Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: İMAM HÜSEYİN VE KERBELA  (Okunma sayısı 2857 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 02, 2010, 11:38:33 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay



İnançlar tartışılmaz, irdelenmez, onların tabiatına beşeri bilimlerin metodları uygulanarak nüfuz edilemez ama tarihte nelerin olup bittiğini anlamak için soğukkanlı ve ilmi okumalara her zaman ihtiyaç vardır. Kerbela vakası, 'anlayış'la 'anlamak' arasındaki ince sınırda duran bir sorundur. Kerbela vakası'nın miladi hesapla 1324, hicri takvime göre 1364. sene-i devriyesi İslâm coğrafyasında törenlerle idrak edildi. Özellikle Şia dünyasında Kerbelâ'nın derin gönül yanıkları bırakmış olması tarihin en mühim ve tayin edici hadiselerinden biridir; bu hicran, bu matem 1324 seneden beri, acısı her defasında yeniden hissedilerek tazeleniyor ve dini kimliği perçinleyen bir tesir yapıyor. Kerbela, Sünnilerin çoğunlukta olduğu yerlerde daha ziyade, Muharrem'in 10'unda aşure pişirilip konu-komşuya dağıtılması gibi folklorik tarafıyla yankı buluyor; buna mukabil Şiiler için Muharrem'in ilk on günü, kollektif dini şuuru inşa ve ihya eden, dini heyecanı tazeleyen yanıyla neredeyse Ramazan'a denk bir yoğunlukla yaşanmaktadır.


 

İnsan rakama gelmez

 

Bakış açısı ve hadisenin konulduğu çerçeve, hadisenin anlam ve önemini de tayin eder. Şiiler için insanlık tarihinin en trajik kırılış anını temsil eden Kerbela vakası, tarih disiplininin soğukkanlı nazarında basit bir iktidar mücadelesi, küçük çaplı bir askeri çatışma gibi görünür; Bedir Muharebesi de öyleydi mesela: Hicretin 2. yılında meydana gelen bu birkaç saatlik küçük çatışma, Müslümanların 300, Müşriklerin ise bin civarında savaşçıyla iştirakiyle başladı ve Müslümanların galebesiyle sonuçlandı. Bedir'de Müslümanlardan 14, Mekkeli Müşriklerden ise 70 civarında insanın öldüğü kaydedilmiştir. Kerbela vakasında başta Hazreti Hüseyin olmak üzere kafilesindeki (kadın ve çocuklar dahil) 72 insanın katledildiği biliniyor. Rakamlar bazen hiçbir şeydir!


 

Çetrefil bir tarih meselesi: "Dini" olanla "insanı" olanı tefrik edebilmek

 

"Kerbela niçin ve nasıl oldu?" sorusuna sade ve kısa bir cevap aramadan önce, İslam tarihinin en karakteristik vasfını hatırlatmakla işe başlamalıyız. "Efendimiz"in hayatta olduğu zamanlar, bu tarih telakkisinde "Asr-ı Saadet" diye bilinir ve çok özel bir parantez teşkil eder. Asr-ı Saadet, Müslüman tarihçiler tarafından çok güçlü dinî heyecan ve idealist yaklaşımlarla tasvir edilmiştir; öyle ki, bu zaman zarfında Müslümanların, Hz. Muhammed"in (selâm ona) tartışılmaz otoritesi etrafında, sair zamanlarda tabiî görünen insanî zaaflarından bile arındıkları ve bu olağanüstü devri pastel renklerle süsledikleri intibaına kapılmamak mümkün değildir. Efendimiz"in ufûlünden sonradır ki etrafındakiler -âdeta- birer insanoğlu olduklarını hatırlayarak ait oldukları zamana, zemine, tabiata ve elbette zaaflarına avdetle, mensup oldukları klanı, Hicaz'ın mahalli göreneklerini, asabiyye hissini hatırlarlar ve sair zamanlar için her toplulukta normal kabul edilen davranış ve tepkilerini yeniden keşfederler. Siyaset kavramının gerekleri, sanki bu topluluk için Efendimiz"in ufûlünden sonra keşfedilmiş gibi bir manzara çıkar ortaya. Mesela Hz. Ebubekir"in halife seçimi bazı kırgınlıklara yol açmıştır ve cemaat içinde derinden de olsa huzursuz kıpırtılar hissedilmiştir. Bu konuda kırgınlık, haset, hırs gibi "insanî" tepkiler Hz. Osman zamanında zirveye ulaşır ve Hz. Osman, siyasî muhalifleri tarafından kamu işlerini lâyıkınca yönetememek, kendi ailesine lüzumundan fazla iltimas göstermekle alenen itham edilerek neticede kendi harîminde (evinde) siyasi bir suikast neticesi katledilir.


 

Kerbala'ya adım adım

 

Hz. Osman'ın toplumda yeni düşmanlıklar yaratacak tarzda katledilmesi ile Hz. Ali'nin hilafeti, kendiliğinden tartışmalı bir siyasî süreç başlattı. Bu süreçte Efendimiz'in eşi Hz. Aişe ve "aşere-i mübeşşire"den bazı sahabenin askeri bir güç tertipleyerek Hz. Ali'nin hilafetine karşı kılıç çekmesi, esasında dini değil, başta siyasî olmak üzere sair sebeplerle (mesela psikolojik; kırgınlıklar, nefretler, intikam hissi, asabiye içgüdüsü gibi) izah edilmesi lazım gelen insani nitelikte bir iktidar mücadelesiydi. Cemel vakası diye bilinen bu olayda Hz. Ali üstün geldiyse de siyaseten zaafa uğramıştı ve öteden beri zekâsıyla tanınan Şam valisi Muaviye, bu iktidar sarsıntısından yararlanarak Hz. Ali'ye o ana kadar vermediği biatı, silahlı muhalefete çevirerek isyan etti. Sıffin diye bilinen yerde, aralarında Sahâbeden nice değerli zâtın mücahit sıfatıyla yer aldığı İslam'ın iki güzide ordusu karşılaştı. Galip asla belli olmadı ve Muaviye, politik bir entrika ile bu badireden sıyrılarak kendi hilâfetini ve dolayısıyla devletini ilân etti. Hz. Ali'nin bir Harici tarafından katline dek Müslümanlar iki devlet ve iki halife arasında kaldılar. Katl hadisesinden sonra Hz. Ali'yi destekleyen Küfe ahalisi oğlu Hz. Hasan'ı politik lider olarak tanımakta ısrar ettiyse de, Hz. Hasan Muaviye'nin baskı ve entrikaları neticesinde eşsiz bir feragat örneği göstererek hakkından vazgeçti. Böylece Muaviye, problemli bazı bölgeler dışında ümmeti yeniden tek devlet haline getirebildi. Muaviye'nin hilafeti dini nokta-i nazardan ümmeti yaralamıştı ama politik ve beşeri kriterler bakımdan kurduğu kamu nizamının, kısa zamanda bir dünya devleti haline dönüşmesindeki başarıya dikkat etmelidir. Emeviler hanedanı Muaviye ile başladı, öldüğünde yerine oğlu Yezid geçti. Yezid'e Hz. Ali'nin küçük oğlu Hz. Hüseyin biatte isteksizlik gösterdi zira Yezid'i halife vasıflarına uygun görmüyordu. Bu tereddüdü sezen Küfeliler, kendisini Küfe'ye davet ederek ona biat edeceklerini açıkladılar. Kerbela hadisesi, bu tehlikeli politik teşebbüsü haber alan Yezid kuvvetlerinin, kafileyi yarı yolda Kerbela denilen mıntıkada kuşatarak katletmesiyle meydana gelmiştir.


 

Zalime lanet, masuma rahmet

 

Bu tarz okuma biçimi, hadisenin politik ve insani yönlerine ağır veren bir tercihtir ve bir Şii için herhalde olduğu gibi kabulü imkansızdır; zira Şii akidesi, Kerbela'yı, insani olmaktan ziyade dini çerçeveye koymuş ve o

muvacehede ona büyük bir ehemmiyet atfetmiştir. Öyle ki Kerbela vakası, Şii dünyasında müşterek motif ve heyecanları hareket geçirip birbirine bağlayarak "Şii" kimliği inşa eden bir faktördür ve aradan 13 asır geçtikten sonra inanca mesned teşkil etmiş hadiseleri, sıradan bir politik olay vasfıyla yeniden nitelemeye kalkışmanın manası da yoktur.


 

İmam Hüseyin'in Aşk ve Fedakarlık Dolu Hayatı

 

İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem'in kızı Hz. Fatıma (a.s)'nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra Allah'ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı. İmam Hüseyin (a.s) on yıl imamet etti. Yaklaşık altı ay dışında bu müddetin tümü Muaviye'nin hilafeti zamanında en zor koşullar,acı durumlar ve en ağır baskılar altında geçti. Çünkü birinci olarak dini yasalar toplumda değerini kaybetmiş, hükümetin istekleri, Allah ve Resulünün isteklerinin yerini almıştı. İkinci olarak da Muaviye ve dostları bütün mümkün yollara baş vurarak Ehl-i Beyt'i ve taraftarlarını ezip Ali(a.s)'nin ismini yok etmek istiyorlardı. Ayrıca Muaviye oğlu Yezid'in hilafet temellerini atıp pekiştiriyordu. Halkın bir kısmı, hiçbir usule kayıtlı olmadığından Yezid'in hilafetine razı değillerdi. Muaviye de muhalefetlerin çoğalmasını önlemek için daha fazla baskılara başvuruyordu. İmam Hüseyin (a.s) isteyerek istemeyerek bu karanlık günleri arkada bırakıyor ve Muaviye tarafından yapılan her çeşit ruhsal işkence ve baskılara katlanıyordu. Hicretin altmışıncı yılında Muaviye öldü ve oğlu Yezid babasının yerine oturdu. Biat meclisinin kurulması, Arapların içerisinde saltanat, imaret ve sair önemli konularda bir gelenekti. Toplum, özellikle tanınmış kişiler bu konularda sultana yahut emire biat eli veriyorlardı. Biatin ardından itaatsizlik etmek o kavme ar ve zillet sayılırdı. Aynı zamanda imzaladığı şeye boyun eğmekten kaçmak, kesin suç olarak bilinirdi. Hz. Peygamberin siretinde de baskı olmaksızın yapılan anlaşma ve ahit muteber sayılmıştır.


 

Medine Valisi'ne

 

Muaviye hayattayken tanınmış kişilerden Yezid'e biat almıştı. Fakat İmam Hüseyin (a.s)'a dokunmayıp, biat teklifinde bulunmamıştı. Özellikle oğlu Yezid'e şöyle vasiyet etti: "Hüseyin Bin Ali biat etmezse fazla ısrar etme ve öylece kalsın. Çünkü Muaviye meselenin önünü arkasını ölçebiliyordu. Ancak Yezid, gururu ve çekinmezliği sonucu, babası ölünce onun vasiyetini unutup, Medine valisine, "Hüseyin'den benim hilafetim için biat iste, etmezse başını Şam'a gönderi diye emir verdi. Medine valisi Yezid'in isteğini İmam Hüseyin (a.s)'a duyurunca İmam ondan bu konuda düşünmesi için zaman aldı ve geceleyin ailesini de alarak Mekke'ye hareket edip İslam'da resmen emniyetli ve güvenceli yer olarak ilan edilen Allah'ın Haremi (Mekke'

ye) sığındı. Bu olay hicretin altmışıncı yılında Recep ayının sonları ve Şaban ayının evvellerinde vuku buldu. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay Mekke'ye sığınarak yaşadı. Bu haber yavaş yavaş İslam ülkelerine yayıldı. Bir taraftan, Muaviye devrindeki haksızlıklara razı olmayıp, Yezid'in hilafetine karşı çıkanlar İmam Hüseyin'in (a.s) yanına gelip yardım edeceklerine dair söz veriyorlardı, bir taraftan da Irak'tan, özellikle Kufe

şehrinden halk aralıksız mektup gönderip İmam Hüseyin'in (a.s) Irak'a gelip Müslümanlara önderlik ederek zulüm ve adaletsizliği yok etmesini ısrarla istiyorlardı. Elbette bu durum Yezid için çok tehlikeli idi.


 

Ehl-i Beyt'i dostlarıyla Irak'a harekat

 

İmam Hüseyin (a.s), hac mevsimine kadar Mekke'de ikamet etti. Müslümanlar İslam ülkelerinden grup grup hac amellerini yapmak için Mekke'ye akın ettiler. Bu arada İmam, Yezid'in kendisini öldürmek için hacı kılığında gizli bir grubu gönderdiği haberini aldı. Bunlar amel sırasında ihram elbiseleri altına gizledikleri silahlarla İmam Hüseyin'i şehit edeceklerdi. İmam Hüseyin (a.s) hac amellerini yarıda keserek, bir toplantıda kısa bir konuşma yaparak Irak'a hareket edeceğini bildirdi. Bu konuşmada şehit olacağını da bildirdi. Müslümanlardan onun yardımına koşmalarını ve bu hedef yolunda kanlarını vermelerini istedi. Ertesi gün de Ehl-i Beyt'i ve dostlarını alarak Irak'a yöneldi. İmam Hüseyin (a.s) biat etmemeye kesin kararlıydı. Bu yolda şehit olacağını da iyi biliyordu. Umumi fesat, fikri inhitat ve toplumun, özellikle Iraklıların iradesizliğiyle gücü pekiştirilen Ümeyye Oğullarının büyük ve korkunç savaş gücünün onu yok edeceğini biliyordu. Tanınmış kişilerden bir grup, İmamın yanına gelip bu hareket ve kıyamın tehlikesini hatırlattılar. Fakat o hazret cevaplarında şöyle buyurdu: Ben biat etmeyeceğim. Zulüm ve fesat hükümetine boyun eğmeyeceğim. Nereye gitsem, nerede olsam beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke'den ayrılmamın nedeni ise, kanımın dökülmesiyle Kabe'nin hürmetinin zedelenmesini önlemektir.


 

Sekiz gün kaldılar

 

İmam Hüseyin (a.s), Kufe yoluna koyuldu. Daha Kufe'ye birkaç günlük yol varken, Kufe'ye gönderdiği elçisinin ve tanınmış sadık dostlarından birinin, Yezid'in valisi tarafından şehit edilip yine onun emriyle ayaklarına ip bağlanarak, Kufe sokaklarında gezdirildiğini duydu. Kufe ve yöresinin sıkıca gözaltına alındığını ve İmam'la savaşacak teçhizatlı bir ordunun hazırlandığını duyunca, ölümden başka bir yol kalmadığını anladı. İşte burada şehit olmak için kesin karar aldığını açıkça belirtti ve Kufe' ye doğru hareketini devam ettirdi. Kufe'nin yaklaşık olarak yetmiş kilometre yakınlarında Kerbela ismindeki bir çölde Yezid'in ordusu onları ablukaya aldı. Sekiz gün burada kaldılar. Bu sırada günden güne abluka çemberi daralıyor ve sürekli düşmanın sayısı çoğalıyordu. Bilahare İmam (a.s), ailesi ve çok az sayıdaki ashabıyla birlikte, otuz bin kişiden oluşan ordunun muhasarasında kaldı. Bu birkaç gün içinde İmam Hüseyin (a.s), ordusunun yerlerini ayarlayıp dostlarını tasfiye etmeye karar aldı. Kısa bir konuşmada ashabına seslenerek şöyle buyurdu: "Bizim ölüm ve şahadetten başka bir yolumuz yoktur. Ben biatımı sizden kaldırdım. Gitmek isteyen, gecenin karanlığından faydalanıp kendisini bu tehlikeli meydandan kurtarsın. Çünkü onlar bir tek beni öldürmek istiyorlar."


 

İmamın vefalı dostları

 

Daha sonra ışıkların söndürülmesine emir verdi. Maddi maksatlar için İmam Hüseyin (a.s)'a koşulanlar ayrılıp dağıldılar. Sadece hak aşıklarından çok azı (40 kişiye yakın) yaranı ve Beni Haşim'den olan akrabaları kaldılar. İmam Hüseyin (a.s), yine kalanları toplayıp konuştu ve şöyle buyurdu: "Sizden her kim isterse gecenin karanlığından faydalansın ve kendisini tehlikeden kurtarsın. Onlar bir tek beni istiyorlar. Fakat bu defa İmam'ın vefalı dostları bir bir kalkıp, biz hiçbir zaman senin önder olduğun hak yolundan dönmeyeceğiz, elimiz kılıç tutana, damarımızda kan akana dek savaşıp senin hürmetini koruyacağız, senin temiz eteğinden kopmayacağız, diye çeşitli beyanlarda bulundular. Muharrem ayının dokuzuncu gününün sonlarında son teklif (biat veya savaş) düşman tarafından İmam'a ulaştı. Hazret, o geceyi ibadet için mühlet alıp yarınki savaşa hazırlandı. Hicretin 61. Yılı Muharrem ayının 10. günü İmam, bir avuç dostlarıyla (toplamı doksan kişiden azdı. Kırk kişi önceden yanında olanlar, otuzdan biraz fazlası savaş günü ve gecesi düşman ordusundan dönenler ve diğerleri de İmam'ın Haşimî akrabaları; örneğin oğulları, kardeşleri, kardeşinin ve bacısının oğulları

ve amca oğullarıydı) sayısız düşman ordusu karşısında saf çektiler ve savaş başladı.


 

Kufe'ye harekat

 

O gün sabahtan akşama kadar savaştılar. İmam Hüseyin, Haşimi gençleri ve sair dostları son nefere kadar şehit oldular. (Şehitlerin içinde İmam Hasan (a.s)'ın iki küçük oğlu, İmam Hüseyin'in bir küçük oğlu ve daha kundakta olan bir yavrusunu da saymalıyız.) Savaş bittikten sonra düşman ordusu, İmam (a.s)'ın haremini yağmaladılar ve çadırları ateşe vererek şehitlerin başını kesip elbiselerini çıkardılar. Cesetleri defnetmeden, sığınaksız kızlardan ve kadınlardan oluşan Ehl-i Beyt esirlerini şehitlerin başlarıyla birlikte Kufe'ye doğru hareket ettirdiler. (Esirlerin içinde erkek olarak İmam Hüseyin (a.s)'ın yirmi iki yaşındaki oğlu dördüncü imam olan Zeynelabidin (a.s) ağır hasta olarak, bir de onun oğlu beşinci İmam Muhammed Bin Ali ve İmam Hasan (a.s)'ın oğlu Hasan-ül Müsenna da bulunuyorlardı. Hasan-ül Müsenna savaşta ağır yaralı olarak şehitlerin içinde kalmıştı fakat son anlarda diri olarak bulundu. Düşman komutanlarının birinin arabuluculuğuyla

başı kesilmedi ve esirlerle birlikte Kufe'ye götürüldü.) Kufe 'den de Dimeşk 'e, Yezid'in yanına götürüldüler.


 

Yezid'in gözünü kan bürümüştü

 

Kerbela vakası, kadınların esir alınıp şehirlerde gezdirilmesi, (esirler içinde bulunan) Hz. Ali (a.s)'ın kızı (Hz. Zeynep) ve İmam Zeynülabidin'in Kufe ve Şam'daki toplantı yerlerinde konuşmaları, Ümeyye oğullarını rezil etti ve Muaviye'nin yıllarca yaptığı propakandayı etkisiz bıraktı. Hatta Yezid, Kerbela'da memurları eliyle yapılan bu işlerden kendisini temizlemeye çalıştı. Kerbela vakıası, etkisi geç olmasına rağmen, Ümeyye oğullarını saltanattan düşürmekle birlikte, Ehl-i Beyt mektebinin kökleşmesinde büyük bir etkendi. Gösterdiği en yakın etki, çeşitli kıyamlar ve bunun yanı sıra da on iki yıl süren kanlı savaşlardır. Öyle ki, İmam Hüseyin' in (a.s) katillerinden hiçbiri intikamdan kaçıp kurtulamadı. Tarihin İmam Hüseyin (a.s) ve Yezid'le ilgili bölümünü okuyup o zamanın hakim sistemi üzerinde araştırma yapan kimse bilir ki, İmam'ın sadece bir seçeneği vardı o da şehit olmaktı. İslam dininin apaçık ezilmesine neden olan biat, hiçbir koşulda İmam Hüseyin için mümkün değildi. Çünkü Yezid, İslam dinine ve kanunlarına saygı göstermemekle yetinmeyip, İslam'ı açıktan açığa ezmeye çalışan bir yapıya sahipti.


 

İmam Hüseyin ve Hasan

 

Dinin kanunlarına, din adına muhalefet ediyorlar ve zahirde dine saygı gösteriyorlardı. Hatta halkın inandığı Peygamber (s.a.a.) ve sair dini şahsiyetlere yardım edip, onların yanında bulunmuş olmakla iftihar ediyorlardı. İşte buralardan, bazı tarihçilerin İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkında ortaya sürdükleri görüşlerin yanlış olduğu aydınlığa kavuşmuş oluyor. Bazıları diyorlar ki: İmam Hasan ve İmam Hüseyin iki değişik tabiata sahiptiler; İmam Hasan sulhsever idi. Kırk bin askeri olmasına rağmen barışı kabul etti. Fakat İmam Hüseyin savaşı tercih etti ve kırk kişi adamı olmasına rağmen Yezid'le savaşa kalktı. Bu söz yanlıştır, çünkü görüyoruz ki Yezid'e biat etmeyi kabul etmeyen İmam Hüseyin (a.s), on yıl kardeşi gibi Muaviye' nin hükümeti döneminde yaşadı, ama hiçbir zaman muhalefet etmedi. Gerçekten de İmam Hasan ve İmam Hüseyin Muaviye ile savaşsalar da öldürüleceklerdi ve onların ölümünün İslam'a hiçbir faydası olmayacak; kendisini doğru yolda gösteren, sahabe, vahiy yazarı ve müminlerin dayısı olarak tanınan, her hileye başvuran Muaviye' nin siyaseti karşısında etkili olmayacaktı. Kaldı ki elindeki imkanları kullanıp, onları kendi dostları vasıtasıyla öldürtüp de kendisi yas tutabilir ve kanlarını almaya kalkabilirdi. Nitekim üçüncü halifeye de aynen böyle yapmıştı.


 

Kaynaklar: Bedri Noyan Dede Baba, Lütfi Kaleli, Battal Pehlivan'ın ayrı ayrı Hz. Hüseyin ve Muaviye'yle ilgili yazdığı kitapların yanı sıra muhtelif törenlerden gözlemler...
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3498 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2007, 10:38:05 öö
Gönderen: HUTGIN
0 Yanıt
2179 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 18, 2007, 05:10:32 ös
Gönderen: nietzsche
0 Yanıt
2246 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 22, 2007, 04:41:37 ös
Gönderen: nietzsche
25 Yanıt
12164 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 16, 2007, 10:16:33 ös
Gönderen: shemuel
40 Yanıt
15852 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 30, 2017, 04:58:09 öö
Gönderen: BuZ
İmam ve Tanrı

Başlatan amurdad Mizah

2 Yanıt
2977 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 25, 2014, 05:49:11 ös
Gönderen: Alşah
3 Yanıt
11191 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 22, 2011, 01:05:29 öö
Gönderen: MMT
2 Yanıt
2961 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 19, 2012, 05:31:07 ös
Gönderen: Tij
4 Yanıt
3196 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 03, 2012, 11:20:36 öö
Gönderen: yazbenide
0 Yanıt
2065 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 03, 2013, 09:15:03 ös
Gönderen: Melina