Bu konu üzerinde Sayın Alşah’ın yazısını bekliyorduk. Geldi. Konu üzerinde tartışılmaya başlandı.
Sayın Alşah’ın dediklerinin üzerine özellikle Sayın Arais uzun katkılarda bulunmuş. Uzun katkılarda bulunması ne güzel.
Bu yazımda bu katkılarının sadece birincisini ele alacağım. Ötekine sonra geleceğim.
Aslında Sayın Alşah’ın yazmış olduklarından başlamak gerekirdi. Fakat o beni ona sonra dönmem bakımından bağışlayacaktır sanırım. Bence onun yazısı üzerine yazılmış olanlara öncelik vermenin yararı var.
Sayın Arais, ilk katkısında okuduğu bir kitaptan söz ediyor. Kitabın adı “Masonların Saklı Tarihi” imiş. Kitabı görmedim; kapsamını bilmiyorum. O yüzden diyeceklerim dam üstünde saksağan örneği olabilir.
Masonluğun gizli saklı hemen hiçbir yönleri olmadığına göre, bu kurumun üyelerinin yani masonların tarihçesinde saklı ne olabilir ki?...
Dolayısıyla kitabın adı kendini ele veriyor “Ben antimasonikim.” diye.
Ha, belki antimasonik değildir; okumadan böyle bir yargıda bulunulamaz. Fakat öyle değilse bile ya bağlantısız şeylerden söz ediyor ya ona benzer bir anlatımda bulunarak ilgi çekmek hatta belki sansasyon uyandırmak istiyor. Bir yansız araştırmada böyle bir başlık kullanılmaz. Geçtiğimiz on yıllar içerisinde böylelerini o kadar çok gördük ki…
“Anderson ve ekibi tarafından bu hikayenin tarihsel olarak uydurulduğu”
- Masonlukta “Anderson ve ekibi” diye bir şey yok. Anderson, hakkında çok söz edilmiş kişi oluşuna karşın hep yalnız kalmıştır Londra Büyük Locası’nda.
- Bu ekip tarihsel olarak bir hikaye uydurmuşmuş?... Şimdi Anderson’un Masonluğun 1723 tarihli anayasa kitabının başına yerleştirilmek üzere yarı doğru, yarı uyduruk bir tarihçe kaleme almış olduğu doğrudur. Fakat bunun Tapınakçılarla hiçbir bağlantısı yoktur.
“Tapınak şövalyeleriyle duvarcılar arasında yakın bir bağ olduğu gerçek.”
Bunu nereden çıkarılarak uydurulduğunu çok merak ediyorum doğrusu… Tapınakçılar kendilerine özgü kiliseler inşa ettirdiler diye mi çıkarılıyor bu varsayım. Hani “Tapınakçılar ile yol ve köprü inşaatçıları arasında çok yakın ilişkiler vardı.” denilse buna inanasım gelebilir. Fakat duvarcılar?... Yok öyle şey. Bu Masonluğun temelinin eski bina inşaatçılığı mesleğinde olduğuna ilişkin yanlış varsayımın bir yan ürünü gibi duruyor. Üçü arasındaki ilişkinin varlığının gösterilmesi… Kanıtı?... Belgesi?... Yok!
“Hatta bu yakınlıktan dolayı tapınakçılarınkine benzer bir eldiven giymelerine izin verdikleri…”
- Bu da nereden ileri geliyor biliyor musunuz? Bugün masonların loca toplantılarında kullandığı eldivenin, taş işçilerinin kullandığı eldivenden alınma olduğu varsayımından. O da yanlış… Masonların kullandığı eldivenin kökeni başka? Bu konudaki gerçeği kavramak için masonları sormak bile gerekmez; çünkü onların da birçoğu aynı varsayımı ezberlemiş olduğu için yanlış biliyor; biraz kafa çalıştırmak yeter.
“Savaşlarda kazanılan yerlerdeki şatoları tamir ya da şato kale inşaasında faydalanmak için”
- Soralım da yanıtlasınlar: Tapınakçılar hangi savaşta hangi yerdeki hangi şatoyu kazandı ki, bunun onarımı gerekti? Akka, (Hari buna bir de Trablus’u ekleyelim pek doğru olmasa da) Kıbrıs, Rodos ve sonra Languedoc’daki bir iki kale dışında hangi ülkenin hangi yerinde hangi şato ya da kaleyi inşa ettirdiler? Bakınız, ben yapmadıklarını söylemiyorum. Sadece soruyorum hangi şato, hangi kale diye. Bu iddiada bulunan kişinin elinde bu bağlamdı bir bilgi olmalı. Biz de öğrenelim. Fakat o kitabın yazarı bu bilgiyi vermemiştir. Veremez ki… O da bu varsayımın uydurulduğu bir başka kitaptan almıştır yazdığını.
“Hiram Abif'in Süleyma'nın mabedinin yapılışının amaçlarının bile sadece tarihsel bağ kurmak için saptırıldığı”
- Bunun Tapınakçılarla ne ilgisi olduğunu ben anlamakta güçlük çekerim. Tapınakçıların Süleyman Tapınağı ile bir bağlantısını, bir bilgi olarak değil ama bir olasılık olarak kurabilirim. Ancak o kadar. Zaten Sayın Arais’in bir sonraki katkısında bir nebze ondan söz ediliyor. Bu bağlamdaki eleştirel düşünümü, bir sonraki yazımda vereceğim.