Masonlar.org - Harici Forumu

Masonluk Bilgidir. Bilimdir. Ilimdir. => Tarih => Konuyu başlatan: karahan - Aralık 25, 2011, 01:09:09 ös

Başlık: ATATÜRKÜN HAYAT FELSEFESİ 1
Gönderen: karahan - Aralık 25, 2011, 01:09:09 ös
SON ZAFERİ.........

Bu broşür basılırken; Atatürk’ün çocukluğundan beri planını hazırladığı Ebediyet alemini fethettiğini işittik.

Bu, Onun son zaferi oldu!.

Kainatın radyolarda inleyen ra’ şelerinden anlıyoruz ki Hilkat Onunla on üç saat çarpışmıştır..

Hamlelerin dehşetini her kalp duydu ve beşeriyet hala dinmeyen sarsıntılar içinde..

Kim bilir?.. Onun bu yeni müebbet aleme girişi ne muhteşem olmuştur...

Dr. Mesud  Fani
1938. Antakya

 

 

 ATATÜRK’ÜN HAYAT FELSEFESİ

BİRKAÇ  SÖZ...

Bu broşürün adına bakıp aldanmamalı!. İçinde yeni bir şey yok, hatta en müptezel felsefe kırıntıları bile!... Fakat bence çok şey var: Atatürk’ten ilhamlar.
Eski bir ”Yüz elliliğin” Büyük Kurtarıcı için duyduğu şeyler vatanperver geçinenlerinkinden farklı olsa gerek!.. eğer göze çarpan bir ayrılık bulamazsak yeni bir hüküm daha verebiliriz ; bu defa da ( riyakârlığa başladı!..) demek hiç güç değil; dilin kemiği yok.

Şunu unutmayalım ki biz, hepimiz bütün meddah kesilsek onun yüksekliğine yetişemeyeceğiz. Bu irtifakı görebilmek için mesafelere ihtiyaç var: Hiç olmazsa bizim kadar vatandan uzak yaşamalı.

Ben Onu ta karaların bittiği, dış denizlerin başladığı kıyılardan da seyrettim. Yalnız Türklerin değil bütün dünya uluslarının kümelendiği yerlerin ortasında öyle azametli bir yükselişi vardı ki gözlerim yorulup sulanıncaya kadar temaşadan sonra dudaklarım şu meşhur sözü bir kere daha tekrarladı: “Senin için kötülük düşünen baş utansın!”

O vakitten beri bu tek insanın içimde uyandırdığı heyecanların sonu gelmiyor....

Ömrümde hiç çizgi ile uğraşmamışken bir aralık tuhaf bir arzuya kapıldım, saatlerce çalışarak resmini bile yaptım, ille o göremediğim gözlerine hayalimde canlanan derin ma­nayı verebilmek için çektiğim sıkıntıyı ben bilirim.

Şimdi de Onun yine hayatımdaki huzuruna büyük eserinin on beşinci yılını kutlamak için tırmanıyorum.

Halk arasında doğarak büyüyen ve halkçılığı ideal yapan bu eşsiz insan benim gibi bir halk çocuğunu herkesten iyi anlayacaktır. Onun karşısında işte ne düşüncelerime, ne de kalemime üslup vermeğe çalışıyorum.

Samimiyetin kekeleyen dili, sahtekârlığın belagatın dan.bence daha iyidir. Sistem altına alınan bilgilerden de çabuk usanılıyor. Yirminci asrın kafası o kadar çetrefil şeylerle dolu ki teşrifatçılığı düşünce âlemimizden de sürüp atmaya mecburuz.

Modası hâlâ devam eden bilgi komprimesi de hiç hoşuma gitmez : dimağın hazım kabiliyetini berbat ediyor. ( Nasara : fiil mazi binai malum, müfret, müzekker, gaip, mana­sı yardım etti, ; bir er,geçmiş zamanda ) cümlesini bana yedi yaşında cebren ezberletmişlerdi. Bugün kırk yıldır hafızamda olduğu gibi durur. Bunu bir türlü eritemedim.

Atatürk için duyduklarımı bu çeşit terkiplerden esirgemeğe çalışacağım; yazılan eserle­rin, söylenen sözlerin de tesirinden mümkün olduğu kadar kurtulmak, içimden doğanı anlatmak istiyorum.

Broşürümün üzerine yalnız Onun adını yazmak da kâfi idi. Buna bilmem niçin bir hayat felsefesi tabirini ekledim. Bu felsefeyi incelemeğe hiç niyetim yok. Atatürk, bir suare gecesi musahabesi sırasında bu ebedi me­seleyi modern bakımdan izah etmiştir.

Ben bu izahı haftalık Ankara da gördüm, tekrar, tekrar okudum.

Şunu da hemen söyleyeyim ki ben felsefe yapmayı sevmekle beraber filozoflara bir türlü ısınamadım.

İşleyen kafalar, Sturat Mill'in, Baconun metotlarını bilmeden ; Descartes,in Diskoru’nu okumadan da keşiflerini yapabiliyorlar. Hâlbuki biz düşüncelerimizin çürüğünü ayıklayalım derken akşam yaklaşmakta. Clemenceau gibi sekseninden sonra ( Au soir de la pensee ) adı ile söylenmiş şeyleri tekrarlayıp bastırmanın bir zevki olabileceğini sanmıyorum.

Hazır fikirler de hazır elbiseler gibi bir türlü vücudumuza uymuyor, Uysaydı düşünce mekanizmasında göze çarpan bir fark olurdu! Bence filozoflar bile dimağlarının mihve ri etrafında dönen insanlardır. Yan çizenleri pek az!

Descartes “Benden önce adamlar yaşadığını tanımak bile istemem” diyor,

Filozof haklı ise Felsefe tarihine yaşlı ço­cukların hoşuna giden bir masal (bin bir gece masalı) diye biliriz, hem de hep o mahut hikaye: Hayat felsefesi!.. Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Bilmecesi...

“Kâinat içinde bir zerre mi, yoksa zerrede bir kâinatlı mıyız?” sorgusuyla kendini dinleyenlere akıl ve hikmet rütbelerinden payeler veriyoruz. Bu sorgunun cevabını yine içinde duyarak bütün bir sosyeteyi elinden tutup kaldıranlara daha son ad verilmedi.

Peygamberlerden bahsetmiyorum, onlar Allah’ın resulü olduklarını söylediler..

Her biri bir fikir macerası arkasında hayatın sırrını ararken ölümün sırrı içinde kayıp olan filozoflara da acımamak elden gelmez!.

Felsefenin spekülasyon fabrikasına girerek mekik atmayı öğrenen bu zatların bulabildiğimiz eserlerine göz gezdirdiğimiz zaman epeyce yorulduklarını anlıyoruz, ince eleyip sık dokuduklarını görüyoruz. Fakat bir ipucu yakaladıktan sonra aynı tezgahın aynı kumaşı karşımızda sırıtıp duruyor!.

Belli ki dimağ makinesi örümcek gibi aynı ağı işlemekte! değişen bir şey yok, yalnız bu ağın içine düşen sinekler.

Bence insanların büyüğünü, insanları kendi ülküsüne yaklaştıran pratik zekalar arasından seçmeli. Bu ölçüyü kabul edenler için bizim Atamız eşsiz bir büyük olarak yaşıyor ve yaşayacaktır. Bununla beraber O, ne bir peygamber, ne de bir filozof, tam bir insan modeli.

Hayatın esrarlı felsefesini Kolomb un yumurta hikayesi gibi bu, budur diye vurup dikliğine durduran adam.

Onun ne ilâhi bir iddiası, ne de şek ve şüphe içinde bocalayan durumları var. Realite, hakikat olmak için Atatürk’ün başı kadar uygun bir kalıba pek az mahzar oldu; olmaz, olamaz sanılan her şeyin orada vücut bulduğunu gördük.

Demek ki hayat eğer bu ( devinim ) tekevvünse, başka elemanlardan önce onu, biz kendi kudretimizde aramalıyız.

Kant, irâdenin bu işini ahlakiyata bile bir başlangıç olarak alır.

Niçin zaman, zaman küçülüp atomlaşmalı? neden esrarı tesadüfle halle kalkışmalı ?

Eski metafiziği istihfaf eden Auguste Comte boş bir adam değildi.

« İsteyen Mevlâ’sını da bulur belâsını da » sö­zünün suçu bir halk vecizesi olmasından mı?

Bizim bildiğimiz bir şey var : Bouddah hakîm olmak istedi, oldu; Muhammet âhir zaman nebisiyim dedi, oldu; Mustafa Kemal da Ata­türk olacağım dedi ve oldu.

Birinci, insanlara Nirvâna yı, yani «her şey­den vazgeçmek suretiyle ebedi saadete kavuşma yolunu; İkinci, Cenneti « her dileğin yerine geldi­ği bir âlem» vaat etti. Atatürk’te, o kadar karışık işleri içinde bize hayatı gönenmek yolunu gösteriyor; maddi ve manevi bütün duygularımızın göneneceği bir hayat.

Bu, Sirenli Aristippe in ancak kaba hazlarımıza cevap veren düşüncesinden farklı bir prensip; daha ziyade Arıstote un insanlığı yükseltmek gayesini güden moralinin asrîleşmiş bir hayat felsefesi.

Anlaşılıyor ki mevzuumuz epeyce geniştir, ciltler dolduracak sermaye var. Fakat biz burada ukalâlık niyetinde değiliz. Broşürümüzü okuyacakların sabırlarını tüketmek istemiyoruz. Gevezeliğin bilgi işlerinde de adı gevezeliktir. Yaşadığımız asırda vakitler eskisi gibi geniş ölçülmüyor. Victor Hugo nün Sefillerini bugün bir roman olarak okuyacak insanı parmakla gösteriyoruz.

Düşünülecek bir nokta daha var: yaşlılarımız yeni harfleri henüz kendilerine mal edemediler, dimağları ile heceliyorlar; biraz da bu zatları yormamak için broşürcü kalmak istiyorum.