Ben robotum cidden buna inanıyorum. hepimiz robotuz demek için henüz çok erken; çünkü robotla ilgili insanların aklındaki tanım bambaşka.
Hayat koşullarınızın bire bir aynısını oluşturabilecek; sizi seri imal edebilecek bir sanayi düşünün, şirket düşünün. yeterli olanakları ve bilimsel gelişmeyi de katettirin, ki önüme kaos teorisi gibi savlarla kimse gelmesin. güneş sistemi bile imal edebilsinler gerektiğinde...
Hala kendinizi özel ve değerli hisseder misiniz. ta derinlerde bir yerde truman show'a tepki duymaz mısınız. direnmek istersiniz, bu duygunun sizi sarmamasını, özel olduğunuzu, bu yüzden de sayısız imtiyazınızın olduğunu düşünmek istersiniz. çok özelsiniz, sizden bir tane daha yok, olsa bile koşullar nedeniyle sadece biyolojik bir benzerlik, ikizimdir vs demek istersiniz. ama etrafınız sarıldı, seri üretimsiniz.
Yere çakıldınız, gerçekle yüzleştiniz, siz; özel değilsiniz. ilk yapmak isteyeceğiniz şey... çok basitçe... kendinizi yeniden tanımlamak. peki neden? neden bu tanımlama ihtiyacınız var? hayvanlar gibi yiyip içip sex yapıp yaşayıp gidemez misiniz? bunu yapamazsınız, çünkü ruh dediğiniz, sizi çok çok özel kılan TANIMA sahip olduğunuz sanrısıyla dolup taşmışsınız, imtiyazlar sınırlı olmasa tanrı olduğunuzu bile düşünebilirsiniz; kim olduğumuzu bilmezsek hayatta kalamayacağımızı düşünen ta derindeki bir korkuyla... tanımlı insan; etiketler, tanımlı sosyallikler.
Düşündüğümüz seri imal eden şirkette, kendini-tanımlama mekanizmasını denetleyecek bir örgütlenme düşünün; kritik anlarda hayatınızdaki TANIMlardaki yanlışlıkları düzeltecek, bundan sorumlu olacak birim... tabi ki psikologlara çok yakın bir meslek gurubu olacaktır, ama biraz daha farklı, konuya daha da profesyonelce yaklaşabilecek bir teknik ekip.
-spartans; what is your profesion?
-HAUL HAUL HAUL
Kendimize dürüst olduğumuzda görürüz ki, çocukluğumuz taklit ederek başlar, konuşmayı taklit ederek öğreniriz; bir çocuğun taklit ederek öğrendiği bilgiye hırsızlık ya da özentilik demiyecek kadar ahlaki çifte standartlıyız. hayır, çocuğa zaten bir şey diyemeyiz, ama büyüklerin yaptığı hırsızlığın ne kadar doğal ve baştan beri süregelen bir olgu olduğunu kabullenmek zorunda olduğumuz için. daha sonra kendimizi kandırırız, sinemaya gidip filmin büyüsüne kapıldık diyecek kadar yüzsüzüzdür. halbuki tanım'ımızı geliştirecek modellerin arayışındayızdır. güç dengelerine göre tanımlar seçeriz, öyle oluruz böyle oluruz. güçlü olana öykünürüz, onun gibi olamayacağımızı düşünüp bir başkası oluruz, akıllı olanlar kendilerini biraz daha iyi tanıyanlar uygun örneklerden tanım çalarlar. tanım işe yarıyorsa mutluyuzdur.
Mutluluk ve iç huzuru arıyan insanoğlu, arayışının hiçbir safhasında elindeki tanımları bir yana bırakamaz; bu yüzden bulduğu bütün sonuçlar, yazdığı bütün şiirler, yaptığı her şey gibi yanlıdır, bir tanıma ya da tanımın alt birimlerine göz kırpar, reklamını yapar. mutluluk, tanımın hayat koşullarında verimli sonuçlar vermesidir. en popüler ve verimli tanım paketleri dinlerdir, yüzyıllarca verimli sonuçlar verirler, verimli olmalarının nedenleri ise insanı özel olmadığına inandıran o gerçekçilik noktasına getiren, tanrıyla kıyaslanarak kendini özel görme güdüsünü azaltan o ritüel anlarıdır. din bu yönüyle toplumların afyonu diye de anılır, çünkü daha az özel olduğunu hisseden insan, daha sade bir tanıma bağlanıp daha verimli kendini doğrulama süreci yaşıyabilir, ama yaşıyamaya da bilir. tekrarlamak gerekirse insanlar yaptıkları nerdeyse her şeyi, kafalarındaki tanımı doğrulamak için yaparlar, kendi tanımlarıyla çelişmedikleri sürece iç huzurları, tanımlarının toplumda geçerli olduğunu gördükleri sürece de mutlulukları vardır. tanım'larından şüphe ettiklerinde ikisi de mantıksal olarak sağlanamazlar, buna da genelde depresyon denir.
Bunlar; kendini tanımlama, mutluluğu ve iç huzurunu arama davranış eğilimleri, bir canlıyı hayvanlardan farklı kılabilir, ama bizi düşündüğümüz kadar özel yapmaz; dini tanımlardaki gibi dünyanın tanrıdan sonraki halefi de yapmaz, içine sıçma insiyatifini verir, bu da yanlışlardan gelerek yanlışa ulaşmanın doruk noktasıdır.
Kendini tanımlama, mutluluğu ve iç huzurunu arama davranış eğilimleri, bir robottan çok da farklı değildir. robotun iş tanımı vardır, fonksyonunun dış ortamda geçerli olup olmadığını denetleyen mekanizma mutluluk; kendi içinde çelişip çelişmediğini denetleyen mekanizmaya da iç huzuru diyelim, artık siz anlayın. her robot windows gibi kendisiyle sık sık çelişip mavi ekran çıkartmayabilir, hatta şu anda da düştüğüm yanılgı şudur ki, robotlarla insanları kıyasladığımızda, robotların insanlara oranla daha az hata yapmasını bekleriz, bir yandan da kendimizde çelişme lüksünü içten içe onaylarız, yani kafamızdaki robot fikri bizden daha iyidir, ve bu yüzden bizi korkutur. ama kafamızdaki bu robotları japonların üreteceği kanısındayızdır hep, ve japonların da en az robotları kadar hatasız olduğunu kabul ederiz çoğu zaman. aslında savımı çok kısaca kabul ettirmek için kısaca japonlardan bahsede de bilridim, ama bu kolaya kaçmak olurdu ve eksik pek çok nokta kalırdı. aksine, japonlarda göremediğimizi sandığmız özellikleri sayarak robotların insanlara neden erişemeyeceğini düşündüğümüz ön yargısını çürütebiliriz
japonlardan dünyaca ünlü, hepimizin içinde yeri olan derinden etkilendiğimiz bir şarkının bestecisi çıkmış mıdır. japon sanatçıları, animeleri hariç ne zman bizim tanımlarımızı sarsacak sanatsal derinlikte bir iş üretmişlerdir. animelerin başarısından, bilgisayar destekli grafiklerin ne kadar büyük bir yol aldığıyla bir paralellik kurarak, kafamızdaki robot tanımının japon'lara ne kadar benzediğini tekrar vurguluyabilirim.
İnsanların yapabilecekleri robotlar, kendi potansiyellerinden artı eksi farklar taşısa da; genel olarak idealize ettiğimiz robotların insanlardan bir farkı yoktur. türklerin yaptıkları robotların arıza verip duracaklarından kimsenin şüphesi yoktur, tembellik yapacağından da. amerikalıların daha yaptıkları işletim sistemi windows'dan nasıl bir robot yapacakları bellidir, arada mavi ekran çıkıp durur.
İnsanların robot olduklarına inanmamalarının en güçlü nedeni, bir robotun hesap gücünün asla erişemeyeceği bir özellikten kaynaklanmaktadır. öngörülemezlik ve kestirilemezlik, rastlantısal davranabilme yetisi. büyük ölçüde hayvanlardan üstünlüğümüzdür, savaşta çok büyük bir taktiksel yetenektir, peki nedir? çok basitçe, beyin hücreleri arasındaki veri kaybının çok çok üstünde, sağ ve sol lob arasındaki veri aktarım yanlışlıklarıdır. günümüz bilgisayarlarından bu yönümüzle hala kat kat üstünüzdür, yapay zekaların erişemeyecekleri derecede çeşitli şizofrenik rastlantısal hareketlerde bulunarak kendi mekanizmamızın dışarıdan görülüp, anlaşılıp çözülmemesi için son derece ustaca çalışan bir sistemimiz vardır. insan olmakla övündüğüm en önemli nokta budur; unpredictibleness.
Peki niye hala robotlara benzediğimizi savunuyorum, çünkü robotlar için yaptığımız bütün tanımlara uyuyoruz, üst paragraftaki bilgiler bizim üst model bir robot olduğumuzu ortaya koysa da, robotluk tanımından bizi çıkaramaz.
Bulduğumu iddia ettiğim gerçekle elimize ne geçtiğini sorabilirsiniz bana; size sadece gerçek derim, sadece gerçek. hemen şimdi yattıp bunu unutmak işinize geliyorsa beyniniz bunu silecek kadar usta bir mekanizmadır. her şeyin mekanik olduğunu düşünmek bir süre acı veriyor, tanımınızın değişmesi durumundan dolayı. ama gerçek bir tanımla yola çıktığınızda elde edeceğiniz veriler her zman daha nesnesine uygun ve pratikte daha işe yarar olacaktır.
Üreme ve hayatta kalma gibi mekanizmalara da şöyle bir değinmek istiyorum. evet, üreme mekanizmamız hala hayvansaldır, ama hayvanların da biyomekanik robotlar olduğuna dair başka uzun bir yazıyı şu anda yazmak istemiyorum. hayatta kalmak ise basitçe, fonksyonunu yerine getirmeye çalışan bir robotun ilk ve son arzusudur..
rastgele okuduğum bir yazı ancak çağımızın genç beyinlerinin üstünde fazlasıyla kafa patlattığı bi o kadar da rastgele olmayan bir konu..
bakalım sizler ne düşünüyorsunuz ?!
Saygılar