Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: H A K İ K A T N E D İ R ?...  (Okunma sayısı 3410 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 20, 2010, 12:51:25 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Hakikat nedir? Bildiğimiz hayatın ana sorusudur bu ve hiçbir şekilde cevaplanması kolay bir soru değildir. İki bin yıl önce Romalı Vali Plate İsa’ya aynı soruyu sormuştu, aradan geçen zamanda medeniyet birçok başka alanda epey ilerleme kat etmiş olsa da, öyle görünüyor ki cevaba çok yaklaşamadık. Bu makalelerde size Gnostik Teurjiyi anlatacağız. Bu disiplinin insanın hakikat kavramının en önemli değerlendirmelerini içerdiğini düşünüyoruz. Hakikat hiç kimsenin tekelinde olmasa da, teurji yoluyla modern insanın uyguladığı birçok ruhani sistemin ardındaki temel Gnosis’i size anlatabileceğimizi düşünüyoruz. Görünüşler dünyasının ardında neler olup bittiğini kavramamıza yetecek kadar kavrayış parçalarını bir araya getirdiğimizi düşünüyoruz.
HAKİKAT NEDİR?

Hakikati anlamanın en iyi yolu Antik Yunan’a geri dönmek ve Platon tarafından kullanılan mağara meselini tekrar incelemek. Diğer mesellere kıyasla bu mesel hakikatin ne olduğuna dair bize kesin bir içgörü sunuyor. Platon insanlığın tümünü birer mahkum olarak görür. Hepimiz bir yer altı mağarasında zincirlenmiş ve karanlık bir duvara bakacak şekilde doğarız. Mağaraya ağzındaki küçük açılıktan çok az bir ışık girmektedir. Zincirlerimizden dolayı ışığın geldiği tersi yöne bakarız ve bu yüzden sadece önümüzdeki duvarda geçen gölgeleri görebiliriz. Bu gölgeler mağaranın ağzının ötesinde yaşayan insanlar ve olaylardan gelmektedir. Bizim algılarımız, demek ki, sadece gölgeler ve yansımaların algısıdır. Platon’un esas sorusu içimizden birinin mağaranın dışına kaçmayı başarması durumunda ne olacağıdır?

Platon’un cevabını onun Devlet kitabında bulabiliriz. Burada Sokrates kaçan mahkumun önce üst dünyadaki ışıktan dolayı kör olma korkusuyla tekrar mağaraya geri kaçacağını söyler. Fakat yalnızca kısa bir süreliğine…

Demek ki dünyada bazı şeyleri görebilmesi için, önce gözlerinin alışması gerekmektedir. İlk olarak gölgeleri görmek ona kolay gelecektir, sonra suda yansıyan insanların ve şeylerin hayallerini görecektir, daha sonra da bizzat gerçek şeyleri görecektir. Bundan sonra geceleri gökyüzünü ve semavi cisimleri, ayı ve yıldızları inceleyebilir, ancak henüz gündüze alışmamıştır ve Güneş’e bakamaz. En sonda güneşe bakabilecek, herhangi bir yansımaya değil, doğrudan kaynağı görebilecektir. Bundan sonra mevsimleri, günü, görünür dünyadaki her şeyi Güneş’in ürettiğini ve mağaradaki arkadaşlarının gördüğü her şeye onun sebep olduğunu anlamaya başlayabilir. Devlet, Platon, 516. p.

Platon burada insanın normal halini anlatmaktadır. Çizdiği resim net ve kesindir. İnsan maddeye ve düşmüş haline bağlılığı yüzünden zincirlenmiştir. Onun gördüğü tek gerçeklik bir yansıma ve etrafındaki yanılsamalı dünyanın hayal dünyasıdır. Bu dünyaya Dialektik Sistem veya Arkhonlar Alemi denir. Eşyanın gerçek kaynağı idealar aleminde – ruhani planlarda bulunmaktadır.Bunlar Statik Sistem veya Işığın Hazinesi diye bilinirler.

Platon’un meseli iyi bir başlangıç noktasıdır, çünkü bize anlam arayışında olan insana dair iyi bir kavrayış sunar. İnsanın arayışı bir savaştır, birbirinden ayır iki sistem arasındaki Kozmik Savaş. Birçok ruhani sistemde bu iki alem birbirlerinden ayrı olmakla kalmaz, birbirleriyle savaş halindedir. Çünkü eğer insanı zincirleyen güç, aynı zamanda yanılsamaları yöneten güçse, o zaman özgürleşmek için savaşmak şarttır. Bazen bu savaş mitolojilerde kozmik savaş veya öte dünyaya ait bir savaş gibi anlatılır.

Savaş neden yeryüzünde olduğumuz, bizi buraya kimin veya neyin koyduğu ve hayatımızın amacının ne olduğuyla ilgilidir. Bu savaşı ve insanlar için ne anlama geldiğini kavramak için inançlarımızı ve kavramlarımızı yeniden değerlendirmemiz gerekir. Kadim metinleri ve kutsal kitapları incelediğimiz yıllar içinde birçok genel inancımızın, kendi hayat akışımıza tümüyle yabancı bir sistem tarafından bizzat yaratılıp korunduğunu fark ettik. Gerçeği gördüğümüzde bir şok yaşadık, tam bir şok! Çünkü doğru sandığımız her şeyden çok farklı bir şey olmasıydı.

Burada ‘savaş’ kelimesinin geçmesi birçok insanı yazıdan soğutabilir. Neden bahsediyoruz? Şeytan mı? İblisler mi? UFO’lar mı? Bu sorunuzu yanıtlamadan önce  Gnostik dünya görüşünü anlamanız gerekiyor.
GNOSİS VE HAZIR KAVRAMLAR

Dili ve bilgiyi düşündüğümüz zaman çok önemli bir mesele çıkar ortaya. Mesele şu ki insanlığın sahip olduğu birçok (ve belki bütün) kavram, inanç ve zihinsel yapının yapay olmasıdır, bunlar ‘iktidar sahipleri’nin istediği şekilde evrim geçirmişlerdir.

Bu yüzden neden bahsettiğimizi anlamanız için her şeyden önce kafanızda hali hazırda bulunan kavramları bir kenara koymanız gerekiyor. Birçok kelime belli şekillerde davranmamızı sağlamak için kasıtlı bir şekilde programlandığı için bu çok zor bir iştir. Hepimiz Hıristiyanlık, Musevilik, Hinduizm, Demokrasi, Siyaset vb. konularda bazı ‘bilgilere’ sahibiz. Bunlar yanlış veya doğru olabilirler, bu konuda bir şey söyleyemeyiz, ama emin olduğumuz şey şu ki bunların hepsi çevremizden öğrendiğimiz şeylerdir, kendi içimizden çıkan şeyler değil. Dile farklı dünya görüşlerine uyacak şekilde şekil verilebildiğini ve bizde belli izlenimler ve tepkiler yaratmak için kullanıldıklarını bilmenin faydası var. Alice’in Harikalar Ülkesinde Humpty ile yaptığı şu konuşmayı dinleyin:

Dumpty ve Alice:

“Bir kelime kullandığım zaman, “dedi Humpty Dumpty, “o ben onu ne anlamda kullandıysam o anlama geliyor, ne fazla ne eksik.”

“Sorun şu ki,” dedi Alice, “kelimeleri birçok farklı anlama gelecek şekilde kullanabilirsin?”

“Asıl mesele,” dedi Humpty, “hangisinin esas olduğudur, işte o kadar.”

Aynanın İçinden, Levis Caroll

Gnostik dünya görüşünü anlayabilmek için inançlarınızı, varsayımlarınızı bir kenara koymanız ve size öğretilen şeylerin çoğunu yeniden gözden geçirmeniz gerekmektedir. Kullandığımız terimleri, onları kullandığımız bağlamda anlamanız çok önemlidir. Size vereceğimiz birçok kelime ve kavram, her ne kadar Hıristiyan gelenekte de kullanılmış olsa da, oradaki kelimelerle hiçbir şekilde aynı anlama gelmiyorlar!

Araştırmamız sonucunda Gnosis’in iç öğretisini, Gizem Öğretilerini yeniden inşa etmeye başladık. Bizim keşfettiğimiz şey Hıristiyan Kiliseler’in, Okült örgütlenmelerin ve diğer örgütlü din ve felsefelerin öğrettiklerinden farklıydı. Şimdi bir saniye durun ve son cümlede birçok ‘cızzzzz” kelimesi kullandığımızı fark edin: Hıristiyanlık, kilise, okült, ezoterik, gizem öğretileri…

…ve bu her kelime kafanızda bir çağrışımı harekete geçirdi. Örneğin okült kelimesini muhtemelen karanlık veya şer bir şeyle ilişkilendiriyorsunuz, oysa kelimenin anlamı ‘gizli’ demektir. Örneğin tıpçılar ‘okült kanama’ derler, bu sadece kaynağı bilinmeyen gizli kanama anlamına gelir. Buradaki anlamı hiçbir şekilde şer veya karanlık değildir.

Tekrar tekrar vurgulamak zorundayız ki Gnostik dünya görüşünü anlayabilmek için sahip olduğunuz çağrışımları, önyargıları ve hazır kavramları bir kenara bırakmalı ve kullanılan terimleri yeni anlamlarıyla dikkate almalısınız. Dili kullandığımız şekliyle anlamanız, hali hazırda sahip olduğunuz dini ‘bilgilerinizle’ anlamamanız çok önemlidir. Sizden söylediğimiz her şeyi kabul etmenizi veya eski terimlere getirdiğimiz yeni tanımları düşünmeden kabul etmemiz gerekiyor.
PEKİ BÜTÜN BU TUHAF TERİMLER NE ANLAMA GELİYOR?

Gnosis kelimesi Yunanca “bilmek” kelimesinden gelir, fakat ‘kafada bilmek’ten daha fazla, tanımak, yaşayarak bilmek, görmek anlamlarına gelir. Gnosis ruhani bilgelik arayan kişinin uluhiyeti yaşadığı ve dönüştüğü sürecin ismidir.

Bu dönüşümü mümkün kılan öğretilere Gizem Öğretileri denir. Bu öğretiler dünya dinlerinin ve ideolojik sistemlerinin ardındaki esas özün, en kadim bilgeliğin cisimleşmesidir.

Bu anlamda onlar Ezoterik veya Batinidir (ezo ve batın – iç anlamına gelir). Bunlar laik bilginin ötesinde ve ardındaki içsel öğretilerdir ve yalnızca çok az insanın erişebileceği çekirdek dini bilgeliktir.

Bunlar gizli oldukları için batin, ya da okült bilgilerdir. Bunlar dinin kaynağa dönmek anlamında olması hasebince dinidirler. Bu öğretiler bizi tekrar ruhani dünyaya, yabancılaşmış olduğumuz Işık Hazinesi’ne geri döndüren bilgileri içerirler.

“Fakat belki öncelikle belirtmemiz gerekir ki burada öğretilerin, ne kadar parçalı veya eksik olursa olsun, sadece Hindulara, Zerdüştçülere, Kaldeye, Mısır dinine, Budizme veya İslama, Hıristiyanlığa, Museviliğe ait değillerdir. Gizli Öğreti hepsini özüdür.” Madame Blavaskty.

Kadim öğretilerin mistik mesellerinin perdesinin ardında, bütün inisiyasyonların tuhaf olaylarının ve karanlığının ardında, bütün kutsal yazıların bize çağırdığı anlaşmada, Ninova ve Thebes kalıntılarında, Asur Tapınaklarından veya Mısır Sfenks’inden arta kalan kararmış taşların içinde, Veda’ların verdiği ilhamla yapılan onlarca Hindu tabloda, simyayla ilgili eski şifreli kitaplarda, gizli cemiyetlere girişlerde yapılan seremonilerde dünyanın her yerinde aynı olup dünyanın her yerinde özenle gizlenmiş bir öğretinin izleri mevcuttur.
Okült felsefe bütün entelektüel kuvvetlerin tanrıçası ve süt annesi olmuş, bilginin sadece rahiplere ve krallara saklandığı çağların en yüce kraliçesi olmuştur. Eliphas Levi, Transcendental Magic,


a l ı n t ı
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ekim 21, 2010, 11:46:14 ös
Yanıtla #1

Geçenlerde, ben de kendi kendime hakikat denen şey nedir diye sordum.

Genelde kitaplarımın yanında olsaydım, okuduklarımdan birini çıkarır, kenarına iliştirdiğim notlara falan bakar, sonra da, sorduğum soruyu unutarak başka başka konularla kafam karışır ve uykum gelirdi.

Son derece alakasız bir ortamda bu soru aklıma geldi. O anda bakacağım tek kitabım da o anki aklım oldu. Not alacak ne bir kağıt, ne de bir kalemim vardı. Cep telefonumun ajanda özelliğiyle şunları yazmışım o anda;

"Teknik ve sosyal bilgi pragmatiktir. Yarar verir, bilim bu yüzden kutsaldır. Hakikatin bilgisi ise pragmatik değildir. Herkesin kutsalı buradadır. Subjektiftir. Inançtır. Pozitivistler materyalist inançlarını pragmatik bilgiyi sos yaparak pazarlarlar, dinin karşısına çıkarırlar. Bilim teknik ve nizamdır. Din bunlarla çelişmiyorsa dogmaları iyi, kötü, doğru, yanlış diye sınıflamaya kapalıdır. Bilimin antitezi değildir. İnanç konusu olan şey bilimin kutsallığına en büyük gerekçeyi sağlayan bu iki yarardan (ve sadece bunlardan) dolayıdır. Ancak ve ancak, bir inanç, bir din, bu iki unsuru tahrip eder veya engellerse işte o zaman hakir ve çağdışı diye muamele edilmeyi hak eder. Aksi halde o bir subjektif inanç konusudr ve bilim bu alanda yorum yapamaz. Yorum yaptığı anda hüküm bildirir ve din tanımına uygun hale bu sefer kendi düşer. Tüm metafizik felsefecileri bu anlamda kendi dinlerinin papazları olmuşlardır. Halk işte bu yeni dine "aydınlanma" demiştir. Fakat sadece geleneksel din yerine başkasını koyarlar" 3 ekim 2010


Karışık bir mesaj. Ben bile o anda neyi kastettiğimi anlamadığım yerleri çıkarttım. Ama genel anlamda "hakikat" konusunda bu mesajda şunlrı iddia ediyorum.

1. Hakikatin bilgisi, bilimin tekelinde olan bir şey değildir.

Tarihte çoğu saygın bilimadamı ve tarihi kişiliğin hayatını okuduğunuzda şu beylik lafla karşılaşmamanız mümkün değildir; "Ben/biz bilime güvendik, ve bilim neyi doğru buluyorsa bunlarla yolumuza devam ettik. Fazlasıyla değil."

En azından Atatürk, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" demiştir.

Bu ve buna benzer ifadelerin hepsi, bilime bir kutsallık payesi verirler.

Ben bu tür ifadelerin eksik olduğunu düşünüyorum. Çünkü;

2. Bilimin kutsallığı hak ettiği yanı, onun pragmatik yanıdır.

Bilim neden kutsaldır? Çünkü bilim, hayatımızı kolaylaştıran, karşılaştığımız sorunları çözmemizde yeni yeni araçlar sağlayan, hatta o tür sorunlarla bir daha hiç karşılaşmamamızı olanaklı kılan teknik bilgiyi, yani teknolojiyi sağlar. Bunu fen bilimleri ile yapar. İnsanın maddi hayatını bu şekilde kolaylaştıran bir uğraş kutsallığı hak eder.

Bilimin ikinci pragmatik fonksiyonu, sosyal bilimler alanındadır. Sosyal bilimler, fen bilimlerinin doğa-insan arasındaki çatışmaları azaltarak yaptığı şeyi, insan-insan arasında yaparak çatışmaları giderir. Sosyal bilimler de insanların hayatını kolaylaştırır. Hukuk sağlar. Adalet sağlar. Emniyet sağlar. İnsanların huzur ve emniyet içinde yaşamaları için genel geçer barışçıl kaideleri ortaya koyar. Fizik biliminde doğa kanunu neyse, sosyal bilimlerde çatışmayı önleyici her fikir bir kanun hükmünde sayıl(malıd)ır.

Özetle; Bilim denen şey, konfor ve sosyal düzen sağlar; Kolaylaştırır ve güvenlileştirir. Bu nedenle kutsaldır.

Fakat;

3. Pragmatik olmayan bilgi, bilimin konusu olmamaktadır. En azından, bilimin bir mürşid olarak önümüze gelmesine yol açan fen ve sosyal bilimlerde hakikatin bilgisi bulunmaz. Bunu metafizik felsefe sağlar. Güven içinde yaşayan ve karşılaştığı sorunları o günün teknik imkanlarıyla rahatça çözen bir insanın hayata ve kendisine olan merakı henüz bitmiş, doyurulmuş değildir. Bu merak ve bu merakın yol açtığı sorulara, tabiatı nedeniyle "bilim" ilgilenmez. Çünkü sorduğu sorular onun alanına girmez. İşte tam da bu yüzden, (içinde felsefenin ve içebakışın olmadığı bir) bilim hakiki bir mürşit olamaz.

4. Metafizik felsefe denilen şeye, kelimenin tam anlamıyla felsefenin "metafizik" dalı ve tüm dinler (teoloji) ve bu alanda bir fikri olan her insan girer.

5. Bu nedenle, bilimin "kutsal" saydığı, insan hayatını kolaylaştıran ve ona güvenlik getiren bilimle çelişmeyen bir metafizik düşünce, sırf bilimin kaygıları olan "konfor ve güvenlik"ten başka şeylerle uğraştığı için kötülenemez, hakir görülemez, dışlanamaz.

6. Fakat son 200 küsür yıldır din, son 60-70 yıldır da felsefenin "metafizik" dalı, dünya bilim çevreleri ve ideolojilerince kuvvetlice örselenmiştir. Sanki, insanın hakikat merakına doyurucu bir cevap veriyormuş gibi, fen bilimlerini ve sosyal bilimleri, tek yol ve tek mürşid olarak önümüze koymuşlardır.

7. Bunu yaparak da, kendi metafizik sistemlerini yaratmışlardır. Ogüst Comte'un 200 küsür sene evvelinden gördüğü gibi, adeta genel konsensusla  geleneksel din anlamında "metafiziği reddetmişler" ve bunu yaptıkları anda, yani bu reddetme "hükmüyle" kendi metafiziklerini ortaya koymuşlardır.

8. Halbuki bilimi kutsal yapan hiçbir şey, böyle bir hükmü gerekli görmez. Ne fen bilimleri, ne de sosyal bilimler, böyle bir hükme varamazlar. Çünkü bu, hiçbir şekilde kendilerinin alanına girmez.

9. Bilimin "hakikat" konusunda mahkum olduğu şey, "hükümsüzlüktür". Hatta bu son ifadeyi bile söylemekten imtina etmektir. Wittgenstein'ın deyimiyle, "susmaktır". Sadece susmak.


Bu, sadece bu konuya bir giriş oldu. Bundan sonraki yazımda, Sayın Ceycet'in buraya alıntıladığı gnostisizmi, bu açıdan incelemeye çalışacağım.

Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ekim 23, 2010, 03:36:37 ös
Yanıtla #2

Hakikat bilgisinin, geleneksel anlamdaki somut verilerle beslenen bilimden çok uzak olduğunu, böyle bir şey varsa eğer, bunun ayrı bir alanı olduğunu bu alanın da insanın kendi düşüncesiyle çalışan, felsefenin metafizik alanı olduğunu belirtmiştim. Bu metafiziğin, kabaca son yüzyılda artık rafa kaldırıldığını ve dünyadaki dominant kültür olan batının entelektüellerince, artık metafizik hakkında bir yorumda bulunulmadığını söylemiştim. Bu nedenle bugün hakikat dediğimiz şey, insanın mutluluğu neyse o oluyor. Batının en büyük değerleri; çalışmak, kazanmak ve kazandığını mutlu olmak için sarf etmek anlamında bir döngüye oturtulmuş durumda. Aslında ben de asgari müşterek olarak, kötü bir metafizik öğretiden ziyade, böyle bir batı anlayışını kabul edebilirim. Batı zorunlu olarak bu yola girecekti, çünkü bilim bunu öngörüyordu.

Sayın Ceycet'in alıntısına, benim hakikat anlamında söylediklerimle baktığımda şunları görüyorum;

1. Hakikat, bize öğretilenin tersidir.Hakikati öğrendiğinizde şok olabilirsiniz.

Alıntı
Kadim metinleri ve kutsal kitapları incelediğimiz yıllar içinde birçok genel inancımızın, kendi hayat akışımıza tümüyle yabancı bir sistem tarafından bizzat yaratılıp korunduğunu fark ettik. Gerçeği gördüğümüzde bir şok yaşadık, tam bir şok!


2. Şok olmamanız için, bu güne kadar edindiğiniz tüm geleneksel bilgiyi, önyargıyı, kavramları bir kenara bırakmanız gerekir. Dil sizi aldatabilir. Bu yüzden bizim kullandığımız kavramlara önyargıyla yaklaşmayın. Bunları doğrudan kabul edin.

Alıntı
Tekrar tekrar vurgulamak zorundayız ki Gnostik dünya görüşünü anlayabilmek için sahip olduğunuz çağrışımları, önyargıları ve hazır kavramları bir kenara bırakmalı ve kullanılan terimleri yeni anlamlarıyla dikkate almalısınız. Dili kullandığımız şekliyle anlamanız, hali hazırda sahip olduğunuz dini ‘bilgilerinizle’ anlamamanız çok önemlidir. Sizden söylediğimiz her şeyi kabul etmenizi veya eski terimlere getirdiğimiz yeni tanımları düşünmeden kabul etmemiz gerekiyor.

Açıkçası böyle bir gnostik anlayışın da, geleneksel skolastik din anlayışından hiçbir farkı yok. Sorgulamadan kabul? Neden efendim? Ben robot muyum? Geleneksel dinde sorunların varlığı, bu dinin bizim standartlarımıza tamamen karşıt bir şeytani güç tarafından yaratıldığını söylemek için yeterli değildir.

Tüm bu noktalarda söylenmek istenen, ama bir türlü dile getirilip söylenmeyen düşünce şudur; "İnandığınız tanrı, aslında tanrı değil. Kötü olduğuna inandığınız şeytan, aslında şeytan değil. Evet bunları kabul etmek zor. Fakat önce bunları kabul edin, önyargıya kapılmayın. Sonra biz size her şeyi açıklayacağız".

Gnostisizm kısaca bundan ibarettir ve bu çeşit bir düşünceye ben elle tutulur bir kanıt göremedim şu ana kadar.

Az çok (kendisi de bir gnostik olan) Elvin Azar Süzer'in kitaplarından, Yahudilikten, Pavlus'tan ve İslam içindeki Mutezile akımından geleneksel din içinde birtakım sorunların varlığını hissetmiş, ve buna ikna olmuştum. Fakat sorun teşhisiyle, toptan red arasında büyük fark vardır.

Ve, Kallikles ile başlayıp Nietzsche ve 20. yy'da Ayn Rand ile devam eden "Ahlakın Soy Kütüğü" düşüncesinin, bana, geleneksel din içinde birçok sorunların varolduğunu çok şık bir biçimde göstermişlerdi. Şu kadarını söyleyebilirim; Günah diye yerilen çoğu şey, aslında insanın yaşama gücüdür, onun en asil yetenekleridir. Bunların günah diye yerilmesi, yanlıştır. Çünkü bu çeşit bir tutup siyah-beyaz bir tutumdur. Griye yer ayırmaz. Ben aşırı olan her şeyin günah olduğuna inanıyorum. Aslında bu noktada benim hakikat anlayışıma Platon değil, "Altın Orta"cı Aristoteles daha çok katkı sağlıyor. Tarih boyunca, kötüler, saflar ve tembeller, iyiler , zekiler ve çalışkanlardan hep daha fazla olmuş, toplum dinamikleri ve hakim ahlak teorileri de bu birinciler tarafından şekillendirilmiştir. Bu etki, dinlere de yansımış ve dindar, adeta tutuculukla bir görülür olmuştur. Bu yüzden de pek ilerleyememiştir.

Fakat her şeye rağmen, bu durum, bizim geleneksel inançlarımızın bir anda çöpe fırlatılmasına yeter bir sebep değildir.

Benim ulaştığım hakikat bu. Ben temkinli bir sorgulayıcılıkla yola devam etmeyi öneriyorum. Ve, hakikat bilgisinin, herkesin "kendi" subjektif algısına göre şekillenmesi gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden, hakikat denen şey hakkında herkes kendi fikrini ortaya koyabilir, fakat kimse "benimki doğrudur, buna bu şekilde inanmalısın" diyemez. Çünkü "doğrudur" dediği şey, aslında emin olmadığı şeydir. Sadece bir miktar sorumluluğunu üzerine aldığı, tanrının da bu sorumluluğun niteliğini bildiğine güvenerek, kendisini hoş karşılayacağına dair bir umut vardır içinde. Yanlış yaparsanız, sizi affedebilir; çünkü öte tarafın yanlış olduğuna gerçekten inandığınız için bu hatayı yapmış olduğunuzu bilecektir; bu kararı özgür iradenizle verdiğinizi bilecektir. Ve bu durum tamamen bireyseldir. Siz, kendi inancınızı mutlak doğru kabul edip, başkalarına propaganda ettiğinizde, işte tam emin olmadığınız bir konuda başkalarına teminat verdiğiniz için büyük bir hata işlemiş olursunuz  ve bu affedilemez.

Hakikat denen şey, eğer varsa bu türden bir şey olmalıdır. Mevlana "bu söylenmez, ancak bilinir" derken de bunu kastetmiş olabilir. Bilinir, ama başkalarına bu doğrudur diyemezsin, çünkü belki de yanlış bilmişsindir. Sorumluluğunu üzerinize aldıktan sonra, vicdanınızı ve kendinizi kandırmayarak, özgür iradenizle, yüreğiniz hür, vicdanınız hür atılan her adımı, adaletli bir tanrı içinizdeki dinamikleri bildiği için, anlayışla karşılamakla yükümlüdür. Aksi takdirde ben, bilmediğim bir şeyden nasıl sorumlu tutulabilirim? Yanlış olduğuna gerçekten inandığım bir şeyi uygulamaya koysam da, bu bir içtenlik konusu olabilir mi?

Saygılar.




Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ekim 23, 2010, 06:47:37 ös
Yanıtla #3
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın popperist'in samimi katkılarına çok teşekkür ederim.Aslında düşünceleriyle,hakikat arayışı yolculuğunun,seyr-i sulukun,tasavvuf anlayışının ve gnostik kabullerin arasında bir tezat yok.Gnostik okul sözcülerinin bu konudaki telkinleri,bireyi önyargılardan arındırmaya yönelik.Buyüzden önce bizi dinleyin,sonra...İşinize bakın demek istiyorlar;dolayısıyla skolastik anlayışdan farklı kabul etmeliyiz ki,bu işi hiç olmazsa genel hatlarıyla görebilelim.

Hakikat yolculuğundaki arayış tamamen özgün olmalıdır,bu konuda sayın popperist'e bütün kalbimle katılırım.Bu yolculuktaki HAKİKİ MÜRŞİD ise kişinin kendi VİCDAN ıdır.Yüce Mevlana'nın"Söylenmez,bilinir"sözündeki kasıd da işte tam bu noktadadır.Işık tek tir,ama sayılamayacak kadar çok pencereden görülebilir.

Kavranması ve anlatılması birokadar da zor olan bu yolculuğun önündeki binlerce yıllık önyargıları yok etmek için gösterilen seçenekleri tanımlayabilmektir.Kabuğun içini görebilmek için,"İç"in kabuktan önce oluştuğunu ve kabuğun oluşmasına "İç"in öcülük ettiğini,ancak kabuğu tanımlayanların hakikatin sadece kabuktan ibaret olduğu konusundaki ısrarlarının istismardan ibaret olduğunu görebilmeliyiz ki,o bitmeyecek ama heran yeniden başlayacak yolculuğun kokusunu alabilelim.

"La mevcud-e İlla HU" bu yolculuğun manifestosudur.Bunun üstüne yapılacak her işleme,o bireyin çeyizi olacaktır.

Hallac-ı Mansur'a idamının infazından önce;"En-el Hak deme Hüve'l Hak"de ve hayatını kurtar derler,O da,ben zaten öyle diyorum ama siz "O"nun gaip olduğunu söylüyorsunuz der ve bildiğiniz üzere hunharca katledilir.Aralarındaki idrak farkını kavrayabilenler için yolculuk başlamış demektir.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...