Nasıl bir üstünlük? Edinilebilen bir Üstünlük
Peki, bilinçli eylem gücü insana kalıtsal yollarla geçen veya doğuştan kendisine hediye edilen bir üstünlük müdür?
İşte sadece biz insana özgü olan özelliklerden biri, bu sorunun cevabındadır: İnsan, bilinci kalıtım yoluyla kendinden sonraki kuşaklara aktaramaz ya da bilinç doğuşuyla birlikte bireylere hediye edilmiş olan bir olgu değildir. Bilinç özdeksel olan insan beyninin bir özelliği olmakla birlikte, özdekle aynı sayılamayacak veya özdekten ayrı tutulamayacak bir üründür. Çünkü bilinç bireysel değil, toplumsaldır. İnsanı diğer canlılardan ayıran temel farklardan biri de, insanın toplumsal bir ürün olan bilinci edinme yetisine sahip olmasıdır.
Kısaca bilinç bir toplumsal üründür. Şöyle ki:
1.Kaynağını insanların sosyo-ekonomik faaliyetlerinden alan,
2.İnsanların üretim sürecinde girdikleri toplumsal ilişkiler içinde, nesnelerin özelliklerini, çevrelerini, dolayısıyla kendilerini tanımalarını sağlayan,
3.Doğuşla var olan değil, bireyin kendisinin edinilebileceği
Onu edilebilen bireyde, nesnel gerçekliğin yansıtıcısı olarak işlevini sürdürür. İnsan sadece bilinci edinebilme ve edindikten sonra da bilinçli eylemde bulunabilme yetisine sahiptir. Bilinç ana-babanın bir kalıtı olmadığından, bilinç açısından bireyler arasındaki bağın sürekliliğinden söz edilemez. Her birey bilinci kendisi edinmek durumundadır. Ancak bu sonuç her insanın bilinci edindiği, bilinçli eylemde bulunduğu anlamına alınmamalıdır, alınamaz. Alınmama ve/veya alınamaz konusuna daha sonra dönmek üzere bu aşamada insanın diğer hazinesi üzerinde de durmamız gerektiğini düşünüyorum.
Organizma olarak insanın, yaşam adı verilen varlık çeşidinin bir görünümü olduğunu biliyoruz. Organik dünyada yaşamın, kalıtımla bireyden bireye geçtiğini ve böylece hayatın ileriye doğru iletilmiş olduğunu da biliyoruz. Ama bunların insanlaşma için yeterli olmadığını da biliyoruz. Neden yetersiz? Çünkü ileriye doğru iletilen organik yaşam, bilinci kesintiye uğratır. İnsanlaşma bu kesintinin, bilinçle eş zamanlı oluşan dil ile aşılmasıyla başlamıştır. Dil bir kültür olayıdır ve kültür de bireyler arasındaki bağın sürekliliğini sağlayan olgudur. Kültür kendini kalıtımla değil, aktarımla sürdürür, böylece de hayatları birbirine ekler. Sonuç kültürün bilinçler arasındaki köprüyü kurmasıdır.
Dilin yapısal oluşumuna baktığımızda şunları görürüz:
1.İnsanların önce sembolleri bularak alfabelerini yaptıklarını,
2.Alfabeyi kullanım kuralları getirerek sentaks’ı, sembol ve sembol gruplarının anlamlarını belirleyerek semantik’i oluşturduklarını,
3.Kullanım özgürlüğünü bireye bırakarak pragmatik yapılanmayı tamamladıklarını.
Kullanım özgürlüğü dilsel sembolleri kullanarak benzetme yapabilme özgürlüğü olarak tanımlanmış, dolayısıyla anlamın belli bir zaman anına bağlı olmaması sağlamıştır. Böylece anlam, zaman ve mekânı aşarak insanlar arası iletişim ve uzlaşma alanı oluşturmuştur.
Bireyler arası iletişimi sağlayan esas itibariyle anlamdır. Anlam, bilinç edimleriyle başlayıp bitmez, bu edimlerden kopar ve bunları aşan bir varlık kazanır. İşte bu özellik dili bireyüstü yapan bir özelliktir. Dilin bireyüstü olmasını sağlayan diğer özelliği ise dili bir tek kişinin yaratmamış olmasıdır. Dil toplumsal bir olgudur. İnsan toplumunun dışında ne insan düşüncesi ne de dil olamaz. Çünkü dil, diğerleriyle işbirliği gerçekleştirmek için insanda oluşan söyleme ihtiyacının karşılanmasıdır. Başka bir deyişle, bilinç ile eş zamanlı var olan ve bilinç ile karşılıklı etkileşerek gelişen dil, aynı zamanda düşüncenin özdeksel yapısıdır. Çünkü insan kendi kendine düşündüğü zaman bile sözcüklerle yani dili ile düşünür.
Dil ile kazandıklarımızdan bazılarını hatırlayalım:
1.Dil, günlük gereksinimlerimizden kaynaklanan doğal niteliğe veya özel ihtiyaçlarımızı karşılamak için yapay niteliğe sahip olabildiğinden, bilgilerin saptanıp, saklanmasına olanak sağlar. Böylece bilgi edinmek için harcamak zorunda olduğumuz gücü ve zamanı kazanırız.
2.Dil, başkalarının deneyimleriyle eylemde bulunmak olanağını sağladığından zaman ve mekanı ele geçirmiştir. Başkalarını eğitebilme, dağarcığımızı kuşaklara aktarabilme ve dünyaya açılabilme bu sürekliliğin sonucu gerçekleşir.
3.Dil, bireysel değerlerimizin toplumsallaşmasını ve bu nedenle de bu değerlerin hızla gelişmesini sağlar.
4.Dil, anlaşır olmasıyla türetilebilme özelliğine sahiptir. Türetilebilir olduğundan da düşüncenin gelişmesini sağlar.
Biz, bu kazanımların kaynağı ve aracı olan dili edinmek için harekete geçer, duygularımızı, düşüncelerimizi, kendimizi dilimizle ifade eder ve dili ömrümüz boyunca hazır bulduğumuz bir sermaye gibi tüketiriz. Bilinçli eylemin ifadesi olan dilin tükenebilirliği, düşüncemizin etkinliğinin ve en genel anlamda kendimizin de tükenebilirliğine işaret eder. Sorun da buradadır. Başka bir deyişle, dilin bazen işitilen, bazen işitilmesi engellenen bazen de yüreksizlik nedeniyle işitmeyi bireyin kendisinin ret ettiği bir olgu olması, insanlık tarihinin en temel problemlerinden biridir.