Sayın Isabell ve Ceycet, inceliğiniz için ben de size teşekkür ederim. En çok zorlandığım şeylerden biri de bir tebriğe layıkıyla karşılık vermektir. Ben bunu pek beceremiyorum, ama anlaşılmak güzel bir şey.
Realitenin kabullenebilmesi serüveninde bizleri en çok zorlayacak olgunun,değiştirilemeyecek olanlarla,değiştirilebilecekler arasındaki farkın idraki olduğunun da bilincindeyim;bu konuda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum.Değiştirilemeyeceklerin kabulü için gereken huzur un önündeki en büyük engellerin ise,"nefs"imizin ve kişiliğimizin oluşturduğu" eşik"lerden müteşekkül olduğunu,bunlarla başetmeyi öğrenmedikçe de bu yolda mesafe kat etmenin ve gerçek anlamda kabullenmelerin kabullenebilmesinin mümkün olamayacağına inanıyorum.
Değiştirilemeyecekler arasına, evrendeki kanunlar ve insanın kanunları girer. Yer çekimi kanununu görmezden gelerek, aya gidemezdik. Birinci kısım, yani "evrendeki kanunlar" kısmı, çok rahat anlaşılır. Bu, fen bilimlerinin alanına giren bir şey, ancak bir çılgın bu kanunları göreceli görebilir. İkincisi, insanın kanunlarıdır. Bu, insanın dünyanın neresinde olursa olsun değişmeyecek eğilim ve karakterine işaret eder. Tabii sağlıklı bir insanın. Bu kanunlar arasında en üstünü ve zaten hepsinin kapsayıcısı "yaşama arzusu"dur. Yani insanın hayatına verdiği önem. Birincisine fen bilimleri dedik, bu kanunların keşfi çok zahmetli olsa da, bir kere bulundu mu artık kolay kolay değişmez. Ancak ikincisi, sosyal bilimlerin alanına girdiğinden, insanlar bu kanunlar hakkında ihtilaf içinde olabiliyorlar. Birinin kabul ettiğini, diğeri kabul etmeyebiliyor. İnsana dair bir başka kanun, insanın "öz saygı" ihtiyacı içinde olmasıdır. Bu ihtiyaç çok kutsal bir ihtiyaçtır ve insanı bir şeyler üretmeye, çalışmaya sevk eder. Bir diğeri "tutarlılık ihtiyacı"dır. Çelişkiye düşmek, çağın insanının en büyük korkusu olmalıdır. (Olmalıdır diyorum, çünkü herkes bunun farkında değil. İnsanlar daha çok, çelişkiye düştüklerinde, çeliştiklerini inkar etme yoluna gidiyorlar. Bunun da bir çok sebebi var. Başka bir başlığın konusu olabilir).
Nefis derken Ceycet, bunu olumsuz bir ima olarak algıladım. Nefis, bizim islam kültüründe, ve batıda anlamını sonradan bulduğu karşılığı olarak "ego" yine batıda, genellikle "kötü, kaka, pis" bir şey olarak değerlendirilir. Ben, bunun doğru olmadığına inanıyorum. İnsanın nefsi, onun aslında arzularıdır. Ama insanlar düşünmeden bu arzularını tatmin yoluna gittiklerinde ortaya gerçekten iğrenç şeyler çıkıyor ve insanlık sürekli bunları gözleyerek, nefsin, veya egonun kötü olduğuna kanaat getiriyor. Kibir mesela, bir nefis dürtüsüdür. Hangi insan tabiatından kaynaklanır? Bence yukarıda söylediğim "öz saygı arama" dürtüsünden. İnsan, kendini değerli görmek ister. İnsan, onay arama peşindedir. Ben bu onay arama dürtümü, kendimi değerli hissetme dürtümü, ortaya bir şeyler koyarak tatmin etmeliyim. Ortaya hiçbir şey koymadan bu arzuyu doyurmak kötülük doğururken, ortaya bir şeyler koyarak bu arzuyu tatmin etmek meşru bir nefis tatminidir. Burada bir ölçü var. Yine seks arzusu, insanın temel bir eğilimidir. Peki kötü müdür? değildir. Ama bunu meşru olmayan yollarla doyurmaya çalışmak, insanı çürütür. Seks arzusu, eğer olumlu yollarla tatmin edilebilirse, insana öz güven ve haz verecektir. Ancak, salt seks yapmak için değersiz kişilerle bunu yapmak, insana sadece haz duygusu verir, öz güven vermez. Seks, aslında iki insanın birbirine sunduğu bir hediyedir. Bir ticaret ilişkisidir. Bazı insanlar vardır, küçük bir tanışıklıktan sonra cinsel ilişkiye girmekte bir sakınca görmezler. Bu, bence biraz ucuza yapılmış bir alışveriştir. Bu tür alışkanlıklar, insanı sürekli meşgul eder. Ayn Rand'dan aktarayım;
"
Seks çok ciddi bir ilişki sonucu ortaya çıkmalıdır.Çünkü seks:İnsanın kendine olan saygısının ve kendine biçtiği değerin ifadesidir.
Seçici ve ayrımcı olan bir seks hayatının düşkünlük olmadığını söyleyebilirim. Düşkünlük hafif ve üstünkörü ele alınan bir eylemi niteler. Ben seksin insan hayatının en önemli unsurlarından biri olduğunu ve hiç bir zaman hafif ve üstünkörü bir tavırla ele alınmaması gerektiğini savunuyorum. Cinsel ilişki insanoğlunun sahip olduğu en yüksek değerlere dayanarak yapıldığı zaman uygundur. Seks karşı tarafın sahip olduğu değerlere verilen bir karşılıktan başka bir şey olmamalıdır. Bu yüzden önüne gelenle girilen ilişkileri ahlaksız olarak nitelendiriyorum. Seksin kendisi kötü olduğu için değil, tersine seks çok iyi ve önemli olduğu için.
Seks insanın kendine olan saygısının ve kendine biçtiği değerin ifadesidir. Fakat kendini değerli bulmayan bir erkek bu ilişkiyi tersine çevirmeye çalışır. Kendine olan saygısını cinsel fetihlerinin ona kazandırmasını bekler; ki bu imkansızdır. Kendi değerini onu değerli bulan kadınların sayısından anlayamaz. Buna rağmen bu umutsuz uğraşıda ısrar eder. Öncelikle, insanoğlunun güdüleri yoktur. Fiziksel olarak seks sadece bir kapasitedir. Fakat insanın bu kapasiteyi nasıl kullanacağı ve kimi çekici bulacağı kendi ahlaki değer standartlarıyla ilgili bir şeydir. Tercihlerini kontrol eden, bilinçli veya bilinçsiz olarak sahip olduğu önkabullerine bağlıdır. Bu şekilde kişisel felsefesi cinsel hayatını yönlendirir.
Kendinden tiksinen insan, özsaygısını cinsel serüvenlerden kazanmaya çalışır.
Buda yapılamaz, çünkü seks bir neden değildir, insanın kendi değerleriyle ilgili kanaatinin bir etkisi ve ifadesidir. (Yani seks, bir insanın diğer bir insana verebileceği en büyük değerlerinden birisidir demek istiyor. Neden değil, sonuçtur. popperist).
Bana bir erkeğin neyi çekici bulduğunu söyleyin, bende size o adamın tüm hayat felsefesini söyleyeyim. Bana onun hangi kadınla yattığını gösterin, size o kişinin kendini nasıl değerlendirdiğini bir bir sayayım.
Kendi değerinden emin olan ve bundan gurur duyan adam, bulabildiği en yüksek kadın tipini isteyecektir.
Beğeneceği kadın güçlü olacak, fethetmesi zor bir kadın olacaktır, çünkü ancak bir roman kahramanını fethettiği zaman bunu bir başarı sayabilecektir, beyinsiz bir sürtüğü fethetmeyi başarı saymayacaktır. Onun aradığı, kendi değerini bulmak değil, kendi değerini ifade etmektir. Zihnin standartlarıyla bedeninin arzuları arasında hiçbir çelişki yoktur.
Oysa: Aklı olmayan bir vücudu fethetmekte ne şeref var ki? " Ayn Rand (kısaltıldı).
Ayn Rand, insanın nefsinin, insanın kanunları olduğunu, ancak düşünmeyle bunların meşru yollarla tatmin edilmesini iddia etmiştir. Kibir duygusu, aslında insanın öz saygı duyma ihtiyacının çarpık bir ürünüdür. Kibir duyan insan, üretmediği halde, başarmadığı halde kendine saygı duyulmasını, kendini diğerlerinden üstün görülmesini isteyen insandır. Ancak gurur duyan insan, üretir ve haklı olarak gurur duyar. Ve gurur duymasına başka insanlar mani olamaz. İsterse tüm insanlık ona karşı çıksın, eğer doğru yaptığına inanıyorsa, o insan o gururu haklı bir şekilde duyacaktır. Ama kibirlenen insan, en ufak bir eleştiride, kendisinin adam yerine konmadığının farkına varır ve o ortamdan uzaklaşır. Sonucunda dalkavuklardan müteşekkil bir çevre yaratır. Haliyle bu çevre de onu mutlu edemez.
Benim söylemek istediğim, nefsimizin kötü olarak algılanmaması gerektiğidir. Yani onu değiştirilemeyecek şeylerin önündeki engel olarak görmemeliyiz. Nefsin bizzat kendisi bize mutlu olmanın ip uçlarını gösterir. Ancak bunu meşru yollarla hak ederek yaparsak öz saygı, illegal yollarla yaparsak da huzursuzluk buluruz.