Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MAKROKOZMOS-MİKROKOZMOS İLİŞKİLERİ - 2  (Okunma sayısı 3012 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 28, 2009, 01:18:47 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



MAKROKOZMOS - 1


SOL (GÜNEŞ) DİZGESİ



Dünyamızın da içinde yer aldığı SOL dizgesindeki gezegenlerden güneşe en yakın olan beşini, gökyüzünde denk düşüğünde çıplak gözle görebiliriz.

Bizden önceki insanlar da görebiliyordu. Bu nedenle, ayın yanı sıra bu beş gezegenin varlığı, insanlığın yeryüzü üzerindeki varlığından beri biliniyordu. Hareketsiz olarak durduğu sanılan yeryüzüne göre bu beş gezegen ile güneş ve ay, topluca “yedi hareketli gök cismi” sayılıyordu.

Ancak gökyüzündeki cisimler belli ki bu kadarla bitmiyordu. Bunların dışındaki bir kürede ise yıldızların bulunduğu kabul ediliyordu. Onlar da yeryüzünün çevresinde dönüyorlardı; sonradan Kutup Yıldızı adı verilen bir teki hariç…

Diğer üç gezegen ile uydularının keşfi oldukça yakın bir tarihte yapıldı. Bunun için teleskopun icadı gerekmişti. Bunlardan ancak 1930 yılında keşfedilebilmiş olan Pluto’nun varlığı üzerinde son yıllarda birtakım kuşkular var. Kimi matematikçileri göre ise aslında Pluto’dan sonra bir gezegen daha olmalı.

Gezegenlerin güneşten uzaklıkları hayli düzenli bir matematiksel diziye uyar. O hesap uyarınca Mars ile Jüpiter’in arasında bir gezegen daha olması gerekir ama yok. O kuşakta üç bin kadar küçük gezegen yer alıyor; asteroitler…

Bu dizgenin içinde başka öğeler de var; kuyruklu yıldızlar gibi… Bunlardan kimisi belli, kimisi beklenmedik zamanlarda görülüyor. Beklenmedik denilenlerin öyle oluşunun nedeni de henüz periyotlarının ölçülememiş olması.

Kuyruklu yıldızlar insanlık tarihinde başlı başına bir âlemdir. Bunlar dünyaya yaklaştıklarında birer felâket habercisi sayılmıştır. Oysa gezegenler gibi onlar da güneş çevresinde birer elips çizmektedirler

Beylik soru şu: «Nasıl oldu da gezegenler güneş çevresinde böyle dönmeye başladı?» (Aslında bu soruya kuyruklu yıldızları da eklemek gerek ama eskiden onların bu dizgenin bir öğesi olduğu bilinmiyordu.)

Bu sorunun yanıtı olarak ayrı ayrı teoriler oluşturulmuştur. Bu teorilerden birine göre gezegenler güneş ile aynı anda, birlikte doğmuştur. Önceleri hayli donuk, soğuk ve ağır ağır hareket eden bir madde bulutunun bir araya gelip yoğunlaşınca, sıkışmayla birlikte dönüşler hızlanmış, dönüş hızı daha az olan bölümler ortada kalıp güneşi oluşturmuş, diğerleri de çekiş güçlerinin etkisi altında çeşitli yerlerde topaklanıp gezegenleri oluşturmuştur.

Bir diğer teori güneş çevresindeki gaz diskinin hiçbir zaman toplanamayacağını ileri sürerek bir “çarpma hipotezi” üzerinde durur. Buna göre de gezegenler, başka bir yıldızın güneşe çarpması ya da çok yakınından geçmesi ile oluşmuştur.

1930’lu yıllarda Almen fizikçi Carl Weizsäcker bu teorinin yanlışlığını kanıtlayınca, yine önceki teoriye dönülmüştür ama o hâlâ bir teori. Kesin bir şey yok.

Bilimsel bulgular uyarınca güneşin %99’u hidrojen ve helyumdan oluşuyor. Jüpiter ve daha ötedeki gezegenlerde de hidrojen ile helyum elementleri hayli yoğun. Bu bilgiye dayanılarak ortaya çıkarılan bir diğer teoriye göre; güneşi çevreleyen bir yassı elipsimsi disk, eski zamanlarda yapısı güneş ile aynı olan bir yığındı. Astronomide “protoplanet” denilen bu tür yığınlar daha sonra bir başka evreye girdi. Ağır parçalar merkezde toplandı ve gezegenin çekirdeğini oluşturdu. Çevrelerinde de birer atmosfer oluştu.

Hodllanda asıllı Gerard P. Kuiper 1940’lı yıllarda bu teoriyi bir adım daha ileri götürdü. Ona göre; protoplanetler daha güneşin ilk kez sıkışıp dev bir küre oluşturması sırasında oluşmuştu. Sonradan güneş çevreye enerji göndermeye başlayınca, radyasyon basıncı protoplanetlerin yüzeyindeki atmosferi süpürüp götürdü. Gezegenler, kuyruklu yıldızlara benzer bir dönem geçirdikten sonra, atmosferleri tümüyle uzaya dağıldı. Ancak bu süreç henüz tamamlanmış değildir; güneşe en yakın olan iki gezegende hemen hemen bitmiş, diğerlerinde devam etmektedir. Zaten bu yüzden dünya atmosferini zaman içinde yitiriyor. Ancak bu olay bizim “zaman” kavramımız uyarınca öyle ağır yürüyor ki, biz onun farkına pek az varabiliyoruz.

Nitekim bu teori matematikçilerce işlenip doğrulanınca, her bir gezegenin güneşe olan uzaklığının niçin öyle olduğu da açıklığa kavuştu.

Sol dizgesinin oluşumuna ilişkin bu teori, günümüzün bilim adamlarınca da benimseniyor; ayrıntılarda yer yer değişiklikler yapılmış durumda. Fakat bakarsınız gelecekte bu teorinin de yanlış olduğu kanıtlanır.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 29, 2009, 01:07:12 ös
Yanıtla #1

Hodllanda asıllı Gerard P. Kuiper 1940’lı yıllarda bu teoriyi bir adım daha ileri götürdü. Ona göre; protoplanetler daha güneşin ilk kez sıkışıp dev bir küre oluşturması sırasında oluşmuştu. Sonradan güneş çevreye enerji göndermeye başlayınca, radyasyon basıncı protoplanetlerin yüzeyindeki atmosferi süpürüp götürdü. Gezegenler, kuyruklu yıldızlara benzer bir dönem geçirdikten sonra, atmosferleri tümüyle uzaya dağıldı. Ancak bu süreç henüz tamamlanmış değildir; güneşe en yakın olan iki gezegende hemen hemen bitmiş, diğerlerinde devam etmektedir. Zaten bu yüzden dünya atmosferini zaman içinde yitiriyor. Ancak bu olay bizim “zaman” kavramımız uyarınca öyle ağır yürüyor ki, biz onun farkına pek az varabiliyoruz.

Birçok teori üretilmiş ve içersinde birbirine yakın ve uzak çelişkili bilgiler de öne sürülmüştür. Aslında tahmin ettiğimce dünyevi bilinç anlamımızda hala çözemediğimiz birçok şeyin olduğudur. Ama genellikle somutsal kanıtlar istediğimiz- isteyeceğimiz için öncelikle bize inandırıcı gelinmesi gereklidir diye çoğumuz böle düşünebiliyoruz.

Dünyamızın çeşitli bilimsel kuruluşlarca her an saniyesi saniyesine gözlem altında tuttuğu ve birçok değişimlere sebebiyet veren şeyleri hala araştıradursunlar, birçok şeye cevap bile bulamadıkları biliniyor. Bu hususta şunu arzetmek isterim ki, Evren Bilincine ulaşmış- ulaşabilmiş Kimselerin Evreni bütünüyle anlayabildikleri ve sahip oldukları Iman- Inanç eşliğinde Bilgi itibariyle de Sonsuz Evreni keşfedebildikleri bir gerçekliktir. Nasıl ki, yeryüzüne gelmiş Yücelerin, Ilım Adamlarının vs. daha ileri Bilgi düzeyinde oldukları için bizlere Evrenin çeşitli yönlerinden Işık tuttuysa da sonuçta bu dünyada saplanıp kalmış birçok Bilimadamlarının hala beyin karmaşasında bulundukları ve bu itibarla da sonuçlandıramadıkları, ileriye gidemedikleri çünkü nerede olurlarsa olsunlar bir yerde tıkanmak zorunda oldukları, bizlere Tanrı'nın Varlığını aslında inkar etmek için çalışıp didinen bazı Bilimadamlarının dünyevi bilinç seviyeleri bünyesinde sahip oldukları bilinç gereği Hakiki Bilinçten yoksun oldukları için bir türlü bir yere varamadıkları da günümüz gerçekliklerindendir. O yüzden hala bu dünya çerçevesinde sıkışıp kalmışlar ve kendilerince bişey yaptıklarını zannederek Tanrı'nın Sonsuz Gücü karşısında gün geçtikçe ezilmeye mahkumdurlar.

Zaten Dünyamızda gelişen olağanüstü olayları da gözönünde bulundurduğumuzda Gezegenin kaç kez yenilediğini ve yenileyeceğini, meydana gelen olayların aslında hep birer doğaüstü değişikliklerden ibaret olduğumuzu ve bütün bunlara kendimizi hazırlamamız, alıştırmamız gerekli olduğu için kabullenmemiz şarttır, esastır diye düşünüyorum. Meteorlar da yeryüzüne düşebilir, büyük sel altında birçok Ülkelerimiz kalabilir, ama bu bir son olarak düşünülmemeli, tam tersine Sonun Başlangıcı diyerek kendimizi teselli etmeye çalışmalıyız. Ne kadar çok başarılı ya da başarısızlıklarımızın sonucunu bizim kendi yaşam bonservisimiz gösterecektir.

Uzayın derin siyah yoğunluğunun bizlere her ne kadar diğer Galaksilerden habersiz olarak yaşamamızı ve en önemlisi de Evrende yalnız olduğumuza inandıracak kadar gerçekçi olarak görülse de sonuçta yalnız olmadığımız ve neyin ne olduğunu belirli bir kapasiteye ulaşınca idrak edebildiğimiz de bir gerçektir. Unutulmamalıdır ki, kısa bir süreliğine denenen Insanlar topluluğu olsak da sonuç itibariyle burası bir labaratuar ortamı olduğuna göre ki kısmi düşüncelerim beni hep bu yönde düşünmeye ittiği için, hak verdiğimden, Insanoğlunun kendisine tanınan imkanlar dahilinde ne kadar ileriye gidebileceği, en fazla ne yapabilecekleri hususunda bir fikir sahibi olunmak adına bu dünyada bulunan birer denekten başka bişey ne yazıkki değiliz.

Saygılar, Sevgiler.   
 
   
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
4406 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 28, 2009, 06:04:48 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
3853 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 07, 2009, 08:11:26 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2420 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 07, 2009, 11:55:04 öö
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
3772 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 09, 2009, 10:25:40 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
2715 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 08, 2009, 06:54:38 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2961 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 09, 2009, 12:37:23 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3275 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 09, 2009, 03:13:39 ös
Gönderen: ADAM
6 Yanıt
5476 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 10, 2009, 08:11:09 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
6471 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 10, 2009, 08:17:51 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2483 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 10, 2009, 11:30:28 öö
Gönderen: ADAM