Bütün bir kültür birikimini sonraki nesillere devreden “Sümer” adı verilen topluluğun, konu dinsel alana gelince, sadece bir uydurmalar toplamını miras bıraktığını düşünemeyiz.
Eski toplumun en gerçek halinin bir tarih anlatım biçimi olarak şekillenen başlangıçtaki ilahi veya şarkılarda yer alan çeşitli kavramların, birçok halde sonradan anlam bozulmasına uğraması, dönüşmesi toplumsal gelişmenin doğal bir sonucuydu. Sonraki torunlar, çoğu kavramı bozulmuş haliyle tanımışlardı. Bu torunlar, yaşadıkları toplumu eski yamyam, yarı-yamyam uygulamalardan uzaklaştırırken, eski uygulamaları olabildiğince sembolik kılar ve gerçek yaşamın dışına itmeye uğraşırlar. Din’lerin oluşma sürecinde sembolizm önemli bir unsurdur.
Sümer-Babil tarihinde, iki toplum birim arasındaki kardeşleşme-evlilik ittifakı anlatımlarında karşılaştığımız İnanna, Dumuzi, Gılgamış, Enkidu, Kişzidum... bir şahıs veya bu şahsın özel ismi değildi. “Sümer oluşumu” ve Akkad ile konfederal ittifak döneminde, her bir toplum birimin, kendisinin 'kutsal *’si ve kendi baba mirasçısı Dum'u (Sümerce) veya Maru (Akadca), oğul’u vardı. Bu terimler, bu dönemdeki toplulukların “ilk oğul”larını tanımlamaya başlayan, sınıflayıcı akrabalık kavramlarıydı ve “yaşayan oğul”, “gerçek oğul”, “takip eden döl”, “Enki’nin oğlu”, “Kiş’in (Ağacın, Ormanın) yaşayan (gerçek) oğulu” … gibi anlamlara sahipti. Aynı zamanda Baba mirasçısı Oğul’un ifadesi olan Dumuzi ile karşı toplum birimin erkeklerine ayrılmış kadınların ifadesi olan İnanna, birer temsilci kavramdı. Bunların, karşı toplum birimde bir başka kavramla da tanımlanabilen eşdeğeri, ikizi, iki toplum birim arasındaki ittifaka bağlı olarak kurulmuş olan akrabalık sisteminin işlemesini sağlıyordu.
Dumuzi, Etana, İnanna, İştar, Gılgamış... gibi kavramları, eski toplumun örgütlenmesinde tayin edici rol oynadığını gördüğümüz, baba mirasçısı oğul’un iki toplum birim arasında gerçekleştirdiği aidiyet değiştirme süreci içinde anlamaya çalışmak zorundayız. Tapınakta yabancı erkek ile çiftleşme yükümlülüğünde olan ve öteki kadınlardan baba mirası hakkı ile ayrılan kadının toplumsal hak ve yükümlülüklerinin incelenmesi bize İnanna’yı verir. Bu iki kavram, eski toplumun akrabasal ittifakının temel koşullarını yaratmıştı. Kendi kız kardeşini, ittifak kurarak kardeş saydığı karşı toplum birimindeki erkeğe veren bu toplum birim aidi erkek, kardeş saydığı erkeğin kız kardeşini alıyordu. İki topluluk birbirini kardeş kabul ettiğine göre, 'kardeş' akrabalık terimi, evlilik ilişkisi içinde olsun veya olmasın, bu dört bireyi de kapsar.
Eski toplumun bir tarih anlatım biçimi olan Gılgamış destanının veya öteki Dummuzi-İnanna, Enkidum tabletlerinin kullandıkları kavramları, ilk hallerindeki eski anlamlarına yaklaşmaya çalışarak inceledikçe, Sümer-Babil toplumunun gerçek fotoğrafı, biraz daha netlik kazanmaya başlayacaktır. Bununla birlikte, hiçbir toplumsal süreç, burada kategorik halde sunduğumuz ölçüde durağan değildir. Bir önceki koşul içinde giderek olgunlaşan kurumlar, bir sonraki koşula kendisini uyarlayarak yola devam ederler.
Mezopotamya toprakları çevresindeki toplulukların ittifak düzeninin aşağı yukarı artık yerleştiği dönemde Dumuzi, Enkidum, Kişzidum, Gılgamış, İşagga, Enmerkar, Gibil (Habil?),İsummud, Nusku... tanımları, farklı toplum birimlerde birbirinin eşdeğeri olan, biri olmadan diğerinin işlerliği olmayan, 'ikiz' kardeşlik aşamasında ortaya çıkmış gibidir. Dumuzi, Enkidum, Kişzidum, Gişbilgameş, ya anlatıcı toplum birimin kendi oğluna verdiği sınıflayıcı tanıma bağlı olarak oluşmuştu; ya da burada anlatıcı, karşı toplum birimin kullandığı tanımı kullanıyordu. Burada benzer temel özelliklere sahip çok sayıda tanımla karsılaşmamız bu nokta ile ilişkilidir. Ayrıca, sonraki tablet yazıcıları, uzmanlarımız ve Eski Ahit yazarlarının var olan 'isim' ve 'birey'lerin çoğaltılmasında sağladıkları hatırı sayılır katkıyı da unutmamak gerekir.
Eski Sümer tabletlerini ve Kıraliyet Listesini dikkatlice izlersek, tarihte farklı özellikteki toplum birimlere ait olan, dolayısıyla birden fazla “Dumuzi” bulunduğunu göreceğiz. Sümer Kıraliyet Listesi'nde Dumuzi kavramına, “Tufan’dan Önce”ki 5 Kutsal şehirden Badtibira ('Pantibibla'-Berose) kıralı olarak rastlıyoruz. “Tufan’dan Sonra”ki dönemde ise, Eanna’da, Anna Evi'nde “Kenti Kua olan balıkçı Dumuzi” kıral olmuştu. Çoban ve-ya Balıkçı Dumuzi, daha sonra Tammuz haliyle ve asıl olarak çiftçi özelliğiyle de tanınacaktır. Demek ki, Sümer-Babil toplumunda farklı özellikteki bazı toplum birimler Dumuzi ortak tanımını kullanıyorlardı. Bu durum, daha sonra Dummuzi’nin efsaneleşmesinde rol oynayan faktörlerden biri olmalıdır.
Farklı toplum birimler, aralarında kardeşleştiklerinde yani akrabalık ittifakı kurduklarında, bu ilişki bize birbirinin eşdeğeri anlamındaki iki temsilci kardeş, ‘ikiz’ler üzerinden yansıtılmaktadır. Burada her durumda geçerli olan kural, hiç olmazsa erken dönem bakımından, temsilcilerin birbirine zıt toplum birimlerden oluşmasıydı. “İkiz kardeşler”den biri “çoban” ise, öteki ya “balıkçı” , ya da “çiftçi” idi. Tanıdığımız tabletlerde bu ikilik genellikle “çoban-çiftçi” biçiminde şekillenmektedir. Eski Ahit'in Âdem’inin de birbiriyle “düşman oğul”ları; Kabil-Kayin ile Habil de bir çeşit Dumuzi-Enkidu ikilisini anlatır. Âdem ve Havva’nın bu ilk oğulları, kendilerine 'çobanlık' ve 'çiftçilik' mesleğini seçerek, tıpkı Dumuzi ve Enkidu gibi, biri çoban öteki de çiftçi olmuştu.(1)
'İkiz' motifi bu topluluklarda MÖ.3500 yıllarından itibaren kullanılmaya başlanmış görünüyor. Başlangıçtaki ilkel desenlerden başlayarak, 'ikiz'ler veya daha sonra kadın temsilcinin iki yanında yer alan iki ikiz erkek motifi, erken Sümer döneminden geç batı Anadolu toplumlarına ve Romus-Romulüs'lü Roma'ya değin yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Aşil’in Patroklas'la olan bağlılık ilişkisinin gerisinde de, artık tarihte kalmış bu 'ikizleşme' kardeşlik türünün belirgin izlerini buluruz. İki erkeği birleştiren “kadın+ ikiz” sembolü, eski toplumun akrabasal ittifakının yönetim düzeyindeki yansımasını da anlatır. Bir kadın aracılığıyla, “kıral koca” ile “kıral kardeş” arasında sağlanan ittifakın deseni olmalıydı. Eski toplumun, bazı hallerde, bir 'çifte kıraliyet' sürecinden geçmiş olduğunu görmüştük.
Sonraki gelişmesi içinde, ‘ikiz kardeşlik'te ifadesini bulan 'çift başlı' rotasyonel yönetimden, tek merkezli hanedanlığa geldiğimizde, baba’nın 'ilk', 'büyük oğlu' olan kıralın elinde tutmaya özen gösterdiği “çift ağızlı balta”, “çift başlı kartal”, “çift ağızlı kılıç”, eski toplumun “ikiz kardeşlik” ittifakının artık “tek el”de bütünleştiğini müjdeler. Almanların çift başlı kartal bayrağı, Mezopotamya’dan başlayan bir yolculuğun anısıdır. Ali’nin “çift başlı kılıcı” da geçmişteki bu ittifak geleneğinin ateş kült topluluklarındaki bir yansıması olarak kalmış olmalı.
1950'li yıllarda, Audin AMABLE ve David MADLEINE'in “Gilgameş ile Enkidum” arasındaki ortak özellikler ile onların ikiz görüntüleri üzerine çalışmalarını burada anmak yerinde olacak. Özellikle A. AMABLE, eski “ikiz figürleri”nden başlayarak yapmış olduğu araştırmada, daha çok el yordamıyla, Gılgamış ve Enkidu tanımlarının eşdeğer (karşıt) özelliklerini görebilmişti. Bununla birlikte o, bu araştırmasında varabildiği en ileri noktayı, bir soru şekliyle, Enkidu ile Gılgamış’ın, birbirlerinin aynısı mı, yoksa aslında karşımızda iki Gılgamış ile iki Enkidum bulunduğu, sorusuyla ortaya koymuştu.(2)
Bu soruyu artık yanıtlayabiliriz.
Başlangıçta, 'Karabaşlı' Sümer topluluğunun “ilk oğul” kurumunu ifade eden Dumuzi, kısa zamanda, onlarla ittifak kurmakta olan topluluklarda oluşan karşıt eşdeğeri ile buluşmakta gecikmez. Uruk’lular kendi Gılgamış’larının tek yetkili kalmasının uygun olmadığını anladıklarında, hayvani, yabani, ateş kültünün parçası Enkidum’un, Enki-oğlu’nun, yaratılmasını istemişlerdi. Böylece bu Dumuzi, kendi topluluğunun kadınları ile cinsel ilişki yasağına tabi kılınır ve onun biriminin kadınları, “yabani, ateşe tapan, çiğ et yiyen, evi olmayan Enkidum”a sunulur. Böylece sadece kadının değil, erkeğin 'kaderi' de belirlenmiş oluyordu..
Dummuzi’nin toplum biriminin kadınlarının temsilcisi İnanna, eski alışkanlıkla Dumuzi ile yatmak istediğinde, Dumuzi onu bu yüzden terslemiş olmalı.
Dumuzi, Enkidum ile dost olabilmek için, eski düşmanlığın anısını sembolik bir kavga ile aşmak zorundaydı. Günümüzde dostlaşmanın bir göstergesi olan “el sıkışma”nın tarihsel geçmişinde eski dönemin zorunlu savaş ve kavgasının sembolik dile getirilişi bulunur. İki bireyin, savaşma zorunlu aşamasını “el sıkışma” yoluyla aşmalarından sonra dostluk kurmuş olmaları gibi, ikiz’leşme kardeşliği de, ancak, artık sembolik hale dönüşmüş zorunlu bir savaşın ardından gelebilirdi.
Destanında, Oğuz Kağan, baba toplum birimine geçme töreninde, bir boğa ile savaşmış ve ancak ondan sonra ad’lanıp, Oguz’lanmıştı. Geçiş ritüellerinde, hayvan veya 'hayvan insan' ejderhalarla gerçekleşen bu sembolik (başlangıçta gerçek) kavga gösterileri, erkeğin savaşma ve bir yabancı öldürme eski yükümlülüğünün sembolik yerine getirilmesini sağlar. Eski toplum, en az bugünkü toplum kadar, kuralları aşabilmek için metotlar bulma ince zekâsına sahipti.
Sümer-Babil ve çevre toplum birimleri, birbirleriyle kardeşleşmelerinin, kız alıp vermelerinin, ürün takasının ve doğan çocukların paylaşımının, barışçıl ve herkesin üzerinde hemfikir olabildiği bir miras sistemi yoluyla ancak bu oğullar üzerinden etkili bir şekilde yürüyebileceğini görmüşlerdi. Her toplumun kendi baba mirasçısı oğulları böylece yücelir. Dumuzi, Enkidum, Kişzidum veya Gılgamış... her toplum birimin dayı’ların kendi karılarının doğurdukları oğul’un baba’lığına adım attıkları dönemin bir ürünüdürler. Dayı’lar burada artık yeğenlerin baba’sı sayılma devresini kapatarak, karısının doğurduğu evladın baba’sı olmak üzeredir. Bu noktadan itibaren artık erkek, karısının doğurduğu oğul’un babalığına geçmeye başlar. Fakat bu durum, ne dünün dayısı olan eski baba ve ne de oğul için kolay bir işlemdi.
Baba, dünün dayısı olarak kız kardeşinin doğurduğu oğulu kayınbiraderinin evinden alıp kaçırmasının nedenini biliyordu; çünkü onu kendi “kız kardeşi” doğurmuştu. Demek ki, şimdi artık, kayınbiraderinin kız kardeşi olan karısının doğumunu gizlemeliydi. Hatta, hamilelik ve doğum süreci, eğer bu erkek tarafından bizzat “yaşanır”sa, çocuğu erkek doğurmuş olacaktı! Bazı eski Türk toplulukları ve Afrika kabilelerindeki erkek, bu nedenle “erkek hamileliği” ve “erkek lohusalığı” kurumlarını yaratmakta gecikmez.
Öte yandan oğul, Baba’nın İbila’sı, Dummuzi’si, Enkidu’su, Gılgamış’ı haline bir anda değil, asırlara yayılan bir süreç içinde gelir. Bu İlk oğul, “ilk oğul yamyamlığı”, “ilk oğul kurbanlığını”, kısır’lığı , önündeki bu tip engelleri aşmak zorundaydı.
“İlk oğul kurbanı”nın Abraham ve Musa döneminde bile, sürdüğünü görmüştük. Musa döneminde, “ilk oğul”un kendi yaşamı karşılığında sunulan “oğlak” veya “kuzu”nun pişirilme ve yenilme biçimi, ilk oğul yamyamlığının Musa dönemine pek uzak olmadığını ortaya koyuyor.
Osmanlının “hadım etme” uygulaması da, akrabalık ve miras düzeni ile ilgili bir uygulamaydı. Erken Sümer döneminde, Sümer-Babil yaratılış anlatımlarında, kadın ve erkeğin yanı sıra, 'ne kadın, ne de erkek' olan “yaratık”ların bulunması, “ilk oğul”lar bağıntısında keşfedilen bir uygulama gibi görünüyor. İlk oğul’ların karşı toplum birimden alınıp baba toplum birim aidiyetine geçirilmesi, bu ilk oğul’un evlilik ve dolayısıyla miras düzeninde yeni bir olgu ortaya çıkarıyordu. Bu oğul, baba toplum birim aidiyetine geçtiği anda,'kaderi' değişecek, evlenme yasağı içinde bulunduğu dayıkızları ile evliliği artık zorunlu olacaktı, vb. Hadım etme uygulaması, işte böyle zor bir dönemin ara çözüm biçimi olarak ortaya cıkmış olmalıdır. Kız evlada benzetilerek giydirilen, saçı uzatılan adaklı erkek çocuk geleneğinin yakın zamana değin Mısır’da uygulandığına bakılırsa, eski Mısır, “ilk erkek çocuk kurbanı” bakımından daha köklü bir geleneğe sahip olmalı. Öte yandan, evlilikten uzak tutabilmek için kısır kılmanın gelişkin sembolik biçimi olarak erkek sünneti de, daha çok bir eski Mısır kurumu gibi görünmektedir.
Hadım etme uygulaması, orada bir sünnet yoluyla aşılmış olmalı. Sümer-Babil toplumunda varlığına pek rastlamadığımız sünnet sahneleri, eski Mısır piramitleri üzerindeki çizimlerde resmedilmişti. Eski Ahit’te, kendilerini sünnet eden Abraham ve Musa, Mısır ile yakın ilişki içindeydiler.
[email protected] (1)"Âdem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu. "RAB'bin yardımıyla bir oğul dünyaya getirdim" dedi.
Daha sonra Kayin'in kardeşi Habil'i doğurdu.
Habil çoban oldu, Kayin ise çiftçi."
(Yaratılış.4.Bölüm)
(2) [("On en arrive à se demander,d'une part si Gilgamesh n'était point initialement identique à Enkidou,d'autre part s'il n'exista pas deux Gilgamesh et deux Enkidou."
(Archiv Orientalni, March 1949, p.269, 1953-XXI, 1949 Vol-XVII)]
-1-