Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: TAPINAKLAR - (EKEİR – 45)  (Okunma sayısı 3405 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Şubat 08, 2010, 09:36:15 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Burada yazacaklarımın bazısı belki başka bölümlerde başka başlıklar altında lyazmış olduklarım ile örtüşecektir. Ne yapalım; birikim aynı birikim, kişi aynı kişi. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri yazması olağan. “Acaba şunu yazmışmıydım? Nerede yazmıştım? Bulayım da tekrar olmasın.” diye forum alanında aramakla uğraşmaktansa, yazıveriyorum işte.




Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin ritüellerdeki alegorik nitelikli öykülerin bazısı birbirleriyle bağlantılı, bazısı hiç ilgisiz birçok esin kaynağından alınmış. Bunların arasında dinsel kaynaklar da var dinsel olmayanlar da… Ancak Süleyman Tapınağı, bir bakıma hepsinin arasında bir kilit noktası gibi görünüyor.

İsrailoğulları’nın Kudüs ve çevresine yerleşmelerinden sonraki ilk kralı Davut, Kudüs’te görkemli bir tapınak yaptırmayı düşünmüş olmakla birlikte buna bir türlü başlayamamış. Onun tasarımını oğlu Süleyman gerçekleştirmeye girişmiş. (M.Ö. 966)

O tarihlerde, komşu ülkelerden Fenike’nin önde gelen kentlerinden birinin kralı, Sur Kralı Hiram, din ve inançlarının ayrı olmasına karşın, bu tapınağın yapımına destek vermiş. Çünkü bu tapınak, Baal tapımını dışlamayacakmış. Dolayısıyla Sur kralı önce yapım sırasında gerekli keresteyi sağlamış, sonra da yetenekli bir yapı ustasını, Hiram Abif’i, Süleyman’a göndermiş.

Mason ritüellerine göre Moriah Dağı, diğer bazı kaynaklara göre Siyon Tepesi üzerinde yapılmakta olan mabedin bitimine yaklaşıldığı bir sırada (M.Ö. 960) Masonluktaki ritüellere göre bu yapıtın başmimarı olan Hiram Abif, görevi başında uğradığı bir saldırıda öldürülmüş. Tapınağın bitirilmesi bir süre aksamaya uğramış. Sonra katiller yakalanıp cezalandırılmış. Tapınağın bitirilebilmesi için, Hiram Abif’in yetiştirmiş olduğu ustalar arasında görev bölümü yapılmış. Tapınak ertesi yıl tamamlanmış.

Mason ritüellerinde öyle deniyor. Ancak bu öykünün doğru olup olmadığına ilişkin hiçbir kanıt yok. Böyle bir tapınağın gerçekten yapılmış olup olmadığı bile belli değil. Dolayısıyla bu tür bir öykü ancak bir alegori olarak nitelenebilir. Ancak biz böyle bir tapınağın gerçekten de yapılmış olduğu varsayımıyla devam edelim; yoksa konuyu alegoriden çıkarıp gerçekler üzerine yöneltir, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti ile olan bağlantıyı da kaçırırız.

Dendiğine göre; bu tapınağın en önemli yeri, sonradan “Kutsalların kutsalı” adıyla anılmış olan bölmeymiş. İsrailoğullarının kutsal emanetlerinin konduğu ve sonradan “Ahiet Sandğı” olarak anılan sandık burada bulundurulurmuş. Buraya hiç girilmezmiş; sadece yüksek rahip girermiş yılda bir ya da iki kez. Ancak asıl önemli olan, bunun hemen altında yapıldığı söylenen bir “gizli bölme” imiş. Anlatımlardan anlaşıldığına göre yeraltındaki bu diğer bölmenin nerede olduğu, oraya nasıl ulaşılabileceği, orada ne bulundurulduğu, bununla bağlantılı akla gelebilecek her sorunun yanıtı çok gizli tutulmuş.

Sonraki yıllarda Kral Süleyman kendini uçarılığa kaptırmış. Kralın tutumu halkı etkilemiş; yozlaşma başlamış.  İsrailoğullarının tarihteki en görkemli dönemi, Süleyman’ın ölümüyle birlikte kapanmış. Bundan sonra halk giderek yoksulluğa düşmüş; toplumsal sorunlar artmış. Yahudiler, zaman zaman komşularının saldırılarına uğramış. Süleyman Tapınağı birkaç kez soyulmuş ama hiç kimse bir söylence olan o gizli bölmeye ulaşamamış.

Yıllar sonra Babil Kralı Nebukadnezar’ın orduları Kudüs’e girmiş, kenti yıkıp yakmış; taş üstünde taş bırakmamışlar. Süleyman Tapınağı’nı da yağmalayıp yerle bir etmişler. (M.Ö. 587) Çok aramalarına karşın, onlar da gizli bölmenin yerini bir türlü bulamamış. İsrailoğullarının ileri gelenlerini tutsak edip zincire vurarak Babil’e götürmüşler.

Bundan sonra da Kudüs bir yıkıntıya dönüşmüş.

Yıllar sonra, üç gezgin dervişin yolu Kudüs’e düşer. İçlerinden biri, Süleyman Tapınağı’nın yıkıntısı altında kalmış olan gizli bölmeye nasıl ulaşılabileceğini bilmektedir. Oraya girmiş, orada neler olduğunu görmüş ama herhangi bir şey alıp götürmemişler. Yalnızca kutsal gizleri ortadan kaldırmış, bir daha hiç kimsenin buraya girememesi için gerekli önlemleri almış, çekip gitmişler.

İşte böylece, Süleyman Tapınağı’nın mason ritüellerinde geçen öyküsünü özetlemiş oldum.  Umarım bu forum kurallarının 17. maddesine aykırı değildir.

Bu öykü sadece Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’ne ya da genel olarak İskoç ritlerine özgü değildir. Mason ritlerinin çoğunda yer alır. Anlatımların ayrıntılarında yer yer birtakım farklılıklar vardır ama bu pek önemli sayılmaz.

Bazı ritüellerde “Tanrı’ya şükür, onu bulduk!” anlamına gelen bir söz geçer. Bu sözü kimlerin söylediği, neyi bulmuş oldukları için söylendiği belli değildir. Yapılabilecek her açıklama aslında bir yorumdur. Anlaşılan çok önemli olarak nitelendirilen yitirilmiş bir şey vardır. Ritüellerde bunun bir “sözcük” olduğu söylenir.

Bazı yerde bir “yitirilmiş taş” konu edilir. Zaten “taş” tarih boyunca hemen her kültürde çok önemli ve çok değerli bir nesne olarak nitelendirilmenin ötesinde, çok önemli bir kavramdır. Çok değerli bir giz, belki de salt maddi değeri olan bir hazine ile bile özdeşleşebilir. Aslında belki de sadece bir simgedir. Özenle vurgulanmasına çalışılan konu, bir zamanlar yitirilmiş olan bu “şey”in sonra kimilerince bulunmuş olduğudur. (Dan Brown’un şu son yazdığı romana “Kayıp Sembol” adını verişi aslında gelişigüzel değil.)

Durum böyle olunca, Masonluktaki öğretide bir masona sürekli olarak arayışta bulunması önerilir. Neyi araması gerektiği, nasıl arayacağı söylenmez.

Peki ama yitirilmiş olan şey -her ne ise- sonradan birilerince bulunmuşsa, yine aranmasının önerilmesi nedendir?

Bu soruya kesin bir yanıt verilemez. Ancak yorum yapılabilir. O şeyi bulmuş olanlar, onu bir başka yere gizlemiş olsalar gerektir. Bu kez de sonradan gizlenmiş olduğu yere ilişkin bilgiler yitirilmiştir ya da saklanmaktadır.

Tutsaklanarak Babil’e götürülmüş olan İsrailoğullarına, burada iyi davranılır hatta geniş olanaklar sağlanır. Üstelik Pers İmparatoru Kurus (Keyhüsrev) Babil’i ele geçirdikten sonra İsrailoğullarına özgürlüklerini bağışlar.

İsrailoğullarından çoğu Babil’de rahattır. Orada kalmayı yeğlerler. Ancak bir bölümü Kudüs’e dönmek ister. Prens Zorobabel’in önderliğindeki zorlu bir yolculuktan sonra Kudüs’e varırlar. Bunların çoğunu İsrailoğullarının Benjamin (Bünyamin) ve Judah (Yahuda) kavimlerinden olanlar oluşturur; bir diğer deyişle Kudüs’ün özgün sahipleri ile İsrailoğullarının kral ailesi.

Yurtlarına kavuşanlar, yıllar önce yıkılmış olan tapınağı yeniden yapmak ister. Ancak hiç de rahat bırakılmazlar. Sürekli olarak bir yandan Filistinlilerin, diğer yandan da Samiriyelilerin saldırılarına uğrarlar. Çareyi gene Perslerden yardım istemekte bulurlar.

Pers İmparatoru Darius, Yahudi ülkesini koruması altına alır. İkinci tapınağın yapımı bitirilir. (M.Ö. 516)

Bu öykülerin diğer mason ritlerinde de yer alışı, özellikle 19. yüzyıl başlarında, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin kendi jürisdiksiyonlarındaki egemen yönetici otoritelerinin, ritin bu aşamasıyla pek ilgilenmemelerine yol açmıştır. Öyküler bakımından bu aşamada gelmiş olduğumuz nokta, İngiliz Masonluğu Sistemi’ndeki Şahane Kubbe ya da Royal Arch derecesinde de bu aşamada bir sonuca bağlanır.

18. yüzyılın ikinci yarısını ikiye bölünmüş olarak geçiren İngiliz Masonluğu, 1813 yılında kendi içindeki birliğini yeniden sağladığında düzenlenen protokol uyarınca, Royal Arch derecesi Masonluğun simgesel derecelerinden sayılmış, üçüncü derecenin bir uzantısı sayılarak simgesel derecelerde çalışan locaların ritüellerinin kapsamına alınmıştır.

Egemenlik faslı bir yana bırakılırsa; bunun bir haklı gerekçesinden de söz edilebilir. 1720’li yıllarda Masonlukta ilk kez üçüncü derece oluşturulurken, bunun özgün ritüelinin, sonradan Royal Arch derecesine alınmış olan ritüelik öğretimi de kapsadığı söylenir. Gerçi İngiliz Masonluğu Sistemi bununla son bulmaz. Bu sistemde “ileri dereceler” (advanced degrees) adı altında, çoğu dinsel esinlenmeli daha birçok derece vardır. Bunların arasında, Rozkruacıların 17. yüzyıldaki öğretilerinden esinlenilerek düzenlenmiş olan Gül-Haç ya da Rose-croix (Rozkrua) derecesi ayrıcalıklı bir yer tutar. Bu da Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 18. derecesinin karşılığıdır.

Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 17. derecesinin, diğer mason ritlerinde tam bir karşılığı yoktur. Bu derece, İncil’in sonundaki “Vahiy” adlı bölümden esinlenilerek oluşturulmuştur. Batı Anadolu’da Hıristiyanlığın özgün yedi kilisesinin kuruluşuyla bağlantılıdır. Buna bakarak, özellikle bu derecede açıkça Hıristiyanlık propagandası yapıldığı kanısına kapılabilirsiniz.

Dikkatli olun! Yanılabilirsiniz.

İsa’nın çarmıha gerildikten sonra hemen ölmediğine, Arimatealı Yusuf’un yardımıyla Meryem ve Magdalena ile birlikte Batı Anadolu’ya geldiklerine, sonra bir gemiyle Fransa’nın güneyindeki Languedoc’a gittiklerine ilişkin söylentileri anımsayın...

Beri yandan Kıta Avrupası’nda Fransız Masonluğu’nun gelişim evrelerinde kurulan Fransa Büyük Doğusu (Grand Orient de France), Fransız Riti ya da Modern Rit olarak anılan ritin kapsamını Rozkrua derecesini de içerecek bir tarzda düzenlemiştir. Fransa Büyük Doğusu’nun 19. yüzyıl ortalarına kadar yürütmüş olduğu yöntem uyarınca, simgesel dereceler ile yüksek dereceler arasında belirgin bir ayırım gözetilmemiştir. Dolayısıyla, herhangi bir loca, salt simgesel derecelerde çalışmak zorunda tutulmamıştır.

Bu böyle olunca, 19. yüzyıl başlarında Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin Avrupa’da kurulan ilk egemen otoriteleri, ritin 18. derecesine kadar yapılacak olan çalışmaları büyük localara bırakmayı yeğlemiştir. Fakat sonra büyük locaların tutumlarını uygun bulmayıp, ritin simgesel derecelerle birlikte tüm derecelerini kendi yönetimleri altına almak istemişlerse de, çok geç kalmış oldukları için bunu başaramamışlardır. Sonuç olarak, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin yüksek konseylerinden çoğu, kendi yönetimleri altında tuttukları masonik birimlerdeki çalışmalara ritin ya 4. ya da 19. derecesiyle başlar olmuşlardır.

Aynı yöntemin dünyanın diğer yörelerinden bazılarında, bu arada ilginçtir ki İngiltere’de bile benimsenmiş olduğunu görüyoruz.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
8144 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 22, 2009, 11:00:38 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
7299 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 24, 2009, 11:55:12 ös
Gönderen: ozak1977
2 Yanıt
5254 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 30, 2009, 01:12:50 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
7375 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2010, 08:54:06 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
6119 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 21, 2010, 10:30:45 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3519 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 28, 2010, 09:06:31 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3171 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 06, 2010, 08:29:13 öö
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
12989 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 09, 2010, 06:25:01 ös
Gönderen: aashooter
2 Yanıt
6590 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 15, 2010, 11:50:33 öö
Gönderen: ceycet
4 Yanıt
6044 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 17, 2010, 07:42:51 ös
Gönderen: martı