İnsanoğlu, kendi türünden olmayan bütün düşmanları üzerinde, kendisinden
önce başka hiçbir canlının yapamadığı kadar hakimiyet kurmuştur. Ayının da
kurdun da kökünü kurutmuş, şimdi de Latincedeki "homo homini lupus" (insan
insanın kurdudur) deyiminin ifâde ettiği gibi, gerçekten de kendi kendinin
düşmanı haline gelmiştir.
Julian Huxley, gerek insanı gerekse de hayvanı, birçok kaptanın komuta
ettiği bir gemiye benzetmişti. "İnsanın söz konusu olduğu durumda, komut
verenlerin hepsi aynı anda kaptan köşkünde bir araya gelirler", diyordu
Huxley, "ve her bir kaptan, kendi düşüncesini açıklar". Huxley'e göre, bu
kaptanlar kimileyin akıllıca bir uzlaşma sağlayabilirler kendi aralarında;
bu uzlaşma, kaptanların en akıllısının özel düşüncesine göre mevcut
sorunları çözme bakımından çok daha iyi bir yol gösterebilir; ama kimileyin
de aralarında anlaşamazlar, bu durumda gemi aklı başında bir dümenciden
yoksun demektir. Hayvanlarda ise kaptanlar, aralarındaki bir anlaşmaya sadık
kalırlar ve her defasında aralarından sâdece birinin kaptan köşküne çıkıp
idareyi ele almasına izin verirler ve aralarından biri ortaya çıkar çıkmaz,
öteki kaptanlar geri çekilmek durumundadırlar. Evet, Huxley, böyle
düşünüyordu. Huxley'in bu son benzetmesi, ihtilaf durumlarında hayvanların
davranışını açıklamak bakamından hedefi tam on ikiden vurmaktadır ama böyle
durumların, alabildiğine istisnai, özel durumlar olduğunu gözden
kaçırdığımızda geçerlidir. Tavuk ve ördekgiller gibi, sâdece dişinin kuluçka
görevini üstlendiği türlerde, düşmanla mücadele etme durumu dışında, yâni
hemcinsler arasındaki çekişmelerde, dişinin erkekten çok daha uzlaşmaz ve
kavgacı olduğunu biliyoruz. Aynı şeyin insan için de geçerli olma ihtimaline
işaret edenler var.
Hiyerarşik düzen, bir toplulukta yaşayan her bireyin, kimin kendisinden daha
güçlü ya da daha zayıf olduğunu bildiği; ve dolayısıyla da bu sayede, nerede
karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, zayıflara daha güçlü olanlarla mücadeleye
girmeden geri çekilme imkânı veren, güçlülerin de zayıf olanın geri
çekileceğini bildiği ve bunu ondan beklediği bir düzen demektir. Kuşaktan
kuşağa geleneksel yoldan aktarılan sembollere hayvanlarda rastlanmaz.
"Hayvan"ı insandan tanım gereği ille de ayıracak olursak, sınırı oluşturan
çizgi tam da burada, geleneğe iş düşmeyişinizde karşımıza çıkar. Gerçi
hayvanlarda da bireysel olarak edinilmiş deneyimlerin yaşlılardan genç
bireylere öğrenme ve öğretme yoluyla aktarıldığı durumlar yok değildir.
İnsana özgü bu gibi hakiki gelenekleri, ancak yüksek düzeyde öğrenme
yetilerinin, gene yüksek düzeyde gelişmiş bir toplumsal hayat tarzıyla iç
içe geçtiği hayvan türlerinde görebiliriz sâdece. Küçük kargalar, gri kazlar
ve kemeler, bu gibi süreçlerin varlığını kanıtlayan türlere örnek
verilebilir.
Amerika'nın batısındaki bir şehirde yaşayan ve alkolik bir adamın atını
bilmeden satın alan rahibin eski ve trajikomik hikayesi anlatılır. Bu düldül
yeni sahibini her barın önünde durup kısa süreliğine de olsa içeriye girmek
zorunda bırakmaktaymış. Zaman içinde adam cemaatte saygınlığını yitirmiş ve
sonunda hakikaten alkolik olup çıkmış. Şaka mahiyetinde anlatılan bu
hikâyenin, en azından atla ilgili kısmının doğru olma ihtimali az değildir!
Bizzat çocuk sahibi olan ya da en azından üç aşağı beş yukarı klâsik bir
amca, dayı sayılabilecek herkes, küçük çocukların, alışık oldukları bütün
her şeye nasıl bir direnç ve sadakatle sımsıkı bağlı olduklarını, örneğin
masal anlatılırken daha önce bir kez okunmuş en "önemsiz" bir satırın bile
atlanması durumunda nasıl da çaresizliğe kapıldıklarını iyi bilir. Ve kendi
kendini gözlemleyebilen herkes, yetişkin ve kültürel yönü gelişmiş
insanlarda bir kere yerleşen alışkanlığın, itiraf etmek isteyeceğimizden çok
daha büyük bir güce sâhip olduğunu kabullenmek zorunda kalacaktır.
İşte İnsan-Konrad Lorenz