Ayrıca şunları da öğütlerim ben sana,
Anlatıp öğretmen için tüm akranlarına,
Her zaman bir efendi ile rastlaştığında, [l72]
Salonda, kulübede, veyahut bir kurulda,
Onunla tam karşı karşıya gelmeden önce,
Başlığını ya da kepini çıkar iyice;
Elbette en az iki hatta belki üç kere,
Efendinin önünde eğilmelisin yere;
Bu işi sağ dizini kırarak yapmalısın,
Böylelikle kendin de saygınlık kazanırsın.
Başlık ya da kepini uzakta tut bedenden,
İzin verilene dek giymen için yeniden.
Onunla konuşmada bulunduğun sürece,
Çeneni tutmalısın hoşlukla ve güzelce;
Kitapta belirtilen iyi huy uyarınca, [173]
Onun yüzüne bakman gerekir saygılıca.
Ayaklarını ve ellerini oynatmadan dur,
Çünkü kaşınmak ve dolanmak kabalık olur;
Tükürmekten ve burnunu çekmekten sakın,
Bunları ancak yalnız kaldığında yaparsın.
Eğer sen akıllı ve sağgörülü kişiysen,
Gereklidir kendine egemen olabilmen.
[172] Şimdi sözü edilen "efendi", özellikle saygı gösterilmesi gereken bir kişidir.
[173] Hangi kitapta?... Yapıcılık Zanaatı'na özgü değilse, genel görgü kurallarını içeren bir kitap olmalı.
Her ne zaman olursa gittiğinde salona,
Nazik ve iyi olan soylular arasına, [174]
Hiç bir şeyde kendini abartma olduğundan,
Ne kanının soyundan ne de kurnazlığından,
Hiç bir yere yaslanma, ne de bir yere otur,
Unutma ki bu çok iyi ve temiz bir huydur.
Bu nedenle gördüğün güler yüz azalmasın,
Gerçekten iyi huyla ülkeni kurtarırsın.
[174] "Soylular" olarak çevrilmiş sözcüğün Regius'taki aslı "gentles" olarak geçiyor. Sözlük anlamı bakımından bu "nazik adamlar" demektir. Sonradan "gentlemen" biçimini almıştır ve Türkçeye de "centilmen" olarak dönüştürülmüştür. Fakat Orta Çağ'daki kullanımı bakımından, bu nitelikteki bir kişi kesinlikle ve yalnızca bir "soylu"dur.
Babalar ve anneler, onlar her ne iseler,
Çocuk da iyi olur onlar iyiyse eğer.
Salonda, iç odada, her nereye gidersen,
iyi davranışlardır insanı adam eden.
Akıllıca yönel bir sonraki dereceye,
Onlara ara sıra saygını göstermeye; [175]
Ancak karşı saygı göstermeye girme hemen,
Onları iyice tanıdığını bilmeden. [176]
[175] Demek oluyor ki, o dönemlerde bir çırağın kalfalığa geçebilmesi, bir kalfanın da usta olabilmesi için, ileri gelen soyluların onayı gerekiyordu. Bunun için bir masona, belki de biraz "politik" olarak nitelenebilecek bir tutum benimsemesi öneriliyor.
[176] Bu aşamada saygı kuralları sona eriyor ve sofra töresine geçiliyor.
Et hazırlanmış olup konduğunda önüne,
Mutlu olarak ve dürüstlükle bak yemene;
Öncelikle dikkat et temiz olsun ellerin,
Ve kullanacağın bıçak pürüzsüz ve keskin,
Ve ekmeğini kopar ancak etine göre, [177]
Orada yenmesi uygun olduğu üzere.
[177] Bu sofra düzeninde uygulama şöyleydi: Çatal yoktu, et ve ekmek elle yenirdi. Sofranın büyüklüğüne göre ortada et kesmek için bir ya da birkaç bıçak bulunurdu. Et, sofranın ortasına iri bir parça olarak konulurdu. Herkes, sırayla bıçağı alır ve yiyeceği et parçasını keserek alır, kocaman bir somun olarak ortaya konan ekmekten de, bir kerede yiyebileceği kadar bir parça koparırdı.
Sofrada oturduğun sırada eğer senden
Daha değerli birinin yanına düşersen,
Önce onun ete dokunmasına izin ver,
Kendin ona sonra ulaşmaya özen göster.
En güzel lokmayı sen almamalısın ele,
Ondan pek çok hoşlanıp sevmekte olsan bile;
İyi ve temiz tutmaya çalış ellerini,
Boş yere lekelemekten sakın peçeteni [178]
Oradayken burnunu sümkürmeye kalkışma,
Et kaçtı diyerek de dişini karıştırma;
[178] "Peçete" olarak çevirdiğimiz sözcük Regius'ta "towel” olarak geçiyor. Bunun Türkçe karşılığı ise ''havlu"dur. Orta Çağda sofrada ne peçete ne de havlu kul1anılması, hele bunun "kişiye özel" olması söz konusu değildir. Fakat herkesin, kendine özel, mendil gibi bir eşyası bulunabilir. Burada söz edilmekte olan da bu olsa gerektir.
Kupana çok dalarak derine batma sakın,
Bir haylice içmeyi istesen bile kalsın;
Olmaya ki bu nedenle gözlerin yaşarır,
Artık incelikle davranışın kalmamıştır.
Başlarken içmeye ya da konuşma yapmaya,
Özen göster ağzında et bulundurmamaya.
Eğer herhangi birini içerken görürsen,
Senin yaptığın konuşmayı önemsemeden,
Her ne içerse içsin o, şarap ya da bira, [179]
Anlatmakta olduğunu kesiver o sıra,
O hangi dereceye gelmiş olursa olsun,
Kimseyi azarlamamak aklında bulunsun; [180]
[179] "Bira" olarak çevrilmiş sözcüğün aslı "ale", yani malt özüdür.
[180] Kardeş Sofrası'nda birisi konuşma yaparken, diğerlerinin yemeyi ve içmeyi bırakıp dinlemeleri gerektiğinin Orta Çağ'a (belki daha da eskilere ) uzanan bir geleneksel görgü kuralı olduğunu görüyoruz. Fakat önemli olan noktalardan biri de, bu kuralın tersine davranın bir kişiye karşı sert çıkışlarda bulunmayarak, onu nazikçe uyarmak gerektiği.
Ne de sana düşmeli bir kimseyi ayartmak,
Eğer istiyorsan saygınlığını korumak;
Orada böyle bir söz ortaya çıkabilir,
Seni de bundan böyle kötü gösterebilir.
Kapalı tut elini yumruğuna alarak,
Ve "ben bunu biliyordum" demekten dur uzak, [181]
[181] Anlaşılan Kardeş Sofraları'nda ara sıra nükteler anlatılırdı. Fakat anlatılan nükteyi önceden duymuş olanın bile bunu belli etmemesi gerekirdi.
İç odada, arasında zeki hanımların, [182]
Yeridir dilini tutup gözünü açmanın;
Yüksek kahkahalar atmamaya bak gülerken,
Kaçın ahlaksızlıktan ve kötü sözlerden.
Şakalaşma akranın olmayan kimselerle,
Ne de duyduklarını bütün herkese söyle;
Bir takım yapılacak işler yaratma kendine
Neşelenmeye, ne de beğeni almak için;
Yoksa yozlaştırabilirsin kendi kendini,
Güzel sözlerleyse edinirsin dileğini.
Değerli bir adamla karşılaştığın zaman,
Başlık ya da kepini çıkart hemen başından; [183]
Kilisede, çarşıda ve önünde kapının,
Onu yeri nedeniyle selamlamalısın. [184]
[182] Buradan anlaşıldığına göre, salondaki Kardeş Sofrası'na yalnızca erkekler katılırlardı. Hanımlar ise daha içerideki bir odada (chamber) toplanırlardı. Kardeş Sofrası'ndan sonra ve dağılmadan az önce erkekler hanımların yanına giderlerdi.
[183] Bu konu daha önce geçmişti, ama burada yineleniyor. Demek ki o zamanlar çok önemsenirdi. O zamanlarda, kilise dışında kapalı bir yere girildiğinde de, gerekmedikçe başlıklar çıkarılmazdı.
[184] Aslında bu bir basit selamlama değil. Daha önce ayrıntılı bir biçimde betimlenmiş olduğu üzere bir ''reverans". Birinin bu reveransı yapmadan önce ise, karşısındakinin reverans ile selamlanması gereken bir kişi olduğunu kesinlikle bilmesi gerekiyor. Aksi takdirde kendini küçültmüş ya da gülünç duruma düşürmüş olabilir.
Bir adamla birlikte yürümekteysen eğer,
Ona veriyorsan kendinden çok değer,
Arkasında kalmalı en ileri omuzun,
Bu noksanlığın değil, olur en iyi huyun;
O konuşma yaptığı zaman sen dur sessizce,
İstediğini söyle, ancak o bitirince,
Konuşmanda açık ve seçik olmalı sözün,
Ve her ne söyleyeceksen önce iyi düşün;
Fakat bir diğerini etme sözünden yoksun,
İster şarabında ister birasında olsun. [185]
[185] Bunun anlamı, "ne sofra başında ne de hep birlikte ayakta bir hafif içki alırken".
Böylece İsa yüce erdemini gösterir,
Ayırıp sana hem bilgi hem de bir yer verir, [186]
Bu kitabı çok iyi okuyarak bilmeye,
Cennete varman için ödülün olsun diye.
Amin! Amin! Olmalı ve yapılmalı öyle!
Sadakamız için hepimiz söyleriz böyle. [187]
[186] Ayrılacak olan şey hem bilgi, hem de Cennet'te bir yerdir.
[187] "Sadaka" olarak çevrilmiş sözcüğün aslı "charity" olarak geçiyor. Bu sözcüğün Türkçedeki tam karşılığını bulmak zordur. "İçtenlikle ve sevecenlikle yapılan yardım" olarak betimlenebilir.
İşte Regius burada son buluyor.
Şu son bölümde aktardıklarımın üzerinde söylenebilecek o kadar çok şey var ki…
Fakat ben bu söyleyebileceklerimin hiç birini söylemeyeceğim. Bence bu son bölüm, forumdaki katılımcıların birçoğunun zihninde çeşitli sorular oluşturmalı. Diyeceklerimi o soruları yanıtlama aşamasına bırakıyorum.
Hiç soru sormayanların da canı sağolsun.