Buna benzer başka bir başlık da sayın Mustafa Kemal , bir Mason dergisinde yayınlanmış aşağıda ki yazıyı göndermişti. Bence konuyla ilgili bir çok şeyi açıklıyor.
Saygılarımla.
Aramızdan Yanlışlıkla Gelip Geçen Kardeşime
“Şuraya altı ayda bir geliyorum, ondada ayaklarım geri geri gidiyor... Bir oyun salonu bile yok... Bari bir saunası olsa yüreğim yanmaz. O ne biçim yemekhane? Teybe bir kaset koymadan kafa çekilen yer kaldı mı? Şöyle hafif yollu kafayı bulup da, kalkıp bir oynamayı dene bak oynatırlar mı? Kaç defa geldik buraya boşu boşuna... Bir şey öğrendiysem, bir faydasını gördüysem Arap olayım!
Yok şöyle duracakmışsın, böyle oturacakmışsın, yok selâmı şöyle çakacak, yürüyüşü böyle yapacakmışsın Bir edebiyat parçalama ki, yeter artık sıktı yahu! Sanırsın Dünyayı bunlar yaratmış...
Uğraş didin, bu günkü seviyene gel, herkes sana iki büklüm, sonrada burada bir sürü martaval dinle: Yok acemiymişsin, yok daha yeni doğmuşsun, yok çırakmışsın, yok kalfaymışsın...
Bir de devamsızsın lafları, dudak bükmeler... Beş kuruşluk menfaatim olsa bari.
Keyfim, rahatım yerindeyken, öyle kimsenin oyuncağı olmaya niyetim yok. ilk anlattıklarında bu işin bu kadar yavan olacağını anlamalıydım, ismi sağda solda bu kadar şişirilmiş olmasa, aidatını bile ödemeye değmez. Daha da sıkarlarsa alsınlar başlarına çalsınlar, sokağının köşesinden geçersem kör olayım...”
Aramızdan yanlışlıkla gelip geçen arkadaş, kardeşimiz.
Üzgünüz sana Masonluğu beğendiremedik, aradıklarını bulamadın bu çatıda. Seninde Masonluğa bizim gibi ölümden öteye bağlanmanı isterdik ama zorla güzellik olmaz. Tutmayalım, sıkmayalım seni, hayatını kendi değerlerinle dilediğin gibi yaşa, yolun açık olsun, uğurlar ola... Yok, sende bir kabahat yok, sana gücenmiş değiliz. Çünkü sende olmayanı senden isteyemeyiz.
Yok illaki bir kabahatli aranacaksa, kabahat önce seni aday gösteren kardeşimizde, ola Seni yeterince elemeden, tartmadan, denemeden, sende Masonik değerlerin yeterli olduğuna iyice kanat getirmeden, kim bilir belki de sana iyilik yapmış olmak için, koluna takıp, seni ünlü bir kulübe üye yapar gibi buralara getiren kardeşimizde ola. Kabahatin bir kısmı hepimizde, senin olsa olsa, hoşça vakit geçirilecek bir bekârlar kulübü arayışında olduğunu fark edemediğimiz için.
Haklısın, senin buraya gelmene gerek yok. Sen duyduğuna inanmış, sormaya gerek duymamış, işi bitirmişsin. Sen küçücük Dünyacığımızdaki tüm canlılar gibi sadece yaşamaya, belki onlardan biraz farklı olarak iyi yaşamaya çalışıp, geçip gideceksin. Senin kendinle alıp veremediğin yok, oysa bizim var. Bizim kendimizi kendimize sormaya, Evreni kendimize sormaya, düşünmeye ihtiyacımız var.
İnsan dediğin egoizmi, tutkuları, ihtiras ve zaafları, öfke ve nefreti, kompleksleri ile tıpkı bir vahşi at Sen o ata, bir inanç sistemindeki terbiye emirlerini, nasihatler, ceza tehditlerini, mükafat vaatlerini aktarmışsın, senden günah gitmiş... Biz atı binerek terbiye ediyoruz. Onun tüm reflekslerini hissederek, baş kaldırışlarını kontrol ederek, ama yıllar sürse onu terbiye azminden vazgeçmeyerek işte, bunun için kendimizle alıp veremediğimiz var. Bilincimiz, muhakememiz, irademiz, tüm zaaflarımızla amansız bir savaşta. Küçük Dünyamızda yaşayan diğer canlılarda hiç olmadığı gibi, seninde, içinde yaşadığın Evrene soracağın soru yok.
Kafanda sorularla dolu olması gereken boşluğa, insanın sahip olduğu bilgi kırıntısı üzerine inancı basmış, hava boşluğu bile bırakmamışsın. Oysa bizim kafamız suallerle dolu ve tek tek onların cevabını, gerçeği ve yalnız gerçeği arıyoruz.
Eğer gerçeği ve bilincimizi bir heykelde resmediyorsak, sen hayali, düzmece bir kalıba alçıyı dökmüş, aynı kalıptan çıkmış milyarlarca eşi gibi heykeli bitirmişsin. Oysa biz taştan yonttuğumuz heykele, her bir vuruşumuz için, bilincimizde gerçeğin biraz daha aydınlanışını bekliyoruz Heykelimiz nesilden nesile yavaş yavaş şekillenecek, ama hiç bir zaman bitmeyecek, zira bitmesi için Evrenin Ulu Mimarı ile eşleşmek gerek. Ancak hiç bitmese de her çağda, gerçeği arayan, soran ve düşünen insanın, Evrende ulaştığı noktayı gösterecek.
Kardeşim, seni buraya çekecek oyunları, eğlenceleri tertipleyemedik, tertiplemedik. Çünkü biz bu mabede kendimizi tanımaya, düşünmeye ve gerçeği sormaya geliriz, insanlık için, Masonluk için ettiğimiz yemini hatırlamaya, tazelemeye geliriz. Buradaki üçgen aynada bedenimizden öte görüntümüze bakmaya, eğer önceden göremediğimiz bir çirkinlik varsa, onu güzelleştirmeye geliriz.
Mesleğimizin oto kontrolü bu.
Ama sen kardeşim, buraya yanlışlıkla geldiğini, burada aradığın bir şey olmadığını söylüyorsun. Bir ayağın mesleğimizin dış alemdeki isminin etkisiyle kapının içinde, diğeri mantaliten, inançların, istek ve beklentilerinle kapının dışında, mütereddit bekliyorsun Çık kardeşim, seni aramıza aldığımızda sevinmiştik ama, biz gerçeği kabul ederiz, kendini sıkma. Sana hayatta mutluluk dileriz, güle güle... Çıkmadan şunu da bilesin ki, elindeki alçıdan heykeli atıp, aramıza, çekiç ve kalemle katılmayı içtenlikle dilediğinde, sana kalbimiz sevgi, kollarımız sevinçle açık, bunu unutma...
Bizler böyle bir insanın aramıza gelmiş olabileceğine inanmıyoruz. Ama bu hiç gelmeyecek demek değildir.
Ne demişler : Kıssadan hisse...
Şakül Gibi – Sayı :9, Aralık 1988