Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MİLANO BİLDİRGESİ  (Okunma sayısı 4069 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 28, 2009, 06:25:20 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



“Uygun zamanda Milano’ya gelindikte, halkın iyiliğine ve erincine yararlı olabilecek her şey, ilkin dine saygı konusunu düzenlemek, Hıristiyanların ve herkesin dine bağlanmada serbest olmaları gereği düşünüldü. Tanrı, göklerdeki katında sevincimize tanık olsun; bizden ve hükmümüz altındaki halklardan kayrasını (inayet-lütuf) esirgemesin.”

Bu bildirge, din özgürlüğü açısından tarihsel önem taşıyan ve bundan böyle Hıristiyanlığın devlet tarafından “meşru bir din” olduğunun kabul edildiğini belirten bir belgedir.

Bu belgeyle, Hıristiyanlara da diğer kültlere bağlananlar gibi din özgürlüğü tanınmakta, önceki yasalarda yer alan sınırlamalar kaldırılmakta, Hıristiyanların el konulmuş mal ve mülklerinin kendilerine geri verilmesi sağlanmaktadır.

“Dinde tolerans” ilkesini apaçık ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde dile getiren bu tarihsel belge, aynı zamanda Hıristiyan toleranssızlığının da ortadan kalkış noktası olmuştur. Bildirgeyi çıkaranlar yan tutmayı düşünmemiş, Hıristiyanların eline büyük bir koz verdiklerinin farkına varamamış olabilirler ama bu bildirgenin, özünde dinde eşitlik ilkesine saygıdan çok “dinde birlik” gereksiniminden doğduğuna da kuşku yoktur.

Ancak bildirgenin öngörmüş olduğu “herkese tolerans” ilkesi daha Constantinus zamanında Hıristiyanların lehine bozuldu. Bu bağlamda eşitliği sağlamak için Julianus gibi aydın bir imparatorun gösterdiği tüm çabalar da boşa gitti.

Constantinus, bir süre için Hıristiyanlar ile Paganlar arasında denge kurduktan sonra yavaş yavaş Hıristiyanlığa kaydı. Milano Bildirgesi’ni kaldırmadı ama özünü yok saydı. Sabır ve biraz da çekinceyle ama inatla bir Hıristiyan İmparatorluğu hazırladı.

İmparatorun bu dini seçmesinin nedeni üzerinde çok durulmuş, hayli tartışma yapılmıştır Varılan belli başlı noktalar şöyle özetlenebilir:

“Hıristiyanlar, inançları gereğince, askerlik yapmayı kabul etmemektedir. Oysa İmparatorluğun askere gereksinmesi vardır. Belki bu din, sınırları içerisindeki tüm etnik öğeleri birleştirerek imparatorluğun yaşamasını uzatabilir.

İsa’nın müjdelediği kıyamet gününün bir türlü gelmediğini gören Hıristiyan toplulukları, “dünyanın sonu” inancını bırakmak zorunda kalıp Tanrı Ülkesi’nin yeryüzünde gerçekleşmesi işine dört elle sarıldıkları günden bu yana ister istemez devlet ile belli bir ölçüde uzlaşmak, eş deyişle ona yaklaşarak onu ele geçirmek yolunu tutmuşlardı. Bunun için de aradan geçen 300 yıl içinde gerekli tüm ön hazırlıklar, -özellikle Kilise kurumlaşması- yapılmıştı. Devlet, çeşitli nedenlerle içinde çalkalanmakta olduğu toplumsal ve siyasal krizi atlatabilmek için, kurumsallaşmasını neredeyse tamamlamış olan Kilise’ye yaklaşmak zorundaydı.”


Böyle denirse de, genel olarak Hıristiyanlık yandaşı tarihçiler şunu ileri sürer:

“Constantinus’un Hıristiyanlığı devletin resmî dini olarak seçmesinde, Roma İmparatorluğu sınırları içindeki Hıristiyan sayısının çok fazla oluşunun da etkisi vardır.”

Ancak tarihin objektif verileri, Hıristiyanlıktan yana olanların bu savını geçersiz kılmaktadır. Ciddi ve yansız araştırmacılar, 3. yüzyıl ortalarında Roma İmparatorluğu sınırları içindeki Hıristiyanların sayısının toplam genel nüfusa oranla en çok %15 kadar olabileceğini öne sürmektedir. İnançlarını yaymak için gösterdikleri insanüstü çaba, çok kalabalık olduklarının sanılmasına yol açmış, ilerlemelerini sağlamada bu özellikleri de etken olmuştur.

Pagan yandaşı düşünür ve tarihçilerce, Hıristiyan inancının, yalnızca köylüler, köleler, işçiler, kadınlar ve dilenciler arasında yayıldığı, zengin ve soylu olanların evlerine ise ancak köleleri aracılığıyla girdiği öne sürülmüştür. Onlara kalırsa, Hıristiyanlık yayıcıları bilgin ve filozoflarla karşılaşmamaya özen göstermiş, kaba ve cahil yığınlarla ilgilenerek yaşları, cinsiyet durumları, yetişme biçimleri bakımından boş inançlar ile dolu öykülerin dehşetinden etkilenecek olanları kendilerine bağlamışlardır.

Bu da hiç akla yatkın bir iddia değil, çünkü İsa’nın gösterişten uzak din anlayışı dünyaya yayıldıkça, birtakım yeteneklere ve saygınlıklara sahip çok sayıda bilgili kimse tarafından da hoşnutlukla karşılandı. Atinalı düşünür Aristidis, Şehit Justinus, Aziz Clemens, Afrikalı Julius ve Aziz Cyprianus dönemlerinin saygın düşünürleriydi ve Hıristiyanlığı kabul etmişlerdi.

Sonraki yıllarda Hıristiyan dinini seçen çok sayıda Romalı soylu da oldu. Öyle ki, sırf Hıristiyan oldukları için yargı önüne çıkarılan çok sayıda kişi arasında kendi dostlarını, senatörleri ve soylu hanımları gören prokonsüller, -istemeye istemeye de olsa- onları cezalandırmak zorunda kaldı.



İnsan herhangi bir konuya ön yargılı ya da sadece tek yanlı bir tutum benimseyenlerin etkisinde kalarak baktığında, gerçek diye birçok yanılgının içine düşebiliyor. Hele bir de doğruluğuna güvendiği kaynakların yanlışlığından hiç kuşku duymayınca, tümüyle yanlış bilgilere saplanabiliyor.

O koskoca Roma İmparatorluğu’nun son demlerinde ortaya çıkmış olan Hıristiyanlık konusunda da bu böyle... Hıristiyanlıktan yana olan kimi tarihçi yazarların, insanlara bu bağlamda nasıl yanlış bilgiler vermiş olduklarına ilişkin bazı örnekler verdim. Hele bir de Hıristiyanlığın tarihinde gerçekten de çok önemli bir yer tutmuş olan İmparator Constantinus ile bağlantılı konuları gözden geçirince, insanlığın bu konuda nasıl yanıltılmış olduğu çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.

İşte bu bölümdeki bir sonraki yazımda oraya geleceğim..


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.