Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ÇIKAR, AÇ GÖZLÜLÜK VE CEHALET ÜZERİNE  (Okunma sayısı 3872 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 02, 2013, 02:58:07 ös
  • Skoç Riti Masonu
  • Yeni Katilimci
  • *
  • İleti: 31
  • Cinsiyet: Bay



İnsanoğlunun açgözlülük ve duyarsızlığının olması sürecinin ne kadar zarar verici olabileceği üzerine tarihsel bir örnek, XIX.Yüzyılda Birleşik Devletler'de bufaloların tamamen yok edilmesidir. Çoğu insan, ovalarda dolaşan büyük sürülerin sebepsiz yere katledildiğinden haberdardır. Ancak bunun ne kadar hızlı ve ne kadar az kişi tarafından yapıldığından bihaberdir.
1870'de  otlaklara yayılan yirmi milyon bufalo varken, 1889'a gelindiğinde, yirmi yıl bile geçmeden, yalnızca bin kadar kalmıştır. Bu bin tane bufalonun dikkatlice korunmasıyla günümüzde iki yüz bin sağlıklı bufalo elde edilmiştir. Peki bufalolar neden öldürüldü? Bu denli büyük bir besin kaynağının yok edilmesi hangi amaca hizmet etti?
Basit, onlar kimsenin değildi. Bedavaydılar ve ülkenin ekonomik açıdan dezavantajlı kesimini, kimseye kar sağlamadan besleyebilirlerdi. Bufalo varlığıyla, sığır baronları ve onların maaşlı politikacıları dünya et pazarını ele geçirmeyi umamazdı. Bu insanlar, halihazırda otlakların sığır yetiştirmek için mükemmel olduğunu fark etmişti. Bu nedenle bufaloları buralardan sürdüler. Katledilmiş hayvanların leşleri besin olamıyorlardı, çünkü biri onlara ulaşana kadar çürüyorlardı. Bunun yerine Detroit'teki Michigan Carbon Works gibi tesislere arabalarla taşınarak suni gübreye dönüştürüldüler, Tanrı aşkına suni gübreye!
Bu açık bir biçimde aç gözlülük ve cehaletin her zaman olduğu gibi kol kola girerek gerçekleştirdiği bir iştir. O zamanlar bu katliamla yüz yüze yaşayan insanlar neden hiç bir şey yapmadı? Belki de umursamadılar. Belki de bufalo öldürmenin her hangi bir zararı olmayacağı söylendi onlara. Belki de bufalo etinin o kadar da güzel olmadığına inanıyorlardı.
Ahlak, insanın doğuştan sahip olduğu veya eğitim ile kazandığı niteliklerdir. Ahlakın doğuşuna ilişkin üç farklı görüş vardır.
1-   İnneist (doğuştancı) görüş; İnsanın ahlak prensipleri ile dünyaya geldiğini kabul eder. İyilik, kötülük, şefkat, merhamet gibi gibi ahlaki prensipler bizde doğuştan mevcuttur. Descartes, Kant, Rousseau bu görüştedirler.
2-   Ampirist görüş; Ahlaki değerler, fert veya cins tarafından sonradan kazanılır. Fert tarafından kazanıldığını iddia edenler, insanda doğuştan iyi ve kötü kavramlar bulunmadığını, bunların sonradan eğitimle ona aşılandığını ileri sürerler. Ahlaki değerlerin cins tarafından kazanıldığını söyleyen ampiristler tekamülcüdür, Spencer gibi. Fertler tarafından deneylerle elde edilen ahlaki alışkanlıklar, sonraki nesillere kalıtım yoluyla geçer, nesilden nesile geçen ahlaki alışkanlıklar, artık insan cinsinde bir vicdan meydana getirmiştir.
3-   Eklektik görüş; Ahlak prensipleri sonradan kazanılmıştır, fakat onları kazanma kabiliyeti olan akıl doğuştandır.
İnsan, bedensel, ruhsal ve toplumsal bir varlıktır. Beslenme cinsellik gibi içgüdülerden, türlü dürtü ve eğilimlerden doğan, kişiyi davranışa sürükleyen ihtiyaçlar, ancak ruhsal birikimlerle toplumsal nitelik kazanır. İnsanların temel biyolojik ihtiyaçlarına doyum sağlaması, başkalarıyla kurup sürdürdüğü ilişkilere bağlıdır. Ruhsal yaşantı, ancak başkalarıyla birlikte oluşabilir.
Kalıtımla gelen türe özgü davranışlar, çevreden kazanılan davranışlarla birleşip bütünleşerek insanın ruhsal yapısını meydana getirirler. Böylece ruhsal yapının duygulanım ve bilgiyle ilgili alanları gelişir. İnsan, ilgi, sevgi, neşe, sevinç, endişe, kaygı, sıkıntı, kızgınlık, öfke gibi duygulanım durumlarını yaşar. Güven, saygınlık kazanma, kendisini kabul ettirme, gerçekleştirme yollarını öğrenir, bilgisini, görgüsünü arttırır.
Toplum, insanların yaşamlarını sürdürmek, temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bir araya gelmeleri ve yaşama biçimlerinden kaynaklanan ortak kültürü paylaşmaları sonucu oluşur. Toplumsallaşma, bireyin toplumla bütünleşmesi sürecidir. Bu süreç içinde birey, yaşadığı çevrede, toplumda ortak olan kültürün getirdiği davranış kalıplarını benimser, öğrenir ve özümser.
Toplumsallaşma sonucunda insan, ailesinin, yakınlarının, komşularının, mahallenin, köyün, kentin, ulusun, dünyanın, evrenin bir parçası olduğunu öğrenir. Aile, sokak, iş yeri, okul gibi yerlerde başkalarıyla ilişkiler kurmaya, kurallara uymaya, görev ve sorumluluk yüklenmeye alışır. Birey, kendi kültürü içinde yaşayan diğer insanlar gibi davranmaya başlar. Bu süreç içinde bireyin benliği gelişir. Ne olduğu, ne olmak istediği, çevresinde nasıl tanınıp değerlendirildiği konularında bilinçlenir. Anlayış, duygu, tutum, davranış ve beceri gibi özellikler bakımından içinde yaşadığı toplumun yetişkin bir üyesi durumuna gelip toplumsal olgunluğa erişir.
Ya da kimilerine karşı kalleş, müzevir ve düzenbaz, kimilerine karşı da çalımla buyuran sert bir insan haline gelir. Onları korkutamadığı, ya da kendi çıkarını onlara yararlı bir tarzda hizmet etmekte bulamadığı zaman, onu insanları aldatmak zorunluluğunda bırakır. Sonunda insanı yiyip bitiren tutkudan, kendi mevkiini yükseltme hırsından çok, başkalarının üstüne çıkmak ihtiyacı, bütün insanlarda karşılıklı olarak birbirlerine zarar vermek eğilimini, gizli bir kıskançlığı uyandırır. Bu kötü eğilimler, darbesini daha güvenle vurabilmek için, çoğu zaman iyi dilek ve iç yakınlığı maskesini takınır. Kısacası, bir yanda rekabet, yarışçılık, öte yanda çıkar çatışmaları, hep kendi çıkarını başkasının zararına sağlamak gizli arzusu, toplumda büyük bir kargaşa doğurur. Zenginlerin gaspları, fakirlerin haydutluğu, her kesin dizginleri boşanmış tutkuları, adaletin sesini boğarak, insanları hasis, cimri, kötü kişiler haline getirir. En güçlüsünün hakkı ile, ilk el koyanın hakkı arasında, ancak kavga ve cinayetle son bulan devamlı bir çatışma meydana getirir. Alçalmış, bayağılaşmış, yıkılmış insan türü, artık geriye dönemediği, edindiği mutsuz kazançlardan vaz geçemediği, kendisine onur vermiş olan yeteneklerini kötüye kullandığı için kendi yıkımını hazırlamış olur.
 Ezoterizm, insanın yalnızlık içinde kendi iç dünyasına dönüp düşünerek hakikati aramasından doğar. Hiç düşünmeden “gerçek” diye benimsediğimiz bilgilerin gizli anlamlarını düşünme ve araştırma merakının ürünüdür. Hepimiz neredeyse konuşmaya başlar başlamaz, dünyanın gizemleri karşısında hayranlığa kapılırız. Ben kimim? Neden buradayız? Tanrıyı kim yarattı?... Aslında bizler birer filozof olarak doğuyoruz. Bu anlama tutkusu, zamanla gerçeği arama uğraşına dönüşerek bizleri, hakikati arama yolunda çalışmak üzere bir araya getiriyor.
Hakikati aramak cesaret ister. Cesaret doğru olanı yapmaktır ve bu her zaman kolay değildir. Cesaret, fiziksel açıdan güvenli olanı ya da sosyal açıdan kabul edileni yapmaktansa, ahlaki açıdan gerekli görüneni yapmaktır. Cesaret, kişinin kendisi için en iyi olanı yapmaktansa, genel olarak en iyi olanı yapmaktır. Cesur bir insan, tehlikenin geldiğini hisseder ve sonra, iç güdüsel olarak duyumsadığı, kendini koruma, rahatlık, kişisel kazanç ve hatta duygularını gizleme dürtülerini bastırır. Tehlikeyle ancak böyle yüzleşebilir.
Aristoteles, cesaretin tehlike karşısında verdiğimiz tepkinin, iki uç noktasının tam ortasında yer aldığını belirtir. Korkaklığın ve budalaca bir atılganlığın arasında kurulan bir dengedir cesaret. Yürekli bir eylem, tehlikeye duyarsız bir kişi tarafından gerçekleştirilemez. Cesaret, önceden sezilen bir tehlike karşısında gösterilen bilinçli ve ölçülü bir tepkidir. Cesaret gösteren kişi, iyi bir amaca ulaşmak, birini ya da bir şeyi korumak adına, önündeki tehlikeyle yüzleşmeye hazır olan kişidir. Cesaret, bireyin sahip olduğu değerler ve bu değerlerin derinliği oranında ortaya çıkar. Dürüst bir insan, kendi inanç ve görüşlerini baskı altındayken ifade edip, bunların arkasında durabilmek için cesarete ihtiyaç duyar. Cesaretimiz yeterli değilse, zorluklara ve tehlikelere dayanma gücümüz de olmayacaktır.
Dürüstlük ve bilgi peşinde koşmak, çok uzun zamandan beri, Batı Felsefesinin temelinde yatan ahlaki idealleri olagelmiştir. Felsefenin kendisi, Antik Yunan’da bilgelik sevgisi olarak doğmuştur. Sokrates, çok anlamlı bir biçimde, kişinin kendini bilmesinden söz etmiş ve ahlaklı bir yaşam sürmek için, erdemin doğasının anlaşılması gerektiğinin altını çizmiştir. Aristoteles’de, Metafizik adlı eserinde, tüm insanların tabiatları gereği bilmek istediklerini belirtmiştir. Çağdaş Filozoflar ise, insanların bu doğal bilgi açlıklarını, mantık ve kendilerini kandırma ile nasıl sabote ettikleri üzerinde düşünmüşlerdir. Sartre, temel sorumluluklarımızı ve özgürlüğümüzü, kötü inanç ile kendi kendimizden gizlediğimizi ileri sürmektedir. Ayn Rand, insanlardaki kötülüğün, gerçeklerden kaçış ve düşünmeye karşı direniş sonucunda oluşan zihinsel sisin ve kaosun doğal bir sonucu olduğunu söylemiştir. Benzer biçimde, psikoloji disiplininin kendisi de, kişinin kendisini ve dünyayı sağlıklı bir biçimde anlamasının, zihinsel sağlığının ilk adımı olduğunu kabul etmiştir.
Batı kültüründe, kişinin kendisini aldatması, çok ciddi bir karakter sorunu olarak görülür. Eğer kişi, çevresindeki gerçeklere kasıtlı olarak ilgisiz ve tepkisiz kalırsa, doğru yargılarda, seçimlerde ve eylemlerde bulunamaz. Doğru olduğunu bildiği ya da doğru olduğunu sezdiği şeyleri yadsıyarak, kendini aldatan kişi, düşünme süreçlerini sekteye uğratarak, çevresinde giderek büyüyen tehditlere karşı zayıf bir konuma düşer, sorunlarını ve başarısızlıklarını kabul edemez ve başka insanlara da zarar verme eğilimine girer. Bu yüzden gerçeklerle yüzleşmek, ahlaklı bir yolun, sağlıklı bir zihnin ve mutlu bir yaşamın ilk adımı olarak görülmektedir. İkinci adım ise, dürüst ve güvenilir iyi dostlara, imrenilecek iyi dostluklara sahip olmaktır.
Dostluğun en belirgin özelliklerinden biri, kötü zamanlarda dostlarına yardımcı olmaktır. Zorlu günlerimizde, depresyonda olduğumuzda ve başarısızlıklarla karşılaştığımızda yanımızda olanlar, büyük ihtimalle iyi günlerimizde de yanımızda olacaklardır.
Görünüşte her kes, olabildiğince para ve yaşam ister. Fakat ölüm yaşamımızı, vergiler ve giderler de paramızı alır. Öte yandan sahip olmadığımız şeyleri arzuluyor olmamız oldukça çarpıcıdır. Bu durum, aslında kimsenin tam anlamıyla mutlu olmadığı gerçeğini açığa çıkartır. Bu nedenle daha fazla para ve daha uzun bir yaşam isteriz. Sahip olduklarımız bizi mutlu etmeye yetmez. İnsanlar, kendileri için kötü olan şeyleri arzulama eğilimindedirler. Sınırsız para ve yaşam arzusu büyük bir yanılgıdır. Aslında bunları elde etmek, kişinin başına gelebilecek en kötü şeydir. Küçük istekleri gerçekleştirmek daha kolaydır, dolayısı ile küçük çaplı istekler, bizi mutluluğa daha kolay götürür.
Gerçek mutluluk, istediğimiz şeye sahip olmak değildir, aynı zamanda doğru şeyleri istemektir. Fazla zengin olmayı istemek, yüz yıllardan bu yana yozlaştırıcı bir dilek olarak görülmüştür. Eskilerin söylediği gibi, para tüm kötülüklerin anasıdır. Para güçtür ve bazı insanlar bu gücü  elde etmek için ellerinden gelen her şeyi yapar. İnsanlar para için yalan söyler, bir birlerini kandırır, çalar ve hatta öldürürler. Para arkadaşlıkları ve diğer ilişkileri bitirir. Para bizi maddi gerçeklere bağlı kılar ve sonsuz mutluluk sağlayacak olan ahlaki ve ruhsal gerçeklerden uzaklaştırır.
Ahlaki görevler, kişinin kendi çıkarları ile biçimlenmezler, kişisel çıkarlardan fedakarlıkta bulunulmasını öğütlerler. İçtenlikle yerine getirilen görevler, hırslarımızı ve ateşli arzularımızı yok ederler. Bu dünyada, insanların yaptığı gerçek fedakarlıkları düşünelim, savaşlarda şehit olan genç askerleri düşünelim. Bu insanlar, geleneksel ahlak değerlerini kabul edip onurlu bir yaşam sürmek adına en güzel zevklerden, daha kesin konuşmak gerekirse yaşamın kendisinden fedakarlık etmişlerdir. Kendi iyiliğimiz için bencil olup zevk peşinde koşmamalı, başkalarının iyiliğini düşünüp ahlaklı bir yaşam sürmeliyiz.
Bilimin bize sunduğu güçler gerçekten çok büyüktür, fakat bunlar aynı zamanda zararlıdır. Bu güçlerin hepsi bir ölçüde, bu dünyayı kontrol etmeyi hedefler. Bazıları bunun sınırlarını iyice genişleterek, katıksız bir egemenlik hedefler. Bu tür potansiyel güçlerin peşinde koşmak ve bunları kullanmak, kişinin kendisi ve çevresi için tehlikeli olabilir.  Bu gerçekler karşısında takınmamız gereken tutum, kullanılacak gücün toplumun yararına mı, zararına mı olduğunu iyice tartıp, uygun bir karar vermektir. Yani bu güçleri iyi amaçlar uğruna kullanmaktır. Bu kişinin kendisini toplum yararına sınırlaması anlamına gelmektedir. Ayrı ayrı bireylerden doğan bu bilinçli kısıtlamalar, bir süre sonra toplumun kendisini ayakta ve düzenli tutmasını sağlayan koordine bir kurallar dizisine dönüşür. Hepimiz için önemli olan, ölümden ve acıdan daha kötü yazgıların olduğunu anlamamızdır. Bunlardan kaçınmak için, doğru yerde ve doğru zamanda hayır demeyi öğrenmeli, güç kullanma isteğimizi dizginlemeliyiz.                                                                                                                       
Kaynakça
Danaos Kosta...Java Büyücüsü
Rousseau J.J…………………………………………………………………....İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı
Bagget David-Klein Shawn E……………………………………………………….………....Harry Potter ve Felsefe
CERBERUS


Kasım 28, 2015, 07:03:56 ös
Yanıtla #1
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 426
  • Cinsiyet: Bay

 Kendini aydın sananların, en cok kullandığı kelime hakkında yazmak istedim... oda CAHİL

Kendi bildiği dışanda,farklı bir düzey olduğunu anlamayan kişilere cahil denir.. diyelim

Güçünü fanatiklikten ve hoş görüsüzlükten alır... diyelim

Kendini Aydın zannedenin,CAHİL ile savaşı fanatikleştikçe,

Gercek Aydının savaşı ,CEHALET ile olur diyip, cahile de hoş görüyle bakar.diyelim


GG
ܚܠܐ -ܕܡܐ- -ܩܪܒܐ


Haziran 03, 2018, 06:47:05 öö
Yanıtla #2
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 101
  • Cinsiyet: Bay

Sayın @cerberus yazınızı okumaktan hayli müteşekkir oldum özellikle:Bunlardan kaçınmak için, doğru yerde ve doğru zamanda hayır demeyi öğrenmeli, güç kullanma isteğimizi dizginlemeliyiz cümlesi ...
Açgözlülük noktasında maalesef ilerleyen zamanlarda endemik türlerin daha fazla olacağı gerçeği yadsınamaz
Saygılarımla ...
Whom united with virtue, death shall not seperate.


Haziran 03, 2018, 02:46:58 ös
Yanıtla #3
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Kimse bu 3 şeyden men değildir.Korkmayın hepimizde hepsi var.Kabul edin ve rahatlayın.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Haziran 03, 2018, 09:00:07 ös
Yanıtla #4

Kimse bu 3 şeyden men değildir.Korkmayın hepimizde hepsi var.Kabul edin ve rahatlayın.

Keşki böyle olmasaydı...Bu sizin yazdığınızı.. bırakın yazmayı, anlamış olmak bile yürek ister.
Sen Özelsin


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
5 Yanıt
2856 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2007, 11:09:53 öö
Gönderen: HUTGIN
3 Yanıt
5934 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 29, 2009, 03:48:59 ös
Gönderen: baris
33 Yanıt
16015 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 18, 2009, 05:38:46 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
5480 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 31, 2009, 08:27:46 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3175 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 01, 2009, 12:23:03 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3876 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 02, 2009, 08:20:15 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2114 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 17, 2010, 01:37:51 ös
Gönderen: ceycet
2 Yanıt
3083 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 28, 2012, 09:42:40 öö
Gönderen: karahan
2 Yanıt
3486 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 10, 2018, 11:57:34 ös
Gönderen: Manyetizma
1 Yanıt
2063 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 05, 2015, 07:51:59 ös
Gönderen: davut