Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tarihler 1832 yılını gösteriyordu  (Okunma sayısı 3579 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 14, 2007, 12:48:24 ös
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 654
  • Cinsiyet: Bay

Tarihler 1832 yılını gösteriyordu.

H.M.S. Beagle gemisi, Atlas Okyanusu'nun derin sularında hızla ilerliyordu. Gemi sıradan bir yük ya da yolcu gemisi görünümündeydi, ama çıktığı yolculuk yıllar sürecek uzun bir keşif gezisi niteliğindeydi. İngiltere'den yola çıktıktan sonra tüm okyanusu kat edecek ve Güney Amerika sahillerine varacaktı.


Evrim teorisi Darwin'in özgün bir buluşu değildi. Darwin, önceden oluşturulmuş bir felsefeyi doğaya uyarlamaktan başka bir şey yapmadı. 
O zamanlar hemen hiç kimse için çok büyük bir anlam ifade etmeyen Beagle gemisinin 5 yıllık uzun yolculuğu başlıyordu.

Gemiyi daha sonra çok ünlü yapacak olan şey ise, içindeki bir yolcuydu. Charles Robert Darwin adında 22 yaşındaki genç bir doğa araştırmacısıydı bu. Aslında öğrenimini biyoloji değil din üzerine yapmış, Cambridge Üniversitesi'nde teoloji okumuştu.

Genç adam, uzun bir din eğitimi görmüş, ama öte yandan içinde yaşadığı yüzyıldaki materyalist düşüncelerden de çokça etkilenmişti. Nitekim Beagle yolculuğuna çıkmadan bir yıl önce de, Hıristiyan inancının bazı temellerinden kesin olarak vazgeçmişti.

Genç Darwin bu düşünceler içinde çıktığı yolculuk boyunca, karşılaştığı tüm bulguları materyalist bir gözle yorumladı; incelediği canlılara yaratılış dışında bir açıklama getirmeye çalıştı. İlerleyen yıllarında bu fikri daha da geliştirdi, detaylandırdı ve bir teori olarak ortaya koyup yayınladı. 1859 yılındaki Türlerin Kökeni adlı kitabıyla ileri sürdüğü bu teori, 19. yüzyıl fikir dünyasına çok olumsuz bir etkide bulunacak, ateizmin yüzyıllardır aramakta olduğu sözde "bilimsel" dayanağı oluşturacaktı.

Peki acaba evrim teorisi Darwin'in özgün bir buluşu muydu? Dünya tarihinin en büyük aldatmacalarından birine yol açan teoriyi, kendi başına mı geliştirmişti?

Gerçekte Darwin, daha önceden temel argümanları oluşturulmuş, fikri alt yapısı kurulmuş bir düşünceyi bazı rötuşlarla yeniden öne sürmekten başka bir şey yapmamıştı.

Darwin'in evrim teorisinin özü, cansız maddenin kendi kendine, doğa şartları içinde ilk canlıyı ortaya çıkardığı ve sonra da bu ilk canlıdan, yine doğal şartlar ve rastlantılar sonucunda diğer tüm canlı türlerinin türediği iddiasıdır. Diğer bir deyişle, evrim teorisi,doğanın kendi içine kapalı bir sistem olduğunu, hiçbir yaratılış olmadan, kendi kendine düzenlendiğini ve canlılık oluşturduğunu iddia eder. Bu düşünceye, yani bir Yaratıcı olmadan doğanın kendi kendine organize olduğu düşüncesine "natüralizm" adı verilir.

Natüralizm, bir kütüphanenin, hiçbir yazar olmadan "kendi kendine" ortaya çıktığını iddia etmek kadar saçma bir düşüncedir. Ama tarihin eski çağlarından bu yana, felsefi ve ideolojik tercihler nedeniyle, birtakım düşünürler tarafından savunulmuş ve bazı kültürler tarafından benimsenmiştir.

Natüralizmin doğduğu ve kabul gördüğü toplumlar ise pagan toplumlardır. Eski Mısır ve Eski Yunan gibi. Ancak Hıristiyanlığın dünyaya yayılmasıyla birlikte, bu pagan felsefe büyük ölçüde terk edilmiş ve tüm evreni ve doğayı Allah'ın yaratmış olduğu gerçeği Batı düşüncesine hakim olmuştur. Aynı şekilde İslam'ın Doğu'ya yayılması ile birlikte, Zerdüştlük, putperestlik, Şamanizm gibi pagan inançlarla birlikte natüralist fikirler de ortadan kalkmış, yaratılış gerçeği kabul görmüştür.

Ancak natüralist felsefe yer altında da olsa yaşamaya devam etmiş, özellikle gizli dernekler yoluyla yaşatılmış ve uygun zemin bulunduğunda da yeniden ortaya çıkmıştır. Hıristiyan dünyasında natüralizmi yaşatanlar, başta da belirtmiş olduğumuz gibi, masonlar ve onların öncüleri olan benzeri gizli derneklerdir. Türk masonlarının üyelerine mahsus yayınlarından biri olan Mason dergisinde bu konuda şu ilginç bilgiler verilmektedir:

"Tanrıların dışında, doğa olay ve olgularına ilişkin araştırmalarında yeni yeni buluşlara erişen kişiler, bulgularını kendilerine saklamak zorunda kaldılar. Araştırmaların gizli yapılması, hatta benzer araştırmalarda bulunanların birbirleriyle ilişkilerinin bile gizli tutulması zorunluluğu doğdu. Bu gizlilik, ele alınan konuların işlenmesi sırasında türlü işaretlerin ve simgelerin kullanılmasını gerektirdi."(Mason Dergisi, sayı 48-49, s. 67)

Burada "yeni buluşlar" sözüyle kastedilen kavram, natüralizme uygun, yani alıntıda belirtildiği gibi, Allah'ın varlığını kabul etmeden yürütülen bir "bilim anlayışı"dır. Bu çarpık bilim anlayışı, dindar toplumlarda "gizlice" geliştirilmiş, bu amaçla işaret ve simgeler kullanılmasına ihtiyaç duyulmuş ve böylece masonluğun kökenleri oluşmuştur.

Masonluğun kökenini oluşturan söz konusu gizli derneklerin biri, Tapınakçılar ile masonlar arasında bir tür "geçiş aşaması" olarak kabul edilen Gül-Haç (Rose-Croix) derneğidir. 15. yüzyılda adı duyulmaya başlayan bu dernek, Avrupa'da özellikle simya konusunda bir furyanın doğmasına neden olmuş, derneğin üyelerinin bu konuda "gizli bilgilere" sahip olduğu efsanesi yayılmıştır. Ancak Gül-Haçlar'dan günümüze kalan en önemli miras, natüralist felsefe ve onun ayrılmaz bir parçası olan "evrim" fikridir. Mason dergisinde, masonluğun Tapınakçılar ve Gül-Haçlar'a uzanan kökeni anlatılmakta ve ardından Gül-Haçlar'ın evrimci felsefesi şöyle vurgulanmaktadır:

Spekülatif Masonluk, ya da modern çağdaş masonluk örgütlenmesini Operatif Masonluk dediğimiz yüzyılların inşaatçı birlikleri üzerine kurmuştur. Fakat bu kuruluşta asıl spekülatif öğeleri getirenler, tarih öncesi çağların ezoterik ekollerinin sistem ve bilgilerini izleyen bazı örgütlerin üyeleridir. Bu örgütler arasında en önemli olanları Tampliye (Templiers) ve Rozkrua (Rose-croix) tarikatlarıdır...

Rozkrua Tarikatı'nın nerede ve nasıl kurulmuş olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Bu tarikatın izlerine Avrupa'da ilk kez 15. yüzyıl ortalarında rastlanmaktadır. Fakat tarikatın çok daha eski bir kuruluş olduğu da bellidir. Tampliye Tarikatı'ndan farklı olarak Rozkrua Tarikatı'nın temel uğraşı alanı bilimseldir. Üyeleri geniş çapta alşimi (simya) ile uğraşmışlardır... Tarikat üyelerinin en önemli özelliği, her oluşumda bir evrim süreci olduğunu benimsemiş olmaları, bu nedenle de felsefelerinin temelinde natüralizme yer vermiş bulunmalarıdır. Bu nedenle de Rozkrua Tarikatı Tabiyyun (natüralistler) adıyla anılmıştır.(Mason Dergisi, sayı 48-49, s. 67)

Evrim fikrinin geliştirildiği bir diğer masonik örgütlenme ise, Batı'da değil Doğu'da kurulmuş olan bir başka masonik teşkilattır. Üstad Mason Selami Işındağ, "Kuruluşundan Bugüne Masonluk ve Bizler" başlıklı makalesinde bu konuda aşağıdaki bilgileri verir:

İslam dünyasında adeta masonluğun karşılığı olan İhvanussafa derneği vardı. Abbasiler zamanında Basra'da kurulan bu gizli dernek, 52 büyük fasikülden oluşan bir ansiklopedi yayınlamıştı. Bunların 17'si Doğa Bilimlerini içerir. Bu fasiküllerde Darwinizm'e çok benzeyen bilimsel açıklamalar vardır. Bunlar İspanya'ya kadar yayılmış ve Batı'da düşünü çevresini etkilemiştir.(Dr. Selami Işındağ, Kuruluşundan Bugüne Masonluk ve Bizler, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 274-275)

İslam dünyasında gelişmesine rağmen İslam'ın temel esaslarından uzaklaşan bu dernek, Eski Yunan felsefesinden etkilenmiş ve bu felsefeyi üstü kapalı bir sembolizm ile ifade etmiştir. Selami Işındağ, üstteki açıklamasına şöyle devam etmektedir:

İsmailiyye mezhebinden kaynağını alan bu gizli derneğin başlıca amacı, dinsel dogmaların benzetmeler ve simgesel (remzî, sembolik) açıklamalarla ussal (aklî) yola getirilmesi idi. Bu derneğin felsefesi, Pithagore ve Eflatun'dan etkilenmiştir. Bu gizli derneğe girebilmek için, insan önce mistik öğütlerle heyecanlandırılır, sonra dinsel boş inançlar ve dogmalardan kurtarılırdı. Daha sonra da filozofik ve simgesel yöntemlere alıştırılırdı. Artık çıraklık aşamasını geçen böyle bir üye, bazen neo-Platonik görüşlerden geçirildikten sonra, kimya, astroloji ve sayılara anlam verme bilimi olan aritmolojiye başlayabilirdi. Ama bütün bu bilgiler gizli tutulur ve ancak öğrenmeye layık olduğu anlaşılanlara verilirdi. İşte masonluk kaynağını bütün bu kuruluşlardan almıştır. Bunlardaki bazı simgesel ögelerin (unsurların) anlamı, bilim ve akla aykırı düşmediği için, bugün bile ritüellerimizde yer yer kalmıştır.(Dr. Selami Işındağ, Kuruluşundan Bugüne Masonluk ve Bizler, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 274-275)

Bu alıntıda yer alan "dinsel boş inançlar ve dogmalardan kurtarma" ifadesinden kasıt, dini inançların reddettirilmesidir. Mason Işındağ, dini kendince böyle tanımlamaktadır. Oysa daha önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi, "boş inanç ve dogma" asıl olarak masonluğun kendi felsefesine uyan tanımlardır. Masonların (veya diğer herhangi bir materyalist mahfilin) din aleyhinde kullandıkları bu gibi sözlerin, hiçbir delile dayanmayan, sadece propaganda ve telkin amaçlı kavramlar olduğuna dikkat etmek gerekir. Dine karşı fikri bir itiraz getiremedikleri için, bu gibi telkin yöntemlerine, insanlarda psikolojik etki uyandırmasını umdukları kelimelere sığınmaktadırlar.

Üstteki alıntıda verilen bilgiler ise, bizlere masonluğun İslam dünyasındaki paraleli olan İhvanussafa derneğinin aynen günümüz masonları gibi çalıştığını göstermektedir. Yöntem, hak dine karşı pagan bir felsefeyi savunmak, bunu sembolizm yoluyla ifade etmek ve örgüte katılan üyelere bu gizli felsefeyi yavaş yavaş aşılamaktır.

İslam tarihinde, İslam'dan bu şekilde uzaklaşarak Eski Yunan'ın materyalist ve evrimci hurafelerine aldanan çeşitli düşünürler olmuştur. Büyük İslam alimi İmam Gazali'nin eserlerinde şiddetle yerdiği ve çürüttüğü bu fikir ekolünün masonik karakterde olması ise, kuşkusuz tarihe önemli bir ışık tutmaktadır. Gazali, el-Münkız mine'd-dalal adlı eserinde İhvanussafa'yı da doğrudan eleştirmiş, Eski Yunan düşüncesinden etkilenen sapkın bir felsefe savunduğunu açıklamıştır. Fedaih-ul-Batıniyye adlı eserinde ise, İhvanussafa'nın da dahil olduğu İsmailiye mezhebinin öğretilerinin çarpıklığını ortaya koymuştur.

ERASMUS DARWİN

Evrim teorisinin kurucuları sayılırken genellikle Fransız biyolog Jean Baptist Lamarck ve İngiliz biyolog Charles Darwin'in ismi anılır. Klasik hikayeye göre, ilk evrim teorisini Lamarck ortaya atmış, ancak bunu "kazanılmış özelliklerin aktarılması" kavramına dayandırarak yanılmış, daha sonra ise Darwin doğal seleksiyona dayalı ikinci bir evrim teorisi ortaya atmıştır.

Ama burada, evrim teorisinin kökeni konusunda çok önemli bir rol üstlenmiş olan bir başka teorisyen atlanmaktadır: Erasmus Darwin, Charles Darwin'in dedesi.

Erasmus Darwin, Lamarck ile aynı dönemde, 18. yüzyılda yaşayan bir İngilizdi. Fizikçi, psikolog ve şair sıfatlarını üzerinde taşıyan Darwin, oldukça "sözü dinlenir" bir insan olarak bilinirdi. Hatta bibliyografyasını yazan Desmon King-Hele onu, "18. yüzyılın en büyük İngilizi" olarak tanımlamaktan çekinmemişti.
(Desmond King-Hele, Doctor of Revolution: The Life and Times of Erasmus Darwin, Faber & Faber, London, 1977, s. 361)

Erasmus Darwin'in en önemli özelliği ise, İngiltere'nin en önde gelen birkaç "natüralist"inden biri olmasıydı. Natüralizm, başta da belirttiğimiz gibi, Allah'ın canlıları yarattığını kabul etmeyen bir felsefi görüştü. Gerçekte materyalizmden pek bir farkı olmayan bu görüş, Erasmus Darwin'in evrim teorisinin de çıkış noktasıydı.

Erasmus Darwin, tüm canlıların rastlantılar ve doğa kanunları sonucunda ortak bir atadan türedikleri şeklindeki evrim teorisinin ana çatısını 1780'li ve 1790'lı yıllarda geliştirdi. Kurduğu sekiz dönümlük botanik bahçede yaptığı araştırmalarla, bu fikre kanıt olarak gösterebilecek bulgular aramıştı. Teorisini Temple of Nature (Doğa Tapınağı) ve Zoonomia adlı kitaplarında açıkladı. Öte yandan 1784 yılında da, bu fikirlerin yayılmasına öncülük edecek bir dernek kurdu: Philosophical Society, yani "Felsefe Derneği".

Yıllar sonra Charles Darwin evrim teorisini ortaya atarken, bu iş için dedesinden hem fikri hem de örgütsel bir miras devralacaktı: Charles Darwin'in teorisi, dedesi Erasmus Darwin'in kurduğu çatı üzerinde yükseliyordu ve Philosophical Society, Darwin kuramının en büyük ve ateşli destekçilerinden biri oldu.(William R. Denslow, 10,000 Famous Freemasons, vol. I. Macoy Publishing & Macoy Supply Co., Inc. Ricmond, Virginia, 1957, s. 285)

Kısacası Erasmus Darwin, bugün "evrim teorisi" olarak bildiğimiz ve 150 yıldır tüm dünyada propagandası yapılan kuramın asıl öncüsüydü.
 

Erasmus Darwin'in, içinde evrim teorisinin temellerini ortaya attığı Zoonomia adlı kitabı


Peki evrim fikrini Erasmus Darwin nereden almıştı? Onun bu konuyla ilgisi nereden geliyordu?

Bu sorunun cevabına baktığımızda karşımıza kaçınılmaz olarak Erasmus Darwin'in masonik kimliği çıkar. Erasmus Darwin bir masondu, hem de sıradan bir mason değil, örgütün en üst düzey "üstad"larından biriydi.

İskoçya'nın Edinburgh kentindeki ünlü Canongate Kilwining locasının üstadı oydu.97 Dahası, o sıralarda Fransa'daki devrimi organize eden Jakoben masonlarla ve din düşmanlığını bir numaralı görev haline getiren masonik İllüminati örgütüyle de yakın bağlantısı vardı.98 Yani Erasmus Darwin, Avrupa'daki din aleyhtarı masonik organizasyonun önemli isimlerinden biriydi.

Erasmus, oğlu Robert'ı da (Charles Darwin'in babasını) kendisi gibi yetiştirmiş ve mason localarına üye yapmıştı.99 Bu nedenle Charles Darwin, hem dede hem de baba tarafından masonik bir miras devralacaktı.

Erasmus Darwin, teorisinin oğlu Robert tarafından geliştirilip yayılacağı ümidindeydi. Ancak bu işi üstlenen kişi torunu Charles oldu. Erasmus Darwin'in "Doğa Tapınağı", biraz gecikmeyle de olsa, sonunda Charles Darwin tarafından hayata geçirildi. Çünkü Darwin'in teorisi, "bilimsel" bir görünüm taşımasına rağmen, gerçekte doğayı yaratıcı olarak kabul eden natüralist dogmanın bir ifadesiydi.

MASONLARIN "HAYATIN KÖKENİ" SENARYOLARI


Evrim teorisi ; canlılığın yaratılmadığı, rastlantılar ve doğa kanunları ile kendiliğinden doğduğu ve geliştiği iddiasına dayanır. Bu teoriyi bilimsel yönden test etmek için, iddia ettiği bu sürecin her aşamasına bakmak ve gerçekten geçmişte böyle bir evrim süreci yaşanıp yaşanmadığını, bunun mümkün olup olmadığını incelemek gerekir.

Bu sürecin ilk basamağı ise, cansız maddenin içinden kendi kendine canlı bir organizmanın doğması senaryosudur.

Bu senaryoyu incelemeden önce, biyolojide Pasteur'den bu yana geçerli olan bir kuralı hatırlatmak gerekir: "Hayat hayattan gelir." Yani canlı bir organizma, yine ancak canlı bir organizmadan doğar. Örneğin, memeli hayvanlar, anneleri tarafından doğurularak dünyaya getirilir. Diğer pek çok hayvan sınıfı, anneleri tarafından bırakılan yumurtalardan doğarlar. Bitkiler tohumlar yoluyla ürer. Tek hücreli canlılar, örneğin bakteriler ise, bölünerek çoğalırlar.

Bundan farklı bir durum hiçbir zaman gözlemlenmemiştir. Dünya tarihi boyunca hiç kimse cansız maddelerin biraraya gelip canlı bir varlık meydana getirdiğini görmemiştir. Eski Mısır'da, Eski Yunan'da veya Ortaçağ'da bunu gözlemlediklerini zanneden pek çok insan olmuştur elbette; Mısırlılar kurbağaların Nil Nehrinin çamurundan çıkıp fırladığını zannetmiş, Aristo gibi eski Yunan felsefecileri bu inancı korumuş, Ortaçağ'da ise farelerin tahıl ambarlarındaki buğdayların içinden peydah olduğu sanılmıştır. Oysa bütün bunların birer cehalet ifadesi oldukları ortaya çıkmış ve sonunda Pasteur, 1960'lardaki ünlü deneyleri ile, en basit canlılar sayılan bakterilerin dahi, ataları olmaksızın ortaya çıkmadıklarını, yani cansız maddenin hayat oluşturmasının imkansız olduğu kanıtlamıştır.

Ama evrim teorisinin bu imkansıza ihtiyacı vardır. Çünkü canlılığın hiçbir yaratıcı müdahale olmaksızın doğduğu ve geliştiği iddiasındadır ve bu senaryonun ilk aşaması, ilk canlının tesadüfen oluşmasını gerektirir.



Darwin, hakkında fazla bir şey bilmediği bu "hayatın kökeni" konusunu, "hayatın küçük, sıcak bir gölde doğmuş olması gerekir" diye bir cümlelik bir izahla geçiştirmeye çalışmışsa da, onu izleyen evrimciler, bu konunun vehameti karşısında daha kapsamlı çabalara girişmişlerdir. Ancak 20. yüzyıl boyunca hayatın kökenine evrimci bir açıklama getirebilmek için yürütülen çabalar, bu konudaki evrimci çıkmazı daha çok genişletmekten başka bir sonuç vermemiştir. Evrimciler, cansız maddenin hayat oluşturabileceğine dair en ufak bir deneysel ve gözlemsel kanıt göstermek bir yana, bu konuda teorik bir açıklama bile getirememektedirler. Çünkü en basit canlı olarak kabul ettikleri tek hücreli bir canlının yapısı dahi son derece komplekstir: Hücrenin tamamı bir yana, en temel parçaları olan proteinlerin, DNA'nın veya RNA'nın bile rastlantılarla oluşması matematiksel olarak imkansızdır.

Tesadüfün imkansız olması, bir tasarımın varlığını kanıtlamakta, yani yaratılışı ispat etmektedir. Nobel Ödüllü İngiliz matematikçi ve astronom Fred Hoyle, bu konuda şu yorumu yapar:

Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir.
(Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, s. 130.)

Hoyle'un söz ettiği psikolojik neden, evrimcilerin kendilerini Allah'ın varlığını kabul etmeye götürecek her sonucu peşinen reddetmeleri, kendilerini bunun için şartlandırmalarıdır.

Evrim teorisiyle ilgili bilimsel eserlerimizde, buna dair, evrimcilerden pek çok itiraf aktarmış ve sırf Allah'ın varlığını kabul etmemek için akıl dışı senaryoları körü körüne savunduklarını incelemiştik. Burada ise dikkatimizi mason localarına çevirecek ve onların bu konudaki görüşüne bakacağız. Acaba, "yaşamın akıl sahibi bir Yaratıcı tarafından meydana getirildiği o kadar açık" iken, masonlar bu konuda ne düşünmektedirler?

Üstad mason Selami Işındağ, yine masonlara özgü yayınlanmış olan Evrim Yolu adlı kitabında bu konuda şu açıklamayı yapar:

Ahlak okulumuzun en önemli niteliği, bilim ve akıl ilkelerinden ayrılmamak, Theisme'in bilinmezlerine, gizli anlamlarına ve dogmalarına girmemektir. BUNA DAYANARAK DİYORUZ Kİ, yaşamın ilk oluşması, bugün bilemediğimiz, bulamadığımız koşullarla, kristallerde başladı. Evrim yasasıyla canlılar doğdu ve yavaş yavaş yeryüzüne dağıldı. Evrim sonucu olarak bugünkü insan oluştu. Bilinci ve aklı ile hayvanlığın üstüne yükseldi.
(Dr. Selami Işındağ, Evrim Yolu, İstanbul 1979, s. 141)

Üstteki alıntıda ifade edilen sebep-sonuç ilişkisine dikkat etmek gerekir: Işındağ masonluğun en önemli özelliğinin "Teizmi", yani Allah inancını kabul etmemek olduğunu vurgulamaktadır. Ve hemen ardından, "buna dayanarak", yaşamın cansız maddenin içinden kendiliğinden doğduğunu, sonra bir evrim yaşandığını ve bunun insana kadar gittiğini iddia etmektedir.

Dikkat edilirse, Işındağ'ın evrim teorisine getirdiği dayanak herhangi bir bilimsel bulgu değildir. (Zaten böyle bir bulgu olmadığını, "bugün bilemediğimiz, bulamadığımız koşullar" sözüyle üstü kapalı kabul etmektedir.) Işındağ'ın evrim teorisine getirdiği dayanak, "masonluğun Teizmi kabul edemez oluşu"dur.

Yani masonlar evrimcidirler, çünkü Allah'ın varlığını kabul edemezler. Evrimci olmalarının tek nedeni budur.

33. dereceden Türk masonlarının düzenlediği "Türkiye Yüksek Şurası"nın kayıtlarında ise, bu kez evrim senaryosu yine anlatılmakta, ardından masonların "yaratılış izahını reddettikleri" şöyle belirtilmektedir:

Çok eski bir devirde, inorganik bir şekil içinde, organik hayat ortaya çıktı; selül (hücre) organizmalarını meydana getirmek için selüller gruplaştı; bu selül organizmaları, çok selüllü kompleksler halinde geliştiler. Sonra, akıllı düşünce fışkırdı ve insan doğdu; ama nereden? Kendi kendimize bunu sormaktayız. Acaba, Allah'ın, şekilsiz çamur üzerine üflemesi ile mi? Biz, anormal bir yaratılış şeklini, bizzat insanın dışında kalan bir yaratılış izahını reddediyoruz. Hayat ve hayatın ağacı var olduğuna göre, biz, filogenetik çizgiyi takip ederek, "atlama" hareketi olan bu büyük fiili izah eden halkanın varlığını hissetmeli, anlamalı ve müşahede etmeliyiz; bir gelişme safhası olduğunu, belli bir anda, oradan, hayatın bir satıhtan başka bir satha geçişini gerçekleştiren büyük fiilin fışkırdığını kabul etmeliyiz.
(P. M. Giovanni, Türkiye Fikir ve Kültür Derneği E. ve K. S. R. Sonuncu ve 33. Derecesi Türkiye Yüksek Şurası, 24. Konferans, İstanbul, 1973, s. 107)

Bu alıntıda da masonik yanılgıyı görmek mümkündür. Yazar, "biz, insanın dışında kalan bir yaratılış izahını reddediyoruz" derken, hümanist felsefenin temel dogması olan "insan, var olan en yüce varlıktır" safsatasını tekrarlamakta ve bunun dışında kalan bir izahı peşinen reddettiklerini ilan etmektedir. "Anormal bir yaratılış şekli" derken, kendince canlılığı Allah'ın yaratmasını kastetmekte ve bunu peşinen reddetmektedir. (Oysa asıl "anormal" olan, yani gözlemlerimize, deneylerimize, akıl ve mantığımıza aykırı olan düşünce, cansız maddenin kendi kendine canlanıp insan haline geldiğini savunan masonların inancıdır.) Dikkat edilirse, bu masonik izahlarda bilimsel delillerden bir bahis yoktur. Masonlar "Evrime dair bilimsel kanıtlar var, onun için yaratılışı reddediyoruz" dememektedirler. Sadece felsefi bir bağnazlık ve bu bağnazlık uğruna körü körüne kabul edilen bir evrim inancı vardır.











Çilesini çekmediğin dert senin değildir...


Ağustos 14, 2007, 01:18:33 ös
Yanıtla #1

Sn Luckeye,

Sadece sizin yazılarınızı kast etmemekle beraber nedense okuduğum her anti masonik yazıda filanca mason üstadının yazdığı filanca veya söylediği falanca şey denilerek tüm masonik camianın bu fikirde olduğu gibi bir yönlendirme yapılmaya çalışılıyor.Mantık sahibi bir insan olduğunuza inanarak sizce bu doğru mu diye sormak isterim.Ayrıca buradan özellikle belirtmek isterim ki Masonlar toplantılarda bir konuyu ele alıp bu konu ile ilgili benimseyeceğimiz fikir şudur diye birbirlerine empoze etmezler.Sonuç olarak bir kardeş bir konu ile ilgili x düşüncede başka bir kardeş ise y düşüncede olabilir.Ayrıca açtığınız konu ile ilgili olarak insanlığın çok yakın zamanda neyin nereden geldiği konusunda doğru bilgiye ulaşacağına olan inancımıda belirtmek isterim.

Saygılarımla,
Omnia mors aequat


Ağustos 14, 2007, 01:26:35 ös
Yanıtla #2
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 654
  • Cinsiyet: Bay

Sn Luckeye,

Sadece sizin yazılarınızı kast etmemekle beraber nedense okuduğum her anti masonik yazıda filanca mason üstadının yazdığı filanca veya söylediği falanca şey denilerek tüm masonik camianın bu fikirde olduğu gibi bir yönlendirme yapılmaya çalışılıyor.Mantık sahibi bir insan olduğunuza inanarak sizce bu doğru mu diye sormak isterim.Ayrıca buradan özellikle belirtmek isterim ki Masonlar toplantılarda bir konuyu ele alıp bu konu ile ilgili benimseyeceğimiz fikir şudur diye birbirlerine empoze etmezler.Sonuç olarak bir kardeş bir konu ile ilgili x düşüncede başka bir kardeş ise y düşüncede olabilir.Ayrıca açtığınız konu ile ilgili olarak insanlığın çok yakın zamanda neyin nereden geldiği konusunda doğru bilgiye ulaşacağına olan inancımıda belirtmek isterim.

Saygılarımla,

Sn. Mistik elbette kişiliern tavırları oluşumları bağlamaz (genelde) zira böyle Masonların bireysel tavırlarına göre hareket edilecek olsa daha öncedende Masonların içinden sivri çıkışlar olmuşdur o sebeble Masonlara dava açılmaları hatta yasaklanmaları lazım bu her oluşum için geçerli bu yazıdaki amaç ve benim düşüncelerim direkt zan altında bırakmaktansa tüme varım yaparak detaylar aracılığıyla birşeyler anlamak yada anlatabilmek bu yazılanlar kesin doğrumu? Bilemeyiz ama yanlışta diyemiz bu sadece muhalif bir fikir herşeyin birde muhalifi vardır sonuçta muhalefet olmasa gelişimde olmaz.
Çilesini çekmediğin dert senin değildir...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
24 Yanıt
11502 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2007, 03:19:19 öö
Gönderen: LuckyEye2
1 Yanıt
3939 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 09, 2011, 01:16:48 öö
Gönderen: Eagle35