış macun ikram edilirdi.

Osmanlı Divan edebiyatı şâirleri, Ramazan bayramı, bahar ve kış mevsimlerinde olduğu gibi Nevruz'da da câize almak için büyüklere kaside sunmuşlardır. Bu türden kaside ve gazellere "Nevruziyye" denmektedir. Nevruziyye'ye örnek olmak üzere Nef'î'nin gazelinden bir beyt sunmak istiyorum:

"Erişdi bahâr oldu yine hemdem-i nevruz
Şâd etse nola dilleri câm-ı Cem-i nevruz"


Yine birçok örnekten biri olarak Râmi Paşa'nın oğlu Refet Bey'in, Damat İbrahim Paşa'ya yazdığı Nevruz redifli kasidesinden de birkaç dörtlük arz ediyorum:


"Hayat-ı taze verüp dehre makdem-i nevruz
Hoşâ irişti meşâmm-ı deme dem-i nevruz
Dağıttı leşkeri sermâyı sahn-ı gülşenden
Kurunca bârgâhın şâh-ı ekrem-i nevruz


Açıldı bahtı yine siyah-ı dilin
Olup karîn-i atâya-yı hürrem-i nevruz
Harîm-i bağ o kadar cilverîz-i şevk olmuş
Ki görse bâğ-ı Behişt ola mahrem-i nevruz"


XVI. yüzyılın Alevî-Bektaşî sâirlerinden Pîr Sultan Abdal da Nevruziyyesinde şöyle diyor:

"Sultan Nevruz günü canlar uyanır
Hal ehli olanlar nura boyanır
Muhib olan bu gün ceme dolanır
Himmeti erince Nevruz Sultan'ın

Âşık olan canlar bu gün gelürler
Sultan Nevruz günü birlik olurlar
Hallâk-ı cihandan ziya olurlar
Himmeti erince Nevruz Sultan'ın"


Nevruz'un Osmanlılardan başka çağdaşı olan Memlüklerde de aynı şekilde mâli yıl başlangıcı ve baharın ilk günü olarak kutlanıldığı görülüyor. Nitekim Sultan Kayıtbay kanununda resm-i hane'nin Nevruz-ı Sultanî'de alınması hükmü bulunmaktadır. Yine bir Türk devleti olan Safevîlerde de Nevruz'un kutlandığı III. Ahmed döneminde elçilikle İran'a gönderilen Dürrî Efendi'nin "Sefaretnâme"sinde kaydediliyor. Sefaretnâme'de bununla ilgili olarak:


"Birkaç gün sonra Nevruz-ı Sultanî hulûl edüp, anlar nevruza gayet itibar ve ıyd-i ekberdir deyu tesmiye edüp, ıyd-i ramazan ve ıyd-i edha'dan hâşâ mükerrem ve eşrâf olmak üzere itibar ederler imiş. Hangi ayda vâkı' olsa, ol ayın nihayetine dek zevk u şevkle âlâ, ednâ ve zükûr ve inas ve nisvanı sürûr ve şâdmanî ederler. Evvelâ tahmil-i şems saatinde bilcümle vüzerâ ve âyân-ı devlet Şah'ın meclisine da'vet ve hâzır ve Şah'ın önüne beşyüz-bin mikdarı meskûk altın korlar. Şah dahi eli ile ol altını karışdırıp bir kabza alıp, iptidâ vezire verüp sonra bilcümle huzzâr-ı tevzi' edüp Şah'ın eli dokunmuşdur deyu halk birbirine teberrük deyu ihdâ ederler. Bu kulunuzu tahvil gecesi da'vet ettiler, i'tizâr edüp gitmedim" şeklinde ordaki kutlamalara yer vermiştir.

Osmanlıların son zamanlarına kadar Nevruz an'anesinin devam ettiği çeşitli kaynaklardan öğrenilmektedir. Öyle ki eski cep takvimlerinde Nevruz: "Nevruz-ı Sultanî-i meymenet âsâr ve evvel-i mevsim-i bahar ve tesâvî-i leyl ü nehâr" ifadesiyle yer almıştır.

Osmanlılarda Nevruz'dan önceki üç Cuma günü de kuru yemiş bayramı olarak kutlanmıştır. Zira Nevruz'dan sonra tazelerin çıkacağı düşünülerek, kuru yemiş satan esnafın elinde kalıp zarar etmemeleri maksadıyla, kalanların elden çıkarılması hedeflenmişti. Bunun için bu bayram üç hafta sürerdi. Böylece kuruyemiş esnafının sonraki seneye zarar etmeden girmesi sağlanırdı.

XX. yüzyılın başına kadar geldiği tespit edilen Nevruz kutlamaları, bu devirden sonra hissedilir biçimde diğer bazı geleneklerimiz gibi ortadan kalktı. Bugün halkımızın büyük çoğunluğu tarafından bilinmiyor, bilenler arasında ise yanlış yorumlanıyor. Kültürel değerlerimize duyarsız kalışımızın bugün birlik ve bütünlüğümüzün sarsılmasında son derece etkili olduğu malûmunuzdur. Bunun için, Dede Korkutumuzu, Yunus Emremizi, Hacı Bektâş-ı Velimizi, Âhi Evranımızı, Hacı Bayram-ı Velimizi, Karacaoğlanımızı, Dadaloğlumuzu, Fuzulîmizi, Mehmet Âkifimizi, Bayrağımızı, Vatan mefhumunu ve Nevruz gibi Türklüğün en eski devirlerinden itibaren gelen örf ve âdetlerimizi, birilerinin oynadığı oyunlardan dolayı hatırlamayalım, gerektiği için hatırlayalım, kutlayalım.


3-şaka yapıyorsunuz sanırım Türkçe ilgili bir çok kitap var okumanızı tavsiye ediyorum.Size güneş dil teorisi ile ilgili dosyalarda koydum linklerle beraber bakmanızı tavsiye edebilirim.Eğer kitap tavsiyesi isterseniz yardımcı olabilirim.
Siz Osmanlıcayı sakın Türkçe olarak saymayın...



4-ben ukalayım zaten teşekkürrüm ederim.Ayrıca konuları dağıtmadan kişisel olanları özel mesaj atarsanız konuyu dağıtmamış olursunuz.Kimse benimle ilgili polemik yaratmak için yazdığınız yazıları okumak için foruma girmiyor

sevgili MAkyol size başta şu diyeyim bir birey yada bir millet hiç fark etmez.Kendinizi övmeyin bırakın başkaları sizi övsün...
Kendinizi överseniz ukala olusunuz ama başkaları sizi överse yücelirsiniz



5-Benim günlük konuşmamla sizin bu dediğinizin ne alakası var merak ettim
Türkçe içinde yabancı kelimemler yokmu?
İngilizce,Fransızca,Arapça v.b. kelimeleri çıkarırsak Türkçe diye bir dil kalmaz

« Son Düzenleme: Mayıs 23, 2008, 09:32:17 ös Gönderen: M.Akyol »


Mayıs 24, 2008, 12:13:33 öö
Yanıtla #143
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 562
  • Cinsiyet: Bay

biraz araştırmak gerekiyor.Yani şaşırdım ben de siz şaka mı yapıyorsunuz diye.çünkü Türkçe çok öenmli bir dil.Eğer böyle olmasa yani sizin dediğiniz gibi " İngilizce,Fransızca,Arapça v.b. kelimeleri çıkarırsak Türkçe diye bir dil kalmaz" olsa eğer Atatürk bu kadar üstünde durmazdı.Ayrıca en azından bunu söylemeden evvel bir dil bilimcinin kitabını okusaydınız.Çünkü Türkçe çok köklü bir dil.
konuştuğunuz dilin önemini bilmeden kullanmak yediğiniz yemeğin tadına almadan yemeğe benzer.
saygılar
http://tdkkitaplik.org.tr/gdtr/gdtraporu.pdf
http://tdkkitaplik.org.tr/gdtr/gdtuyeler.pdf
http://tdkkitaplik.org.tr/gun_dil.asp

Sizin Türkçe dediğiniz günüzde kullandığımız kelimelerse hiç uğraşmayın.Arapça gibi köklü bir dilin Türçeden kelimeler aldığını kime söylesek o güler...Fransızca yine aynı ama bakın İngilizce hakkında bilgim yoktur..
Bu gün kolaylıkla başkasına ait değerleri şipşak kendinize mal edebilirsiniz.Asırlardır kutlanan Newroz denilen özgürlük bayramına Nevruz adını verip götürüp genç osmanın bahar bayramı yapabiliyorlar...
Siz Osmanlıcayı sakın Türkçe olarak saymayın...Söz konusu Cumhuriyet döneminden sonraki Türkçe ise filolog olmaya gerek yoktur. ;)


Arapça'nın Türkçe'den kelime aldığını birilerine söyleyin de gülsünler o vakit sayın Shemuel, ortam şenlenir. Ben şu ana kadar bu konularda kendimi iyi ifade etmiş olmalıyım ya da karşımdakilerin hepsi mizah özürlü birer hödüktüler o yüzden gülmemişler demek ki...

Arapça yöreden yöreye çok farklılıklar görebileceğiniz bir dildir. Mesela Cezayir Arapçası'na Türkçe'den Cezayir'li etimolog Mohammed ben Cheneb'in henüz 1922'de yaptığı bir araştırmaya göre 650 kadar kelime geçerken, bu sayı daha yakın bölgelerde 900'ü geçmiştir. Hatta size bir şey daha söyleyeyim de ağzınız kulaklarınıza varsın, kahkaha atın; Türkçe'de ki "-cı" yapım eki Farsça'da ve Arapça'da bazı kelimelerde kendisine kullanım alanı bulmuştur.

Türkçe'den geçen kelime sayısı Farsça'da 2000'e kadar ulaşıyor. Üstelik herkesin "büyük dil" diye övdüğü Farsça -ki büyük bir dildir- içerisinde neredeyse yarı yarıya Arapça kelime barındırıyor şu anda.

Osmanlıca'yı Türkçe saymayan zihniyete de bayılıyorum. Cümle kuruluşları, gramer yapısını koruyan bir dil; sadece saray çevresinde çok fazla Farsça ve Arapça kelime kazanmış diye Türkçe sayılmıyor. Bu mantığa göre İngilizce de 1066 Hastings Savaşı'ndan beri İngilizce değildir. Shakespeare İngilizce değil Norman Fransızcası'yla yazmıştır. Kaldı ki ben mesela Aşıkpaşazade Tarihi'ni orijinal dilinde gayet okuyabiliyorum. Yine Dresden ve Vatikan Nüshaları'nda ki Dede Korkut Hikayelerini de. Arada öyle çok fark yoktur. Biraz kulak ve kelime bilgisi yeter.

Bir örnek vereyim.

Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek

Bu beyiti herkes biliyordur. Yavuz Sultan Selim'e, yani Osmanlı Türkçe'sinin en yoğun dışarıdan kelime ithal ettiği zamanlarda hükmeden bir padişaha ait beyitler.

Şir, Farsça'dır ve "aslan" demektir.

Pençe, Farsça "penc" yani "beş" kelimesinden gelir, beş parmak yüzünden ve "yırtıcı hayvan ayağı" anlamına gelir.

Kahır, Arapça'dan gelir ve Esma'ül Hüsna'da "Kahhar" yani "Her şeyi yok etmeye, yenmeye gücü yeten" olarak kendine yer bulur; yenme kabiliyeti demektir.

Lerzan, Farsça'dan gelmiştir ve "titrek" anlamı taşır.

Ahu, ceylan demektir.

Zebun, "güçsüz, aciz" demektir ve Farsça'dan gelir.

Felek, Arapça'da "talih, gökyüzü" anlamlarına gelmektedir.

Ama siz bu şiiri bir Fars'a okursanız bundan hiç bir şey anlamaz. Çünkü cümle yapısı, grameri itibariyle Türkçe'nin kurallarına bağlı kalınarak kurulmuştur. Yani bir İran'lı bu şiiri, "Yok edici pençesiyle titreyen aslan, talihsiz ceylanı yedi" gibi de çevirebilir, çünkü cümlenin öğelerini asla yerli yerine oturtamayacaktır.

Benim söylediklerim şaka bile değil tabi ki ama sizin kurduğunuz bu cümlede "bile" fazla kaçmış. Zaten gelişmiş mizah duygumla çok tanınmam. Ama eğer bir karşı duruş varsa ve bu karşı duruşta "gülünç" gibi ithamlarla karşılaşıyorsam, daha güzel, daha özenilerek ifade edilmiş fikirler isterim en azından.

Konu 2: Nevruz gibi bahar bayramlarını dünyanın dört bir köşesinde görebilirsiniz. Mesela Hıdrellez... Arapça yeşil, "hadra" demektir. Esasen Hıdrellez de Hıdız (Hızır) ve İlyas değil, Yeşil İlyas anlamına gelir. Bu motif Avrupa'da kendisine "Green Man" olarak yer bulur. Keltler Beltaine Bayramı'nda ateşler yakar, İrani halkar Newroz'u kutlar, Türkler de bahar bayramları kutlar. Bu bahar bayramlarının bir ortak özelliği de ateş yakılmasıdır. Dünya'nın her yerinde o ateş yakılır.

Anadolu'ya gelen Türkmen'ler de zaten uzun süredir iç içe oldukları İran bayramı Newroz'u, kendi bayramlarıyla aynı görüp kutlamaya başlarlar bir süre sonra. Ben bu "bayram kapışması"nı anlamıyorum. Newroz, nevruz fark etmez. Kelime Farsça'dır ve "Yeni Gün" anlamına gelir. Bu ismin ilk olarak İran kökenli milletlerce kullanıldığını inkar eden hiç bir kaynak benim gözümde inandırıcı değildir, çünkü bağırıyor ben İran'lıyım diye.

Ama lütfen, bahar bayramı gibi dünyanın en eski ortak geleneklerinden birini Kürtler'e ya da Farslar'a yüklemeyelim sadece...
Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo


Mayıs 24, 2008, 12:33:58 öö
Yanıtla #144
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

böyle bir başlık açılması bana manasız geliyor...insan insandır..kimsenin alt tarafında etiket veya barkod yok...
bugün köpek alırken safkan cins arayanlara bile faşist muamelesi yapılırken her tür istismara açık bu tip bir başlık açılması bana düşündürücü geldi..
Bilgili bir aptal, bilgisiz bir aptaldan daha aptaldır.
  Moliere


Mayıs 24, 2008, 12:52:34 öö
Yanıtla #145
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1648
  • Cinsiyet: Bay

Başlığın açılması saçma değil.Bu tartışılan konular belli bir seviyede tartışılrsa bir sorun olmaz.Çünkü biz burada bir budunun başka bir budundan üstün olduğunu konuşmuyoruz.Biz kültürleri tartışıyoruz.
ırklara insan insandır gözüyle bakmak çok yanlışdır.Çünkü bunu böyle düşünürseniz kültürleri öldürürsünüz.Düşünsenize bütün insanlık aynı kültürde olması ne kadar kötü olurdu.İnsanlar arasında farklılaşma her zaman güzeldir.İyiyi kötüyü anlamamıza, farklı kültürlerden birşeyler öğrenmemize ve insanlığın sıkıcı olmamasına yarar.Irkların ölmesi Kültürlerin ölmemesi demektir.
Burada söylenmesi gereken farklı farklı kültürler içinde, kardeşce yaşamak en idealidir.

böyle bir başlık açılması bana manasız geliyor...insan insandır..kimsenin alt tarafında etiket veya barkod yok...
bugün köpek alırken safkan cins arayanlara bile faşist muamelesi yapılırken her tür istismara açık bu tip bir başlık açılması bana düşündürücü geldi..


Mayıs 24, 2008, 12:00:58 ös
Yanıtla #146
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

dünden beridir ismail Beşikçinin kitabını arıyorum yok bulamıyorum. Benim kitaplığı acilen düzenlemem eksilen ve kaybolan kitaplar hakkında bir durum tespiti yapmam gerekiyor... Elinde olan varsa okusun hatta mümkünse fotokopi edip bana gönderebilirse sevinirim :), BEŞİKÇİ, İsmail; Türk Tarih Tezi-Güneş Dil Teorisi ve Kürt Sorunu (Bilim Yöntemi-Türkiye'deki Uygulama-2), Kasım 1991, 216 S., Yurt Kitap-Yayın: 48, İsmail Beşikçi Bütün Eserler: 4
« Son Düzenleme: Mayıs 24, 2008, 12:06:46 ös Gönderen: skullG »


Mayıs 24, 2008, 12:11:48 ös
Yanıtla #147
  • Ziyaretçi

Burada söylenmesi gereken farklı farklı kültürler içinde, kardeşce yaşamak en idealidir.
  Cok guzel br cumle Sn. M.Akyol lakin bu konuyu bircogumuzun gozunde,''igne ustunde'' tutan sebeplerin ne oldugunu hepimiz biliyoruz.
  Hatta ilk sayfalarda az kalsin oralara giriliyormus.
   Bu konuyu daha bir dusunerek konusmak neden gerekli diyecek olan degerli uyelerimiz de var ise hemen belirteyim ki,bir grup insana gore Kurtlere ayri bir benlik ve tarihsel kokler  kazandirilmasi,onlarin avrupa gozunde daha mazlum ve daha ikna edici olmasini kolaylastiracaktir.
   Sn.Veritas cok guzel aciklamalar da,paylasimlarda bulunmus.


Mayıs 24, 2008, 08:17:35 ös
Yanıtla #148
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Newroz İran bayramı değil Kürt bayramıdır.Kelimede kürtçedir.BEn bunu İran asıllı biri olarak söylüyorum.NEwroz Pers kralının zulmünden kurtulan kürtlerin bayramıdır.Amerikanın Iraki vurup Kürtleri Saddamdan kurtağı o  yeni gün gibi.. Bak o günde bayram ilan edilecek
Sonuçta kültürlerin bir arada yaşamasını savunuyorsunuz ama Kürt kelimesini kullanmamak içinde kendinizi fazla germeyin.. :)


Mayıs 24, 2008, 09:07:22 ös
Yanıtla #149
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 562
  • Cinsiyet: Bay

Kusura bakmayın kalkıp da bir Türk, Dede Korkut Destanları'nda Tepegöz'ü Basat değil Yigenek öldürdü derse ona da inanmayacağım gibi size de inanmıyorum. Çünkü Demirci Gawe ve Dehhak hikayesini bize aktaran kişi olan Firdevsi sizin söylediğinizin aksini belirtiyor. Newroz Kürtlerin bayramıdır demekle olmuyor, kanıt göstermelisiniz. Ve bu kanıtlar da sahih kanıtlar olmalı. Kalkıp da Özgür Kürdistan sitesindenyapacağanız mikro milliyetçi bir alıntı, Nihal Atsız sitesinden yapılacak bir alıntıyla eşit objektifliktedir.

Ben size Şehname'yi gösteriyorum kanıt olarak. Dehhak'ın da Pers kralı olduğunu iddia ettiğini duyduğum ilk kişisiniz. Hemen her uzmanı hemfikir olduğu bir konu varsa  o da İran ülkesinin bir zamanlar Sami kökenli bir topluluk tarafından ele geçirildiğini ve bunun akabinde Demirci Gawe ve Dehhak söylentisinin çıktığıdır. Firdevsi de bunu belirtiyor. İran Şah'ı Cemşid'i yenerek geliyor Dehhak İran tahtına ve bir Arap olarak geçiyor yani Sami kökenli. Yani bir Pers değil.

Gawe'nin gömleğini bayrak yaparak savaştığını biliyorsunuzdur, destanın en önemli motiflerinden. Peki bu gömleğin sonrada Sasaniler  tarafından (Herhalde bunlara da Kürt demeyeceksinizdir) mücevherlerle süslenerek sancak olarak kullanıldığını biliyor musunuz? Bu bir İran propagandası da olabilir, aslında o gömlek Gawe'ye ait olmayabilir ama Sasaniler ülkede ki Farslar'ın milli duygularını tetiklemek için yırtık ve eski bir gömleğin üzerine mücevherler dikerler ve bunu da Gawe'nin gömleği olarak adlandırırlardı. Şimdi söyleyin eğer Kürtler'in Pers (Fars) hakimiyetinden kurtulmasına sebep olan kişiyse Gawe, niçin onun gömleği Sasaniler tarafından milli sembol olarak kullanılıyor?

Merak edenlere not: Bu sancak müslüman Arap orduları ile yapılan Nihavend ya da Kadisiye savaşlarının birinde Araplar'ın eline geçer. Araplar mücevherleri söker ve mücahidlere ganimet olarak dağıtılır. Dehhak'ın soyunun intikamı mı dersiniz, Zerdüşt adetlere karşı bir zafer  mi dersiniz yorum sizindir.

Benim Kürtler'le hiç bir problemim yok, olamaz da. Kürtçe öğreniyorum arkadaşlarımdan fırsat buldukça. Salahaddin bir Kürt'tü diyorum. Kürtçe müzik de dinliyorum. Gördüğünüz gibi dört cümlede Kürt kelimesi kullanıyorum. Kürtler dağ Türkleri değildir. Ama mikromilliyetçilik de solculuk değildir. Kürtçe diye bir dil vardır. Ama bdilin varlığını kabul etmem de bu dille  ya da kültürle ilgili her işkembe-i kübradan sallanmış taraflı fikri gözüm kapalı kabul edeceğim anlamına gelmez.

İran asıllı biri olarak açın Şehname'yi bir okuyun, 626. beyit olarak geçiyor benim okuduğum tercümede. 4 kitaptan oluşuyor, ilk kitabın 626. beyitiyle birlikte Dahhak'ın saltanatı başlıyor. Benim kaynağım MS. 932 yılında doğduğu tahmin edilen bir kişidir, Firdevsi. Siz isterseniz bu tarihlerden önce var olan Dehhak-Gawe-Feridun hikayelerinin varyantlarını bir  araştırın eğer benim fikrimin aksine bir kaynak bulursanız ben de onu okur ve fikrimi değiştirebilirim. Sabit fikirli bir adam değilim.
Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
26 Yanıt
14357 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 21, 2014, 12:30:30 öö
Gönderen: ThomasReid
0 Yanıt
7230 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 15, 2009, 11:48:36 öö
Gönderen: karahan
2 Yanıt
6650 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 08, 2013, 01:17:01 öö
Gönderen: NOSAM33
Kürtler

Başlatan ceycet « 1 2 ... 6 7 » Guncel Konular

60 Yanıt
23508 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 16, 2012, 10:52:34 ös
Gönderen: NOSAM33
1 Yanıt
8160 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 03, 2020, 12:48:40 ös
Gönderen: NOSAM33