Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Eşcinsellik (Antik Helen Uygarlıklarında) - 1  (Okunma sayısı 3466 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 30, 2009, 02:46:15 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Bu forumun bambaşka bir alanında “eşcinsellik” konusu üzerinde uzun tartışmalar yapılmıştı. «Eşcinsellik tolerans ya da hoşgörü ile karşılanabilir mi, karşılanmamalı mı?» tarzında bir soru üzerine düşünce ve görüşler çatışmıştı. Elbette kişilerin kendi kültür, görgü, anlayış, inanç, yaşam tarzı ve bunların ister istemez yarattığı ön yargıları nedeniyle böyle bir konu üzerindeki eğilimleri çelişecektir ve bu bağlamda bir uzlaşma sağlama olanağı da beklenemez.

O tartışmalar yapılırken, ben bir yandan da Antik Helen uygarlıklarındaki sosyal olguyu düşünmüştüm. İşte şimdi burada onu anlatmaya çalışacağım. Belki forum üyelerinden kimisi buna çok kızacak ama bu bağlamda önemli olan şu:

Hıristiyan Batı dünyası eşcinselliği töre dışı sayar. Bu günümüzde bekli biraz yumuşamıştır ama özellikle Orta Çağ ve sonrasında eşcinsel olduğu saptanan kişiler üzerinde baskının da ötesinde şiddet uygulanmıştır. Aynı Batı dünyası, Antik Helen kültürünü kendi kültürünün asal temeli sayar ve onu sahiplenir. Hatta Antik Helen uygarlıklarına hayran çoğu Batılı, bu uygarlığı “yeni yıkanmış bir para kadar bakir ve kusursuz olup, saf akıl ve saf güzellik ile yoğrulmuş” sayar. Acaba konu eşcinsellik olunca bu bağlamda bir çelişki var mı, yok mu? İşte ben bunu incelemeye değer bulurum.

Çünkü 20. yüzyıl sözlüklerinde yer alan ve dilimize de dönüştürülmüş  “androjeni”, “afrodizyak”, “erotizm”, “hermafroditlik”, “homoseksüellik”, “narsisizm”, “nemfomani”, “pederasti”, “satiriasis” ve  “zoofili” gibi sözcüklerin tümü Helenceden türetilmiş ve çoğu Homeros’un yapıtlarının sayfalarındaki eylemlerle bağlantılıdır.



Tanrılar ve Tanrıçalar

Homeros, Hesiodos, Plutarkhos ve Pausanias gibi profesyonel efsane koruyucu ve geliştiricileri, tanrıların ve kahramanların yatakta da kahramanlık görevlerine ayırdıkları kadar zaman geçirdikleri ve olağan ile saklının ayrılmaz bir şekilde birbirine karıştığı, canlı, serüvenci, bize göre ahlâk dışı bir dünya yarattılar.

Bunlar, Antik dünyanın çocuklarına ilk okuma kitaplarını sunmuş yazarlardı. Çocuklar onlardan yalnızca harfleri değil, bize göre ahlâk dışı konuları da öğrendi.

Örneğin Afrodit, cinsel birleşme tanrıçası, gerçi köpükten doğmuştur ama bu bir Boticelli dalgasını masumca örten bir köpük değildir. Hesiodos’un “Tanrıların Doğuşu” adlı yapıtında, yerle göğün oğlu Kronos, babasını bir tırpanla hadım edip testislerini denize savurur. Testisler kendi döllerinin köpüğünde sürüklenir. Afrodit işte bu köpükten doğar. Sonraları o da Hermes ile birleşerek, aynı anda çift cinsiyetin fiziksel özelliklerini taşıyan Hermafroditos’u, Diyonisos ile birleşerek de fiziksel özellikleri su götürmez bir şekilde eril olan ve sürekli bir ereksiyon durumunda bulunan Priapos’u doğurur.

Kahramanlar da tanrılar kadar şehvetlidir. Tüm Helen halklarının gücüne, cesaret ve azmine hayran olduğu Herakles, tek bir gecede elli bakirenin ırzına geçer. Her iki cinsle de ilişki kuran Herakles, aynı zamanda yeğeni Iolaos ile de bir ilişki yaşar ve kıvırcık saçlı, tatlı Hylas’a âşık olur.

Özellikle Atinalıların kahramanı olan Theseus, yaşamının uzun ve karmakarışık sürecinde, neredeyse öldürdüğü canavarlar kadar çok sayıda genç kızı da baştan çıkarır.

Antik Helen uygarlığında kahramanların ve tanrıların kudretli, insanüstü olmaları beklenirdi. Sıradan bir Helenli onların yaptıklarını yapabilmeyi umamaz, bazı erdemlerini edinmekle yetinirdi. Ötesi, kahramanların soylu bir ruha sahip olmakla kalmayıp, bedenlerinin de güzel olması efsanelerin baş özelliğiydi. 1950’lerde anti-kahraman tipinin ortaya çıkışına dek, Batı dünyasında edebiyatta, tiyatroda ve sonunda sinemada da bu gelenek ısrarla sürdürülmüştür.

Helenlere göre güzelliğin iki yönü arasında kopmaz bir bağ vardı. Biri olmadan diğeri de olamazdı; birinin varlığı, öbürünün de var olduğuna işaret ederdi. Yakışıklı gencin aynı zamanda “kusursuz bir ruh” sahibi olması zorunlu sayılırdı. Bu tuhaf ve çoğunlukla çürütülmüş inancın kökeni hiçbir zaman doyurucu bir biçimde açıklanamamıştır; ister ahlâki olsun, ister maddi ya da soyut, her şeyde bir simetri bulunduğu yönündeki inançlarının bir uzantısı olsa gerektir.

Gerçek ne olursa olsun, güzellik ve simetri, Helenlerin dünya görüşünün bir temel öğesi olmuştur. Nitekim benzersiz toplumsal kurumları olan “oğlancılık” da öyle.

Antik Helen Uygarlığında Oğlancılık

Dilimizde “oğlancılık” sözcüğü günümüzde genel olarak yetişkin bir erkeğin küçük bir erkek çocuğa karşı duyduğu cinsel ilgiyi ve onu taciz etmesini dile getirmede kullanılır. Kesinlikle ahlâk dışı bir olgu, bir ruhsal hastalık olarak nitelendirilir.

Oysa Helenler için bu, bir erkeğin ergenlik yaşını geçmiş ama olgunluğa henüz ulaşmamış bir erkek çocuğa karşı duyduğu sevgiydi. M.Ö. 3. yüzyıl düşünürlerinden Straton, şöyle demişti: «On iki yaşında bir oğlanın tazeliği arzu uyandırır ama on üçünde daha da hoştur. On dördünde açan aşk çiçeği daha da tatlıdır ve on beşinde cazibesi artar. On altı, ilâhi yaştır.»

Eski Atina’da, günümüzdeki anlamıyla eşcinsellikten yani aşağı yukarı aynı yaş grubundaki iki erkek arasındaki ilişkiden pek ender olarak söz edilir. Ergenliğe ulaşmamış bir erkek çocuk ile ilişki kurmak, diğer birçok uygarlıkta olduğu gibi Atina’da da yasa dışıydı. Oğlancılığın doruk dönemi olan M.Ö. 6. yüzyıl başlarından 4. yüzyıl başlarına kadar Helenler, bu konunun yüksek eğitimin bir kolu olması için uğraşıp durdu.

Kuramsal olarak, geleneksel eğitimini tamamlayan erkek çocuk, genellikle otuzlu yaşlarında kendisinden büyük bir diğer erkeğin kanatları altına girer, diğeri onun ahlâki (!) ve entelektüel gelişiminden sorumlu olur, ona nezaket ve anlayış öğretirdi. Sokrates’e göre, yegâne amacı sevilen kişide ahlâki yetkinliği geliştirmek olan bu ilişkide, saf bir sevgiyle onu ısıtırdı.

Bu noktada, konu başlığı dışında da olsa  bir başka tarihsel olguya değinmek isterim.

Yaşlı bir keşişin öğretmen ve koruyucu işlevini üstlendiği, gencin ise ona sevgi ve bağlılıkla karşılık verdiği, büyük oranda aynı usta-çırak ilişkisini yeğleyen Budist keşişler, 10. yüzyılda Japonya'da Helen oğlancılık geleneğini yeniden diriltmişlerdir. Biraz daha ileri zamanlarda aynı sistem savaşçı sınıfında da görülmüş ve bu ilişki, yaşam boyu bağlılık yeminiyle mühürlenmiştir. Ancak 17. yüzyıla gelindiğinde, klâsik oğlancılık yapısı, yerini yalnızca erkeklerin oynadığı Japon tiyatrosunda aşırı ölçüde yaygın hale gelen yetişkin eşcinselliğine bırakmıştır.

Antik Çağ uzmanları, eski Atina’daki oğlancılığın kökeni konusunda düşünce birliğine varamamıştır. Ancak çoğu, askeri örgütlenme ve iki cinsiyetin birbirlerinden ayrı tutulması nedeniyle yaygın hale geldiği komşu Sparta devletinden Atina’ya ithal edildiği görüşündedir.

Aslında bu düşüncenin yalnızca özünü ithal etmek yeterliydi. Atina, üst sınıflar arasında tüm yeni modaların hızla yayılmasını özendirecek türde bir siyasal ve toplumsal yapıya sahipti. Tüm Batı kültüründe sonradan derin ve kalıcı bir etki yaratacak olan bu uygarlığın, günümüzde herhangi orta boy bir kente oranla hayli küçük bir toplum tarafından yaratılıp sürdürülmüş olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekir.

Atina’da yabancılar ve köleler de yaşıyordu ama devletin gelişimini şekillendiren, topu topu otuz bin kadar vatandaştı. M.Ö. 4. yüzyılda bir tür siyasal durgunluk yaygınlaşana dek, zaman bulabilen tüm vatandaşlar, -elbette sadece erkekler- meclise katılma ve günün konuları hakkında konuşma haklarını kullanırdı. Her yıl, 500 kişilik bir çalışma komitesi seçilirdi. Adaletin yerine getirilmesi gerektiğinde, bu işi yapacak olan ve üye sayısı davanın önemine göre 101 ile 1001 arasında değişen bir jüri vardı. Atinalı, sitenin işlerine katılma görevine büyük değer verir ve bu görevi yerine getirecek zamanı bulmak için kazanmış olduğu pek çok lüksten cayabilirdi. Sadece kendi doyumu için değil, diğer erkeklerin kendi davranışları hakkındaki görüşlerine büyük önem verdiğinden...

Antik Atina, hem tutkulu, hem taklitçi hem gösterişçiydi. Önem sahibi her kişinin herkes tarafından en azından çehresinin tanındığı böyle küçük ama rekabetçi bir toplumda geleneğin yaygınlık kazanması için, önde gelen bir ya da iki vatandaşın her an genç ve yakışıklı çömeziyle birlikte görünmesi yeterliydi.

Üstelik bu, iki taraf için de avantajlı bir düzenlemeydi. Çömez ne kadar güzel ve akılıysa; bu, öğretmeni olarak kabul etmeyi seçtiği adam için de o denli büyük onurdu.

Aynı şekilde, adam ne kadar seçkinse, kendine çömez olarak kabullenmeye hazır olduğu genç için bu o denli büyük bir övgü kaynağıydı. Gösteriş, her iki taraf için de önemliydi.

Akademisyenler arasındaki görüş ayrılığı, Helenlerde oğlancılığın yalnızca zihinsel aşkla mı sınırlı kaldığı, bedeni de içerip içermediği üzerindeki tartışmalarla sürer. Eşcinsellik konusunda kutsal kitaplarda yazılı olanları benimseyenler, bunun zihinsel aşk olduğuna, filozofların dünyevî nitelikli sözlerinin simgesel bir bağlamda anlaşılması gerektiğine inanmayı yeğler. Bu, pek öyle kolayca desteklenemeyecek bir savunudur. Sokrates’in genç çömezi Alkibiades’in bir akşam yemeği davetine gelip, ustasını rahat bir şekilde ev sahibiyle aynı sediri paylaşırken bulmasına ilişkin anlatım, buna örnek olarak gösterilebilir.

“Genç Alkibiades öfkeli bir tarzda söylenir: «Ah, evet! Odadaki en güzel kişinin yanına oturmak için yeri göğü oynatırsın!»

Sokrates canı sıkılarak ev sahibine döner: «Bu adama duyduğum sevgi başımı sürekli derde sokuyor. Ona düşkünleştiğimden beri, güzel görünüşlü bir çocukla konuşmak bir yana, bakmama bile izin yok... Hemen kıskançlığa kapılıyor. Korkarım bugünlerde ciddi ciddi üstüme yürüyecek.”


Platon’un dilimize“Şölen” adıyla çevrilmiş yapıtında yer alan bu doğal diyalog parçacığı, simgesel bir yorum yapılabilmesini de olanaklı kılıyor. Helen hayranı kimi Batılı araştırmacıya kalırsa bu diyalogun devamı bile Sokrates’i şehvet lekesiyle damgalamıyormuş.

Yapıtın sonrasında, Alkibiades, Sokrates ile yatağa girip ona sarılmaya çalıştığını söyler: «En marifetli çabam bile yalnızca onun zaferini büyüttü. Güzelliğimin çiçeğini reddetti; onunla alay etti ve ona hakaret etti.»

Bu öykünün asıl ilginç yönü, konuşmadaki rahat cinsellik havası ve Alkibiades’in Sokrates’i baştan çıkarma girişiminden içtenlikle söz etmesidir. Günümüzde çoğu insanın açıkça “fiziksel oğlancılık” tanımı kapsamında göreceği bir şeye, o dönemde hiçbir damga vurulmamaktadır. Sokrates’in dostları, bunu pek normal bir konuşma konusu olarak görür.

Sokrates, hiç yazılı yapıt bırakmamış sözel bir öğretmendi. Hakkında bilinen her şey diğer yazarların süzgecinden geçmiştir. Bilinenlerin çoğu Ksenofones, Platon ve Athaneus gibi yazarların “symposion” olarak anılan ve en az gerçek kadar dedikoduyu da kapsayan sofra konuşması kitaplarından gelmektedir. Öykülerin bazıları kesinlikle kuşkuludur. Entelektüel aşkı öğreti konusu yapan düşünce okulu da, Sokrates’in halk arasında erotik aşkı kınadığını, Platon’un asla zihinsel aşktan başkasını önermediğini, Aristoteles’in de oğlancılığı ahlâksızlık olarak gördüğünü savunur.



Bu anlatım burada bitmez… Ancak ilk aşamada yeterince aktardım sanırım. İzin verin; biraz nefes alıp sonra devam edeyim.

Bir de şu var: Şayet bu anlatım sizi rahatsız ediyorsa, uygunsuz buluyorsanız lütfen beni uyarın, bu konuya burada son vereyim.




« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 09:51:03 ös Gönderen: dogudan »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
4403 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 26, 2007, 01:50:29 öö
Gönderen: Fraternis
1 Yanıt
3974 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 10, 2008, 09:37:25 öö
Gönderen: Prenses Isabella
15 Yanıt
9247 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 24, 2008, 08:28:39 öö
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
3801 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 24, 2009, 04:45:59 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
5781 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 01, 2009, 04:59:17 ös
Gönderen: karahan
12 Yanıt
8768 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 05, 2009, 03:05:17 ös
Gönderen: popperist
1 Yanıt
3590 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 05, 2009, 02:12:16 ös
Gönderen: rigormortis
10 Yanıt
7494 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 27, 2013, 09:50:40 öö
Gönderen: karahan
7 Yanıt
6418 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 24, 2014, 06:35:30 ös
Gönderen: Attis
0 Yanıt
3109 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 12, 2016, 04:28:52 öö
Gönderen: Risus