Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KUDÜS KRALLIĞI - 1  (Okunma sayısı 2377 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 26, 2009, 01:02:30 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bu yazı serisinin anlamlı olabilmesi için önce Birinci Haçlı Seferi başlığı altındaki yazıların okunması gerekiyor.


Birinci Haçlı seferinin sonunda 1099 yılında Kudüs’ü ele geçiren Hıristiyanlar, öldürecek hiç kimse kalmayınca kenti talan etmeye girişti. Komutanlar da, günlerden beri çok sıkıntı çekmiş olduklarını göz önünde tutarak buna ses çıkarmadı. Bu arada ganimet nedeniyle birbirine giren hatta aralarında çıkan kavgalarda ölenler bile oldu.

Ortalık iyice durulup da herkes rahat bir nefes alınca, sıra ne yapılacağını ve neyin nasıl yapılacağını düşünmeye geldi.

Buraya İsa adına gelmiş olduklarına göre; önce kentte geçici düzenin nasıl kurulacağı, sonra da binlerce kişinin doldurduğu kentin yönetim tarzı elbette Kilise tarafından belirlenmeliydi. Fakat papanın bu konudaki genel tutumunu, ne düşündüğünü, ne yapılmasını uygun göreceğini bilen tek kişi Başpiskopos Adhémar idi; o da ölmüştü. Diğer piskoposlardan hiçbiri bu konuda bilgi sahibi olmadığı gibi, bilen olsa da Kilise’yi temsil edemezdi. Zaten Papa 2. Urbanus da Kudüs’ün ele geçirilişinden iki hafta kadar sonra, zafer müjdesini alamadan ölmüştü. Ancak onun ölüm haberi Kudüs’e çok sonra ulaştı.

Tek çıkar yol, mertebeleri uyarınca önde gelen şövalyeler ile piskoposların görüşüne başvurmaktı. Çoğunluğun kararına göre hareket edilmeliydi.

Orta Çağda bir konuda ne yapılacağına demokratik yöntemle, oylama yapılarak karar verilmesi hiç de geçerli sayılmazdı. Her zaman ve her yerde, her konuda karar veren bir “tek otorite” vardı. Raymond de St. Gilles’e sorarsanız, burada o “tek kişi” kendisi olmalıydı ama herkes onun otoritesini onaylamakta değildi. Bu koşullar altında oylamaya başvurmaktan başka çare yok gibi görünüyordu. Mutlaka en kısa zaman içinde o tek otorite yani “Kudüs kralı” belirlenmeliydi.

Ortaya şöyle bir soru da atılmıştı: «Neden “kral” da bir başka yetkili, örneğin bir geçici vali değil?»

Bunun kimin kafasından, hangi gerekçeye dayanarak çıkmış olduğu bilinemez ama kuşkusuz Godfrey de Bouillon kral seçimine karşı değildi. En azından Raymond de St. Gilles karşı çıktığı için karşı değildi. Pierre l’Ermite’in de bu bağlamda hayli kulis yaptığından hiç kuşku duyulamaz.

Kudüs kralının seçiminde oy kullanabilecek olanların çoğu şöyle düşünüyordu: “Şayet Başpiskopos Adhémar beklenmedik bir anda ölmemiş olsaydı, buradaki dünyevî işlerin yönetimini mutlaka, hiç olmazsa geçici bir süre için bile olsa Raymond’a emanet ederdi.”

Öyle düşünüyorlardı çünkü Raymond, papanın çağrısı üzerine tüm gücüyle haçlı seferine katılacağını herkesten önce açıklamıştı. Başkalarına iyi örnek olmuş, üstelik hayli özveride de bulunmuştu. Bu sefer için en büyük desteği sağlayanların başında geliyordu.

Nitekim yol boyunca bunu hep ortaya koymuş, atanmış olmasa bile hem tüm orduların başkomutanlığını taslamış hem de bu seferin sonunda Kudüs’te başlı başına bir krallık kurulacağı, kendisinin kral olarak tahta çıkarılacağı önceden belirlenmiş gibi davranışlar sergilemişti. Başpiskopos Adhémar da onun bu tavrına hiç karşı çıkmamıştı. Elbette şövalyeler de bundan etkilenmiş, yolculuktan beri bunun sahiden böyle olduğu kanısına varmıştı.

Raymond’dan başka kim “Kudüs kralı” olabilirdi ki?... Robert de Flandre ile Robert de Normandie yakında Kudüs’ten ayrılıp, kendi ülkelerine döneceklerdi. Geriye bir tek Godfrey de Bouillon kalıyordu.

Raymond, gerek ülke yönetimi gerekse savaş tekniği bakımından Godfrey’den çok daha üstün ve deneyimliydi. Bunu herkes biliyordu. Fakat dedikoduların ardı arkası da kesilmiyordu. Kimileri onun Kudüs’e düzenlenen saldırıda aslında başarısız olduğunu, haçlılara gereksizcesine ağır kayıp verdirdiğini, gelecekte de benzer çatışmalar olabileceğini, hele Müslümanlar kente saldırırsa, yanlış karar vererek bu zaferin gölgelenmesine yol açabileceğini ileri sürüyordu. Ona karşı çıkanlar, kuşatma sırasında Raymond’un en zor cepheyi almış olduğu için şanssızlığından dem vuruyordu. «Onun yerinde başka her kim olsa aynı durumla karşılaşacaktı.» diyorlardı. Burada kalacak olan Hıristiyanların başına Raymond’dan başka hiç kimsenin geçemeyeceğini savunuyorlardı.

Godfrey de Bouillon, bu sefere çıkmadan önce Aşağı Lorraine gibi küçük bir ülkenin düklüğünü yürütürken bile hayli yetersiz kalmıştı. Ne bir dük ne de bir asker olarak başarılıydı. Ancak bu çoğu kimsenin bilmediği bir şeydi. Yanındaki deneyimli şövalyeler onun boşluğunu kapatıyordu. Buna karşılık, Raymond’dan yana olanlardan kimileri, “surlara kuleden köprü atmak” biçimindeki hilenin bile onun kafasında çıkmadığını, bunu bir başka şövalyenin düşünüp yürürlüğe koyduğunu, Godfrey’in hazıra konmuş olmaktan başka doğru dürüst bir şey yapmadığını ileri sürüyordu.

Özetle, her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu.

Tüm bunlara karşın Godfrey, “haçlılara zafer kazandırmış kişi” sayılışıyla, kral olabilmek bakımından avantaj elde etmiş durumdaydı. Ondan yana olanlar en çok bunun üzerinde duruyor, «Godfrey olmasaydı, şimdi biz Kudüs surlarının önünde savaşamadan ölüp kalmıştık.» gibi sözler ediyorlardı.

Krallığa kimin getirileceğini belirleyecek olan şövalye ve rahipler iki arada bir derede kalmıştı. Zaten seçim hiç alışılmadık bir uygulamaydı.

Birkaç gün sonra yapılacak seçim için, her iki adayın yandaşları da günlerce süren propaganda fiskoslarına girişti. Destekledikleri adaya bir oy daha olsun kazandırabilmek için olmadık vaatlerde bulundular. Diğerini kötüleyip gözden düşürebilmek için ellerinden geleni esirgemedi, çeşitli entrikalar çevirdiler.

Başpiskopos Adhémar’ın asıl saldırıdan kısa süre önce durup dururken ölmüş olmasının da bu entrikaların bir önceki basamağı olabileceği düşünülebilir. Gerçi bu konuda hiçbir delil yoktur ama olayların daha sonraki gelişimi bu bağlamda «Acaba?» diye bir soruyu hep zihinlerde tutmuştur; «Acaba Başpiskopos Adhémar’ın ölümü hazırlanmış mıydı?».

Raymond, seçim yöntemiyle kral belirlenmesine karşıydı. Bunu açıkça ortaya koydu. Böyle şey olmazdı. Bunlar eski köye yeni adet getirmeye kalkışıyordu. Kilise’den talimat gelinceye kadar beklemek gerekliydi. Nitekim Kilise’nin yüzyıllar önce bu konuda koymuş olduğu bir kural vardı: Seçimle kral olunamaz. “Burada bir krala gereksinme var.” denilip, Kilise tarafından yüzyıllarca önce belirlenmiş, her zaman her yerde uygulanmış olan bir kural, böyle oldubittiye getirilerek çiğnenip geçilemezdi.

Ancak Raymond’un bu konudaki direnişi yeterince destek görmedi. Godfrey gibi diğer iki komutan da seçim yapılmasından yanaydı. Saldırı sırasında olduğu gibi seçimde de Godfrey’i destekleyebilirlerdi. Şayet o “kral” olarak seçilirse, Raymoınd onun tahta çıkmasını engelleyemezdi. Şansını tümüyle yitirirdi. Ondan yana olanların sayısını artırmalıydı. Bu nedenle yumuşadı ve seçimin yapılmasına razı oldu.


Bütün bunları niçin bu kadar ayrıntısına girerek anlattığımı yadırgayabilirsiniz. Bunların ancak akademik nitelikli bir tarih araştırma kitabında yer alabileceğini söyleyebilirsiniz. Nitekim öyle. Steven Runciman’ın ünlü “Haçlı Seferleri Tarihi” adlı üç ciltlik kitabında bunların çok daha geniş ayrıntıları var. Benim burada anlatışımın önemi ise, tarihte ilk kez bir kral seçimimin demokratik yöntemle yapılmakta oluşu. Çok daha sonra birkaç örnek daha görülmüş.

Daha önce de değinmiş olduğum üzere; o tarihte bir konuda karar verilmesi bakımından “oylama yöntemi” alışılagelmiş bir işlem olmadığından, önce bu işin nasıl yapılacağına ilişkin bir yöntem belirlendi. Öyle herkesin elini kaldıracağı ya da seçtiği adayın adını bir kağıda yazıp kutuya atacağı, sonra da oyların sayılacağı tarzda basit ve kestirme bir yöntem değil.... Bu hiç akla gelmemişti. Bu konuda hiç kimsenin hiçbir deneyimi yoktu ki...

Birkaç aşamalı, hayli karmaşık bir uygulama yapıldı.

Seçimin sonucu Raymond’un lehine çıktı.

Bunun üzerine rahat bir nefes alan Raymond, seçimden önce söylediklerini yani Katolik Kilisesi’nin buyrultusu dışında “seçim” ile kral olunamayacağını bir kez daha yineleyip krallığı kabul etmedi.

Hoppala!... Tamam, kazandı işte, niçin kabul etmiyor?

Bu, zaman kazanabilmek amacıyla oynanan bir oyundu.

Bunun neresi oyun?... Zaten kral olmak istemiyor muydu?... Öteden beri bunu söyleyip durmakta değil miydi?... Hazır seçilmişken krallığı niçin kabul etmemiş?... Kafasından neler geçiriyordu?

Kabul etmiyordu çünkü başlangıcından beri haçlı seferinin asıl patronu papaydı. Onun isteğine karşı gelinemezdi. İsteğinin ne olduğu da bilinmiyordu. Hiçbir ülkede bir kişi, gerçekten hakkı olsa bile kalkıp «Ben kralım.» diyemezdi. Önce papa onun “kral” olacağını belirlemeli, sonra da ona yöntemine uygun olarak tacını giydirmeliydi. Buradaki koşullar ne kadar farklı olursa olsun, papanın âdeta bir “emrivâki” ile karşı karşıya bırakılması, ilerideki ilişkileri hayli zora sokabilirdi.

Ancak Raymond, bunun kusurunu orada yapılan seçimde oy kullananların üzerine yıkmak istemezdi; yıkamazdı. Şayet papa krallığını onaylamazsa, yitirecekleri kazanacaklarından çok daha fazla olabilirdi. «İyisi mi, hazır Godfrey devre dışı kalmışken şu krallık sorunu bir süre askıda dursun; sonra ne yapacağımızı, kimin gerçekten taç giyerek kral olacağını görürüz» diye düşünüyordu.

Raymond’un bu oyunu tutmadı. Çünkü o kendi dileğiyle krallığı reddedip çekilince, bu kez şövalyeler krallığı Godfrey’e önerdiler. Mutlaka bir kral gerektiği için…

Şayet Godfrey seçimi kazanmış olsaydı belki böyle düşünmeyecekti ama Raymond’un tutumunu çok anlamlı, haklı buldu. Kral olmak yetmezdi. Mutlaka Kilise’nin desteği de kazanılmalıydı. Gerçi aslında o bunu pek önemsemiyordu ama politika öylesini gerektiriyordu.

Acaba Godfrey de sahiden öyle mi düşünüyordu?

Ne düşündüğü bilinemez ama elbette akıl verenleri vardı.

O da bir başka oyun oynamaya kalkıştı.

Aslında Kudüs’te “kral” değil, “Advocatus Sancti Sepulchri” (Kutsal Mezar’ın Koruyucusu) olmak istediğini, buraya da zaten bunun için geldiğini ileri sürdü.

Bu tutumu, aslında hemen gönüllü olmak yerine diplomatik davranıp istemez ama razı olur gibi görünmekten (Yan cebime ko!) başka bir şey değildi ama gelecekte papanın desteğini sağlamak bakımından işe yarayabilirdi.

Godfrey’in blöfü tuttu... Üzerine gelinince çok naz etmedi. Kilisenin sonradan onayının alınması koşuluyla (!) kabullenmiş gibi göründü.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
6660 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 26, 2007, 10:04:39 ös
Gönderen: shemuel
28 Yanıt
14152 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 05, 2009, 12:09:02 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
3254 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 23, 2009, 12:36:57 öö
Gönderen: degas
0 Yanıt
3057 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 27, 2009, 07:39:19 öö
Gönderen: ADAM
6 Yanıt
6487 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 02, 2016, 09:30:18 öö
Gönderen: Birisi
0 Yanıt
4989 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 22, 2011, 04:22:59 ös
Gönderen: ADAM
KUDÜS PRENSİ

Başlatan kudüs prensi Benim Siirlerim

3 Yanıt
3600 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 30, 2015, 11:00:53 ös
Gönderen: Frenzyfire
KUDÜS PRENSİ II.

Başlatan kudüs prensi Benim Siirlerim

1 Yanıt
2964 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 01, 2014, 01:34:40 öö
Gönderen: anatolia
0 Yanıt
3570 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 28, 2014, 08:23:25 ös
Gönderen: MEDUSA