Masonlar.org - Harici Forumu
Sanat => Edebiyat => Siirler ve Sairler => Konuyu başlatan: shemuel - Aralık 05, 2007, 07:43:26 ös
-
BAUDELAİRE’İN “KISA” HAYATI
"Hakiki şair” sınıfından Charles Baudelaire; Françors Baudelaire isimli orta halli bir aileye mensub baba ile, Caroline Archenbaud-Defayis isimli Londra’da doğmuş bir anneden, 9 Nisan 1821’de’de Paris’te Hautefcuille sokağında doğmuştur. Charles Baudelaire’in babası, o altı yaşındayken vefat etmesi üzerine annesi ikinci evliliğini, bir subay olan Jacques Aupick’le yapar.
Üvey babası 1833 yılında ayaklanmayı bastırmak için Lyon’a görevli olarak tayin edildi, Charles Baudelaire’i de, “Lyon Krallık Koleji”ne yatılı öğrenci olarak yerleştirdi; buradaki hayatı, mizacındaki melankoliyi kabartır ki, bunu “Balkon” şiirine de yansıtır.
1838’de ailesiyle Pirene’lere yolculuk yapar; ilk mısralarını burada kaleme alır. Latince şiir yarışmalarında birincilik kazanır. 1839’da okuldan uzaklaştırılır; liseyi dışarıdan bitirir.
20 yaşlarında okuduğu eserlerin ve mizacının tesiriyle felsefe ve din sahasında tefekkür etmektedir; ateist değildir ve “mistizme” kaymaktadır. Annesi, onu tam mânâsıyla desteklemektedir.
Charles Baudelaire’in bu hayatından endişe eden üvey babası -ki, artık Albay olmuştur-, onu Hindistan’a giden bir gemiyle seyehata yollar. O ise Maurice adasında inip, Bourbon adasına gelir; bir aile dostlarının, Adolphe Autard de Bragard’ların yanında misafir olarak kalır. Burada baş şiiri olan “Albatros”u kaleme alır. Bu yolculuğuesnasında yazdığı “Sömürgeli BirKadına” (A une Dame créole) şiirinin ilhamını, evsahibesiden almıştır. O günlerin hatıralarını ise, “İnsan ve Deniz”, “Alıp Götüren Koku”, “Moesta et Errabunda” ve “Yolculuk” şiirlerinde mısralaştırır.
1842 yılında, tiyatro oyuncusu bir aktrist olan Jeanne Duval ile karşılaşır; bu kadın ona “Elem Çiçeklerini” ilham edecektir. Bu sırada o, aşk ve kadın düşüncesi üzerinde yoğunlaşmaktadır; “Füzeler”, “Çıplak Yüreğim” isimli eserlerinde bu düşüncelerini kaleme alır.
1842’nin 9 Nisanında artık “reşid” olduğundan babasından kalan 100 bin franklık mirası almaya hak kazanır. Saint-Lois’ye yerleşir; lüks bir hayat içinde zevk alemlerinde, tam bir bohem olarak mirası harcamaya başlamıştır. Temmuzayında annesi, onun bu hayatından endişe ettiğinden ötürü mahkeme başvurur ve onun “hacir” altına alınmasını ve bir “vasi” tayinini talep eder. 21 Eylül’de mahkeme Neuilly noteri Ancell’i Baudelaire’in vasii olarak tayin eder. Şair, ailesine lanetler yağdırmaktadır.
1848 Paris ihtilâli sırasında; Fransa’nın 1789’dan beri gittikçe artan karmâşıklığı içinde o, barikatlardadır. Öyle ki, halkı, üvey babasının evine doğru bile sürükler öldürtmek için. Salut Public isimli gazetede ihtilali savunan yazıları yayınlanır. Bu sene Poe’dan tercümeler yapar.
1855’de “Elem Çiçekleri-Les Fleurs du Mal”ı ismi altında , “Reuve des deux Mondes” isimli dergide onsekiz şiir neşreder.
Modern şiirin ilk büyük eseri sayılan, "Les Fleurs du Mal-Elem Çiçekleri", kitap olarak ilk olarak, naşir Poulet-Malassis tarafından 25 Haziran 1857’de Paris'te bin üçyüz adet olarak neşredilir. Kitap, yayınlandığı tarihte, ”ahlâka aykırı“ görülerek Ağustos ayında, edebî eserlerle ilgili dâvâların en ehemmiyetlilerinden birine konu olmuştur. Dava neticesinde, Baudelaire ile neşredenler para cezasına çarptırılmış, “Elem Çiçekleri”nin 299 mısraı, “Takılar, Pek Neşeli Kadına, Lesbos, Lanetlenmiş Kadınlar, Vampirin Değişimleri” isimli şiirleri yasaklanmıştır.
Baudelaire, hususi hayatında tam bir bohemdir; şarap ve afyona da tutkundur. Babasından kalan büyük mirası neredeyse bitirmiştir, annesinden de para almaktadır.
1857’de “Le Pre’sent” isimli dergide “Gece Şiirleri” adı altında altı mensur şiir neşreder. “Artiste” dergisinde Flaubert hakkında bir tetkik makalesi kaleme alır. Kasım ayında da “Le Pre’sent”, Baudelaire’in şiirlerini neşreder.
1858’de POe tercümeleri ile kendi şiirleri neşredilir.
1859 13 Mart’ında “Artist” dergisinde Théophile Gautier üstüne bir tetkik yapması istendi. Bu tetkik makalesi, Victor Hugo’nun, Baudelaire’e “Elem Çiçekleri” üzerine yazdığı bir mektula beraber neşredilir. victor Hugo, mektubunda, yasaklanan kitab için, “‘Elem Çiçekleri’niz yıldızlar gibi parlayıp, ışık ve kıvılcımlar saçıyor” diye yazıyordu. Bu arada beyin hastalığı geçirir. Sağlığı gittikçe kötüleşmektedir. Baudelaire,
1859 5 Nisan’da, felç olan sevgilisi Jeanne Duval’in yanına taşınır.
1860 yılının Mayıs sonunda “Paradis Artificiels-Yalancı Cennetler” isimli kitabı neşredilir.
1861’de “Elem Çiçekleri”nin ikinci baskısı çıkar. Frengilidir; vücûdundaki ağrılar gittikçe şiddetlenmektedir. Ağrılarını dindirmek ve yaşadığı bohem hayatın ürünü olduğu için, tabii ki, şiir de yazabilmek için, afyon ve geyikotu gibi uyuşturucu maddeleri kullanmaktadır.
1864 yılında Le Figaro’da (7-12 Şubat) altı şiir halinde “Le Spleen de Paris”i yayınladı.
1866’da annesine ve yakın dostu Asselineau’ya mektublar yazarak şiddetlenen ağrılarını hakkında tedavi us^üllerini sorar. 15 Mart’ta Saint-Loups kilisesini gezerken inme iner... Annesi onu Paris’e getirtir ve Doktor Duval’in hastahanesinde tedavi başlatılır. Dostları yanındadır.
31 Ağustos 1867 tarihinde ölür. 2 Eylül’de de Montpoernassea’daki aile mezarlığına, nefret ettiği ve Paris ihtilali sırasında öldürtmeye çalıştığı üvey babası General Aupick’in yanına defnedilir.
-
NE DERSİN BU AKŞAM?
(Que Dıras-tue Ce Soir...)
Ne dersin bu akşam, sen garip kişi, sen bîçâre,
Ya sen kalbim, sen ki, vaktiyle çiğnendin, ey kalbim.
Ne dersin, en güzel, en iyi, en sevgili yâre,
İlahî bakışıyla nasıl şenlendin ey kalbim?
•
-Feda olsun gururumuz onu övmek yolunda!
Dünyaya değer, emreden sesindeki tatlılık.
Meleklerin kokusu var o lâtîf vücûdunda;
O gözler bize esvab giydirir sâfi ışık.
•
İsterse geceleyin ıssızlık içinde olsun,
İsterse sokakta kalabalık içinde olsun,
O hayâl havada rakseden bir meş’ale her dem!
•
Bazen de konuşur: "- Ben güzelim, emrediyorum,
Hatırım için yalnız güzel sevmeni istiyorum;
Baş koruyan meleğim ben, İlham perisi, Meryem!"
-
KENDİ DİLİYLE BAUDELAIRE
Baudelaire’in karmaşık, çarpıntılı, “spleen” hâlindeki hayatını ve sanat anlayışını, şairin kendi diliyle yazdıklarından, vermek daha uygun olur.
• "Güzel ve Kötü":
«-Benim güzelimin tanımını buldum. Bu güzel, yakıcı, hazin, anlaşılmayı zamana bırakan, biraz kapalı bir şey. Fikirlerimi bir kadın yüzünü örnek alarak açıklayayım.
Cazibeli, güzel, aynı zamanda ve karmaşık bir biçimde, hem cinsî arzu hem hüzün uyandıran bir baştır bu. Melankoli, bıkkınlık, hatta doyumsuzluk fikrini içeren veya tam tersine, bir fikri, yani, yoksunluktan ve ümitsizlikten doğar gibi ters akan bir acıyla birleşmiş bir yakıcılığı, bir yaşama arzusunu içeren baş.
Güzelin başka nitelikleri de var: Esrar ve hasret gibi...
Yüz ne kadar melankolik olursa o kadar çekicidir, o kadar kışkırtıcıdır. Ama baş, öte yandan, yakıcı ve hazin birşeyler, ruhî ihtiyaçlar, bastırılmış arzular -homurdanan ve kullanılmamış bir güç fikrini- bazen intikamcı bir duygusuzluk fikrini, bazen de -ki, bu güzelliğin en ilginç niteliklerinden biridir- esrarı ve son olarak da Mutsuzluk’u içerecektir. Güzellik, Kıvanç ile bağdaşamaz gibi birşey ileri sürmüyorum, ama diyorum ki; Kıvanç, onun en bayağı süslerinden biri, Melankoli ise muhteşem sevgilisidir. Öyle ki, bilmem beynim büyük bir ayna mı, içinde Mutsuzluk olmayan bir güzellik tipi aklımın köşesinden bile geçmez. Bu fkirlere inanmış -başkalarına göre bu fikirlere saplanıp kalmış- olan ben, kısaca, Miltonvari, en canlı güzellik tip Şeytan’dır demekten kendimi alıkoyamam.» ("Des Journeaux Intimes. (Şairin “günlükleri”) Füzeler XXII bölümü)
-
ŞEN ÖLÜ :D
(Le Mort Joyeux)
Kendim bir çukur kazmak istiyorum bir yanda,
Sümüklü böcek dolu cıvık bir toprakta ki,
Yayıp rahatça kocamış kemiklerimi,
Uyuyayım, denizde balık gibi, nisyânda
•
Vasiyetten de nefret ederim, mezardan da;
Âlemden gözyaşı dilenmekten daha iyi,
Kargaları çağırıp emdirmek iliklerimi,
İğrenç gövdemin her ucundan, yaşarken daha!
•
Bakın, önünüzde hür ve memnûn bir ölü var;
Ey kurtlar! Kulaksız ve gözsüz kara yoldaşlar,
Filozof hovardalar çürüntüler âlemi!
•
Haydi, keder etmeden gezin şu harâbemi,
Ve deyin bana, var mı daha başka işkence,
Bu kart ve ölüler içinde ölü cesede!
-
• "Şer, Maraz ve Şuur”
« Edebî tartışmalarda yıllardır sanatta, güzel, iyi, yararlı ve aktöre (halk arasında yerleşmiş gelenek, örf, adet/S.O.) gibi büyük ve korkunç sözcüklerle karşılaşırız. Ne kargaşa!.. Felsefî bilgelik eksikliği yüzünden herkes bayrağın bir yarısını kendine alıp, öteki yarısının hiçbir değeri olmadığını söylüyor...
Yazık ki, benzer yanılgıları birbirine zıt bir iki okulda da, burjuva ve sosyalist okulunda da görüyoruz. Misyoner ateşiyle tutuşarak “toplumu aktörel bakımdan yükseltelim!” diye haykırıp duruyorlar. Tabiî olarak, biri burjuva aktöresinden, diğeri sosyalist aktöreden sözediyor. Böylece sanat da artık bir propaganda âleti halini alıyor.
Sanat yararlı mıdır?.. Evet!... Niçin yararlıdır?.. Sanat olduğu için... Zararlı sanat da var mıdır?... Hayat koşullarını rahatsız eden sanat zararlı sanattır...
Hayâsızlık ayartıcıdır; o halde onu ayartıcı bir biçimde betimlemek gerekir. Hayâsızlık kendisiyle birlikte, kendine has aktörel hastalıklar ve acılar da yaratıyormuş... O halde onları da betimlemek gerekirmiş... Bir eserde kötülük, suç her zaman cezalandırılır, erdem, her zaman ödüllendirilir mi?.. Hayır!... Ama yazdığınız roman, yazdığınız tiyotro oyunu iyi ise, kimsede tabiatın kanunlarını çiğneme arzusu uyandırmaz. İyi bir sanat yapmanın ilk zorunlu şartı, eksiksiz bir bütünlüğe inançtır. Bahse girerim ki, güzel’in bütün şartlarını yerine getirdiği halde, zararlı olabilen tek bir eser gösteremezler...
Yıllarca Berquin’in adını söyleyerek kulağımda davul çalan bir dostum vardı. Tam bir yazarmış, sevimliymiş, iyiymiş, insanların yüreğine su serpiyormuş, iyi şeyler yazıyormuş, bu yüzden de büyük bir yazarmış! İster mutlu bir olay, ister mutsuzluk deyin, çocukluğumda yalnızca yetişkinlere yönelik eserler okuduğum için bu yazarı bilmiyordum. Kafamın yine bu pek moda, sanatta aktöre meselesiyle allak bullak edildiği günlerde, rastlantı sonucu elime Berquin’in bir eseri geçti. Dikkatimi ilk çeken şey, kitaptaki çocukların büyük adamlar ve kitaplar gibi konuşmaları ve babalarına, annelerine, aile büyüklerine aktöre dersi vermeleri oldu... Kendi kendime, “düzmece sanat işte bu!” dedim... Okumayı sürdürdükçe gördüm ki, akıllılık, usluluk tatlıyla ödüllendiriliyor, yaramazlık, verilen cezalarla gülünç duruma düşürülüyordu. Uslu durursan, tatlı ve şeker veririm; işte bu aktörenin temeli!... Başarının şartı, kesinkes erdemli olmak... “Berquin yoksa Hıristiyan değil mi?”, dedim kendi kendime... Ve hükmümü, kararımı hemen verdim, “zararlı sanat dedikleri işte bu sanat!..” Zira, Berquin’in öğrencisi, yetişkinler dünyasına girdiğinde kararını verecek: Erdem başarının şartıysa, o halde başarı da kesinkes erdemin şartıdır. Öğretmeninden aldığı öğütlerin de yardımıyla erdemin hanında oturduğunu sanarak erdemsizliğin hanına kapağı atacak!» (1851 tarihli, "Tiyatro Oyunları ve Dürüst Romanlar isimli makalesinden.)
-
DÜŞMAN
(L‘ennemi)
Gençliğim bir karanlık fırtına oldu,
Birkaç yerinde parlak güneşler açan;
Öyle harab çıktım ki bu fırtınadan,
Bahçemde kızarmış tektük meyve kaldı.
•
İşte, fikirlerin gözüne ulaştım,
Suyun mezarlar gibi çukur açtığı,
Sel basmış toprakları durmayıp gayrı,
Kürekler, tırmıklarla onarmam lazım.
•
Boy atacak mı esrarlı gıdayı bulup
Hayal ettiğim yeni çicekler aceb?
Bir kumsal gibi yıkanmış topraklardan?
•
-Ey acı! Ey acı! Zaman ömrü yiyor.
Ve kalbimizi kemiren sinsi düşman
Kaybettiğimiz kanla şişip büyüyor!
-
"Sanat’ta Elem ve Kötülük"
İyi, aktörel araştırmaların temeli ve amacıdır. Güzel ise, zevkin tek tutkusu, tek amacıdır... Bir başka sakar düşünce daha var, yedi canlı bir yanılgı... Bu safsatanın üç de yapışık kardeşi var: Tutku, gerçek ve aktöre...
Şiirin amacının şunu veya bunu öğretmek olduğunu düşünen bir yığın insan var. Şiir, gelenek ve görenekleri yetkinleştirmeliymiş, şuuru güçlendirmeliymiş, kısaca yararlı olanı göstermeliymiş. Kişi kendine eğilme, ruhunu sorgulamak, çoşkulu hatıralarını yadetmek istesin, yeter, o zaman şiir’in şiirden başka amacı olmadığını görürüz.
Sözüme kulak verilsin, şiir, gelenek ve görenekleri soylulaştırmaz, demiyorum; son amacının, hedefinin, insanları bayağı çıkarlar üzerine yükseltmek olduğunu yoksaymıyorum. Söylemek istediğim şu: Eğer şairin tek amacı aktöreyi izlemek ve savunmak olursa o zaman eserinin şiirsel gücü de zayıflamış olur. Hatta denebilir ki, böyle durumda ortaya çıkan eser de kötüdür. (...)
Umumi yanılgıda açıklanması çok kolay bir karışıklık var. Falan şiir güzelmiş ve temiz duyguları dile getiriyormuş. İyi ama Güzel olmasının sebebi, temiz duyguları dile getirmesi değil ki!.. Falanca şiir de güzelmiş ama temiz duyguları dile getirmiyormuş; iyi de, Güzel’liği, temiz duyguları dile getirmemesinden doğmuyor ki; daha açıkcası,güzel olan dürüst olmayandan daha dürüst değil ki!..» (Théophile Gautier ve Auguste Barbier üzerine yazdığı makalelerden.)
«- Her insanın, aynı anda iki dileği var; biri Tanrı’ya dönük, diğeri Şeytan’a.Tanrı’an yardım umma veya tinsellik derece derece yükselme arzusudur. Şeytandan medet ummak veya hayvanlık iniş kıvancıdır. Kadınlara karşı duyulan aşk ve hayvanlarla, köpeklerle, kedilerle falan içden konuşma, Şeytan işi olsa gerek. Bu iki aşktan türeyen kıvançlar, bu ki aşkın tabiatına uygundur. Pisi pisim, minik kedim, arslanım, minik maymnum, koca maymun,gidi boğa, hüzünlü sıpam!.. Dilde yinelenip durulan bu tür kaprisli sözler,sevgiliye çoğu zaman hayvan adlarının takılması,aşktaki şeytan yanın tanığıdır. Şeytan da hayvan biçiminde değil mi? “Cazotte’un devesi, deve, iblis ve kadın...»
-
“Ruh hali"
«- Durumumu sana açmak için ne zaman kalemi elime alsam, seni kahretmekten, zayıf düşmüş bedenini incitmekten korkuyorum. Her an canıma kıydım, kıyacağım, bundan hiç kuşkun olmasın. Beni çok, çok sevdiğini biliyorum; aklın kör ama yüce bir karakterin var! Canıma kıymam sana saçma geliyor değil mi. “Demek yaşlı anneni, yapayalnız bırakmayı düşünebiliyorsun”, diyeceksin. Buna doğrudan hakkım olmasa da otuz yıla yakın bir süreden beri çektiğm acılar bağışlanmama yeter. “Allah korkusu da yok mu?”, diyeceksin. Görünmez bir dış varlığın kaderimle ilgilendiğine inanmayı ne kadar isterdim (bu konuda nasıl içtenolduğumu benden iyi kimse bilemez); buna inanmak için ne yapsam bilmiyorum ki?
Ben senin yanında hep yaşayan bir varlıktım; yalnızca benimdin artık. Hem putum, hem arkadaşımdın. Çok çok gerilerde kalmış yıllardan tutkuyla sözetmeme belki şaşacaksın. Ben bile şaşıyorum. Belki de ölümü bir kez daha arzulamamdan, geçmişin, eski vakaların aklımda lif lif çözülmesinden kaynaklanıyor bu.
Daha sonra, bilirsin, kocan, (annesinin ikinci eşi olan subaydan bahsediyor. S.O.) ne acımasız bir eitim seçti benim için; kırk yaşındayım ve hala o kolej yıllarını ve üvey babamın oluşturduğu korkuyu acıylahatırlıyorum. Yine de onu sevmiştim, zaten bugün ona hak verecek olgunluktayım. Hasılı sakat tutumunu ısrarla sürdürmüştü. Bu meseleyi geçelim; zira, gözlerindeki yaşları görür gibiyim. Sonunda kurtuldum ama tümüyle terkedildim.» (6 Mayıs 1861 tarihli annesine yazdığı mektubdan...)
-
İÇE KAPANIŞ
(Recueillement)
Derdim, yeter, sakin ol, dinlen biraz artık;
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam;
Siyah örtülere sardı şehri karanlık;
Kimine huzur iner gökten kimine gâm.
•
Bırak şehrin iğrenç kalabalığı gitsin,
Yesin kamçısını hazzın sefil cümbüşte,
Toplasın acı meyvesini nedâmetin.
Sen gel, derdim, ver elini bana, gel şöyle
•
Bak göğün balkonlarından, geçmiş seneler
Eski zaman esvablarıyla eğilmişler;
Hüzün yükseliyor, güler yüzle, sulardan.
•
Seyret bir kemerde yorgun ölen güneşi
Ve uzun bir kefen gibi Doğu'yu saran,
Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi.
-
İNSAN VE DENİZ
(L‘homme et La Mer)
Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken alıp giden dalgaların ardından,
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.
•
Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin; ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşi haykırışında denizin.
•
Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de.
Kimse bilmez ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz! Nerede senin o iç hazinelerin?
•
Ama işte yine de binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursun, duymadan acı keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulamayan kardeşler!
-
SPLEEN
Gök çökünce sıkıntılarla sızlanan
Ruha bir kapak gibi, ağır ve basık,
Dökünce çemberi kuşatan ufuktan,
Gecelerden de acı siyah bir ışık;
•
Dünya olunca bir rutubetli zindan,
Ümit kanatları ürkek bir yarasa,
Gider duvardan duvara vuraraktan,
Ve başı çarpar çürümüş tavanlara.
•
Andırınca yağmur tel tel süzülerek
Loş bir cezaevinin çubuklarını,
Ve gerince iğrenç bir sürü örümcek
Beyinlerimizde tozlu ağlarını,
•
Çalar tehevvürle birden havalanır,
Fırlatırlar göğe korkunç bir uluma;
Bunlar, sanki yurtsuz, başıboş ruhlardır,
Koyulup dururlar inatla feryâda.
•
Ve ruhumdan geçer upuzun tabutlar,
Sessiz, ağır ağır, ümit ağlamada;
Merhametsiz korku mütehakkim, çakar
Siyah bayrağını eğilen kafama
-
HÜZÜN VE SERSERİ
(Moesta et Errebunda)
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasına,
Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan
Bambaşka denizlere, bambaşka semâlara,
Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra?
•
Deniz, tek tesellisi günlük ıstırâbların
Acaba hangi şeytan veya hangi mûcize
Her ulvî çalkanışta muazzam bir rüzgârın
Orguyla uğuldayan denizi verdi bize?
Deniz, tek tesellisi günlük ıstırâbların
•
Hey, trenler, vapurlar, beni buradan götürün!
Ne var gözyaşlarımdan çamurlar yoğuracak?
Arasıra der mi ki, Agathe'nin ruhu, üzgün
"- Nedâmetten, azâptan ve ıstırâbtan uzak,
Hey, trenler, vapurlar, beni buradan götürün!"
•
Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet
Ey, sadece sevincin, aşkın ürperdiği yer,
Ey, her ruhun içinde boğulduğu saf şehvet,
Ey, bir ömür boyunca gönül verilen şeyler
Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet
•
Ah o yeşil cenneti çocuksu sevdâların,
O koşuşlar, demetler, o şarkılar, bûseler,
İnildeyen kemanlar arkasında sırtları,
Akşam, koruluklarda şarap dolu kâseler,
- Ah o yeşil cenneti çocuksu sevdâların,
•
O bilinmez zevklerin yüzdüğü masûm belde
Çok daha uzakta mı yoksa Çin'den Maçin'den?
Beyhûde bir arzu mu inildeyen dillerde,
Canlanan bir hayâl mi billûr sesler içinden.
O bilinmez zevklerin yüzdüğü mâsûm belde
-
ALBATROS
(L‘albatros)
Çok defa eğlenmek için gemi tayfaları
Albatrosları, bu cesîm deniz kuşlarını tutarlar,
Bunlar, kayıtsız ve batî seyahat arkadaşları,
Derin girdablar üzerinde kayan gemiyi takip ederler.
•
Onları tahtaların üzerine bırakır bırakmaz
Mavi göğün bu hükümdârları, beceriksiz ve mahcûb,
Büyük beyaz kanatlarını acınacak hâlde
Yanlarında kürekler gibi sürüklerler.
•
Bu kanatlı yolcu ne acemî ne de metânetsizdir!
Vaktiyle o kadar güzelken, şimdi ne gülünç ve çirkindir!
Biri çubuğuyla onun gagasına dokunur,
Öteki topallayarak eskiden uçan kötürümü taklid eder.
•
Şair, fırtına ile uğraşan, yay ile eğlenen,
Tahkirler arasında toprağa matrûd,
Ve muazzam kanatları yürümesine mâni,
Bulutlar hükümdârına benzer.
Batî: yavaş, ağır hareketli.
Matrûd: Tardolunmuş, kovulmuş,
vazifesinden çıkarılmış
Tahkir: Hakaret etme.
-
BALKON
(Le Balcon)
Hatıralar annesi, sevgililer sultanı
Ey beni şâdeden yâr, ey tapındığım kadın!
Ocak başında seviştiğimiz o zamanı,
O cânım akşamları elbette hatırlarsın.
Hatıralar annesi, sevgililer sultanı
•
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan,
Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen.
Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman!
Ne söyledikse çoğu ölmeyecek şeylerden,
O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan,
•
Ne güzeldir güneşler, sıcak yaz akşamları!
Kâinat ne derindir, kalp ne kudretle çarpar!
Üstüne eğilirken ey aşkımın pınarı,
Sanırdım ciğerimde kanının kokusu var.
Ne güzeldir güneşler, sıcak yaz akşamları!
•
Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece,
Seçerdim o karanlıkta gözbebeklerini,
Mestolur, mahvolurdum nefesini içtikçe.
Bulmuştu ayakların ellerinde yerini.
Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece,
•
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak;
Yeniden yaşadığım dizlerinin dibinde.
O "mestinâz" güzelliğini boştur aramak,
Sevgili vücûdundan kalbinden başka yerde,
Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak!
•
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler
Dipsiz bir uçurumdan tekrar doğacak mıdır?
Nasıl yükselirse göğe taptaze güneşler
Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır
O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler!
-
REVERSİBİLİTE
(Reversibilité)
Neşeyle dolup taşan bilir misin kederi,
Utanç, ayıp, nedâmet, hıçkırıklar acılar,
O korkunç geceler ki, binbir azâbla uzar
Buruşturur bir kağıt parçası gibi kalbi?
Neşeyle dolup taşan, bilir misin kederi?
•
Sevgiyle dolup taşan, bilir misin nefreti,
O sıkılan yumruklar, yaşlar zehirle dolu
Ve intikâm hırsıyla beyinler uğultulu,
Emrine râmederken kinle kavrulan eti.
Sevgiyle dolup taşan, bilir misin nefreti?
•
Sıhhatle dolup taşan, bilir misin dertleri,
Soğuk hastahânenin duvarları boyunca,
Güneş gibi görmemiş sürgünler gibi bunca
Işığa hasret öyle ve bir kemik, bir deri,
Sıhhatle dolup taşan, bilir misin dertleri?
•
Gençlikle dolup taşan bilir misin çökmeyi,
Yaşlanmak korkusunu ve bir vakit her yerde
İçimizi sevgiyle tutuşturan gözlerde,
Merhamet okuyarak ecel teri dökmeyi.
Gençlikle dolup taşan bilir misin çökmeyi?
•
Işıkla, saadetle dolup taşan meleğim,
Başı döner de gürbüz vücûdunun seyrinden,
Vurulmuş bir kahraman sıhhat diler de senden,
Duanı kazanmaktır benimse tek dileğim.
Işıkla, saadetle dolup taşan meleğim,
-
SED NON SATAITA
Geceler gibi esmer, misk, havana kokulu,
Sen; acayip tanrıça, Faust’u Savana’nın
Ey abanoz göğüslü güzel büyücü kadın,
Siyah japon kuşağı, karanlıklar çocuğu,
•
Ne yapayım şarabı, ne yapayım afyonu,
İksiri bana yeter o kabaran ağzının;
Gelince sana doğru kervanı arzuların,
Bir sarnıçtır gözlerin, hüznümün içtiği su.
•
Ruhumun penceresi o kara gözlerinden
Daha az alev boşalt acımasız şeytan! Ben,
Styx gibi dokuz kez seni kucaklayamam.
•
Ey çapkın intikâm perisi, ey Mégére, ne yazık ki
Köpeklerle kuşatıp yıldırmak için seni
Cehennem yatağında Proserpine olamam!
-
VAMPİR 8)
Sen, bıçak darbesi gibi
Sızlanan kalbime daldın;
Sen İblisler gibi güçlü
Çılgın ve süslenmiş geldin.
•
Bütün arzun yuvalanmak
Şu garip, yalnız gönlümde;
- Tutkunu olduğum alçak!
Nasıl forsa zincirine
•
Nasıl kumarbaz oyuna
Leş, kurda; ayyaş, şişeye
Bağlı ise, ben de öyle
Lânet! Bağlanmışım sana!
•
Yalvardım palaya: “- Artık
Beni sen hür kıl!”, dedim,
Bitsin diye bu alçaklık,
Zehirden yardım diledim.
•
Pala da, zehir de heyhat!
Aşağılık buldu beni,
Dediler ki: "- Böyle berbat,
Böylesi köle birini
•
Niçin kurtaralım aptal!
Yakayı kaptırmışsın sen
Onun imparatorluğuna
Birşey gelmez elimizden,
•
Tut ki, çabayla, gayretle
Kurtardık, neye yarardı?
Vampir öpüşlerin ile
Diriltirdin kadavranı!”
-
CİNNÎ
Güneş, tüle bürünmüş. o güneş gibi sen de,
Ey hayatımın Ay’ı! Örtün, gölgelerle dol;
Uyu veya sigaranı iç keyfince; dilsiz ol,
Sıkıntının uçurumuna dal bütünüyle;
•
Seni böyle severim! Ama karanlıklardan
Çıkan ışıksız yıldız gibi, bugün kubarmak,
Çılgınlıklarla dolu yerlerde çalım satmak
İstersen, tatlı hançer, tamam fışkır kınından!
•
Parlak avizelerde yak gözbebeklerini!
Budala bakışlarda doyur isteklerini!
Her arzun kabülümdür; taşkın, marazlı, çarpık;
•
Dilediğin gibi ol, kızıl şafak, kara gece;
Şu titrek bedenimde haykırmayan tek lif yok
"Sevgili Şeytan; sana tapınıyorum!”, diye.
-
KABİRDE AZAB
Zifiri kara gözlüm, uyuduğun zaman
Birgün, mermerleri kara mezarın dibinde,
Ve bir gün, bu yatak yerine, bu ev yerine,
Yağmurlu, oyuk bir çukura girdiğin zaman;
•
O tembel, kayıtsız göğsüne abanıp, taş
Çırpınan kalbini, bütün özlemlerini,
Serüvenlere düşkün ayağını, elini,
Bütün tutkularını ezerken yavaş yavaş,
•
Benim sonsuz rüyamın sırdaşı olan mezar
(Zira, mezar, şairi hep anladı ve anlar)
Uykunun sürüldüğü bütün geceler boyu
•
Sorup sana diyecek: "- Ey acemi *!
Ölüler ağlıyorken, senin aklın neredeydi?”
-Ve kemirecek kurtlar derini azab gibi.-
-
SOĞUK AZÂMET
Dalganan sedef giysileriyle, onun
Yürürken bile dans ettiğini sanırsın,
Uzun değneği üstünde, Hint fakirinin
Oynattığı yılanlardan biri bu, dersin
•
Benziyor donuk kuma, çöllerin göğsüne,
Onlar kadar acımasız ve duyarsız,
Benziyor o çoşkun denizlerin ağına,
Dalga dalga yayılıyor, öyle umarsız.
•
Hoş bir madenden yapılmış kaygan gözleri.
Erden bir meleğin sıfenksle buluştuğu,
Herşeyin çelik, elmastan oluştuğu
•
Bu garip sembolik gövdenin içinde, bak,
Faydasız yıldız gibi parlıyor, sonsuza dek
Kısır ve dölsüz kadının soğuk azâmeti.
-
BİR CESEDİN YANINDA
O gece bir cesedin yanında yatar gibi,
Gudubet bir Yahudinin yanına uzandım,
Hiçbir haz uyandırmayan hazin güzelliği,
Satılık bedenini seyredip, düşünceye daldım.
•
Canlandırdım gözümde körpe kızlık hâlini,
Bakışı belki haşin, belki yumuşacıktı
Ve başında kokulu bir şapkaydı saçları,
Bunları hayâl etmek bile mestetti beni.
•
O âsil bedenini nasıl öper, severdim,
Serin ayaklarından saçlarına dek
Seni okşar, herşeyim yoluna feda, derdim.
•
Yeter ki, gözlerinden dökülen bir damla yaş
Gudubetler ecesi, karartsın yavaş yavaş
O soğuk gözlerini son ışık sönene dek!
-
KOKU
Kiliselerde günnük tohumunu
Veya miski ufacık torbadan,
Esrikçe ve yutarca, zaman zaman
Ey okurum kokladığın oldu mu?..
•
Yanlışlardan arınmış bir geçmişte
Şimdi bizi büyüleyen bir yan var!
Âşık, tapılası beden üstünde
Nefis çiçekleri hatıradan toplar.
•
Canlı torba, odanın buhurdanı
Dalga dalga, esnek, ağır saçları
Vahşi, yaban bir hava yayıyordu,
İçine, saf billur gençliği sinen
İpek veya kadife giysisinden
•
Bir kürk kokusu yükseliyordu.
-
ŞİŞE
Güçlü kokular vardır, onlar için, her madde
Gözeneklidir. Sanki, geçerler camdan bile.
Doğu işi ve köhne kilidi gıcırtıyla
Homurdanıp açılan eski bir sandıkta,
•
Veya ıssız bir evin, yıpranmış, hazin, kara,
Küf kokuları sinmiş tozlu bir dolabında
Yaşlı bir şişe vardır, hâtıralar canlandıran,
Bir ruh dipdiri, gelip fışkırıverir ondan.
•
Usul usul ürperen, gerip kanatlarını
Uçmaya hazırlanan, mavi, pembe, yaldızlı
Krizalitler gibi nice yoğun düşünce
Uyuyordu o ağır karanlıklar içinde.
•
Esrikleştiren ânı işte geldi... uçuyor
•
Garipleşen havada... ve gözler yumuluyor,
Başdönmesi yapışıp itiyor yenik ruhu
Tortumuzla kirlenmiş kara çukura doğru;
•
Vurup yere seriyor çukurun kıyısında
Ki yırtıp; kefenini kokulu Lazare, orda
eski, buruk, sevimli aşkı kımıldatıyor,
Hortlak cesedini uykudan uyarıyor.
•
Oy! Bir gün kaybolunca, yitip gidince böyle
Hafızalardan silinip bir dolap köşesinde,
Tükenmiş, tozlu, kirli, çatlak, iğrenç, yapışkan
Yaşlı bir şişe gibi, boş, atıldığım zaman,
•
Ey meleklerin damıttığı kutsal zehir!
Ey, yaşatan, öldüren, beni kemiren iksir!
Dünya tanısın diye gücünü, irinini,
Tabutun olacağım, pis kokulu, sevimli!
-
KEDİ
I
Beynimin içinde gezinir durur,
Evinde rahat gezindiği gibi,
Güzel, güçlü, hoş, sevimli bir kedi,
Miyavlar, sesi pek hafif duyulur,
•
Öyle yumuşak, usuldur sesi,
Bazen homurdanır, bazen sessizdir,
Ama hep derin, her zaman zengindir,
Burdan doğar, çekiciliği, sırrı.
•
Yuvarlanır, damla damla süzülür
Bu ses, karalıklarımın dibine,
Doldurur beni, uyumlu bir dize,
İksirdir, gönlüm onunla haz bulur.
•
Uyutur en feci ağrılarımı,
Bütün çoşkuları taşır içinde;
Ne gerek var o uzun tümcelere,
Sözcüklere yok onun ihtiyacı.
•
Yüreğimden iyi keman olur mu!
En tiz telinin üstünde gezinsin,
Şarkısını, saltanatla söylesin,
Sürsün yayını, yürek yorulur mu!
•
Ey esrarla dolu kedi; sesin,
Ey semavi mahluk, garip ve soylu,
Meleğinki kadar yüce, uyumlu
Sesin saltanatla şarkı söylesin!
II
O sarılı ve siyahlı kürkünden
Öyle tatlı bir koku çıkıyor ki,
Bir akşam bütün tenime sinmişti
Onu bir kez, bir kez okşayınca ben.
•
Kaldığı yerlerin evliyasıdır;
O yönetir, o esinler, yargılar,
Çünkü kendi imparatorluğu var;
Belki bir Peridir; belki Tanrı?
•
Gözlerim usulca döndüğü zaman,
Tıpkı bir mıknatıs çekmişcesine,
Bu sevdiğim, sırlar dolu kediye,
Ve, şöyle bir kendime baktığım ân
•
Hayretle bir ateş görürüm orda,
Aydınlık fenerler, canlı opaller,
Beni izleyip duran gözbebekler,
Solgun gözbebekler görürüm orda.
-
BAYKUŞLAR
Garib Tarnılar gibi baykuşlar
Karaselvilerde dizi dizi,
Sessiz, düşünmeye koyulmuşlar,
Gözleri ok gibi, kırmızı.
•
Kımıldamadan duracak onlar,
Hüzün taşıyan saatlere dek,
Orda, ışığı sürgün ederek
Açılacak yoğun karanlıklar.
•
Baykuşlar bu haliyle bize der:
Hayat bazen de durgunluk ister
Kargaşadan, devinimden korkun;
•
İnsan bir tutkuyla şaşkınlaşır
Yer değiştirmek ister ve bunun
Yıllarca pişmanlığını taşır.
-
KENDİNİ CEZALANDIRAN KİŞİ
Yaracağım seni bir gün
Nasıl kayaları Musa
Değneğiyle yardı ise
Nasıl, duymadan öfke, kin
•
Kasap keserse koyunu
Sunmak için Sara’ma ben
Alacağım göllerinden
Büyük acının suyunu.
•
Gözyaşlarında yüzecek
Ümitle dolu yüreğim,
Uzaklaştırmak için gemim
Palamarını çözecek.
•
Gözyaşların o zaman, bak
Yüreğimde, esrik, hür,
Davul gibi, gümbür gümbür
Nasıl ses verip çoşacak!
•
İtip kakan ve ısıran
Alay öğretti: Ben neyim?
Çatlak bir ses değil miyim?
Mukaddes uyumları bozan?
•
Bu çığırtkan ses benimdir!
Kara ağu kendi kanım,
Ben bir uğursuz aynayım,
Bakan cadı bedenimdir!
•
Yara ben’im, bıçak ben’im!
Hem tokat, hem tokat yiyen!
Çarmıh da ben, İsa da ben,
Hem cellat’ım, hem kurban’ım.
•
Ben kanımın vampiriyim,
Gülümsemeyi bilmeyen,
Sonsuz gülüşü bekleyen
-Terkedilmişlerden biriyim!
(* Sara-Sarah; Hazret-i İbrahim’in eşidir ki,
zemzem suyunun çıkmasına vesile olandır.)
-
LÂNETLENMİŞ KADINLAR
Çevirip gözlerini denizlerin ufkuna,
Dalgın bir sürü gibi sahilde uzanmışlar,
Ellerde, birbirini arayan ayaklarda
Tatlı halsizlikleri, ıstırablı gözyaşları var
•
Bir kısmı, uzun uzun günah çıkartmak için,
Gidiyor, derelerin şakıdığı koruda,
O çocuk yıllardaki korkulu aşkların
Kabuğunu ve yeşil fidanları oya oya;
•
Kimileri, Aziz Antonie’nin, düşlerinde
Çıplak, kızıl göğüslerin lavlar misâli
Fışkırdığını gördüğü kayalar içinde,
Yürüyor, rahibeler gibi, ağır ve ciddi;
•
Putperest mağaralarının oyuğunda, bir kısmı
Reçineleri akmış çıralar ışığında,
Azabları uyutan, ey Bachus!, yardımını
Bekliyorlar, uluyup ateşli arzularla!
•
Karıştırıp karanlık ormanda, gecelerde,
Acının gözyaşına arzunun köpüğünü
Bir kırbaç saklayarak uzun giysilerinde,
Keşiş yeleklerini seviyor bir bölüğü.
•
Yalnız gerçeğin dışında herşeyi küçümseyen
Erdenler! Canavarlar! Kurbanlar! Büyük canlar!
Şehvet çığlığı atan, pişmanlıkla inleyen
Sofular, yarı insan, yarı hayvan kadınlar!
•
Hazîn kızkardeşlerim, cehenneminize dek
İzledim hepinizi, perişan hâldesiniz,
Susuzluğunuz gibi acınız da dinmiyor,
Ölü aşk külleriyle dolu kalpleriniz!
-
LÉTHÉ
(yasaklanmış şiir)
Vahşi ve sağır ruh, gel kalbime, gel diyorum,
Tembel, miskin canavar, sen tapılası kaplan;
Şu titreyen parmaklarımı uzun zaman
Ağır, yoğun yelene daldırmak istiyorum;
•
Acılı, üzgün başımı usulca sokayım
Teninin kokusuyla dolu eteklerine,
Solgun bir çiçek gibi derinden derine
Pis kokan ölü aşkımı içime çekeyim.
•
Hayatdan çok uyumak istiyorum uyumak!
Kuşkulu bir uykuda, tatlı ölüm misali,
Vicdan azâbı duymadan öpücüklerimi
Bakır gibi cilalı güzel vücûduna yaymak.
•
Ancak senin yatağının uçurumu yutar
Şimdi artık dinmiş olan hıçkırıklarımı;
Senin ağzında unutuşun o güçlü tadı,
Léthé ırmağı öpüşlerin içinden akar.
•
Zevkin buyruklarına uymak, boynumun borcu,
Çünkü, kaderim alnıma peşin yazılmış böyle;
Ben, günahı körükleyip aşkın ateşiyle
Alevlendiren uysal kurban, ben masûm suçlu,
•
Dinsin diye bu acı, uyuşsun diye kinim
Yıllardır altında hiç kalb barındırmayan
Sivri göğüslerinin güzelim uçlarından
Kana kana baldıran zehrini içeceğim!
-
TAKILAR
(yasaklanmış şiir)
Soyunmuştu bir tanem, tek kalan şey teninde
Gözalıcı takılar, çünkü beni tanırdı,
Üstünde kölelerin hürriyet günlerinde
Taşıdığı alnı dik fatih havası vardı.
•
Alaycı ve canlıbir çığlıkla dansederken,
Madenler ve taşlarla ışıklanan şu dünya
Çoşturur kalbimi, dehşetli düşkünüm ben
Sesin ışıkla hemhâl olduğu eşyalara.
•
Bırakmıştı kendini koynuna sevgilerin,
Süzüyordu divândan o gülen bakışları
Bir deniz kadar tatlı, bir deniz kadar derin
Sahile çarpar gibi ona vuran aşkımı.
•
Gözleri gözlerimde sanki evcil bir kaplan
Düşle dolu, şekilden şekile giriyordu
Şehvete ve arzuya kucak açmış saflığı
Her tavrına yeni bir albeni veriyordu;
•
Kuğu gibi kıvrımlı, yağ gibi kaygan
Kolları, bacakları, kalçaları, her yeri
Geçiyordu duru ve keskin bakışlarımdan;
Ve karnı; ve bağımın salkımı memeleri
•
Kötülük meleğinden daha tatlı, daha hoş
Üstüme geliyordu bana el atmak için,
Kimsesiz, yapayalnız oturan şu ruhumu
Kristal kayalarla huzursuz etmek için.
•
Yepyeni bir desende birleştirmişti bir el
Antiope’nin teniyle tenini bir tüysüzün,
Dolgun kalçalarını yansıtan ince bir bel,
Vahşi, esmer yüzünde beyaz, yüce bir düzgün!
•
- Can çekişip dururken lambamızın fitili,
Tek ışık, ocaktaki ateş de ölüyordu
Alevin, soluyup iç çeken dumanlı dili
O amber renkli teni kanlara buluyordu.
-
LANELENMİŞ KADINLAR
(yasaklanmış şiir)
Deélphine ile Hippolyte
Hippolyte, lambaların solgun ışığı vuran
Kokulu minderlere uzanmış duruyordu,
Ve toy genç kızlığının perdesini kaldıran
Güçlü okşayışları, dalgın, düşünüyordu.
•
Sabah uyandığında nasıl başını yolcu
Çevirip mavi ufka bakarsa, tıpkı öyle,
Henüz uzaklardaki gökleri arıyordu
Fırtınalı bir ânın ürküttüğü gözlerle.
•
Ölgün halkalardakio tembel gözyaşları
Bitkin, perişan hali, şehvetli, üzgün teni,
Hurda silahlar gibi terkedilmş kolları
Ve herşey süslüyordu narin güzelliğini.
•
Dişlediği avını öldürmeyip gözleyen
Güçlü bir hayvan gibi, Délpine, eteklerinde,
Huzurlu ve gururlu, baktıkça alevlenen
Gözlerini örtmüştü Hippolyte’in üstüne.
•
Güçlü güzellik, ince güzellik önünde diz
Çökmüş ve şarabını içerken zaferinin,
Dermek istercesine ağzından bir tatlı söz,
Uzanıyordu ona doğru, sevdalı, tutkun.
•
Kurbanın gözünde arıyordu durmadan
Arzunun şakıdığı sessiz ilâhileri
Ve uzun ahlar gibi gözkapağından çıkan
Şükran hislerini, o tatlı kelimeleri.
Dedi: "- Nedir düşüncen, ne dersin olanlara?
Hoyratça soldururlar, Hippolyte tatlı yürek,
İlk güllerinin kutsal adağını o kaba,
O yaban soluklara asla sunmaman gerek.
•
Benim öpüşüm, akşam, büyük şeffaf gölleri
Okşayan su sineği gibi yumuşacıktır,
Erkeklerin dudağı saban demiri gibi,
Tekerler gibi oyar, acı izler bırakır;
•
Atlar, öküzler gibi geçerler üzerinden,
Çiğnenirsin altında insafsız ayakların,
Hippolyte, kızkardeşim, yüzünü bana dön sen,
Ruhumsun, herşeyimsin ve öteki yarımsın,
•
Kutsal merhem, çevir o yıldızlı gözlerini,
Bir tek bakışın bana yeter, ey tatlı bacım,
Daha loş arzuların kaldırıp perdesini
Sonsuz rüyalar içinde seni uyutacağım!”
•
Hippolyte, genç başını kaldırdı usul usul:
"- Pişmanlık duymuyorum, hiç de nankör değilim
Ama, ağır bir akşam yemeğı yemiş gibi
Öyle acılı, öyle endişe içindeyim.
•
Sanki, kanlı bir ufkun her yandan kapağı
İşlek, uzun yollara beni sokmak isteyen
O yoğun ve o kara hayalet taburları
Çökmüşcesine ağır bir yük altındayım ben,
•
Diyebiliyorsan de bana, dehşetim, ruhum,
Yakışıksız, garib bir fiilde bulunduk mu,
Sen "Meleğim” dedikçe korkudan titriyorum,
Yine de dudaklarım gidiyor sana doğru.
Kalbimin sonsuza dek sahibi, kızkardeşim,
Artık tek düşümcensin, öyle bakma yüzüme,
Beni yakacakları ateş ve cehennemim,
Günahımın ilki, ilk sebebi olsan bile!”
Öfkeyle silkeleyip perişan yelesini,
Délphine, demir sehpada tepinir gibi, birden,
Gözleri çakmak çakmak, haykırarak, dedi:
"- Kim sözedebilirmiş aşk varken cehennemden?
Binlerce lânet olsun o ilk hayalci kimse
Lânet o budalaya, o dürüstlük satana,
Çözümsüz ve abes bir meseleye inanıp
Aşka dürüstlük denen saçmalığı katana!
•
Soğuk ile sıcağı, gündüz ile geceyi
Esrarlı bir uyumda görmek isteyen bir kız
Bir işe yaramayan inmeli bedenini
Sevda denen o kızıl güneşle ısıtamaz!
•
Git, istersen aptal bir nişanlı bul kendine;
Bu güçlü ve saf kalbini hoyrat öpüşlere sun;
Koşa koşa, dağlanmış göğsünü, bil ki, yine
Bana getireceksin, azabla dolu, solgun...
•
Bu dünyada herkesin bir tek sahibi vardır!”
Çocuk birden acıyla haykırdı: “- Duyuyorum,
Şu ân tüm varlığımda, benliğimde derin bir
Uçurum açılıyor; kalbimdir bu uçurum!
•
Volkan gibi yakıcı, sonsuzluk gibi derin!
Eumédi’in elinde meş’ale, kanına dek
Yaktığı bu ejderin,bu inleyen kalbin
Kanmayan susuzluğu dinmiyor, dinmeyecek.
Kopalım bu dünyadan, perdeleri çekelim,
Dinlendirsin öpüşler yorgun kalbimizi!
Derin göğüslerinde yok olmak, tüm isteğim
Ve bulmak mezarların serinliğini!”
•
- İnin, durmadan inin, ey acıklı kurbanlar,
İnin, sonsuz, ölümsüz cehennemin yoluna,
Uçurumun dibine dalın, orda tüm suçlar
Kamçılanıp göklerden gelmeyen bir rüzgârla
•
Kaynar, fırtınaların, kasırgaların korkunç
Uğultusunda, koşun en son noktasına dek
Arzuların, ki onlar dinmek bilmeyecek hiç
Cezanız, tutkunuzun karşılığı olacak,
•
Tek serin ışık bile ulaşmayacak size.
Ve işte yarıklardan, sokak feneri gibi
Yanan kızgın mikroblar sızıyor içeriye,
Korkunç kokularıyla kaplıyor vücûdunuzu.
•
Kıvancınızın buruk, tatminsiz kısırlığı
Susuzluğu giderip, derinizi geriyor,
Şehvetli teninizin öfkeli rüzgârları
Etinizi bir bayrak misâli titretiyor.
•
İnsanlardan uzakta, seyyahlar, mahkûmlar,
Koşun aç kurtlar gibi çöllerde akın akın;
Kaderinizi kendiniz yazın, düzensiz ruhlar,
İçinizde kökleşen sonsuzluktan sakının!
-
Bu adam sapikmiymis. Hey Allahim, akil fikir ver , gitmis kizkardesiyle neler yasamis!
-
Bu adam sapikmiymis. Hey Allahim, akil fikir ver , gitmis kizkardesiyle neler yasamis!
sevgili sebnem dha küçük yaşlarda babasını kaybeden CHARLES BAUDELAİRE orta halli bir ailenin tek çocuğudur.
kızkardeşi olmamıştır onu yazarken ne duygular içerisindeydi bilemeyiz...
yada bu suçu işleyen birini gördü kendini onun yerine koyup şiir yazdı
-
LESBOS
(yasaklanmış şiir)
Annesi sahnelerin, yunan şehvetlerinin
Lesbos, sen de şen veya hüzülü öpücükler,
Güneşler gibi sıcak, karpuzlar gibi serin,
Defneli gündüzleri ve geceleri süsler,
- Annesi sahnelerin, yunan şehetlerinin,
•
Lesbos, sen de öpüşler çağlayanlar gibidir,
Korkusuzca atılır dipsiz uçurumlara,
Koşar, hıçkırır, çoşar sarsıntılarla birbir,
- Fırtınalı, esrarlı, kaynaşıp durur orda;
Lesbos, sen de öpüşler çağlayanlar gibidir!
•
Lesbos, sende Phryné’ler birbirlerini sarar,
Sende iç çekişleri asla karşılıksız kalmaz,
Ve tıpkı Paphos gibi yıldızlar sana tapar
Sapho, ey Sapho! Venüs seni nasıl kıskanmaz!
Lesbos, sende Phryné’ler birbirlerini sarar,
•
Lesbos, sıcak ve hüzünlü gecelerin ülkesi,
Aynalarında kısır arzuları yansıtan,
Kızlar, gözleri çukur, sevdalı bedenleri,
Okşar erginliklerin yemişlerini her ân,
Lesbos, sıcak ve hüzünlü gecelerin ülkesi,
•
Varsın yaşlı Eflâtun, kısık sert gözle baksın;
Çoktan bağışlandın sen ateşli bûselerle,
Tatlı bir imparatorluk ve soylu bir topraksın,
Sonsuz inceliklerin ülkesi, kraliçe,
Varsın yaşlı Eflâtun, kısık sert gözle baksın;
•
Ölümsüz kurban zaten bağışlamıştı seni,
Göklerin kıyısında belli belirsiz yanan
Parlak gülüşün bizden uzaklara çektiği
O tutkulu, sevdalı yüreklere sunulan
Ölümsüz kurban zaten bağışlamıştı seni!
•
Hangi Tanrı yargılar, işten solmuş alnını,
Hangi Tanrı, hâkimin olmaya cür’et eder?
Denizlere döktüğün gözyaşı tufanını
Altın terazilerle tartmamışlarsa eğer?
Hangi Tanrı yargılar, işten solmuş alnını,
•
Bu kanûnların bizden istedikleri nedir?
Duyarlı, ince kızlar, gururu adaların,
Başka din gibi sizin dininiz de yücedir
Aşk, cennet, cehennemle alay edecek yarın!
Bu kanûnların bizden istedikleri nedir?
•
Lesbos beni kendine dost seçti şu dünyada,
Çiçekli kızlarımın esrarını şakı, dedi,
Çünkü çocukluğumdan beri, beni, yaşlarla
Islanmış gülüşlerin karanlığı besledi,
Lesbos beni kendine dost seçti şu dünyada,
•
Leucate tepelerinde beklerim yıllardır ben,
Hani gözcüler vardır, şaşmaz keskin gözleri,
Ufukta, uzaklarda şekilleri titreşen
Kadırgaları izler, o nöbetçiler gibi
Leucate tepelerinde beklerim yıllardır ben.
•
Denize, dalgalara bakarım uzun uzun,
Kayaları çınlatan hıçkırıklar içinde
Bir akşam tapılası cesedini Sapho’nun
Lesbos kıyılarına getirecek mi diye,
Denize, dalgalara bakarım uzun uzun,
•
Âşık ve şair Sapho, erce seven kalb,
Hâzîn solgunluğuyla Venüs’ten de güzel kız!
- Acılarla çizilmiş halkanın benek benek
Sardığı kara göze yenilmiş lacivert göz,
Âşık ve şair Sapho, erce seven kalb!
•
Venüs’ten de güzel kız! Venüs ki dünyamızda
Doğrulup, boşaltırdı berrak hazinesi
Ve kumral gençliğinin ışıklarını, hazla
O yaşlı okyanusun ayağına sererdi,
Venüs’ten de güzel kız, bu yalan dünyamızda!
•
O Sapho ki, ölmüştü sövgüyle, doğduğu ân,
Uydurulmuş inançla ve nice âyinlerle!
Bir gururki, zındığı bile cezalandıran,
Güzelim bedeneni çayır gibi sunmuştu bize,
O Sapho ki, ölmüştü sövgüyle, doğduğu ân,
•
Lesbos, yanıp yakınır nice çağlardan beri,
Ve kâinatın sunduğu o büyük azâmetlere
Aldırmaz, kıyıların gökyüzüne ittiği
Acının çığlığıyla sarhoş olur her gece.
Lesbos, yanıp yakınır nice çağlardan beri!
-
PEK NEŞELİ KADINA
(yasaklanan şiir)
Güzel bir manzara gibi güzel
Başın, edan, her halin, davranışın;
Yüzünde oynayıp duran gülüşün
Sanki parlak gökteki serin bir yel.
•
Yanından geçerken dokunsan, üzgün
İnsanın gözleri, omuzlarından,
Kollarından ışık gibi fışkıran
Sağlık ile kamaşır bütün bir gün.
•
Pırıl pırıl, elbisenin üstünde
Gözalıcı o renkler yanıp söner,
Sonra bir çiçek bahçesine döner
Şairlerin zengin hayâlinde.
•
Çılgın giysilerin sanki sembolü
Türlü renklere boyanan aklının;
Uğruna çılgına döndüğüm çılgın
Sana hem kin duyuyorum hem sevgi!
•
Tembel varlığımı sürüklediğim
Bir bahçede göğsümü kimi zaman
Alay edercesine tırmalayan
Güneşin hışmına boyun eğerdim;
•
İlk yazla birlikte yeşeren tabiat
Kışkırtınca beni, yalnızlığımı,
Bir çiçekten çıkarırdım acımı,
Ezip karşı kordum bu nobranlığa.
•
İşte tıpkı bunun gibi, meleğim,
Şehvet saati çalınca,bir gece
Sokulup alçakça, gürültüsüzce
Hazinene tırmanmak tüm dileğim,
•
Tüm dileğim yırtıp cezalandırmak
Bağışlanmış velûd göğsünü senin,
Üzerinde o neşeli teninin
Geniş, büyük, derin bir yara açmak.
•
Ve böylece, oy benim tatlı bacım!
Aydınlanıp daha bir güzelleşen
Bu yepyeni dudakların içinden
Zehrimi sana da akıtacağım!
-
İSYANKÂR
Gökte kartal gibi inip öfkeli bir Melek
Zındığın saçlarına doladığı bileğine,
Silkeleyip dedi ki: "- Kuralı bilmen gerek!
(İyilik Meleğinim) Buyruklarımı dinle!
•
İsa Efendimizin geçtiği kutsal yola
İnancınla dokunmuş bir halı sermek için,
Yalnız fakire değil, çarpığa, aptala,
Hinoğluhine bile sevgi beslemelisin.
•
Gerçek aşk budur işte! Kalbin kararmadan,
Onurlandır Tanrı’yı, bu aşk ateşiyle yan,
Albenisi ebedî bu hakiki Şehvet’i tat!”
•
Ne tatlı söz kâr etti, ne yumruk, adam inat;
Melek bağırıp durdu: “- Herkesi sev, diyorum!”
Zındık direniyordu: “- Hayır! İstemiyorum!”
-
GURURU KIRILMIŞ AY
Sen, ey, atalarımın gizlice tapındığı
Ve mavi tepelerden, yıldızların bir saray
Gibi, zarif ve süslü, izlediği tatlı ay,
Sen, ey yaşlı Cyntia’m, evimizin lambası,
•
Görüyor musun, yoksul, mutlu döşeklerinde
Gösterip dişlerinin körpe minelerini
Uyuyan aşıkları? Başı düşmüş şairi?
Çiftleşen yılanları, kuru otlar içinde?
•
Sarı kukuletanın altında, usul, ürkek,
Gidiyor musun yine akşamdan sabaha dek
Sevişmeye, o güzel çoban Endymion’la?
•
"- Anneni görüyorum, güdük çağın çocuğu
Eğiyor ağır yılları aynasına doğru,
Seni emziren göğü alçılıyor ustaca!”
-
BÉATRICE
Otsuz, çorak yerlerde gezip dolanıyordum,
Tabiata yakınıyor, derdime yanıyordum.
Öğlendi... kanatlanırken, düşüncem rastgele,
Bilerken hançerimi yüreğimin üstünde,
Kasvetli ve iri bir fırtına bulutuyla
Çirkef iblis tayfası üşüştüler başıma,
Meraklı cüceleri andıran yaratıklar
Soğuk bakışlarıyla beni seyre daldılar,
Taptıkları deliyi ezip geçenler gibi,
Gördüm, fısıldaşarak, bana güldüklerini,
Kaç kez, işaretlerle ve nice göz kırparak
Diyorlardı: “- Şu gülünç karikatüre de bak,
Ebleh gözleri şaşkın, şaçları savruk yelde,
Bu Hamlet kuklasını seyredelim keyifle.
Ne büyük acı, görmek bu zavallı fâniyi,
Bu gezgin palyaçoyu, bu çulsuz enayiyi,
İstiyor ki, kartallar ve cırcır böcekleri,
Irmaklar, akarsular, tabiatın çiçekleri
Dinlesinler bitmeyen hüznünün şarkısını,
Bizi bile, o eski kitabların yazarı,
O dinî kitabların yazarı, bizi bile
Uyutmaya kalkıyor uluduğu nutukla.”
Şu güçlü, saltanatlı başımı, ben, şöyle bir
(Ki, onurum dağlardan daha yücedir,
Papuç bırakmaz öyle iblis çığlıklarına)
Saltanatlı başımı çevireceğim ânda
-Yalnız güneş sarsılmaz böyle suç görünce-
Yüreğimin sultanı, gözleri eşşiz ece,
Baktım ki iblislerle, yıkımıma gülüyor,
Kirli okşayışlarla kırılıp dökülüyor.
-
KAPAK
Nerede olursa, karada, denizlerde,
Ateşli iklimlerde, beyaz güneş altında,
Azâmetli Kârunuyla, kara dilencisiyle,
İsaya inananı, Cythére’e tapanıyla,
•
Konarı, göçeriyle, köylüsü, şehirlisiyle,
Kafası hızlı ve ağır çalışanıyla,
Gizemin dehşetini duyar insan, her yerde,
Gözleri titremeden bakamaz yukarıya,
•
Bakamaz gökyüzüne! Boğucu bir mağaradır,
Işıklı tabanında güldürüler oynanır,
Her palyaço kanlı bir zemin üstünde yürür;
•
Bütün bir insanlığın içinde kaynadığı
O koca tencerenin büyük, kara kapağı
Gök, inanmışa umut, dinsize dehşet verir.
-
ROMANTİK GÜNEŞİN BATIŞI
Ter-ü tâze doğduğunda Güneş ne kutludur,
Günaydın der ansızın belirip, diri, canlı!
Akşam olduğu zaman, bir düşten daha şanlı
Batışını aşkla selâmlayana ne mutludur!
•
Çiçek, kaynak, herşey, çırpınan kalp gibi
Baygın düşmüştü akışlarıyla... hatırlarım!
Yine kaçıyor, çabuk, ufka doğru koşalım,
Hiç değilse, son bir ışık yakalarız belki!
•
Çekti gitti Tanrı, boşuna düştüm peşine;
Kuruyor saltanatını katlanılmaz Gece,
Nemli, uğursuz, ürpertilerle dolu, kara;
•
Karanlıklarda bir mezar kokusu yüzüyor,
Kurbağaları, soğuk salyangozları eziyor
Korkak, telaşlı ayaklarım bataklıklarda.
-
PİPO
Bir yazarın piposuyum;
Anlar, Habeşliyi andıran
Bu kara yüzüme bakan,
Nice tiryaki sahibim.
•
Efkârlanınca efendim,
İşçinin duman duman
Tenceresini kaynatan
Bir ocak gibi tüterim.
•
Ateş ağzımdan çıkıp da
Yükselen şu mavi ağda
Sarıp sallarım ruhunu,
•
Yanıp geyikotu gibi
Büyülerim yüreğini,
Dinlendiririm zihnini.
-
UZAK İKLİMLERİN KOKUSU
(Rarfum Exotique)
Göğsünün kokusuyla içimi doldururken,
Ilık bir güz akşamı gözümü kapıyarak,
Değişmez bir güneşin aydınlattığı, sıcak
Mesut kıyılar geçer gözlerimin önünden;
•
Enginlerde kaybolmuş uyuklayan bir ada,
Acayip ağaçları, tatlı meyveleri var;
Ve saf bakışlarıyla hayret veren kadınlar,
İnce, çevik vücûtlu erkekler hep orada.
•
Büyülü iklimlere kokundur çeken beni,
Görürüm dalgalarda, arasız sallanmaktan
Yorulmuş gemilerin kaynaştığı bir liman.
•
O demir hindilerin burun deliklerini
Ve havayı dolduran kokusu, öylesine
Karışır ruhumdaki denizci türküsüne.
-
MAHKÛM BİR KİTAB İÇİN KİTÂBE
Tatlı çoban türküleri okuru,
Bu acıklı, esrik kitab sana tat
Vermez, boş yere okuma, kaldır at!
Saf yürekli, Tanrı’nın iyi kulu,
•
Öğrenmedin, almadıysan dersini
Şeytan denen o yaşlı düzenbazdan,
At! Bir şey anlamazsın bu kitabdan,
Veya bir isterik sanarsın beni.
•
Ama, büyüye değil de, gözlerin
Uçuruma dalmayı biliyorsa,
Oku, beni sevmeyi öğrenirsin;
•
Meraklı ruh, kıvranıp ıstırabla
Aramaya giderken cennetini,
Acı bana!.. Yoksa çarparım seni!