Masonlar.org - Harici Forumu
Diger => Diger Konular => Masonluk Harici Sorular => Konuyu başlatan: shemuel - Ocak 13, 2008, 08:42:17 ös
-
Kendimizi ne kadar mazlumperver olarak tanımlasak da aslında güce tapma huyumuzun daha baskın olduğuna dair pek çok emare var.
Okulda sınıf başkanları sınıfın en mazlumlarından değil, en güçlülerinden seçilir hep... Topu olan çocuk, mahalle maçında daima santrafor oynar. Hocalar en çok mazlum talebelere yüklenir, talebeler de en çok mazlum hocalara...
"Mazlumun ahının aheste aheste çıkacağına" inanılsa da "güçlünün ahı daha seri çıkacağından" çoğunlukla daha korkutucudur.
O yüzden mazluma acınır, ama sahip çıkılmaz.
Halkın mazlum sempatisine örnek olarak sıkça tekrarlanan Menderes vak'ası, iddia edilen şeyin tam tersine örnektir aslında...
27 Mayıs'ta halk (tarih boyunca yüzlerce örnekte gösterdiği "kadirşinaslığı" tekrarlayarak) "mazlum"u anında damgacının altında terkedip, müdahalecilere alkış tutmak için meydan aramaya koyulmuştur. Daha sonraki darbelerde de bu huyunu yinelemiş, 12 Mart'ta asılan Deniz'lerin, 12 Eylül'de tutuklanan Ecevit'lerin, Demirci'lerin gözünün yaşına bile bakmamıştır.
Haa vefakârdır, o ayrı...
Doğrusu vefa, en gelişmiş duygularımızdan biridir; ama bu, galiba biraz da mazluma attığımız kazıklar karşısında hissettiğimiz vicdan azabını dindirmenin bir yoludur. Demirel sürgünlere gönderilirken kılını kıpırdatmayanlar, sürüldüğü yerde onu gizliden gizliye peynirle sütle besleyerek sinsice özür dilerler.
"Arkanda olamadık, idare et. Durumu biliyorsun. İlerde görüşürüz. O arada sen beslenmene devam et" mesajıdır bu...
Oysa vefa ayrı şeydir, haksızlık karşısında mazlumdan yana olmak ayrı...
Birincisinde ezik bir vicdan azabı vardır; ikincisi bilinçli bir tepki gerektirir.
Toplumsal bilincin yeterince palazlanmadığı topraklarda, iktidar sevdası (daha doğrusu iktidardakilere duyulan sevda) daha ağır basar.
Evde otoriter ana babaya "saygı"yla başlar bu alışkanlık, sınıfta öğretmeni, mahallede bekçiyi de içine alarak basamak basamak yükselir ve en üst katmanlarda tapınma derecesine çıkar.
Tırmanılan her basamakta yan yana mazlumların sırtları dizilidir.
-
Bir anket yapılsa halkın "vur başına, al ekmeğini" türünden mazlumlardan hiç de hazetmediği çıkacaktır ortaya... Mazlum karşısında geçerli davranış türü, hafif bir "Bırak şu sünepeyi, zaten Allah vurmuş" havasıdır. Körfez krizinde üç kuruş için komşu Saddam yerine uzak amca Sam'dan yana olmamış mıydık?
Gol yemiş kaleciye, seçim kaybetmiş lidere, kaza yapmış sürücüye, kötü yola düşmüş kadına pek iyi gözle bakılmaz buralarda... "Zavallının ne derdi vardır kimbilir" denmez; kaleci ille de adi heriftir, lider hımbıl, sürücü kör, kadın pisliktir...
O yüzden "gücü gücü yetene" deyişi ve "Ne utanmaz köpekleriz / kimi görsek etekleriz" şiiri bizi daha gerçekçi yansıtan işaretlerdir.
Şiirseverlere ve mazlumu oynayarak bir siyasal kariyer hazırlayanlara önemle hatırlatılır. ;)
-
Shemuel biliyorsun çağlar boyu tek kişinin emrine uymuş bir topluluğun bu adetinden kolay kurtulması beklenemez. Bugün sosyal ve siyasal çözüm öneren herhangi biri keşke Atatürk yaşasaydı keşke Fatih gelseydi şu dirilseydi falan filan der. Kimse zayıfları hatırlarmak dahi istemez.
Güce hayranlık bizim toplumumuzda nedense daha bir baskın o yüzden ezilenin yanında olduğumuzu söylesek de bu koca bir yalan. Hatta düşenin dostu olmaz, her koyun kendi bacağından asılır tarzı atasözlerimiz de aslında bunun bir gelenek olduğunu gösterir.
82 anayasası mesela. %90la kabul edildi biliyoruz bu bir stockholm sendromu değil mi şimdi? Orda hayır diyen azınlık belki mazlumları seviyordu ya da mazlumun ta kendisi onlardı.