DoğrulukDoğruluk insanın en büyük meziyetlerinden biridir. Fakat doğruluğu yalnız yalan söylememek olarak anlamamız yanlıştır/Sözlerimiz kadar düşüncelerimiz, hareketlerimiz, davranışlarımız, hatta sükûtumuz bile doğru veya yanlış olabilir. Onun için doğruluğu en geniş anlamiyle incelememiz gerekir.
İnsanın bazen bir yerde konuşması, bir şey söylemesi gerekebilir. Eğer bu insan söylemesi gereken sözleri o sırada söylemezse doğru hareket etmemiş olur. Demek ki susmak da, icabında, hakikatin gizlenmesi anlamına gelebilir; ve bir nevi yalan söylemek demek olur. Kötü bir davranışı yapmayı zihnimizden geçirmemiz bile, o işi yapmasak da, benliğimiz üzerinde fena tesirler bırakır, ve er geç, günün birinde, o kötü hareketi yapmamıza yol açar. Onun için, sözlerimiz ve davranışlarımızda olduğu kadar, düşüncelerimizde de temiz ve doğru olmaya çalışmalıyız.
Bazı kimseler vardır ki iyi bir neticeye varabilmek için her çareye, hatta meşru olmayan yollara bile baş vurmayı mubah sayarlar. Bu düşünüş ve davranış tarzı çok yanlıştır. Sebep ve bahane ne olursa olsun doğru yoldan hiç bir zaman şaşmamalıdır. Bakınız, Birleşik Amerika'nın tanınmış Cumhur Başkanlarından Abraham Linkoln doğruluğa verdiği önemi şu sözüyle ne güzel ifade etmiş oluyor: «Neticenin doğru olacağına inansam dahi, doğru olmadığına inandığım bir tedbiri bana hiç bir zaman aldıramazsınız.»
Medenî milletlerde bir insana yapılabilecek en büyük hakaret ona «yalancı!» demektir. Çünkü yalancılık bütün fenalıkların başlangıcı sayılır. Küçüklerin yanında büyüklerin yalan söylemeleri, birbirlerine yalancı demeleri hiç doğru değildir. Daha küçük yaşta çocuklara yalanı öğretmiş olurlar. Bir gün Almanya'da şarklı bir adam, bir parkta dadısının önünde koşan bir Alman çocuğunu yanma çağırmak için: «Gel, bak sana şeker vereceğim» diye boş elini uzatmış. Çocuğun dadısı derhal koşup çantasından çıkardığı bir şekeri adamın eline koymuş, ve adama şu ihtarda bulunmuş: «Bir daha elinde şeker yok iken çocukları bu şekilde çağırma! Onlara yalan söylemeği öğretmiş olursun!»
İnsanın her şeyden evvel kendisine karşı olan davranışlarında doğru olması lâzımdır. Bazen bir karar veririz, şunu veya bunu yapacağız, deriz. Bu kendi kendimize karşı verilmiş bir sözdür, ve bu sözü tutmamız lâzımdır. Eğer bu sözleri tutmayacak olursak kendi kendimize güvenimiz kalmaz. Bu güven kaybolunca da benliğimizden çok şeyler kaybederiz. Teşebbüslerimizde başarılı olmamız ihtimali de azalır. Medenî bir insanın birinci vasfı verdiği sözü tutmaktır. Bir kimse ile bir yerde buluşmak üzere sözleştiğimiz zaman, muhakkak kararlaştırılan saat ve dakikada orada bulunmamız lâzımdır. Bu sözü tutmamakla hem bizi bekleyen insanı hiçe saymış, hem de sözümüze güvenile-miyeceğini göstermiş oluruz.
Hayata atıldıktan sonra da, iş yaptığımız insanlarla olan temaslarımızda hiç bir zaman doğruluktan ayrılmamalıyız. Bilhassa para işlerinde çok titiz olmamız lâzımdır. Bu işlerde doğruluktan ayrılanlara artık en yakınları bile güvenemez olur. Dolayısiyle bu gibi insanlar bütün itibarlarını kaybederler. 1952 senesi ilkbaharında Japonya'da idim. Bir gün Japon Millî Eğitim Bakanı ile konuşmak fırsatını bulmuştum. Kendisine Japonların ilerlemesinin sırrını sorunca Bakan bana şu cevabı vermişti: «Çok basit, yüzümüzü kızarma korkusu!» Eski millet vekillerinden bir dostum anlatırdı. Çocuk iken annesi kendisine daima şöyle dermiş: «Oğlum, yüzünü kızartacak bir davranışta bulunursan aybını toprak örtsün!» Bu faziletli annenin oğlu da hayatı boyunca faziletli kalmış, bütün çevresinin sevgisini ve güvenini kazam ıştır. Biz de doğruluktan hiçbir zaman ayrılmayalım. Yüzümüzü kızartacak hareketler yaparak şerefsiz yaşamaktansa ölümü tercih edelim.
Kadri OLCAR