Yalnız yürümeyi istiyorum; düşersem sadece benim dizim kanasın diye. Gönlümde mevsimler köşe kapmaca oynuyor. Sonbaharın sonuna geldik, hüzün geçti artık derken ilkbaharın ortasına düştüm birden. Kışı nasıl atlattığımı bilemeden, yazın coşkusunda buldum kendimi aniden. Değişken mi desem kendime, dengesiz mi bilemedim. Her şeyi zıddıyla yaratmış ya Yaradan. Koşarcasına kaçmak isterken, özlemle kavuşmak istiyorum apansız. Çelişkiler çok bende, tek başıma baş edemem. Yalnızlığımdan yakınmam hep bu yüzden. Ne “Düşünüyorum, ağır iş bunlar, siz bilmezsiniz” tarzı sözde aydınlığa vuruyorum işi, ne de anlatacak kadar değerli bulmadığımdan sizi.
İstenilen yalnızlık bu, sebepsiz. Anlaşılır olmak yetmiyor, anlayacak olanı karşına almak lazım ki kelam etmiş olalım. Ama anlaşmaya varırsak bilin ki beraberiz. Herkes aynı hayatta ve istisnasız sınavda… Hatalar söz konusu olduğunda karalamayı değil kurtarmayı seçelim bir kereliğine de olsa, on kereliğine de olsa. Kimsenin sorularını yargılamak hakkımız değil. Sorular ihtiyaçtan kaynaklanıyorsa, muteberdir, mükerremdir. Bu yüzden beraber arayalım cevapları ve duraksamadan paylaşalım istedim.
Ne sorular bitiyor, ne de sorgu… Hâkim, savcı, davacı, sanık, avukat… Hepsi ben, âcizâne… İç içeyken bölünmüşlüğü yaşıyorum. Neden bu ayrılık bilen yok. “Sen; yaptıranı aklına getirmeden, yaptığın işlerden sonra ben yaptım demediğini düşünerekten kendini mütevazı sayan insansın.” Çelişkinin en yamanı, yenilmenin en alçakcası… Riyakârlık demek az gelir yanında. Bir hal çaresi olmalı ama ben de okyanusun ortasında kalakaldım sanki. Ne geri dönmeye gücüm yeter, ne de ileri gitmeye cesaretim var.
Ben susuyorum; sustukça kalabalık çoğalıyor, içimdeki sesler artıyor. Övüp de nereye koyacağını bilemeyen, yerdikçe yerin dibini bulamayan.. “boş boş düşünmeyi bıraksın da işlerine baksın biraz o” diyen.. “dünyayı kurtarmak senin gibilerine mi kaldı artık” diye ahkam kesen.. dünyayı kurtarmaya gücün yetmese de bâri tarafın belli olsun diye yol gösteren.. “sen de çok oldun artık amma.. gez, dolaş, eğlen, coş.. soru sormak da neyine” diye laflar eden.. “her şeyin var, neyin eksik de mutsuzsun” diyerek tavsiyeler sayan türlü türlü sesler var içimde. İçerisi kalabalık, ama ben yalnızım.
Sahi sizde de oluyor mu bu “bir ben var bende benden içeru…” halleri? Bin ben var benden içeru, bir birine benzemez, her birinin kafasından ayrı bir ses çıkar. Zorlanınca düşünüyorum, düşündükçe de bir hayli zorlanıyorum. Ne idare edebiliyorum tüm sesleri hep birden, ne de susturabiliyorum tümden… Ben kaçsam da onlardan, yoğunluğa versem de kendimi, yorgunluktan nerde uyuduğumu bile unutmayı dilesem de yok, hep oradalar. Sorulara cevap, sorunlara çözüm bulmadan o çapraz sorguların biteceği yok. Anlık kaçışları, -başka tabirle kafa dağıtmayı (ne demekse artık?)- kendime yakıştıramıyorum; kendime ve sevdiğim hiçbir kimseye yakıştıramıyorum.
Sorulardan bunaldım, düşünmekten yıprandım, kendimi anlama çabasında kendimden uzaklaşır oldum. Benliğimden vazgeçtim diye mi kaybediyorum kendimi? Ve bu yük bana ağır geliyor… Yükü gemiye bırakma zamanı şimdi… O’na yöneliş vakti: “Sen beni benden iyi bilensin, beni var edip varlığını bildirensin. Beni bir an bile kendimle başa başa bırakma, benliğime daldırıp kendinden uzaklaştırma, N’olur?!.” diyerek, düşünerek, hissederek, yaşayarak…
Eylül AYDAN/Alıntı