Şu dil felsefesi. Linguistik analiz. Hmm, 20.yy'da pek bir modaydı. Kazayla ortaya çıkmıştı ama olsun.
Sayın Zaman, şimdi sizin söylediklerinizi ben özetleyeceğim. Ki siz okuyun, doğru mu anlamışım yoksa yanlış mı.
İnsan ile diğer canlılar arasındaki farka hayret ederek başlıyorsunuz. İnsan da hayvan da bir canlı olmasına rağmen, insan doğaya egemen oluyor, fakat hayvan olamıyor. Bu farkı, insanın bilinçli olmasına veriyorsunuz. Bu biliçliliğin doğurduğu şeyi kültür diye tanımlıyorsunuz. Ortak işbirliğinden bahsediyorsunuz. Ve bu şekilde, bu kültür, bilinç dediğimiz karışımın üstünlüğü insanın doğaya egemen olmasını sağlıyor. Buraya kadar her şey güzel. Daha sonra diyorsunuz ki, işte insanın doğaya egemen olmasını sağlayan, yani insanın yegane gücü olan şey bilinçtir. Fakat heyhat, biz bilinci insana bakınca göremiyoruz, altı üstü boz madde, ak maddeyiz; ne mikroskoplarımız beyin hücrelerinde bilinç diye küçük adamlar görebiliyor, fakat ne de büsbütün maddeden ayrı maddesiz bir bilinci görebiliyoruz. İkisi de yok. Böyle değilse, bunun genetik olarak aktarılması varsayımı da şüphelidir diyorsunuz. O halde diyorsunuz, bunun kaynağı toplumdur. İnsan-insan ilişkisidir. Ve, insan insanla ve diğerleriyle iletişim kurarken, dili kullanır. İşte diyorsunuz, dil, iletişim, tüm bilincin, kültürün, işbirliğinin kökeninde yer alan, insanı hayvandan farklı kılan unsurdur. İnsan dil ile benzerlikleri, farklılıkları keşfeder ve onları sembolle ifade eder. Bunlar da toplumsaldır. Dilin yararları ise bilgiyi saklamak, aktarmak, anlamaktır. Dil ne kadar kullanılırsa, o kadar bilinçleniriz. Dil ne kadar görmezden gelinirse, o kadar bilinçsizleşiriz.
Bu yazı bana çok karışık geldi. Dolaysız değil evet, fakat argümanlar arasındaki bağlar çok zayıf. Ve sanırım, bir yerlerde hata yapılıyor.
Dil, benim için bir haberleşme aracıdır. O bir araçtır. Öz değil. O, bilincin bir icadıdır.
Siz, sanki dili, bilincin bir icadı olarak değil de, bilinci dilin bir icadı olarak görüyorsunuz. Dili, merkezi bir yere oturtuyorsunuz. Halbuki o benim için sadece bir araç. Bizzat bilincin bir aracı. Araç, hiçbir zaman asli öz olamaz.
Ben sizin yazınızda "dilin yararları" diye bahsettiğiniz yere, "mantığın yararları" diye bakarsam ortada sorun falan kalmaz.
Merkeze insanın içsel bir özelliği olan mantığı (veya bilinci) koymak yerine dili koyduğunuz için, insanda bilinçten (mantıktan) evvel "dil"e odaklanıyor ve bunun da ancak toplumda var olabileceğini belirterek, o halde bu tekil insana has bir özellik değil, topluma has bir özelliktir diyorsunuz. Dil tabii ki toplumsaldır. Fakat hayatı boyunca hiçbir insanla temas kurmamış, hiç konuşmamış bir insan da alet yapabilir, karnını doyurabilir. Yani mantık onda da vardır. Her ne kadar biz bilinci bugünkü teknik imkanlarla tam anlamıyla çözememiş olsak bile, her bireyin bir beyni vardır, ve mantık da beyinle doğrudan ilgilidir.
İnsan benzerlikleri, farklılıkları, karşılaştırmaları dille yapmaz. Bunu önce ham bilgi olarak algılar, sonra beyin (bilinç,mantık) bunları yorumlar. Daha sonra karşısına bir insan çıktığında, daha önce kendisine saldırmış bir çakala benzediği için, bir kurtu "tehlikeli" kategorisine önce mantığında sokar, sonra da o insanı bu benzerliği anlatarak uyarır.
Yani önce mantık (bilinç), dil değil. Dil, sadece mantığın ürünlerini bir başkasıyla paylaşmak veya başkasının mantığının, aklının ürünlerini talep etmek durumunda ihtiyacen ortaya çıkmış bir araçtır. Sadece bir araç. Evet, mantığın, aklın verilerini ancak tartışarak, söyleyerek, anlatarak, izah ederek paylaşırız. Bunun için de dili kullanırız, fakat aklı dil ile paylaştığımız için, dil üste çıkamaz. Bu, alışverişte 5 lira verip bir kilo peynir aldığım için, asıl derdimin karnımı doyurmak değil de, bakkala 5 lira vermek olduğunu iddia etmeye benziyor.
Biz, bu kazanımların kaynağı ve aracı olan dili edinmek için harekete geçer, duygularımızı, düşüncelerimizi, kendimizi dilimizle ifade eder ve dili ömrümüz boyunca hazır bulduğumuz bir sermaye gibi tüketiriz. Bilinçli eylemin ifadesi olan dilin tükenebilirliği, düşüncemizin etkinliğinin ve en genel anlamda kendimizin de tükenebilirliğine işaret eder. Sorun da buradadır. Başka bir deyişle, dilin bazen işitilen, bazen işitilmesi engellenen bazen de yüreksizlik nedeniyle işitmeyi bireyin kendisinin ret ettiği bir olgu olması, insanlık tarihinin en temel problemlerinden biridir.
Dilin reddolunması ile ilgili olumsuzluğa da bu açıdan şöyle bakabiliriz; kavramların reddolunması. Yani farklı kavramlardan bihaber olma, reddetme durumu. Sadece gündelik hayatın kavramlarıyla yoluna devam etmekte bir keçi inadı durumu. Cahil dediğimiz, okumayı yazmayı önemsiz gören takım böyle yapıyor. Kavramlardan bihaber oldukları için, düşünceyi çalıştıracak kıvılcımlardan mahrum oluyorlar. Bu da eksiklik, bilgisizlik olarak sonuç veriyor. Fakat tüm bu edimler, kötü bir anlayışın veya tembelliğin, lakaytlığın unsurlarıdır. Bu tür tavırlar da kişinin bilinciyle doğrudan ilgilidir. Kavramlar, sadece bir dil unsuru değil, anlayış unsurlarıdır. Yani "özgürlük" dediğimde bunun aklımda canlandırdığı bir şema vardır. Bu şema, sadece bir araç olan dilin sınırları içine yüklenemez. Bu, akıl, bilinç dediğimiz sınırsız yeteneğimizle "kavradığımız" bir olgudur.
Saygılar.